Kadınların Seçme ve Seçilme Hakkı ve Sınıf Mücadelesi – Rosa Luxemburg

El Yazmaları’nın notu: 5 Mart 1870’te doğan Rosa Luxemburg’un 150. doğum gününü geride bıraktık. Bu bağlamda Rosa Luxemburg’un dönemin Almanya’sında kadınlara seçme ve seçilme hakkının tanınması için verilen mücadeleyi sınıf mücadelesi açısından değerlendirdiği bu metni Türkçeye kazandırmak istedik. Dönemin bakış açısını gösterdiği için önemli bulduğumuz bu metinde, yer yer bugünkü kadın mücadelesini yürüten bazı öznelerin benimsemediği yaklaşımlar olsa da metni; sınıf mücadelesi ile o dönemde seçimlere katılma hakkı arasında kurduğu bağlantı nedeniyle çevirmeye uygun gördük.

“Almanya’da neden kadın işçi derneği yoktur? Kadın işçi hareketinden niye bu kadar az duyum alınıyor?” Almanya’da proleter kadın hareketinin kurucularından Emma İhrer, 1898 tarihli eseri “Sınıf Mücadelesinde Kadın İşçiler”ine bu sözlerle başlamıştı. O eserden sonra on dört sene daha akıp gitti ve bugün proleter kadın hareketi Almanya’da serpilip gelişmiş sayılır. 150 bine aşkın sendikalı kadın işçi ekonomik mücadele veren proletaryanın çekirdeğini oluşturuyor. Sosyal Demokrasi’nin bayrağı etrafına siyaseten örgütlü on binlerce kadın toplanıyor; Sosyal Demokrasi’nin kadın yayınının 100 binden fazla abonesi var; kadınların seçme ve seçilme hakkı talebi Sosyal Demokrasi[Alman Sosyal Demokrat Partisi kastediliyor ç.n.]’nin siyasal yaşamının gündeminde bulunuyor.

Bu olgular nedeniyle kimileri kadınların seçme ve seçilme hakkı için yürütülen mücadelenin önemini azımsayabilir. Bu kişiler şöyle düşünebiliyor: Dişi cinsin siyasal eşitliği olmadan da kadınların aydınlanması ve örgütlenmesi konusunda parlak ilerlemeler kaydettik ve kadınların seçme ve seçilme hakkı pek de acil bir zaruret değildir. Fakat böyle düşünen, bir yanılgıya yenik düşer. Kadın proletaryanın, son on beş senedeki siyasi ve sendikal yaşamı muhteşem bir şekilde sarsmasını mümkün kılan şu ki: emekçi halkın kadınları, haklarından mahrum olmasına rağmen kendi sınıfının siyasi yaşamına ve parlamenter mücadelelerine canlı bir şekilde dâhil oldular. Kadın proleterler, bugüne değin dolaylı olsa da dâhil oldukları erkeklerin seçme ve seçilme hakkından besleniyorlar. Seçim kampanyaları şu an bile işçi sınıfı kadınlarının ve erkeklerinin büyük çoğunluğu için ortaktır. Sosyal Demokratların seçmen toplantılarında kadınlar kalabalık bir şekilde, kimi zaman çoğunlukta, her zaman aktif ve coşkun bir şekilde katılan kitleyi oluşturuyor. Sağlam sosyal demokrat teşkilatların bulunduğu bütün seçim bölgelerinde kadınlar seçim çalışmalarına katılım sergiliyor. Ve kadınlar, seçim çalışmasının en önemli silahı olan bildiri dağıtımında ve sosyal demokrat basına abone kazanılmasında yer alarak en büyük katkıyı sağlıyorlar.

Kapitalist devlet, halkın kadınlarının siyasi yaşamın zahmetleri ve sorumluluklarını sırtlamalarını engelleyemedi. Hatta devletin ta kendisi onlara dernek kurma ve toplanma hakkını vererek adım adım bu olanağı kolaylaştırıp güvence altına almak zorunda kaldı. Ancak son politik hak olan oy verme hakkı, yasama ve idari kurumlara dair dolaysız etkili olup o kurumlara seçilebilir olma hakkını devlet kadınlara tanımak istemiyor. Ancak burada, toplumsal yaşamın diğer bütün alanlarında olduğu gibi şunu demek gerekiyor ki: “Başlangıçları Reddedin!” Bugünkü devlet, onları kamusal toplantılarda ve siyasi derneklerde kabul ederken, proleter kadınların zaten önünden çekilmişti. Fakat bunu kendi hür iradesiyle yapmadı, acı zaruretten, yükselen işçi sınıfının baskısı nedeniyle yaptı. Son olarak, Prusya-Alman polis devletini siyasi dernek toplantılarında ünlü “Kadın Kesimi”ni terk etmeye ve siyasal örgütlerin kapılarını kadınlara açmaya zorlayan, kadın proleterlerin bizzat ileriye doğru iten fırtınalı hareketiydi.[1] Bu şekilde süreç daha da hızlandı. Proleter sınıf mücadelesinin durdurulamaz bir şekilde ilerlemesi emekçi kadınları siyasi yaşamın anaforunun ortasına çekti. Dernek ve toplanma hakkının kullanılması sayesinde proleter kadınlar parlamenter yaşam ve seçim kampanyalarına canlı bir katılım sağladılar. Ve artık kaçınılmaz bir sonuç, hareketin mantıklı sonucu, bugün milyonlarca proleter kadın kendine güvenen ve inatçı bir şekilde bağırıyor: Kadınların seçme ve seçilme hakkı verilsin!

Vormärz[2] mutlakiyetçiliğinin güzel zamanlarında sıradan emekçi halk hakkında onun politik haklarını kullanmak için “henüz hazır olmadığı” söyleniyordu. Bugün aynısını proleter kadınlar hakkında söylemek mümkün değil, çünkü politik haklarını kullanmak için yeterli olduklarını gösterdiler. Çünkü herkes biliyor ki, onlar olmadan, proleter kadınların coşkulu desteği olmadan, 12 Ocak’ta Alman Sosyal Demokrasi’si [SPD] asla ama asla bu müthiş zaferi, bu 4,5 milyon oyu elde edemezdi. Fakat yine de emekçi halk her defasında siyasi özgürlük olgunluğunu muzaffer devrimci bir kitlesel ayaklanmayla ispat etmek zorunda kaldı. Tahttaki ilahi hak ve milletin en asi ve iyi olanları, ancak proletaryanın nasırlı yumruğunu sıkı bir şekilde gözünde, dizini göğsünde hissettiğinde, o zaman hemencecik halkın politik olgunluğuna inanmaya başladılar.

Bugün, kapitalist devlete olgunluklarını gösterme sırası proletaryanın kadınlarına geldi. Bu, tüm proleter mücadele ve baskı araçlarının kullanması gereken, süregiden, güçlü bir kitle hareketi aracılığıyla gerçekleşir.

Amaç kadınların seçme ve seçilme hakkıdır, ancak bunun için kitle hareketi yalnızca kadınların işi değil, proletaryanın kadınları ve erkekleri için ortak bir sınıf meselesidir. Çünkü bugün Almanya’da kadınların yaşadığı hukuksuzluk, halkın hayatını zincirleyen reaksiyon zincirinin sadece bir halkası ve bu reaksiyonun diğer ayağıyla yakından ilgili: monarşi ile. Elektrik ve havacılık çağında, bugünün oldukça sanayileşmiş büyük-kapitalist Almanya’sında, kadınların politik haklarından yoksun olması, tıpkı tahttaki ilahi hakların kuralı gibi eski, yıpranmış koşulların bir kalıntısıdır. Şu iki olgu da: Siyasi yaşamın egemen gücü olarak cennet enstrümanı ve ev ocağında iffetli bir şekilde kamusal yaşamın fırtınalarına, siyasete ve sınıf mücadelesine aldırış etmeden oturan kadın: Her ikisi de geçmişin çürümüş koşullarında, ülkedeki serflik zamanlarında ve şehirdeki loncalarda kök salmıştır. O zamanlar anlaşılır ve gerekliydi. Şu ikisi de: Monarşi ve kadınların haklarından yoksun olması bugün modern kapitalist gelişmeyle kökünden sökülmüş ve saçma bir insanlık karikatürüne dönüşmüştür. Bu modern durumun açıkça ısrarı ve eylemsizliği yüzünden değil ondan uzaklaşıp unuttukları için. Hayır, hala oradalar çünkü hem monarşi hem de kadınların haklarından yoksunluk, halk karşıtı çıkarların güçlü araçları haline geldi. Taht ve sunağın arkasında olduğu kadar kadın cinsiyetinin siyasi köleleştirilmesinin arkasında da, bugün proletaryanın sömürülmesinin ve esaretinin en kötü ve en acımasız temsilcileri saklanıyor. Monarşi ve kadın haklarının yokluğu, kapitalist sınıf hâkimiyetinin en önemli araçları haline geldi.

Bugünün devleti için mesele gerçekte çalışan kadınların ve sadece onların seçme ve seçilme hakkını reddetmektir. Devlet haklı olarak, seçme ve seçilme hakkının tüm geleneksel sınıf hâkimiyeti kurumlarını tehlikeye atacağından korkuyor. Örneğin, her düşünen kadın proleterin can düşmanı olması gereken militarizm; monarşi; gıdaya gümrük ve diğer vergileri koyan soygun sistemi, vb… Kadınların seçme ve seçilme hakkı, bugünün kapitalist devleti için bir tiksinti ve dehşettir, çünkü bu hakkın arkasında onun iç düşmanı yani devrimci sosyal demokrasiyi güçlendirecek milyonlarca kadın duruyor. Burjuvazinin hanımefendilerine kalsaydı, kapitalist devlet  onlardan ancak reaksiyona etkili bir destek bekleyebilirdi. “Erkeklerin ayrıcalıklarına” karşı mücadelede dişi aslan gibi davranan çoğu burjuva kadın, seçme ve seçilme hakkına sahip olduğu zaman muhafazakâr ve ruhani reaksiyonun treniyle mütedeyyin kuzular gibi hareket ederdi. Evet, kesinlikle sınıflarının erkek kısmından çok daha gerici olacaklardı. Aralarındaki az sayıdaki çalışanlar dışında, burjuvazinin kadınları toplumsal üretime katılmazlar, erkeklerinin proletaryadan çıkardığı artı değerin müşterek tüketicileridirler, halk bedeninin parazitleridirler. Ve bu ortak tüketiciler, asalak varlıklarının “haklarını” savunmada, sınıf hâkimiyeti ve sömürünün doğrudan taşıyıcılarından daha kudurmuş ve acımasızdırlar. Tüm büyük devrimci mücadelelerin tarihi, bunu korkunç bir şekilde doğruladı. Büyük Fransız Devrimi’nde Jakobenlerin iktidardan düşmesinden sonra zincirlenmiş Robespierre infaz yerine sürüklenirken, muzaffer burjuvazinin çıplak haz/neşe kadınları sokaklara düşerek devrimci kahramanın etrafında utanmadan neşeli bir şekilde dans ettiler. Ve kahraman işçi komünü 1871’de Paris’te mitralyözlerle yenilgiye uğratıldığında burjuvazinin çılgın kadınları, devrilen proletaryadan aldıkları kanlı intikamlarda burjuvazinin canavar erkeklerini geride bıraktılar. Mülkiyet sahibi sınıfların kadınları, sosyal olarak yararsız varoluşları için ikinci el paralar aldıklarından, her zaman emekçilerin sömürülmesinin ve köleliğinin fanatik savunucuları olmaya devam edecekler.

Sömürücü sınıfların kadınları, ekonomik ve sosyal olarak nüfusun bağımsız bir katmanını temsil etmemektedir. Egemen sınıflar için doğal yeniden üretimin araçları olarak yalnızca toplumsal işlevi yerine getirirler. Öte yandan proletaryanın kadınları ekonomik olarak bağımsızdır; erkekler kadar toplum için üretken bir şekilde çalışırlar. Bu erkeği ev işleri yoluyla, düşük maaşlarla ailenin günlük varlığını desteklemek ve çocuk yetiştirmek için ona yardım etmeleri anlamında değildir. Bu emek, bugünün kapitalist ekonomik düzeni anlamında üretken değildir ve binlerce küçük çabayla muazzam bir fedakârlık ve gayretle sonuçlanabilir. Bu sadece proleter için özel bir mesele, mutluluğu ve kutsalıdır ve tam da bu nedenle bugünün toplumunun soluk almasıdır. Sermaye yönetimi ve ücret sistemi sürdüğü müddetçe, yalnızca bu iş, artı değer yaratan, kapitalist kâr üreten üretken emek olarak kabul edilir. Bu açıdan bakıldığında, Tingeltangel’deki dansçı ayaklarıyla girişimcisinin cebine kâr süpüren üretken bir işçi iken, proletaryanın kadın ve annelerinin evlerinin dört duvarında yaşadıkları tüm zorluklar verimsiz faaliyet olarak görülüyor. Bu kulağa kaba ve çılgınca geliyor, ancak bugünün kapitalist ekonomik düzeninin kaba ve çılgınlığına tam olarak karşılık geliyor ve bu kaba gerçekliği açık ve keskin bir şekilde kavramak, proleter kadınlar için ilk zorunluluktur.

Çünkü tam da bu bakış açısından, proleter kadınların siyasal eşitlik hakkı artık sağlam bir ekonomik temele bağlıdır. Bugün milyonlarca proleter kadın, fabrikalarda, atölyelerde, tarımda, ev endüstrisinde, ofislerde, dükkânlarda erkekler gibi kapitalist kâr yaratıyor. Dolayısıyla günümüz toplumunun en katı bilimsel anlamında üretkendirler. Kapitalizm tarafından sömürülen kadınların sayısı her geçen gün artıyor ve endüstri ve teknolojideki her yeni ilerleme, kapitalist kar elde etme hareketlerinde kadınlar için yeni bir alan yaratıyor. Ve böylece her gün ve her endüstriyel ilerleme, kadınlar için sağlam siyasi eşitliğin temeline yeni bir taş ekliyor. Ekonomik mekanizmanın kendisi için, okul eğitimi ve kadınların entelektüel zekâsı artık gerekli hale geldi. Eski moda “yerli sobanın” dar kafalı, dünyevi olmayan kadını, bugün büyük sanayi ve ticaretin taleplerine siyasi yaşamın taleplerinden daha az uygun değil. Elbette bu bakımdan da kapitalist devlet görevlerini ihmal etti. Şimdiye kadar, sendika ve sosyal demokrat örgütler, kadınların manevi ve ahlaki uyanışı ve eğitimi için en fazlasını ve en iyisini yaptılar. Sosyal Demokratların on yıllar önce Almanya’da en yetenekli, zeki işçiler olarak bilinmesi gibi, bugünün proletaryanın kadınları, sefil ruh eksikliğinin ve ev içi davranışların zayıflığının yarattığı kötü varlıklarının utancından sosyal demokrasi ve sendikalar aracılığıyla başka bir noktaya yükseldiler. Proleter sınıf mücadelesi ufuklarını genişletti, zihinlerini esnekleştirdi, entelektüel yetilerini geliştirdi ve onlara büyük hedefler belirledi. Sosyalizm, proleter kadın kitlesinin ruhsal olarak yeniden doğuşunu getirdi ve böylelikle kuşkusuz onları sermaye için yetenekli üretken işçiler haline getirdi.

Sonuçta, proleter kadınların uğradıkları zaten yarım bir yalan olan siyasi kanunsuzluk, daha da aşağılık bir adaletsizliktir. Kadınlar siyasi hayata aktif ve toplu olarak katılıyorlar. Ancak sosyal demokrasi, “adaletsizlik” argümanıyla savaşmaz. Bizimle önceki duygusal ütopik sosyalizm arasındaki temel fark, tam da egemen sınıfların adaletine değil, yalnızca emekçi kitlelerin devrimci gücüne ve bu gücün zeminini yaratan toplumsal gelişmenin gidişatına bel bağladığımız gerçeğine dayanmaktadır. Dolayısıyla, adaletsizlik kendi başına kesinlikle gerici kurumları alaşağı edecek bir argüman değildir. Ne var ki adaletsizlik duygusu toplumun geniş çevrelerini etkisi altına aldığında, diyor bilimsel sosyalizmin ortak yaratıcısı Friedrich Engels, bu her zaman toplumun ekonomik temellerinde geniş kapsamlı değişikliklerin gerçekleştiğinin ve mevcut koşulların hâlihazırda gelişmenin ilerleyişi ile çatışmaya girdiğinin kesin bir işaretidir. Siyasi haklarından yoksun olduklarını bariz bir adaletsizlik olarak algılayan milyonlarca proleter kadının mevcut güçlü hareketi, o kadar açık bir işarettir ki, bugünkü devlet düzeninin toplumsal temelleri çoktan çürümüştür ve günleri sayılıdır.

Sosyalist ideallerin ilk müjdecilerinden biri olan Fransız Charles Fourier, şu unutulmaz sözleri yüz yıl önce yazmıştı: Her toplumda kadın özgürlüğünün (özgürlük) derecesi, genel özgürlüğünün doğal ölçüsüdür. Bu, günümüz toplumu için tamamen doğrudur. Kadınların siyasi eşitlik için verdikleri şu anki kitlesel mücadeleleri, proletaryanın genel kurtuluş mücadelesinin yalnızca bir ifadesi ve onun bir parçasıdır ve burada onun gücü ve geleceği yatmaktadır. Kadınların evrensel, eşit, doğrudan seçme ve seçilme hakkı -kadın proletaryası sayesinde- proleter sınıf mücadelesini son derece ilerletecek ve yoğunlaştıracaktır. Burjuva toplumun kadınların seçme ve seçilme hakkından nefret etmesinin ve korkmasının nedeni budur ve bu yüzden bunu istiyoruz ve başaracağız. Kadınların seçme ve seçilme hakkı için verilen mücadeleyle de, bugünün toplumunun devrimci proletaryanın çekiçleri altında yıkıldığı saati yakınlaştırmak istiyoruz.

[1] Rosa Luxembourg burada 1902 yılında Alman devletinin derneklere katılım konusunda kadınlara yönelik yasaklayıcı tutumunun kadınların baskısıyla değişmesine gönderme yapıyor. Frauensegment olarak nitelenen “kadın kesimi” dernek toplantılarında iple çevrili bir alanda toplantıları izleyebiliyorlardı ama söz hakları yoktu. Çev.Notu.

[2] Vormärz (Türkçesi Mart Öncesi) Mart 1848 Devrimi öncesi Prusya Mutlakiyetçiliği dönemine verilen ad. Başlangıcı ile ilgili bir görüş birliği olmasa da 1848 Devrimi ile sonlandı. Çev. Notu.

( Bu yazı http://www.mlwerke.de adresinden Türkçeye Max Zirngast ve Göksal Caner Malatya tarafından çevrilmiştir. Orijinali için bkz http://www.mlwerke.de/lu/lua.htm )