AKP/Erdoğan’ın “Evdeki” Hesapları

AKP/Erdoğan’ın “evdeki” hesapları, elde edilen kimi küçük kazanımlardan ve içerdiği potansiyelden dolayı, sıkışmışlığı açmak için “deva” olma olasılığını barındırıyor. Ama kadın hareketinin büyüterek sürdürdüğü mücadelenin gösterdiği üzere halkçı güçlerin göstereceği mücadele, AKP/Erdoğan iktidarının hesaplarının önündeki en büyük engel olma potansiyelini barındırıyor. 

 

Ayasofya Müzesi’nin camiye çevrilmesiyle başlayan “müjdeler” silsilesi, Kariye Müzesi’nin de camiye çevrilmesi ve Karadeniz’de doğalgaz rezervinin bulunduğu ilanıyla devam ediyor. Bu “müjdeler” silsilesine Libya’dan Doğu Akdeniz’e Yunanistan’dan Irak’a uzanan savaş naraları da eşlik etmekte. Bu müjdelerin ve savaş naralarının, AKP/Erdoğan iktidarının var olan kitleyi konsolide etme, kazançları koruma amaçlarının yanı sıra ülke içindeki “ortakları” ile “karşıtlarını” kendi “çemberinin” içine almaya ya da olabildiğince nötralize etmeye yönelik kimi özel hamleleri de içerdiği görülüyor.

İslam ve Millilik  

Müjdeler silsilesine hâkim olan “İslami” ton ve milli çıkar vurgusu AKP/Erdoğan iktidarının çekirdeğinin renginin “İslami” olmaya devam edeceğini gösterirken, çekirdeğinin etrafını İslami tonda bir “millilik” rengiyle bezemeye kararlı olduğuna işaret ediyor.

7 Haziran’da uç verip 15 Temmuz’da açığa çıkan bu biçim, uzun bir süredir AKP/Erdoğan iktidarının ayakta kalmasını sağlamak gibi önemli bir “işlevselliğe” sahip. Fakat bu “işlevsellik”, AKP/Erdoğan iktidarının ayakta kalmasını sağlamakla birlikte, içerdiği “millilik” unsurunun rengini “ortakların” vermesinden dolayı “dışsal” bir niteliğe de sahip idi.

Bunların yanı sıra Orta Doğu’da Siyasal İslam’ın aldığı yenilgi, Cemaatin darbe girişimi vb. yol açtığı “ideolojik” yıkım, kapitalizmin yapısal krizi ve buna bağlı olarak derinleşen hegemonya krizinin kısmen de olsa “ulus” devletlere kapı açması, “milliliğin” renginin “İslami” tona galebe çalması olasılığını aşikâr etti. Bu da Erdoğan’ın söylemlerine uzun bir süredir yansımakta.

Çıkış “Olasılıkları”  

Erdoğan’ın, özellikle savaş naralarında kendisine yer bulan, bu “millilik” söyleminin İslami bir tonla “sentezlenmesinden” çok, onun tarafından şekillendirilmeye çalışıldığı görülüyor. Nitekim Diyanet İşleri Başkanı’nın elinden kılıcın dilinden cihadın düşmemesi bunun basit bir göstergesi. Ayasofya ve Kariye’nin tekrar “gâvurlar”dan alınması ve Doğu Akdeniz’den Libya’ya dört bir yanda “Batı” ile savaşa girildiğini ilan edilmesi de bir başka göstergesi.

Böylece Erdoğan “beka” meselesini “ulus” devletin meselesi olmaktan “İslam’ın” meselesi olmaya çevirmeye çalışarak, cephe hattını 2010’ların başında olduğu gibi eski Osmanlı coğrafyasına taşımayı hedeflediği görülüyor. Suriye, Irak, Libya ve Lübnan’daki kimi unsurların desteği de AKP/Erdoğan’a “başarılı” oldukları hissiyatı ve buralardan güç devşirme imkânını tanıyor.

Erdoğan ilk olarak, içerideki sıkışıklığı ve iktidar-muhalefetin “pat” durumunu dışarıda kazanacağı mevzilerle aşmayı hedefliyor. Bu mevziler aynı zamanda krizde olan Türk sermayesinin kanını bitlendirecek pazar ve hammadde olanaklarına da sahip olduğundan oldukça önemli.

Diğer yandan ise Erdoğan “ortaklarına” olan bağımlılığını azaltmaya çalışmakta. Son seçimlerin de gösterdiği üzere, Karadeniz ve İç Anadolu’daki tefeci-bezirgân kökenli küçük-orta sermayenin önemli bir kısmının AKP’den MHP’ye geçtiği görülmüştü. Bu geçişin, devlet kadrolarının ve ihalelerinin bir kısmının “verilmesiyle” ekonomik olarak; polislerin, bekçilerin, uzman çavuşların uyguladıkları zılgıtla ortaya koyduğu üzere şiddet olarak “ortakların” ne kadar güçlendiği ortaya koymakla birlikte “önemli” bir zemine oturduğuna da işaret ediyor. Bundan ayrı olarak MHP’ye yönelmiş kitlenin bir bölümünün İyi Parti’ye geçmesiyle Akşener’in bu zeminde güç kazanması, iktidarın kaşlarını çatmasına neden oluyor. Akşener’e gösterilen “yoğun” ilgi bunun göstergesi.

Tarikatlar?  

Fakat bu zemin, “karşıtları” sindirmek için oldukça kullanışlı olsa da, tecavüz, işkence vb. açık şiddet biçimlerini pervasızca uygulamasından kaynaklı halkın büyük bir çoğunluğunda “direniş” duygusunu uyandırıyor, üstelik “sindirme” konusunda işlevsel olma niteliğini içermediği de açığa çıkmış vaziyette. Bununla birlikte bu “zeminin” yereldeki “tarikatların” ekonomideki, örgütlenmedeki ve devletteki alanlarının bir kısmını alması, tarikatların kamuya açık bir biçimde harekete geçmesine neden oldu. Böylece Erdoğan, tarikatların oluşturduğu “hareketlilikle” hem “ortaklarının” güçlerini sınırlayabileceğini hem de 30 Ağustos “Zafer” Bayramı’ndaki tutumun da gösterdiği üzere, Kemalist rejimin yerine kendi rejimini kurumsallaştırma çabalarına devam edebileceğini düşünüyor.

Fakat FETÖ “tecrübesi”, İstanbul Sözleşmesi’nin iptali söylemine karşı kadınların direnişi ve mücadelesi vb. tarikatlarla gidilebilecek “menzilin” pek uzun olamayacağını ortaya koyuyor.

AKP/Erdoğan’ın “evdeki” bu hesapları, elde edilen kimi küçük kazanımlardan ve içerdiği potansiyelden dolayı, sıkışmışlığı açmak için “deva” olma olasılığını barındırıyor. Ama kadın hareketinin büyüterek sürdürdüğü mücadelenin de gösterdiği üzere, halkçı güçlerin göstereceği direnç ve mücadele, AKP/Erdoğan iktidarının hesaplarının önündeki en büyük engel olma potansiyelini barındırıyor.