Grevler ve Kolektif Öznenin Görünürlüğü

Grev eyleminin tercih edilmesinin bilinçli bir politik yönelim olması, bu politik yönelimin kendiliğinden değil tanımlanan ve hedef alınan egemenlik biçimine göre oluşması bizi, ilki kolektif öznenin ortaya çıkışıyken, ikinci önemli açının da karşısındaki iktidar alanının tariflenmesi olgusuna götürüyor.

 

Kadın*grevleri –feminist grevler- 2017’den bu yana dünya genelinde kadın özgürlük mücadelesinin öne çıkan eylem biçimi olmayı sürdürüyor. Bu yüzden Türkiye’de de feminist hareketin ve kadın mücadelesinin gündemine uzun soluklu, yakıcı bir giriş yaptı.

Feminist politikanın eylem ve söyleminde yeni bir dönemi işaret ettiğini düşündüğüm grev tartışmaları, 2016’dan bu yana şu veya bu biçimde platformlarda, STK’larda, feminist gruplarda ve kadın örgütlenmelerinde gündem edildi, şimdi ise bir grev sürecini örgütlemeye doğru somut adımlar atılıyor.

O halde; kadınların öznesi olduğu feminist politikaların birinci ve ikinci dönemini (dalga da denir) bugüne uzanan bir biçimde kapsayıp-aşan bir içeriğe sahip olan bu özel dönemi ve grev tartışmalarını, feminist politikanın güncel ve aynı zamanda tarihsel temalarıyla genişletip tartışmak ve üretilecek her söylem giderek eleştirel bir önem kazanıyor; dün, bugün ve yarın için.

Latin Amerika ve Avrupa’da “Kadın* Grevi” ve “Feminist Grev” olarak iki farklı şekilde adlandırılan bu grevlerin, bir anda ve birçok biçimde hızla kitleselleşmesi, çok farklı kadın gruplarını kapsayabilmiş olması, etki alanını süratle arttırması ve yaygınlaşması üzerine; dünyanın iki ucunda yaşıyor olsalar dahi kadınlarda aynı heyecanı uyandırabilmiş olmasına dair çokça konuştuk, belki bir o kadar daha konuşup yazacağız…

Fakat meramım, eylemlerin ve grev biçiminin bütün dünyada konuşulduğu, bir kısmına ulaşabildiğimiz ama ulaşamadığımız büyük bir kısmının daha olduğunu düşündüğüm başka yönleriyle ilgili. İsterim ki bu yönleriyle de tartışılsın ve imkan varken bize, bizden sonraya da muazzam bir teorik ve pratik deneyim bırakabilsin.

Bunlardan ilki; kadınların somut durumlarını tüm zenginliğiyle içeriyor, öznel ve farklılaşan kadınlık durumlarını birbiriyle ilişkilendiriyor ve bu yolla kadınların kolektif bir özne olabilirliğinin imkanlarını açığa çıkarıyor olması.

Kolektif Özne

Öncelikle şu tespiti yaparak yola çıkarsak işimiz daha da kolaylaşabilir. İlk defa son üç dört yıldır bu kadar kitlesel, öfkeli, neşeli ve istikrarlı bir biçimde yükselen, bütün dünyada birbiriyle temas halinde olan kadın eylemleriyle karşı karşıyayız.

Fakat, kadınlar en şiddetli haliyle baskı ve sömürü biçimlerine ilk defa şimdi maruz kalmış değiller. Peki neden şimdi, neyi bekliyorduk?

-Kimilerinin tespitiyle teknolojinin ve iletişim imkanlarının gelişimi mi? Sosyalizm dünyanın yarısına teknoloji ve iletişim imkanları sayesinde mi yayılmıştı. Temel olarak neyi alırsan sonuç olarak o kadar saçmalayabilirsin. Amaca giden yolda araç olarak kullanılan bir şeyi, varılan/varılmak istenen hedefin nedensel kaynağı haline getirmek gibi…-

Mesela 16. ve17. yüzyıllarda, baskının en yoğun yaşandığı dönemlerden birinde, yakılan binlerce kadının neden bu biçimde bir isyanı gerçekleştiremediği sorusuyla baş başa kalıp, sebebi de “doğa üstü güçler” (cadılık) saçmalığına bağlamayacaksak bittabi, başka nedenler aramaya girişmeliyiz.

Kuşkusuz, değişen ve yenilenen, şayet istatistiki olarak varsa da artan şiddet, ezme ve sömürülme biçimleriyle yüz yüzeyiz ve bu kadınların öfkesini tetikleyen, onları sokağa çıkmaya, isyan etmeye yönlendiren bir etken… Ama binlerce yıllık bir patriarkal yapıdan, yüzlerce yıllık bir kapitalizmden bahsedeceksek neden şimdi bu denli yoğun ve bir aradayız?

Tamamlanmamış ve belki de devam edecek bir süreç olarak açığa çıkan başka bir durum kadınları bu isyanın içerisine hızla çekiyor gibi. Bunu ne sadece katliam düzeyinde gerçekleşen canice işlenen kadın cinayetlerinin benliğimizde ve bütün ruhumuzda yarattığı “ölüm korkusu-yaşama arzusu” açıklar. Ne Sisifos’un işkencesinin bir tarifi gibi sürekli tekrarlanan, her yeni etkenle sürekli ağırlaşan ev içi yeniden üretim ve kölelik düzeyinde çalışma koşullarının da eklendiği üretim süreçleri; ne de patriarkal kapitalizm tarafından şekillenmiş toplumsal ilişkiler, düzlem ve anlarda karşımıza çıkan binlerce başka sorun… Bu saydığım nedenlerin herhangi birinin tek başına grevlerin ortaya çıkışını açıklaması mümkün gözükmüyor.

İşte benim bilincimde yankılanan tüm bu öznel ya da farklılaşan kadınlık deneyimlerinin ve yaşamsal sorunların birbiriyle ilişkilenme biçimlerinin yaşadığı dönüşüm ve bu dönüşümün açığa çıkardığı kolektif özne olma ihtiyacı…

Evet belki de şimdi tam olarak bunca kadını bir araya getiren yukarıdaki sebeplerle birlikte, maddi gerçeklerin kendini dayattığı, aksi taktirde var olan bir araya gelişin de dağılacağı, hem bir sebep hem de bir sonuç olarak açığa çıkan kolektif özne olma ihtiyacı, bugünkü durumun somut tahlili biçiminde kendini gösterebilir.

Pekala, kadınların kolektif bir özne olması ne demek?

Bunun kadın mücadelesindeki önemi ne?

Kadınlar, ikili toplumsal cinsiyet hiyerarşisi üzerine kurulu toplumsal yapının bir çok alanında ikinci cins olarak ezilen bir grup. Bu yapının mimarı patriarka, öznesi ve durumu belli bir tanımlamayla da erkek egemenliği… Yani kadınlar patriarka tarafından şekillendirilmiş toplumsal yapı tarafından birçok farklı ve aynı biçimde ezilen ortak bir grup. Gülnur Acar Savran buna “negatif ortaklık” der. Dolayısıyla zorunluluktan ve ezilmişlikten gelen böyle bir ortaklıktan kendiliğinden bir özne çıkmaz diye de ekler.

-Özellikle son tartışmalarla birlikte açığa çıkan, özne, öznenin yok oluşu, iktidarın özneyi ezen değil var eden yapısına vurguyu arttırdığı ile ilgili feminizme gelen birbiriyle paralel ve/veya farklı post-yapısalcı eleştirilere girmeyeceğim. Tek başına kadın kategorisinin, kadınları ortaklaştıracağına yönelik itirazların; kadın kategorisini istikrarsızlaştırılması gereken, ikili toplumsal cinsiyet hiyerarşisini, toplumsal cinsiyeti kabullenmeye iten bir kuram olarak gören, cinsiyet kategorisini yapıbozuma uğratıp toplumsal cinsiyetle özdeşleştiren performatif yaklaşımların (Butler. J, Cinsiyet Belası, 2008.) bu süreçle birlikte yeniden sorgulanması gerektiğini düşünüyorum. Aksi taktirde bütün dünyada binlerce kadını benzer sorunlar etrafında ortaklaştıran ve enternasyonal bir kadın dayanışma ağına doğru genişleyen bu eylemlerin sırtını yasladığı maddi gerçekliğin açıklanması imkansız bir hal alır.-

İşte bu grevler, yan yana gelmiş olan milyonlarca kadının, yaşadıkları sorunları benzer ve farklılaşan yönleriyle öznel ve kişisel sorunlar olmaktan aşırıp, ortaklaştırmış-ilişkilendirmiş; bunu yaparken de bu sorunların her ne kadar farklılaşırsa farklılaşsın aynı zeminden beslendikleri ve her gün yeniden üretildikleri (patriarkal toplumsal yapı) gerçeğini açığa çıkarmış durumda. Haliyle de kadınların ezilen toplumsal grup olmayı üstlenmelerinin ve bunun ezen toplumsal sistemle bağını kurmalarının önünü açıyor.

Kendilerini bir ezilen grup olarak kabul edip, verili kadın erkek çatışması içerisinde taraf olmayı seçiyor ve yaşadıkları sorunlar ve deneyimler arasında kurdukları bağlantılarla, bir egemenlik, iktidar ilişkisi tarifliyorlar. Bir hareket olarak kadın özgürlük mücadelesinin belirli iktidar ilişkilerini hedef almasının en önemli ayağı kendi kolektif politik öznesini inşa etmektir. Bu dönemin önemi de, kolektif özne olma/olabilme durumu, koşulları, sancıları, içeriyor olmasından.

Feminist politika kadınların yaşamsal sorunları, deneyimleri arasındaki ilişkileri kurup, ortaklaştırarak kolektif öznenin örgütlenmesindeki konumlanmasını hızlıca alıyor. Çünkü kolektif özne olma durumu aynı zamanda feminizmin temellendiği bir koşul olarak kadın kategorisinin maddi gerçekliğine ve bu dolayımla feminist mücadelenin varlığının önemine işaret eder.

Yani, Gülnur Acar Savran’ın 2019’da Feminist Mekan’da gerçekleşen oturumda vurguladığı gibi “Kendiliğinden politik bir özne oluşturamayan bir toplumsal grubun, potansiyel özne olan kadınların feminist bilinç ve feminist politika dolayımıyla kendilerini özne olarak kurmaları…” gerçekliği adeta su yüzeyine fışkırıyor.

Neden Grev

Feminizmin politik öznesi feministlerdir. Onu politik özne yapan önemli noktalardan biri karşısında beliren egemenlik biçimini hedef alıp; onun şekillendirdiği toplumsal yapının bütün parçalarını yeniden düzenlemek-değiştirmek için mücadele etmesidir. Bu yüzden feministlerden bütün kadınlara doğru yayılan kolektif politik bir öznenin varlığı aynı zamanda tanımladığı egemenlik biçimini hedef almasına da bağlı. Kolektif özneyi politik yapacak şey, bu egemenlik biçiminin görünür kılınmasından onu tanımlamaya ve hedef alıp varlığını sonlandırmaya değin sürecek dinamik bir mücadeledir.

Neden grev sorusu da, bizi, bu egemenlik biçimini tariflemeye götürecek sorunun ta kendisi.

Bunca yıldan sonra, bütün dünyada hemen hemen aynı zamanlara denk düşen kadın isyanlarını birleştiren eylem biçimi “grev” olarak öne çıktı. Adına neden grev dendi de başka bir şey denmedi. Öylesine bir adlandırma sorunu mu yoksa daha derinlikli bir tercih mi?

İşçi sınıfının tarihsel ve hala güncel eylem biçimi olan grev, nasıl oldu da bir anda kadınların en etkili ve kapsayıcı başkaldırısının eylem biçimi halini aldı?

Bu sorunun cevabını toplumsal yapıyı (üretim-yeniden üretim düzlemi, devlet, aile, hukuk, eğitim gibi alanlar, din kurumları) ve toplumsal ilişkileri şekillendiren ataerkiyle birlikte başka bir egemenlik biçimi olan kapitalizmin kadın üzerindeki tahakküm ve sömürü biçimlerinde aramak gerekiyor.

Ataerkil sistemin verili, bütün toplumsal yapıya kapitalizmin varlığı öncesinde sirayet etmiş ikili toplumsal cinsiyet hiyerarşisi, kapitalist sosyo-ekonomik ilişkilerle birlikte derinleştirilmiştir. Bunun en belirgin biçimini üretim alanlarında ve yeniden üretim alanı olarak ev içinde kadın emeğine biçilen/biçilmeyen değer de gözlemleyebiliriz.

Üretimin devamlılığının en önemli unsuru emeğin yeniden üretimi sürecidir. Bu süreç ataerkil ilişkilerin sonucunda ücretsiz olarak kadın tarafından gerçekleştirilir. Dolayısıyla da kadın emeği dolaylı yoldan kapitalizmin artı-değer üretiminin içerisine dahil olur. Kadının değersiz ve görünmeyen emek aşamasının asıl konumunu ataerkinin sağlamış olması bunun kapitalizmin çıkarları tarafından beslendiği ve korunduğu gerçeğinin çoğunlukla üstünü örter.

Bunun yanı sıra dışarıda üretim süreçlerine dahil olan kadınların çalışma koşullarının, kadın olmalarından kaynaklı iş piyasasında “yedek işçi” pozisyonuyla belirlenmesi… Esnek, güvencesiz, ucuz ve toplumsal cinsiyetin devamı işlerin kadınlara dayatılması.

Kadın bedenine yönelik kapitalist politikalar da, yine verili-nesnel kadınlık konumundan çok bağımsız değil.

Bu saydıklarımız yabancı olduğumuz tahakküm ve sömürü biçimleri değil. Ama kapitalizmin uzun yıllardır derinleşerek devam eden kriz dinamiklerinin kadınlar üzerinde yarattığı tahribat her geçen gün yenileniyor, artıyor, dönüşüyor.

Kriz koşullarında tetiklenen neoliberal-muhafazakar politikalar, bu politikaların “dönüştürülen patriarkal ilişkilerin, kazanılan kadın haklarının” gerilemesinde oynadığı roller… Tarihte çokça benzerlerine rastlıyor olsak da yenilenen olgular daha çok bunlar.

Yeni yargı reformu paketleri ile nafaka, boşanma, cinsel istismar, kadın cinayetleri üzerinden kazanılmış haklara dönük saldırılar. Kürtaj hakkının özellikle bu dönemde hemen hemen birçok ülkede konu edilmesi, ona her türlü bahane, dini baskı, nüfus planlaması gibi nedenlerle el konulması.

Aynı işe ücret dağılımındaki kadın erkek eşitsizliğinin, “en gelişmiş demokrasilerde” (bu iğnelemenin sebebi, ücret eşitsizliğinin ve haliyle “eşit işe eşit ücret” talebinin demokrasi mücadelesiyle ilişkili ve kesişimsel olmadığını anlatmak) bile vazgeçilmez bir unsur olarak varlığını devam ettirmesi…

Neoliberal politikaların saldırganlaşmasıyla birlikte artan güvencesiz ve esnek çalışma koşullarının ekseriyetle kadın işçiliğinde yaygınlaşması. Ekonomik krizin kadının ev içi emek sürecini uzatması ve aynı zamanda ev içi üretimi arttırması. Sosyal hakların törpülenmesi…

Tüm bu saydıklarım ve daha nicesi her nerede gerçekleşmiş olursa olsun grevlerin ana talepleri olarak kendini gösterdi.

Aslında bütün bu sorunlar bir biçimde birbirine bağlanıp ilişkilendiği ve ortaklaştığı gibi, aynı zamanda da benzer bir kaynaktan çıkıyor.

O haliyle feminist politika; kadınların ikinci cins konumunun mimarı patriarkayı, onunla iş birliği halinde olan, kadınların bu konumunu temel alıp onu başka ve aynı biçimlerde sürdüren kapitalizmle ilişkilendiriyor ve antikapitalist bir içerik kazanıyor. Talepleri onu da hedef alarak şekilleniyor.

Dolayısıyla eylem biçimi olarak grev de “hayatı durdurmak” anlamıyla vücut buluyor.

Kadınlar durduğunda üretim ve yeniden üretim de durduğu, toplumsal ilişkilerin ve yapıların erkek egemenliği kadınların bilincinde teşhir olmaya başladığı için bunun bir ifadesi olarak grev tercih ediliyor. Grev tanımı, işçi sınıfının üretimdeki rolü itibariyle üretimi durdurması anlamıyla içeriliyor, fakat aynı zamanda kadın özgürlük mücadelesinin kendine özgü duruşunu, metodlarını, araçlarını içererek genişletiliyor.

İşte grev eyleminin tercih edilmesinin bilinçli bir politik yönelim olması, bu politik yönelimin kendiliğinden değil tanımlanan ve hedef alınan egemenlik biçimine göre oluşması bizi, ilki kolektif öznenin ortaya çıkışıyken, ikinci önemli açının da karşısındaki iktidar alanının tariflenmesi olgusuna götürüyor.

Bu yüzden grev eyleminin tercih edilmesini bir neden ve aynı zamanda sonuç diyalektik ilişkisi içerisinde değerlendirmeliyiz. Grev eyleminin sürekliliği içerisinde yarattığı-yaratmaya devam ettiği etkinin karşıt iktidar alanı olarak Patriarkal Kapitalizmi işaret etmiş olması gibi; egemenlik biçiminin patriarkadan, onunla ilişkilenen kapitalizmle birlikte ortak bir iktidar alanı olarak tarifleyebileceğimiz Patriarkal Kapitalizme doğru genişlemiş olması gerçeği de eylem biçiminde grev tercihini öne çıkarmış oluyor.

Basit Bir Adlandırma Sorunu Değil

Vardığım veya varacağım bir nokta olarak değil ama bir gerçeklik olarak kendini dayatan şu tartışmaya da değineyim. Kadın grevleri mi, feminist grevler mi? Başında söylemiş olayım, bu tartışma hemen hemen her coğrafyada grev örgütlenmelerinde karşımıza çıkan bir tartışma. Türkiye’de de kendisini gösterecektir.

Arjantin ve İspanya’da da kadın grevi ve feminist grev olarak iki farklı adlandırma kullanılıyor. Almanya’da bu sene 8 Mart’ta yapılan grev “Frauen*streik” (Kadın* Grevi) olarak gerçekleşti fakat “Feministischerstreik” (Feminist Grev) söylemi eylemin politik içeriğini ifade etmek için de çokça kullanıldı. İsviçre’de yine Fransızca “grève feminista” (Feminist Grev), Almanca “Frauen*streik”(Kadın* Grevi), İtalyanca “sciopero femminista e delle donne” (Feminist ve Kadın* Grevi) olarak adlandırılmıştı.

Bu tartışmanın feminist politikanın uzun yıllardır gündeminde olan feminizmin öznesi kim, kadın özgürlük mücadelesinin öznesi kim, özne, kolektif özne, politik özne tartışmalarının da bir devamı olduğu çok açık değil mi?

Ben her ikisinin de kullanılması fakat “kadın grevi” nin öne çıkarılmasından yanayım. Ama İtalyanca söylemin bizim dilimize özgü bir çevirisi de beni kendine çekiyor doğrusu. Sadece kadın grevi dediğimizde bilinçlerde sıradan ve kendiliğinden bir kadın birlikteliği havası yaratmıyor değil. Oysa milyonlarca kadının bir araya gelmesini sağlayan ve ona yön veren feminizmin ta kendisi. Ve bu grevler, öylesine bir biçimde ve içerikte gerçekleşmiyor, feminizmin şekillendirdiği ve çoğunlukla feministlerin örgütlediği, ancak öznesinin feministleri de aşarak genişleyen bir kadın kitlesini içerdiği feminist yol ve yöntemin eylemleri. Daha açıkça öznesinin feministlerden kadınlara doğru genişlediği ve kadınların öznesi olduğu bir feminist eylem biçimidir grevler. Bu yüzden özneden ilerleyen bir adlandırmanın daha kapsayıcı ve odaklayıcı olacağı kanısındayım.