Kadın Özgürlük Mücadelesinde Yeni Örgütlenme Arayışları

El Yazmaları’nın notu: 8 Mart Dünya Kadınlar günü dolayısıyla çeşitli yazı, röportaj ve çevirilerden oluşan bir dosya hazırladık. Bu dosya kapsamında yazarımız Meral Çınar tarafından kaleme alınan yazıyı okuyucularımızın ilgisine sunuyoruz.

Süreklileşen ve giderek yayılan bir hareket, kendi içerisinde çokça zaaf üretir. Bu zaaflar, hareketin en yoğun yaşandığı anlarda değil, dönem dönem yaşayacağımız durgunluk zamanlarında daha çok belirginleşir. Aynen olayın sıcaklığında yanan tenin ya da kırılan kemiğin acısını hissetmemek gibi…

Kadın özgürlük mücadelesi, hızla kitleselleştiği, yayıldığı, radikalleştiği, bir dönemi kucaklıyor. Bu dönem kendi özgünlüğü içerisinde, yeni arayışları tetiklediği gibi bazı zaafları açığa çıkarmayı ve üstüne yürümeyi de an be an dayatıyor.

“Feministler kısmen yaşam deneyimlerinin niteliğinden ötürü, sürekli olarak, savunma ve direnişlerini ifade edebilecekleri yeni biçimler arayışı içindedir.”[1]

Yeni arayışlar her daim eskinin zaaflarını, hatalarını, eksiklerini sorgulamayı, yeri geldiğinde onlarla çatışmayı gerektirir.  Ya yeninin içerisinde kendini tekrar eder ya da ciddi bir öz eleştiri mekanizmasıyla elimine edilir.

İşte aynı zamanda eskinin deneyimleri ışığında başka bir eşiğe sıçramış olan kadın hareketinin yeni dönemi, farklı örgütlenme biçimleri arayışını da bu düğümle karşımıza çıkarmış bulunuyor.

Bugün yaşanan duruma eskinin alışkanlıklarıyla yaklaşamıyor, o alışkanlıkları barındıran yapılanmalarla onu bir adım öteye taşıyamıyoruz. Ama yeni olanı ve yeni arayışları da tartışmak ve açığa çıkarmaktan oldukça uzağız. Kendini sürekli tekrar eden, bizi sürekli başa döndüren belirli kodlarla yüklü olduğumuzdan mıdır, yeterli bir ciddiyetle ele almadığımızdan mıdır bilinmez. Tek gerçek, kapımıza kadar dayanmış bir aciliyet.

Örgütlenme biçimlerinde-örgütsel yapılanmalarda son on-on beş yılda, toplumsal hareketlerin de giderek farklı biçimlerde yaygınlaşması ile birlikte bir artıştan bahsedilebilir. Fakat yine de örgütlenme yöntemi, metodu, biçimi dendiğinde Anarşist ve Bolşevik örgütlenmeler, onun varyasyonları, yenilenmiş veya uyarlanmış olanları dışında dikkat çekmiş ve bolca denenmiş olanlar yok denecek kadar azdır.

Fakat bunların, bugün hala bütün örgütlenme alanları için geçerliliğini sürdürüp sürdürmediği bir tartışma konusu. Çünkü örgütlenme alanları oldukça genişlemiş, toplumsal muhalefetin bin bir renkte yüzü açığa çıkmıştır.

Dolayısıyla bu tarz, demokratik de olsa merkezi örgütlenme anlayışlarını, tarihsel gelişimi boyunca kadın özgürlüğü arayışı kapsamında eleştiren bir kadın hareketinin, farklı veya üstü örtük biçimlerde devam ettirmemesi, sorgulaması ve dönüştürmesi; aynı biçime varılacaksa bile bunun kendi deneyimlerinden süzülmüş olması oldukça elzemdir.

Yukarıda da bahsettiğim gibi, yeni arayışların önünü tıkayan, yüklü olduğumuz bu kodlar, her ne kadar eleştirel bir doğuş olsa da feminist hareketin, tam da bu örgütlenme biçimleri içerisinden doğmuş olmasıyla ilgilidir.

Kadın hareketinin kendine özgü örgütlenme biçiminin bir şekilde bağımsız ve yine kendine özgül gelişiminin önüne engel olmuştur. En nihayetinde sorgulanıp, geliştirilip aynı veya benzer bir örgütlenme biçimi ortaya çıkacak olsa bile bu kadın hareketinin kendi deneyimlerinden süzülerek gerçekleşmelidir. Mesele tam da bu eylemin gerçekleşeceği süzgecin geçmiş deneyimlerin katılaşmış birikintileriyle tıkanmış olmasıdır.

Şunu belirtmem gerekir ki, burada dikkat çekmek istediğim farklı ve ortak mücadele alanları olan bu toplumsal dinamiklerin kendine özgü örgütlenme biçimlerini açığa çıkarabilmesinin önemidir. Anlayacağınız basitçe, var olan eski örgütlenme biçimlerine yönelik yapılmış bir eleştiri değildir. Onun doğrudan ve sorgusuzca, konformist bir kolaycılıkla başka bir toplumsal mücadele alanına kopyalanması anlayışını eleştiriyorum. Yollar kesişecekse, birbirine çıkacaksa bile bu kendi deneyimlerimizin ürünü olsun diyorum.

Bir diğeri ise örgütlenme arayışındaki bu deneyimlerin, “diğer örgütlenme biçimlerine eleştiriler” ötesine geçemediği durumda, örgütsüzlük ve/veya başka bir şekilde örgütlenmeme anlayışını geliştirmiş olmasıdır.

Merkeziyetçi veya değil örgütsel bir yapının olmaması, birbirinden oldukça farklı sosyal ilişki ağları içerisinde hareket etmemizi güçleştirir. Ve bu, sokağa çıkan, bir isyana evirilen kadın hareketinin kendiliğinden bir hareket halini almasını, dolayısıyla giderek sönümlenebilme riskini içerisinde taşır. Ayrıca işte şimdi bu dönemde giderek somutlaşan kolektif özne olma bilincini köreltebilir. İlla ki böyle olması gerekmez ama böylesi bir risk almaya, sonrasında da bu özel dönemin tekrar canlanacağı başka bir tarihi beklemeye gerek var mı ya da buna vaktimiz var mı?

Feminist örgütlenmede bilinç yükseltme çalışmaları hiçbir zaman, belirli teorilere ve kitaplara sıkışmış bir çalışma değildir. Amaç kimseyi belirli bir teoride veya feminist hareket içerisinde “profesyonel” biri yapmak değildir.

Dayanışmanın Ruhu mu Profesyonel Bir Ordu mu?

Kadın özgürlük mücadelesi ve feminist hareket belirli kalıplarla yaklaşılamayacak kadar kapsayıcıdır.

Bunun sebebi, kadınlık durumlarının çok geniş bir yelpazede öznel olması ve farklılıklar içermesi gibi, bu durumların kaynağının ortaklaşması ve bu durumun da kolektif bir kadın bilincini yaratması gerçeğidir.

Kadınlar ataerkiyi yıkıp, yeni bir toplum anlayışını geliştirebilmek için bu kolektif kadınlık bilinci düzeyine ulaşmak ve burada derinleşmek zorundadır. Bu durum, örgütlenme biçimlerinin belirlenmesinde de oldukça önemlidir.

İşte tam da burada bilinç yükseltme çalışmaları oldukça önemli bir yer tutar. Fakat feminist örgütlenmede bilinç yükseltme çalışmaları hiçbir zaman, belirli teorilere ve kitaplara sıkışmış bir çalışma değildir. Amaç kimseyi belirli bir teoride veya feminist hareket içerisinde “profesyonel” biri yapmak değildir.

Zaten halen devam eden bu çalışmalar, kadın hareketi içerisindeki güvenin, kendi yaşamları üzerindeki sorumluluğu üstlenme becerisinin, dayanışmanın ruhunun gelişmesinin, kendimizi ve diğer kadınları sevmeyi öğrenmenin bir zemini haline gelmiştir, öyle de devam etmelidir.[2]

En basit haliyle, insanlarla ilişki kurabilmek, düşüncelerini ve duygularını dışa vurabilmek, farklılıkları ve bireysel ihtiyaçları kabul etmek, birbirini gözetmek ve kollamak bunların bir çoğu profesyonellik kavramı içerisine dahil bile dilemez. Aksine dışlanır. Kadın hareketinin ayırıcı noktası burasıdır. Kadın hareketinde tüm bu ilişki kurma biçimleri onun zeminini oluştururken, bunları yok sayıp bir “profesyonel feministler ordusu” kurmak, sonrasında o ordunun kadın hareketini yönlendirmesini beklemek boşunadır.

İşte kadın hareketi, mücadelede tüm bunları ve ilişkileri ve özel yaşama ilişkin alanları basitçe göz ardı etmez. Edemez. Çünkü kadın hareketinin en önemli ayağı zaten özel alanın kendisini politikleştirmek, özel alanda yaşananların özel ve kişisel olmadığını su yüzüne çıkarmak üzerine inşa edilmiştir.

Kadın hareketi nasıl ki,  “özel alan” sorunlarını, (çocuğa kim bakacak, ev işlerini kim yapacak, kiminle sevişeceğim, nasıl çocuk yetiştireceğim…) sosyalist siyasetin kapsamına soktu, siyasetin, politik etkinliğin profesyonellerce sınırlı tutulamayacağı bir örgütlenme anlayışının da önünü açtı. Bu işe yaramış olsun veya olmasın denenmesi itibariyle bile oldukça özgün ve yaratıcı bir deneyimdi.  Kadın hareketi içerisinde bu gibi yeni örgütlenme biçimlerinin gelişimini, toplumsal mücadele geleneklerinin kapsamlı, yaratıcı bir parçası olarak görmek gerekir.

Kadın dayanışması öylesine basitçe bir bir araya gelişi, birbirini kollamayı ifade etmez. O bir güç kaynağıdır. Ama kendimizi baskıladığımız ve sürekli uzlaştığımız bir araca dönüşmemelidir. Birbirini eleştirmeyen, düşündüğünü söylemeyi duygusal olarak güçleştiren bir araç değildir. Aksine birbirini ve farklılıkları gözeten ve kollayan bir eleştiriyi gereksinen, yine o farklılıkları bütünün bir zenginliği haline getirmeyi hedefleyen, sürekli büyüyüp yayılması gereken yaygınlaştıkça başkalarına ve yine sana güç vermesi gereken kaynaktır.

Bilinç yükseltme çalışmaları veya eğitimler kadın hareketinin örgütlenme anlayışının temelinde yatan bu dayanışma ruhunu ortaya çıkarmak açısından oldukça önemlidir.

Fakat burada tehlikeli olan ve aslında karşımıza defalarca kez çıkmış olan, yani yeni dönemi örgütlerken, yeni dönemin örgütlenme biçimini ararken mutlaka dikkat etmemiz gereken şey:

“Yükselen kadın bilincinin kadınlar üzerinde yaratacağı aşırı baskı yalnızca maddi olarak değişme çabalarına yol açabilir. O zaman feminizm kadın kurtuluşu için çaba harcamak yerine, yalnızca özgür bir bilincin, özgürleşmenin kişisel olarak gerçekleşmesinin bir aracı haline gelebilir.”[3]

Yer yer feminist ve kadın örgütlenmelerinde karşımıza çıkan sorun bu değil midir? Örgütlenmeyi basitçe bir bilinçlenme anlayışına indirgeyen, onu da sadece kendi hayatlarındaki özgürleşme süreciyle ilişkilendiren durumlarla karşılaşmadık mı?

Peki feminizm sadece kişisel bir bilinçlenme aracı idiyse, kadın dayanışmasına ne gerek vardı, ya da hani tek bir kadının özgürlüğü doğrudan diğer kadınların özgürleşmesine bağlıydı. Basitçe “toplumsal olmayan hiçbir dönüşüm tek başına kıymetli değildir” demiyoruz elbette…

Fikirlerimizin, kişisel duygularımızın, eylemselliğin, dayanışmanın bütünleştiği, süreklileşen bir işleyişin ve örgütlenmenin olduğu, fakat bunun merkezi ve hiyerarşik yapıları içermediği bir örgütsel yapının, biçimlerin, şemanın bulunması, bu dönemi de sıkı sıkıya kavrayıp kapsaması gerekliliği… Örgüt yapısının temellerini bu saikler üzerine inşa edebiliriz.

Fakat yukarıda da belirttiğimiz gibi, bu deneyimlerin önemini kavrayan ve/fakat şaşmaz bir doğruluk iddia etmeden, zaaflarımızı görmezden gelmeden, gerçekte ne yaptığımızı ve ne kadar işe yaradığını değerlendirmemiz gerekiyor.

Bu değerlendirmeler bizi yeni örgütsel biçimlere doğru götürecek olandır. Bizler neden zamanında sosyalist ve anarşist örgütlenme modellerinin bir eleştirisini yapıp farklı örgütlenme biçimleri denedik? Bu örgütlenme biçimleri zaman içerisinde hangi zaaflarla karşılaştı? Bugün var olan kitleselleşmeye nasıl bir katkısı oldu? Ve yine bugünkü durumu kapsayıp geliştirme potansiyeli taşıyan yapılar mı? Yoksa geliştirilip değiştirilmeleri mi gerekiyor?

Evet, bunlar karşımızda cevaplanmayı bekleyen en azından cevaplara doğru yolculuğa çıkılması beklenen en önemli sorular. Bugünden yarına ve sadece tartışarak yeni örgütlenme metotları ve biçimleri bulmamız mümkün değil. Aksine eylemler en iyi örgütlenme metotlarını açığa çıkaran pratiklerdir. Yukarıda da bahsettik Feminist/kadın grevleri bunun bir örneğidir. Fakat kolektif öznenin örgütü, örgütlenişi, bu tartışmaların gerçekleşmesini ve bu tartışmalarda ciddi bir derinleşmeyi hak etmekte ve dayatmaktadır.

Kadınlar kendi ihtiyaçlarına cevap verecek, kendi bağımsız örgütlerini kurabilirler ve kurmalıdırlar. Çünkü bizler binlerce kadının düşüncelerini ve deneyimlerini sevgiyle ve dayanışmayla paylaştığı yaşayan bir hareketiz, onun deneyimine sahibiz.

Yukarıda da bahsettiğimiz saikler üzerinden erkeklerden ve karma örgütlerden bağımsız bir kadın mücadelesinin önemi yadsınamaz. Ve fakat yine de söylediğimiz gibi eylem birliktelikleri de aynı öneme sahip. Nasıl ki mücadele ettiğimiz değerler gerçek güç ilişkilerinden kaynaklanıyorsa, bu güç ilişkileri karşısında, daha geniş siyasi örgütlenmelerin de içerisinde yer alarak durmalıyız. Yani sınıf ve diğer toplumsal mücadele dinamiklerinin  (ekoloji, LGBTİ, hayvan hakları, savaş karşıtlığı…) geniş çaplı en temel anlaşmalarla bir araya gelebildiği geniş siyasi platformların içerisinde kendi bağımsız örgütlenmelerimizle yer alabiliriz.

Burada şöyle bir soru karşımıza çıkıyor: Daha geniş siyasi örgütlenmeler özerk hareketlerin gücünü azaltır mı?

Eğer bütün bu hareketlerin baskı ve sömürü kaynakları birbirinden bağımsız olsaydı bu mümkün olurdu. Aksinin de böyle bir risk taşıdığı gerçektir. Fakat bütün bu alanlarda sorunların benzer baskı ve sömürü kaynaklarından çıkıyor olması, baskı biçimlerinin birbiri arasında bağlar olması, bu baskı biçimlerini denetleyen ve aralarında bağlar kuran devlet gücünün gerçekliği, bu bir araya gelişi bütün riskleriyle de olsa zorunlu kılıyor. (Rowbotham, 1997.)

Anti-kapitalist toplumsal dinamikleri ve işçi sınıfını ortak paydalarda bir araya getiren örgütlenmelerin içerisinde biz neden ortak paydalar bulamayalım? Kadınlar olarak böyle bir örgütlenmenin bir öznesi olmaz mıyız?  Dediğim gibi, kendi bağımsız mücadelemiz de aynı zamanda devam ederken…

Bir grev veya bir dansla açığa çıkan yeni eylem ve örgütlenme biçimleri, bu sık sık, ısrarla, iradeli, cesur ve cüretli bir şekilde ilerleyen kadın hareketinin yeni dönemini, yeni ruhunu kavramamızı, aynı zamanda o ruha uygun bir ilerleyişi, eğer dikkatle dinlersek kulaklarımıza fısıldıyor. İşte tam o mekanda o anın ruhunu kadınlar belirliyor. Kolektif bir kadınlık bilinci yeşeriyor, kadın hareketinin kolektif öznesi yan yana geliyor.

Böylesi Dönemler ve Karar Anları

Yükselen kadın hareketinin; bütün dünyada denenmiş, denenmiş olsa bile açığa çıkmamış, yazılıp çizilmemiş olan örgütlenme anlayışlarını, eylemlerini, örgütsel yapılarını, deneyim olarak biriktirecek, tartışacak ve yeni form arayışlarını geliştireceği mecralara ihtiyaç vardır.

Bu mecralar nasıl ki bir çok alanda birbirinden etkileşimi, ortaklaşmayı sürdüren bir dünya kadın hareketi doğuyorsa onun bir parçası olarak bütün dünyadan ilişkiler ile genişletilmelidir.

Fakat dünyanın bir çok ülkesinde aynı zamanda kadınların kendine özgü sorunları olduğu gerçeğini atlamayarak, aynı dili konuşan, aynı toplumsal kültürden gelen kadınların bu süreci kendi aralarında örgütlemelerinin de gerekli olduğunu görmeliyiz.

Bir grev veya bir dansla açığa çıkan yeni eylem ve örgütlenme biçimleri, bu sık sık, ısrarla, iradeli, cesur ve cüretli bir şekilde ilerleyen kadın hareketinin yeni dönemini, yeni ruhunu kavramamızı, aynı zamanda o ruha uygun bir ilerleyişi, eğer dikkatle dinlersek kulaklarımıza fısıldıyor. İşte tam o mekanda o anın ruhunu kadınlar belirliyor. Kolektif bir kadınlık bilinci yeşeriyor, kadın hareketinin kolektif öznesi yan yana geliyor.

Bizler de aslında karar aşamasındayız.

İçerimizdeki erkek dayatmacı kadınlık rolleriyle hesaplaşıp, feminist tarihin bize miras bıraktığı bilinçlerimizi yükseltme, o rollerden arınma ve sonsuz güvenle kucaklaşma, birbirini kollayarak geliştirme, eleştirme, birbirine değerek güzelleşme değerlerine ne kadar yaklaşacağız?

Yoksa bir takım güzel, ajitatif cümlelerle süslediğimiz değerlerimiz olan, evlerimize döndüğümüzde ataerki ile hesaplaşmaktan çekinen, bize öğretilen doğruları sorgulamaktan, öteki olmaktan çekinen geçiştirici bir tarza mı hapsolacağız?

Üzerimizde çok yoğun baskılarla, sorumluluklarla, korkuyla, şiddetle büyüdüğümüz bir gerçeklikle baş etmeye çalıştık durduk. Şimdi de bilinçlerimiz özgürleştikçe başka yoğun baskılarla ve ötekileşmeyle baş etmemiz gerekiyor. Bunun yarattığı basıncın ne denli zorlayıcı olduğunu ve ön görülemez yollara, kapılara çıktığını, bunun da ayrı bir korku yarattığını görebiliriz.

Ve fakat aynı zamanda kadın kurtuluş mücadelesi için, dayatılanları ve doğru gibi gösterilenleri kabul etmemiş, sorgulamış, yola çıkmış, görmüş ve değiştirmeye çalışmış, her şeyden önce onu düşmanlaştıracak olan topluma cesaretle göğüs germiş kadınlar olarak, yeni dönemin bizden daha yoğun bir emek, bilgelik ve fedakarlık beklediği aşikar.

Bu sefer, başkası için değil, ailemiz, başka bir erkek veya çocuklarımız için değil, kendimiz için, kendi özgürlüğümüz için, bunun bütün kadınların özgürlüğüne bağlı olduğunu bildiğimizden bütün kadınlar için fedakarlık yeniden omuzlarımıza yüklendi.

Evet işte yeni dönem kolektif özneleri olarak bizleri böylesi bir sıçrama süreci bekliyor. Zorlu kararlar alacağımız, cesur olmamız gereken özel bir dönemdeyiz.

 

[1] Rowbotham, Segal, Wainwright, 1979:71.

[2] Rowbotham, 1997.

[3] Rowbotham, Segal, Wainwright, 1979: 95.