Uzatmalarda da Sonuç Değişmiyor; Futbol da Küme Düşüyor! 

Bütün kulüp başkanlarının Saray kapısında dizilmesinden anladığımız, var olan futbol düzeninde bu itirazın içten yükselmeyeceğidir. Uzatmaların faydası yok, eskilerin deyişiyle; bu maç sabaha kadar da oynansa sonuç değişmeyecektir.  Futbol da ekonomi gibi uluslararası ilişkiler gibi adalet gibi insan hakları gibi küme düşmüştür. Eşit koşullarda, adil bir yönetimle herkesin keyif alacağı bir oyun için futbolun iktidarın elinden alınmasından başka çare gözükmüyor. Bu konu da maalesef tek başına futbolun konusu değildir. Topyekun özgürleşme futbolun da kurtuluşu olacaktır.  

 

“Hayat futbola fena halde benzer” der Dar Alanda Kısa Paslaşmalar’ın Hacı lakaplı ama filmin sonunda lakabın çağrıştırdığı algıya ters bir sürprizle İstanbullu Ermeni olduğunu öğrendiğimiz kahramanı. Çok bahsi geçen klişe bir söz haline gelmiş olsa da halen geçerliliği olduğundan dolayı son bir kez daha kullanmakta sakınca yoktur diye düşünüyorum: Hayat futbola fena halde benziyor ve futbol da fena halde hayata. 

Ekonomiden siyasete, sosyal hayattan sanata kadar her şey tepetaklak aşağı doğru giderken futbolun yukarı doğru çıkmasını ummak biraz ahmakça bir beklenti olsa gerek. Ülkede hızlı çürümeye en müsait alanlardan biri olan futbol, iktidarın aynadaki yansımasına benziyor. Kendinde ne araz varsa sureti de aynı defoları üzerinde taşıyor. Ekonomisinden politikasına, iç kavgasından oyunun kalitesine kadar her şey buram buram kriz kokuyor ve öldüğünü idrak edememiş bir ceset gibi ortalıkta dolanıyor.  

İçi boşaltılan ve siyasetin kof bir malzemesi haline getirilen futbol, Türk Lirası gibi her geçen gün daha fazla değer kaybediyor. Oysa ki ne futbol artık eski futbol ne de Türk Lirası eski Türk Lirası. 

Yeni Sektör: Futbol  

Futbolun siyaset ile ilişkisini, İttihat ve Terakki’den yakın geleceğe kadar en genel anlamıyla futbolu kullanmak olarak tarif etsek çok yanlış bir tanımlama yapmış olmayız. Kulüplerin, yöneticilerin, oyuncuların vb. tüm bileşenlerin siyaset ile olan ilişkileri karşılıklı çıkarlar üzerine kurulmuş ve sahadaki tüm çekişme de bu çıkarlar bütünü üzerinden yeniden ve yeniden dizayn edilmiştir. Bu çıkarları itibardan ticari ilişkilere kadar oldukça geniş bir yelpazede gözlemleyebiliriz. Egemen siyasi güçler ise örgütlenme, kitleleri yöneltme ve yönetme maksatlı olarak kulüpler kurmuş, yönetmiş ya da çeşitli müdahalelerde bulunmuşlardır. Her siyasi dönemde farklı farklı spor kulüpleri ön plana çıkmıştır. 

Yıllar içinde futbol ekonomisi de kitleler üzerindeki gücünün artmasıyla doğru orantılı olarak büyümüş ve sahada oynanan basit bir oyun bugün hem yerel hem de global düzeyde bir sektör haline gelmiştir. Sektörleşme ve güçlü kitle bağları olması futbolu basit bir spor dalı olmaktan çıkartarak sermaye-siyaset ilişkilerinde küçümsenmeyecek bir yere de oturtmuştur. 

Global düzeyde önemli bir yatırım alanı olarak görülen bu spor için ABD, Rus, Uzak Doğu ve Arap sermayeleri son yirmi yıl içinde büyük miktarda yatırımlar ile ciddi birikimler sağlamışlardır. Yapılan yatırımlar ve bu yatırımlara dayalı işleyiş, profesyonel olarak oynanan bir spor dalını çok uluslu bir şirket niteliğine dönüştürmüş ve artık futbol için paranın varlığı bambaşka bir anlam kazanmıştır. 

Kabaca söyleyecek olursak, 2000’lere kadar sermaye sahiplerinin dışarıdan para harcadıkları bir alan olan futbol 2000’lerden sonra yatırım yapılan ve kâr elde edilen bir sektör haline gelirken ortaya çıkan dev ekonomi de ister istemez bu alanı yeniden tanımlamayı gerektiriyordu. 

İşte bu değişim içinde futbol Türkiye’de siyasi olarak kitle gücünün kontrol altında tutulması ve yönlendirilmesi, iktidar ideolojisinin yeniden ve yeniden üretilmesi ve ekonomik olarak da içi boşaltılıp zayıflatılarak dizginlerin ele geçirilip rahat bir şekilde yönlendirilebilir olması anlamını taşıyordu. Yani futbol artık kullanılacak bir araçtan sahip olunacak bir organizmaya dönüşmüştür. Fakat bu sahip olma süreci de o kadar da basit bir süreç değildir. 

Yandaş Futbol

Bundan yaklaşık on sene önce, o dönem iktidar güçlerinin önemli bir bileşeni olan Gülen Cemaati’nin organize ettiği bir “operasyon” ile futbol dünyasını sarsan bir ele geçirme hamlesine kalkışılmış ama hamle arzulandığı gibi gerçekleşmemişti. Hamleye karşı ortaya konan direnç ve birkaç yıl sonrasında iktidar güçleri arasında yaşanan ayrılık ile harekatın stratejisi de bu ayrılıktan kaynaklı farklılaştı. Gülen’in tipik “tepeyi ele geçirme” karakterli stratejik hamleleri iktidarın büyük ortağının stratejisi olan kendi egemenlik alanlarını kurarak geleneksel olanı çökertme hamlesine evrildi.

Cemaatin hamlelerine karşı İstanbul’un üç köklü kulübünün statlarında yoğun protestolar ile karşılanan iktidar, kolları sıvayarak önce ülkenin değişik yerlerinde kendi lehine tezahüratlar yapılacak statları inşa etti. Ardından Passolig sistemiyle protestoların önünü kestikten sonra AKP şölenleri şeklinde açılan bu statlar ve yandaş kulüp yönetimleri ile birlikte geleneksel futbol hegemonyasının yıkılma çalışmalarını izletti bize. Burada bir parantez açalım; ülke futbolunu denetimi altında tutan geleneksel futbol hegemonyasının yıkılışında elbette bir sorun yok. Sorun, bu yıkılışın kamu bütçelerinin kullanılarak yapılması ve ortaya eşitlikçi bir yapı yerine sahalarda farklı olana nefes alma hakkı tanımayan iktidar partisinin izdüşümlerinin çıkıyor olmasıydı. Geçmiş dönemlerde AKP’li belediyelerin bütçeleri ve kamu şirketlerinin sponsorlukları ile şişirilen çeşitli kulüpler bu süreçte atağa geçirilirken bugünün iktidar koalisyonunda var alan güçler de bu yükselişten ellerinden geldiğince yer tutarak aralarındaki mücadeleyi farklı bir alana taşımış oldular. 

Kriz Var Kriz Var Bunalım Var

Modern spor tarihi içinde birkaç spor dalı dışında bağımsız ve kendine has bir gelişim stratejisi ortaya koyamayan ülke sporu yıllar içinde arzulanan başarılara farklı şekillerde erişmenin yollarını bulabilmişti. Bu yollardan biri devşirme sporcular ile kazanılan devşirme başarılar ve diğeri de sporda ekol olmuş ülkelerin altyapılarından yetişen Türk sporcuları değerlendirmekti. Son yıllarda ülke içinde yetişen sporcuların uluslararası müsabakalarda üst üste aldıkları doping cezaları da sanırım yerli ve milli spor politikasının ne olduğu hakkında bir fikir oluşturmaya yardımcı olur düşüncesindeyim. 

Ülke futbolu da ülke sporuyla aynı yolun yolcusudur. Altyapı olarak neredeyse hiç bir şey üretmeyen ve bu üretememe durumunu futbolcu ithal ederek ikame eden kulüpler Türkiye ekonomisi gibi büyük bir kriz içerisindendir. Futbolcunun mali değer yarattığı ve büyük başarılar getiren sporcuların fiyatının yükseldiği piyasada kulüplerin ne para kazanacağı büyük bir başarı ne de potansiyel başarıyı getireceği düşünülen yıldız adayı isimler sivrilmektedir. Tek tük çıkan futbolcular da Avrupa piyasasında kendi geleceklerini garanti altına almayı seçerek uçup gitmektedirler. 

Bu anlamıyla, global piyasalarda oyuncularından gelir sağlayamayan kulüplere en büyük gelir kaynağı olarak tek bir kalem kalmaktadır: Naklen yayın gelirleri. Türkiye’de bu oran kulüplerin gelirlerinin neredeyse yarısını oluşturmaktadır. Peki bu gelirin kaynağı nedir?

Türkiye’de maçların naklen yayınını gerçekleştiren en son kuruluşa 2013 yılında TMSF tarafından el konulduktan sonra şirket Katar sermayesine satılmış ve ardından şaibeli bir şekilde gerçekleştirilen ihaleyle yayın hakları bu şirkete geçirilmişti. AKP’nin Katar sermayesiyle olan bağlarının gizli saklı olmadığını herkes biliyor. Türkiye’de finans sektöründen tekstile kadar bir çok alanda görülen AKP-Katar sermayesi iş birliğini Kanal İstanbul projesine kadar bir çok ilginç yerde şaşkınlıkla izliyoruz. Katar sermayesinin ülkedeki temsilcisi gibi hareket eden AKP, futbolun da kaderini Katar’a ipoteklemiş görünmektedir.[1]

UEFA’nın dayattığı kulüpleri zarar etmemeye zorlayan kararlar ile zaten bir türlü dikiş tutturamayan futbol ekonomisi sahip olduğu ithalata dayalı sistemi ile dövizdeki yükselişi de iliklerinde sonuna kadar hissederek titreye titreye olduğu yere çöküp büzüşerek küçüldükçe küçülmüştür. Siz istediğiniz kadar “ben dövizle ilgilenmiyorum” deyin ama yarattığınız bu sistemde döviz yoksa maalesef futbol da yok. 

Sınırlar da Kapandı 

Uzun zamandır uluslararası başarıdan uzak ülke futbolu önümüzdeki seneden itibaren kaybettiği haklarıyla birlikte ülke sınırları dışına elini kolunu sallaya sallaya çıkamayacak gibi gözüküyor. Futbolda Avrupa kapılarının kapanmaya başlaması bu spor üzerinden ülkeye girecek dövizin azalması anlamını da taşıdığı için akla hemen AKP’nin “dövizle ilgilenmeme politikası” gelmektedir. Bu konuda oldukça ciddi olduklarının göstergelerinden biri de bu olsa gerek. 

Değer yaratmaktan uzaklaşan ve ekonomik olarak gittikçe daralan ve borçlanan kulüpler kolaylıkla pazarlanmaya açık hale getirilirken bu sürecin denetimsiz ve şeffaf olmaması ülkede (zaten sabıkalı olan) futbol üzerinden her tür karanlık ilişkinin yolunu da açık hale getirmektedir. Ekonominin dikiş tutmayan yapısı futbolu da sarmış ve bu süreç sarmal bir şekilde gelişerek her tür çıkış yolunu da kapatmıştır. Bu durum bizzat iktidar ve iktidara bağlı Futbol Federasyonu tarafından yaratılan bir sürecin sonucudur. Kulüplerin bir türlü kapanmayan borçları kamu bankaları tarafından çok ağır şartlarda kredilendirilerek neredeyse tüm kulüp yönetimlerinin ipleri iktidar güçlerinin eline geçmiştir. Devletin kulüplerle olan ekonomik ilişkisi tefecinin mahalle esnafıyla kurduğu bir türlü kapanmayan borç ilişkisi gibidir.

Bu sürecin dışında tek tük kulüp kalmıştır ki bunların en başında da zamanında İstanbul Büyükşehir Belediyesi bütçesinden aktarılan kaynaklarla palazlanan ve başkanlığını Recep Tayyip Erdoğan ile akrabalık ilişkisi içinde olan Göksel Gümüşdağ’ın yaptığı, bir AKP projesi olan Başakşehirspor gelmektedir.  

Kavga Her Yerde

Neredeyse bütün bir ligin tek büyük takımı haline gelen AKP, tek başına kaldıktan sonra güç gösterisi için çıktığı sahada hiç ummadığı sahnelerle de karşı karşıya kaldı. Berat Albayrak ve Süleyman Soylu’nun desteklediği Trabzonspor, başkanlığını Erdoğan ailesiyle akrabalık ilişkisi olan Göksel Gümüşdağ’ın yaptığı ve Recep Tayyip Erdoğan’ın “bizzat ben kurdum” dediği ve Bilal Erdoğan tarafından açıkça desteklenen Başakşehirspor ve Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun kardeşinin başkanlığını yaptığı Alanyaspor takımları bizlere oldukça ilginç anlar yaşattılar. Trabzonspor’da yaşanan teknik direktörlük değişikliğinin kulislerde Soylu-Albayrak çekişmesinden kaynaklandığının konuşulması,  Alanyaspor-Trabzonspor maçından sonra yaşanan kavga ve Trabzonspor yöneticilerinin Çavuşoğlu ailesine ettiği hakaretler, Başakşehirspor’un şampiyonluk kutlamalarında Bilal Erdoğan’ın gövde gösterisi yapması futbolun asla futbol olmadığını ispat eder nitelikteydi. İktidar güçlerinin aralarındaki çeşitli gerilimlerin bu derece spora yansımasına müdahale bir yurtdışı ziyareti dönüşü Erdoğan’dan sanki futbola siyaseti hiç karıştırmamış gibi ironik bir biçimde geldi: “Siyaseti bu işlere karıştırmayın!”

Oysa Albayrak’ın desteklediği takımın eski bir oyuncusundan gelen açıklama bu sözleri inkar eder nitelikteydi. Son dönemde Türkiye’de top koşturup ortamı gördükten sonra çareyi kaçmakta bulan futbolculardan biri olan Norveçli Alexander Sörloth, Almanya’dan yaptığı açıklama ile adeta kral çıplak diyordu: “Türkiye’de şampiyonu maalesef siyaset belirliyor. Bu, orada oynamak istememe sebeplerimden sadece bir tanesi. Umarım bu yanlıştan dönerler ve futbol sadece futbol olarak kalır.“

İktidarın Oyuncağı

Kulüplerin boyunduruk altına alınarak tek merkeze bağlanmasıyla devam eden süreç sonunda futbol göz göre göre küme düşmüş ve eski parlak günlerine yaşlı gözlerle bakar olmuştur. 

Ekonomisi batmış ülke futbolu artık yönetim olarak da siyasetin her tür fantezisine açık bir oyuncak olmuştur. Bunun sonucu olarak, hangi temele dayandığı büyük bir muamma olan bir kararla Süper Lig tarihinde ilk defa 21 takımla oynanmaya başlanmıştır. Geçtiğimiz sezon bir alt lige düşen takımlar, kararı Cumhurbaşkanı’na teşekkür ilanlarıyla kutlayarak ve diğerleri de en ufak bir itirazda dahi bulunmayarak bu süreçte üzerlerine düşen rolleri layıkıyla yerine getirmişlerdir. Diğer yandan, tüm müsabakalar oynanırken kadın futbol liglerinin sağlık bahane edilerek ertelenmesi ise gerçek sebebi anlaşılamayan başka bir karar oldu ki iktidarın kadınlara bakışıyla örtüşen bir davranıştı. Nitekim hayatın her alanında olduğu gibi futbolda da kadınlar erkeklerin söyleyemediği sözleri söyleyerek var olan duruma karşı tavırlarını koydular.[2]

Ekonomisinden politikasına, yöneticisinden oyunun kalitesine kadar ülkenin içinde bulunduğu kriz durumu ile eşgüdüm içinde olan futbolun kurtuluşunu talep etmek için bu oyuncak olma durumuna kökten bir itiraz gerçekleştirmek gerekiyor. 

Bütün kulüp başkanlarının Saray kapısında dizilmesinden anladığımız, var olan futbol düzeninde bu itirazın içten yükselmeyeceğidir. Uzatmaların faydası yok, eskilerin deyişiyle; bu maç sabaha kadar da oynansa sonuç değişmeyecektir. 

Futbol da ekonomi gibi uluslararası ilişkiler gibi adalet gibi insan hakları gibi küme düşmüştür. Eşit koşullarda, adil bir yönetimle herkesin keyif alacağı bir oyun için futbolun iktidarın elinden alınmasından başka çare gözükmüyor. Bu konu da maalesef tek başına futbolun konusu değildir. Topyekun özgürleşme futbolun da kurtuluşu olacaktır.  

 

[1] Katar sermayesinin futbola olan ilgisi ayrı bir yazının konusu olsa da bu ilginin dünyaya açılma açısından oldukça önemli bir yer tuttuğunu belirtmekte fayda var. Önümüzdeki Dünya Kupası’nın Katar’da düzenlenecek olmasından PSG, Manchester City gibi Avrupa’nın önde gelen kulüplerine yapılan yatırımlara kadar çok fazla sayıda girişim ile Katar sermayesi uluslararası futbol arenasında adından son yıllarda çok bahsettirmektedir. 

[2] Türkiye Kadın Futbol Kulüpleri Birliği’nin açıklamasında şu sözlere yer verildi: “…TFF’nin aldığı bu erteleme kararını üzüntüyle karşılıyoruz. Bu kararın alınmasında diyalogtan kaçılarak “biz yaptık oldu” mantığını kabul etmiyoruz. Sağlık bahane edilerek, bir çok branşta maçlar oynatılırken kadın futbolunun görmezden gelinmesini yadırgıyoruz… 

…Kulüpler birliği olarak TFF ile birlikte iyi diyaloglarla problemleri çözebileceğimizi düşünürken, Kadın Futbol Kulüpler Birliği’nin yok sayılarak kararların alınıp açıklanmasını üzüntüyle karşılıyoruz. 

Biz tüm kulüplerimizle maç başlama zamanı ve tüm bahsettiğimiz konularda çalışmamızı bir hafta içinde tamamlayıp TFF ile isterlerse toplantı yapıp ardından ulusal kanallara açıklamamızı yapacağız. Bu süreçte ‘Kadın futbolu durdurulur ama Kadın futbolcularımız durdurulamaz’ şiarıyla İstanbul’da acilen başlamak kaydıyla TÜM İLLERİMİZDE, KADIN FUTBOL TAKIMLARI AYAK TENİSİ TURNUVASI BAŞLATACAĞIZ.”