Trump’ın Başkanlığının ve Kongre Baskınının Ardından ABD

 Hepimizin malumu, 6 Ocak günü ABD Kongresi’ne düzenlenen baskın sırasında Joe Biden’ın ABD Başkanı olmasını resmileştirmek için toplandığı sırada, eski başkan Trump Washington’da miting gerçekleştirdi ve mitingin ardından Trump’ın kimi destekçileri Kongre’ye saldırı düzenlediler.

Yüzeyde kaldığımız müddetçe bu saldırı, komik boyuta varan, yenilmiş bir hareketin trajikomik nafile çabası gibi görünebilir. Üstü çıplak, boynuzlu kürk şapkası takmış ve yüzünü ABD bayrağının renklerine boyamış biri Kongre kürsüsünde zafer pozu verdi sonuçta… Bu kitlede son derece “orijinal” insanların yer aldığını önceden de biliyorduk. Fakat bu, ne Kongre baskınını ne de Trump olgusunu açıklayamaz.

Bu yüzeysel ve toplumsal gerçeklikten soyutlanmış yaklaşımın ötesinde 6 Ocak’ta kristalize olup gün yüzüne çıkan gelişmeleri iyice anlayıp kavramsallaştırmamız lazım.

Statükocu Şaşkınlık

1969 yılında Theodor W. Adorno’nun Spiegel dergisine verdiği bir röportajda gazetecinin “Profesör Bey, iki hafta önce bana dünyada her şey yolunda gözüküyordu…” sözüne “Bana değil” diye veciz bir yanıt veriyor.[1] Statükocu basının dünyaya bakışı bugüne kadar pek değişmedi. Onlar, toplumsal olaylar karşısında düzenli olarak harikalar diyarındaymış gibi şaşkınca kalakalıyorlar.

Bu duruşa ancak “Yapısal inkâr“ ya da “Organize şaşkınlık” denebilir. ABD medyasında bu duruşun paradigmatik örneği CNN siyasi ana haber sunucusu Wolf Blitzer’dir. Kendisi 2014 yılında Freddie Gray’in polis gözaltısındaki ölümünün ardından Baltimore’da çıkan isyanı şaşkınlıkla karşıladı, ondan birkaç ay önce Michael Brown’un polis tarafından öldürülmesinin ardından Ferguson sokaklarında gerçekleşen isyanı da aynı şaşkınlıkla karşılamıştı.[2] Her seferinde cümlelerine “Buna inanmak zordur” diye başlıyor ve cümlelerini “Böyle bir şeyi ABD’de göreceğimizi asla düşünmezdik” diye bitiriyor. Bakıyoruz, 2020 yılının sonlarına doğru hala tweetlerine bu cümleyle başlamaktan çekinmiyor.[3] Bu sefer de salgının halen kötüye gittiğine şaşırıyordu… Dünyaya karşı böyle bir hayreti koruyabilen insana ne mutlu… Peki, Kongre baskını hakkında ne demiş olabilir? “Çoğumuz böyle bir şeyi ABD’de göreceğimizi düşünmezdik”…[4]

Hâlbuki olup bitenler hiç de şaşırtıcı değil. Fakat statükocu bakış açısından aslında “Her şey yolunda” ve bu tür olağanüstü gelişmeler ancak şaşkınlık yaratabilir. Trump’ın başkanlığı onlar için dört sene süren bir hayret abidesi idi ve Trump seçimi kaybettikten sonra derin bir nefes alıp rahatladılar. Sonunda her şey tekrardan normale dönüp, Trump kâbusu ABD’nin “şanlı” tarihinde kısa bir parantez olarak kalacaktır. 6 Ocak’taki Kongre baskını bu parantezin kapatılmasına karşı son direnmeydi, yenildi ve iş burada bitiyor. Öyle mi? Hiç de öyle değil.

Liberaller 2016 yenilgisinin nedenlerini ve özellikle kendi eksikliklerini pek incelemedikleri için ve ancak mazeret niyetinde türlü dışsal suçlular (Rusya/Putin, Bernie Sanders, vs.) arayıp buldukları için,  Trump momentinin nesnelliğini kavrayamıyorlar ve aynı şekilde Kongre baskınının nesnelliğini de izah edemiyorlar.

Bize ise, tıpkı Adorno’ya olduğu gibi, dünyada her şey pek de yolunda gözükmüyor…

Özetle, kimi darbe nitelikleri taşıyor olsa da, esas olarak siyasi iktidara zorla el koyma planı olmadığı için bu baskına darbe demek hem yanlış oluyor, hem de olayın özünü kaçırmak anlamına geliyor. Böyle bir amaç taşımadığından dolayı siyasi iktidara el koymadığı ve Biden’in seçilmesinin resmileşmesini durduramadığı üzerinden başarı derecesi ölçülemez.

Bu Bir Darbe Girişimi Miydi?

Daha olay gelişirken, olup bitenleri nasıl tanımlamak gerektiğine dair tartışmalar başladı. Olay sürdükçe darbe söylemi daha sık dillendiriliyordu. Peki, bu yaşananlar bir darbe girişimi miydi? Biraz müphem olma riskiyle, soruya cevaben hem evet hem de hayır demek istiyorum. Açalım…

Evet: Evet: Darbe girişimi idi, çünkü baskın burjuva demokrasisinin en önemli kurumlarından bir tanesini – yani meclisi – hedef aldı. Temsili demokrasinin önemli bir prosedürünü engellemeye çalıştı ve bir başkanın seçilmişliğinin tescillenip resmileşmesini şiddetle hedef aldı.

(Ara not: Otoriter, sağ, faşizan siyasi akımlar hiç bir zaman parlamento/meclisi hoş görmez. Fuzuli, fazla lafazanlık yapılan, halkın gerçekten temsil edilmediği bir yer olarak görür. Aksine, bütün yetkilerin tek elde toplandığı güçlü lider arzular. Onların aradığı, temsili demokrasi yerinde halkın gerçek ihtiyaçlarını bilen ve bunun cisimleşmiş hali olan bir liderdir.)

Hayır: Darbe girişimi değildi, çünkü kavram gereğince, siyasi iktidarı ele almayı hedeflemesi gerekirken, Kongre baskınında bunun ciddiye alınacak şekilde yapılmadığını, iktidarın hedeflenmediğini düşünüyorum. Bizzat katılanların aklında böyle bir vizyon olmuş olabilir. Fakat gördüğümüz üzere, binayı basıp birkaç eşyayı adeta ganimet olarak alıkoyup, selfie çekmekten başka bir planın yürürlükte olduğu gözükmüyordu.

Planlayıcılar (bu olayın kendiliğinden gelişmediği besbelli) nesnel koşulların ve mevcut güç dengelerinin böyle bir şeyi şu anda imkânsız kıldığını biliyor olmalılar.

Büyük sermayenin verdiği tepkide bunu zaten hızlıca gördük. Ayrıca Kongre polisi başta baskına izin verdiyse de, güvenlik aygıtında taraf değiştirip ayaklanmaya katılan kimse olmadı, zaten olması da hedeflenmedi.

Bu da başta istihbarat, ordu ve polis olmak üzere ABD’nin güvenlik aygıtında Trump sempatizanı ya da faşizm eğilimli kimse olmadığı anlamına gelmiyor, elbette vardır. Ama yapısal olarak ne büyük sermaye fraksiyonlarında ne de devlet fraksiyonlarında böyle bir girişime destek verilmedi.

Özetle, kimi darbe nitelikleri taşıyor olsa da, esas olarak siyasi iktidara zorla el koyma planı olmadığı için bu baskına darbe demek hem yanlış oluyor, hem de olayın özünü kaçırmak anlamına geliyor. Bu baskın, siyasi iktidara el koyma amacı taşımadığı için, “Biden’in seçilmesinin resmileşmesini durduramadı” gibi yorumlarla bu baskının başarısız olduğunu iddia etmek yararsıız olacaktır. çünkü baskının başarı ölçütü başkadır.

Kanımca birbiriyle bağlantılı çift yönlü bir amaç vardı: 1) Seçim yenilgisinin ardından kültür endüstriyel sansasyonalizmle uyumlu sembolik bir zafer elde etmek; 2) Cumhuriyetçi Parti içinde yürütülen siyasi mücadelede etki bırakacak bir hamle atmak.

Birinci amaca kısmen ulaşıldı, ancak ikinci amaç doğrultusunda sonuç daha muğlak. Fakat mücadelenin süreceğini kestirmek güç değil.

Cumhuriyetçi Parti İçinde Hegemonya Savaşı

Trump’ın seçilmesi bir hegemonya krizinin ifadesiydi. Aynı zamanda Trump yönetimi ile bu hegemonya krizinin çözülmekten ziyade daha da derinleşeceğini saptıyorduk. Şu anda bunun net bir şekilde doğrulandığını gördük. ABD’yi saran bu hegemonya krizi ABD ile sınırlı değil, dünya çapında benzer eğilimleri görüyoruz. Bu durum kapitalizmin yapısal krizinin ve çürümüşlüğün ifadesidir.

Kriz durumlarında, alışılagelmiş güç dengeleri yerinden oynamaya başlar. Yaygın belirsizliğin sebebi de budur. Egemenler arasında da güç dengeleri hareketlenince, türlü devlet ya da sermaye fraksiyonları başkalarına karşı hamle atmayı deneyebiliyorlar.

Kapitalist toplumda egemen güçler yekvücut değil, ancak oluşturulmuş sistemi gerçekten kökten eleştiren, sömürüyü ve tahakküm biçimlerini sonlandırmaya ya da en azından ciddi oranda değiştirmeyi hedefleyen toplumsal bir hareket yükseldiğinde, bu tehdide karşı birleşilip “düzen partisi” oluşturulur. (Marx).

Demokrat Parti içinde Bernie Sanders kanadı yenik düştüğü için ve şimdilik halkçı dinamikleri birleştirip gerçekten tehdit oluşturulacak şekilde örgütleyebilen bir güç belirmediği için, Cumhuriyetçi Parti içinde iki farklı kanat birbiriyle açık savaşa girmiş durumda.[5]

Kongre baskını bunun açık ifadesiydi. Daha miting sırasında Trump Başkan Yardımcısı Pence’e oyların sayılmasını durdurmasını emrettiğini, fakat Pence’in bu çağrıya uymadığını söyledi. Mitingdeki konuşmasında Trump, parti içinde farklı düşünenlere yönelik  “Güçsüz Cumhuriyetçi” tabirini sıkça kullandı.

Öte yandan Kongre baskını ardından yaptıkları konuşmalarında Mitch McConnell, Lindsey Graham gibi kıdemli, Cumhuriyetçi statükoyu uzun zamandır temsil eden senatörler Trump döneminin son dakikasında ona rest çekip “Yeter artık!” demiş oldu. Trump yönetiminin standartlarına göre bu adeta ihanettir.

Mike Davis’in altını çizdiği gibi, Trumpçılar şu anda fiilen üçüncü parti gibidir. Fakat çeşitli siyasi mecralarda halen Cumhuriyetçi Parti’nin içinde etkililer. ABD’nin siyasi sisteminin böyle bir yan etkisi var. Kolayca büyük partilerden ayrılıp yeni parti kurulmaz, bu yüzden parti içinde hegemonya mücadelesi verilmeye çalışılır. Kongre baskını da nihayetinde bu amaçla yapıldı.

Esas prototip beyaz erkek ve beyaz erkeklerin bütün iktidarı elinde tuttuğu zamandaki Amerika. Mücadele sonucunda beyaz erkek olmayanların daha fazla görünürlük ve kısmen daha fazla hak kazanmasını hazmedemeyen, o kazanımları geri almaya çalışan rövanşist bir güruh, Trump ile ifadesini ve önderini bulmuştur “şimdilik”.

Rövanşist Güruh

“Kongreyi basanlar kim?” sorusunun cevabı, neredeyse “Trump destekçilerinin çelik çekirdeği kimdir?” sorusunun cevabına eşittir.

İdeolojik açıdan son derece eklektik, ortak, tutarlı ve mutabık görüşe sahip olmayan, tescilli Neonazi ve faşistlerden müphem komplocuya kadar (boynuzlu şahıs), Trump şahsında ya da daha doğrusu boş imleyen Trump etrafında, bir araya gelebilen alaca bir yığın.

Elbette bu kitlenin bir sınıfsallığı söz konusuydu. Bir yandan, mülk sahibi ve egemenler arasında güç kaybetmiş olan ya da güç kaybettiğini düşünenler, güç kaybedeceğinden korkanlar… Öte yandan, neoliberal tahakküm döneminde görece kaybeden ya da umutlarını suya düştüğünü zanneden, eğilim itibariyle aşağıya doğru hareketliliğin içinde debelenen orta ve üst gelirli çalışanlar ya da eskiden böyle çalışmış olup artık emekli olanlar (bütün yaka renkleriyle)…

Birtakım başka tarihsel ögeden dolayı, o yığının müşterek siyasi-ideolojik dürtüsünü anlamlandırmak için rövanşizm kavramını öne çıkartabileceğimizi düşünüyorum. Tanıl Bora’nın özetiyle: “Rövanşizm kavramı siyaset biliminde, bir yenilgi veya mağduriyetin kayıplarını telâfi ve tazmin etmeyi hedefleyen, çok defa kayıptan veya mağduriyetten sorumlu tutulanların cezalandırılmasını da öngören siyasî talebi tanımlıyor.”[6]

Trump hareketinin kimi sloganlarına bakınca bile bu minvalde bir rövanşist ruhu sezebiliriz.

– Ana sloganı olan Make America Great Again (MAGA) – Amerika’yı Tekrardan İhtişamlı Yap

– Take back our country – Ülkemizi geri alalım/kazanalım

– They have stolen our country – Ülkemizi çaldılar ve bunla ilişkili “Seçimi çaldılar”.

Her söylemde bu tarz motifleri görebiliyoruz: eskiden daha iyiydi, (doğal) hakkımız olan bizden alındı, ülkemiz kimi karanlık güçler tarafından değiştirildi, vb.

Bu genel rövanşist duygu/söylemde kimi hatlar belirginleşiyor:

1) Erkeklik: Özellikle son 30-40 sene içinde kadınların sözde çok fazla hak kazanması üzerine örgütlenen siyasal erkekliğin bir temsilcisi “alfa erkek” Trump’tır. Trump’ın sokak takımının önemli bir ayağı olan Proud Boys (Gururlu Erkek Çocukları) silahlı faşist bir grup. Gruba sadece erkekleri kabul ediyorlar. Ayrıca şiddetli bir şekilde anti-sosyalisttirler (örneğin, “Pinochet hiçbir yanlışlık yapmadı” yazılı tişörtleri satıyor ve giyiyorlar).

2) Irkçılık: Yine son zamanlarda siyahlar ve Latino/Latinalar ülkede sözde çoğunluğu oluşturmaya başlayıp sözde geleneksel (yani beyaz) Amerika’yı kalıcı bir şekilde değiştiriyorlar. O yığınlardan “ülkeyi geri almak” gerek…

3) Konfederasyon: Özel bir durum olarak, ABD iç savaşının mağlubu Güney’e özlem duyan bir kitle var. Esas niteliği tabiî ki kölelikti, yani beyazların daha şiddetli ve dolaysız egemenliği. Bu, bu bağlamda, ırkçılık kapsamına girer. Konfederasyon bayrakları Trump mitinglerinde her zaman mevcuttu ve Kongre baskınında da bulunuyordu. Yenilgiden 150-160 sene sonra Konfederasyon bayrağı Kongre’de dalgalanıyordu. Bu da ayrıca sembolik bir zaferdir.

4) Gelenekçilik/Din: Trump’ın 2016 zaferinin önemli unsurlarından bir tanesi, bugüne kadar da desteğini sürdüren dinci sağ, özellikle olağanüstü güçlü, büyük bir etki ve mobilizasyon alanına sahip olan köktenci Protestan hareketidir. Dinci sağ, Demokrat Parti’nin, “solcular”ın dinsiz olduğunu ve geleneksel/dinsel değerlere karşı olduklarını senelerdir bangır bangır bağırıyor. Başta Obama olmak üzere Demokrat siyasetçileri neredeyse deccal ya da şeytan ilan edip ona karşı duran Cumhuriyetçilerin mutlaka destek görmesi gerektiğini öne sürenler var. O gruplar da geleneksel/dinsel değerlerin git gide eridiğini ve geri kazanılması gerektiğini ifade ediyorlar.

Elbette, hem Trump seçmeninde hem de Kongre’yi basan kitlede kimi etnik azınlıklar ve kadınlar var. Özellikle Latino/Latinalar arasında Trump kısmen destek alabiliyor, bu da hem o toplumlardaki din/muhafazakarlık olgusundan, hem de antikomünist Kübalılar gibi spesifik fenomenlerden (Proud Boys’ların şefi Küba asıllı) kaynaklanıyor.

Ama esas prototip beyaz erkek ve beyaz erkeklerin bütün iktidarı elinde tuttuğu zamandaki Amerika. Mücadele sonucunda beyaz erkek olmayanların daha fazla görünürlük ve kısmen daha fazla hak kazanmasını hazmedemeyen, o kazanımları geri almaya çalışan rövanşist bir güruh, Trump ile ifadesini ve önderini bulmuştur “şimdilik”.

Son olarak, sadece ideoloji/söylem değil, Trump’ı yükselten örgütlenmeler özellikle Obama döneminde ivme kazandı. Tea Party (Çay Partisi) ile birlikte “Birther” akımı da önemlidir. Birther’ler Barack Obama’nın ABD doğumlu olmadığını ve ondan dolayı onun ABD başkanı olma hakkına sahip olmadığını öne sürüyordu. Obama 2011 yılında doğum belgesinin uzun versiyonunu yayınlayana kadar ABD nüfusunun yüzde 25’ine yakınının, onun gerçekten ABD doğumlu olduğuna dair şüphelerinin olduğunu kaydeden anket sonuçları yayınlandı.

Trump, Birther akımının en ünlü temsilcisiydi ve o hareketin dalgası üzerinden (sağda) kendi siyasi profilini yükseltebilmişti.

Belli ki, sağ-faşizan bu kitlenin ivme kazanmasının sebebi Obama’nın politikası değildi. Bu politika zaten büyük oranda sıradan neoliberal bir politika idi. Ana sebebi Obama’nın siyah olmasıydı. O kitlenin gözünde bir siyahın ABD başkanlığına hakkı yoktur.

Doğal hakları olarak gördükleri şeyler uğruna harekete geçmek ve gerekirse o haklarını (ç)alana karşı şiddet uygulamak bile bu bağlamda caizdir. Bu kitleyi seneler boyunca besleyen Cumhuriyetçi Parti idi.

Bu kitle ve Trump fenomeni; Cumhuriyetçi Parti’nin muhafazakârlığının, kuruculuk ve yapıcılıktan git gide yoksunlaşmasıyla, ancak yıkıcılık ve rövanşizm üzerinden kendini var etmesiyle yaratıldı. Şimdi statükocu Cumhuriyetçiler “klasik” bir muhafazakârlığı geri isteyip bu güruhla mücadele ettiklerini söyleseler de, bu ancak Dr. Frankenstein’in bizzat yarattığı canavarla mücadelesi gibidir.

Şu anda böylesi bir hareketin büyük sermaye arasında destekçisi yok. Bu elbette ilkesel bir duruş değil, ama mevcut güç dengeleri doğrultusunda sermaye Biden, Demokrat Parti ve Cumhuriyetçilerin en azından bir kısmını kapsayan bir restorasyon girişimini destekliyor.

Sermayenin Tepkisi

Saldırı akşamında en çok dikkat çeken hususlardan bir tanesi, ister Demokrat Parti’ye ister Cumhuriyetçi Parti’ye daha yakın olsun büyük sermayenin hızlıca ve keskin tepki vermesidir.[7] Bu tepki neredeyse yekvücut denecek ölçüdeydi. Black Rock, Blackstone gibi devasa yatırım bankaların CEO’ları, Google/Alphabet, Amazon gibi internet devleri, Twitter’ın Trump’a yönelik hamleleri zaten malum, otomobil sektörü, hatta Cumhuriyetçileri ve sağı büyük paralarla destekleyen enerji sektöründen bile hızlı kınama mesajları geldi.

Enerji devi Chevron “İktidarın barışçıl şekilde devredilmesi” ve “Hukuk devleti” imasında bulundu[8] ve şaşırtıcı bir şekilde sıkı Cumhuriyetçi Ulusal İmalatçılar Birliği anayasanın 25. ek maddesi hakkında düşünülmesi gerektiğini bile söyledi. (25. ek maddesi özetle şunu diyor: sebebi ne olursa olsun, başkan artık görevini yapamıyorsa, başkan yardımcısı onun yerine geçip tüm yetkileri üstüne alır. Ayrıca da dördüncü bölüm, eğer başkan yardımcısı böyle bir inisiyatife girişirse ve başkanın kabinesinin çoğunluğu bunu kabul ediyorsa başkanndan başkan yardımcısına bir “yetki transferi”ni mümkün kılar. Pence’in böyle inisiyatif almasını söyleyen sesler halen çeşitli yönlerden yankılanıyor ve tarihte bir ilk olsa da devreye sokulması imkânsız değil.)

Buradan anladığımız şudur: Şu anda böylesi bir hareketin büyük sermaye arasında destekçisi yok. Bu elbette ilkesel bir duruş değil, ama mevcut güç dengeleri doğrultusunda sermaye Biden, Demokrat Parti ve Cumhuriyetçilerin en azından bir kısmını kapsayan bir restorasyon girişimini destekliyor.

Bu demek oluyor ki, şimdilik ekonomik ve toplumsal krizleri en iyi şekilde, burjuva demokrasisinin kurumlarını koruyarak yönetebileceklerini düşünüyorlar.

Kriz nedeniyle toplumsal mücadelelerin şiddetleneceği önümüzdeki dönemde ABD’de halkçı güçler, bu gerçeği görmek zorundadır. Özellikle Demokrat Parti içinde ya da yakınında hareket eden sol akımlar bu bilinçle hareket etmeli. Trump tehdidinin aciliyeti “şimdilik” sönmüş oldu. Fakat sağın daha da güçlenmesine karşı, işçi sınıfı ve ezilenlerin ihtiyaçları doğrultusunda bir örgütlenme yapılmalı. Demokrat Parti/Biden yönetimi altında gelecek olan sermaye saldırılarına karşı dik durmaları gerekiyor.

Şimdi Ne Olacak?

Trump hareketi şimdilik üstün gelemedi, Biden resmen başkan olduğunda statükoyu temsil edecektir. Bu durum Trump için hukukî sonuçlar doğurabilir. Azil süreci tekrardan gündeme geldi, 25. ek maddenin devreye sokulması da olasılıklar dışında değil.

Fakat bu tür işlemlerden sonuç alınsa da, Trump’ın şahsına yönelik kimi negatif yaptırımlar uygulansa da, Trump uğrağının nesnelliğini değişmeyecektir.

Baskının ertesi günü, Kongre’de yapılan konuşmalarda, tıpkı Biden’ın konuşmasındaki gibi “birlik”, “barışma” ve “şifa” söylemleri öne çıktı. Geçici olarak büyük bir koalisyon kuruluyor gibi.

Fakat statükocu Cumhuriyetçiler Trump tehdidini öne sürerek Demokratlardan her istediklerini koparmaya çalışacaklardır. Yukarıda ayrıntılı incelediğimiz güruhu ancak Cumhuriyetçi Parti tarafından kontrol altında ve hukuk devleti çerçevesinde tutabileceklerini söyleyeceklerdir.

Fakat Kongre baskını tarafından gölgelenen önemli bir gelişme var: 5 Ocak’ta Georgia eyaletindeki balotajda Demokrat Parti adayının üstün geldiği gözüküyor ve Georgia eyaletinin ilk siyah senatörü Kongre’ye girecek. Bu vesileyle, Cumhuriyetçiler Senato’daki çoğunluğu da kaybettiler. Demokrat Parti, Başkanlık ve Temsilciler Meclisi’nin yanı sıra, Senato’yu da kontrol edecek.[9]

Bu demek oluyor ki, Demokratlar, 2010’dan sonra ilk defa ABD siyasi sisteminin en üst üç yetki merciini kontrol ediyorlar ve yapmak istedikleri yasa değişikliklerinin Cumhuriyetçiler tarafından engellendiğini mazeret olarak öne sürmezler.

Öte yandan biliyoruz ki, kapitalist sistemin derin krizinden kolay bir çıkış yok. Önümüzdeki dönem işçilere, emekçilere yönelik sermayenin saldırıları artacaktır. Bu açıdan yakın gelecekteki siyasi gelişmeleri bile kestirmek güç.

Ara dönemlerin siyasi ve toplumsal çürümüşlüğü uzun sürebiliyor. Trump bu çürümüşlüğün sadece bir ifadesi, ancak güçlü bir ifadesidir. Hem ABD’de hem de yerkürenin çoğu yerinde başka Trump’lar hazır bekliyor. Onları engelleyebilecek olan güç, burjuva demokratik kurallar ve kurumlar değil, halkın ihtiyaçları doğrultusunda yürütülen sınıf mücadelesidir.

[1] https://www.spiegel.de/spiegel/print/d-45741579.html

[2] https://www.youtube.com/watch?v=Wwy7pWvO3p0&ab_channel=ComedyCentral

[3] https://twitter.com/wolfblitzer/status/1334501906568404995

[4] https://twitter.com/wolfblitzer/status/1347162805384994816

[5] https://newleftreview.org/sidecar/posts/riot-on-the-hill

[6] https://birikimdergisi.com/haftalik/10386/rovansizm

[7] https://www.nbcnews.com/business/business-news/ceos-business-leaders-condemn-appalling-events-capitol-push-unity-n1253161

[8] https://twitter.com/Chevron/status/1347004338577813511

[9] https://www.theguardian.com/commentisfree/2021/jan/11/democrats-us-senate-control-georgia-no-excuses