Gözümüzü Açalım İhtilal Var – Hikmet Kıvılcımlı

El Yazmaları’nın Notu: Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın ölümünün 49. yıl dönümü kapsamında hazırladığımız dosyada, Kıvılcımlı’nın 1967 yılında kaleme aldığı, bilgisayarlar yani kendisinin ifadesiyle “buyurucu”lar ile ilgili yazıyı siz değerli okuyucularımızın ilgisine sunuyoruz.

İnsanın kendi yapıp kendi taptığı aygıt, günümüzün en korkunç ihtilâlcisi oldu. 20 yıldır “komünistlerin” bir yerde ihtilâl çıkardıkları görülmedi. Bütün dünyayı ihtilâle veren (atom-ses-aşırı) uçak gibi teknik yeniliklerdir. Bunlardan deccal gibi ortalığa çıkanı, Anglosaksonların “Data Processing” (veri yordamı), Frenklerin “Ordinatuer: BUYURUCU” yahut “İnformatique: DUYURUCU” dedikleri elektronik hesap ve akıl makineleridir. Çocukların imam-hatip yetiştiren sınavından, en yüksek keşif ve icatlara varıncaya dek, her işimiz için özel buyurucular yapılıyor.

Buyurucu olmasa, insanlar daha otuz yıl uzaya çıkamayacaklardı. Ses-aşırı Concorde uçağı 10 yıl geri kalacaktı. Bir yarışmaya giren 10.000 kişiden kimin kazandığını buyurucu: Saniyenin onda biri kadar kısa zamanda açıklıyor. Bu yaman avadanlık, önümüzdeki 20 yıl içinde, telefon ve elektrik aygıtları gibi herkesin, her an kullandığı nesnelerden olacak.

Buyurucu neden kaçınılmaz oldu? Atom bombasının “babası” sayılan ve Sovyet casusluğu ile suçlandırılan Oppenheimer’e göre: Bugün yaşamakta olan bilginlerin sayısı, şimdiye dek insanlık tarihinde yaşamış bütün bilginlerin toplamından çoktur. Araştırma ve icatlar, hiçbir dehanın içine sığamayacak genişlikte. Yeni buluşlar öylesine çabuk çoğalıyorlar ki, anlaşılıp kavranılmasına vakit bulamadan yitiriliyorlar, denilebilir. Bu israfın önüne geçilmelidir; bu kayıplar kazanılmalıdır. Nasıl? İnsan kafasıyla mı? İnsan beyini denilen makine tek başına bu işin altından kalkamıyor.

Bir zaman, yazı keşfedileli beri, bilgiler kitaba geçiyordu. Ama kitap kaç taneydi? Herhangi bir dahi, oturuverse, bütün kitaplan ezberleyiverirdi. Şimdi, bütün çıkmış yazıların adını işitebilmiş kişi olamaz. Bir tek bilim dalındaki yayınları izleyebilecek dâhi tasavvur edilemiyor. Ne olacak bu muazzam bilgi yığınları? İşte Buyurucu o mahşerin içine yeni bir düzen getirdi. İçinden çıkılmaz zenginlikte, insan kafasının sınırlarını çatlatacak bollukta olan bilgilerimizi, yıldırım çabukluğu ile kullanılır, işe yarar hâle getirdi.

Buyurucu nice şeydir? Bir yapma anı (sun’î hâfıza) makinesidir. İçinde milyonlarca eleman var. Makine o elemanları en mantıklıcasına elden geçiriyor. Bu işi ilkin radyo lâmbaları görüyordu. O yüzden buyurucu çok ağır ve büyüktü. Şimdi bir santimetre kareye 50 tanesi sığacak denli küçük minyatür transistörlerle, daha doğrusu transistörleştirilmiş relaislerle(rölelerle) çalışıyor. Boyu, posu 10 kiloluk bir çanta. Saniyede 40.000 (kırk bin) muamele yapıyor. Fransa’da 3 milyon muamele yapacak olanı hazırlanıyor. Gelecekte 10 milyon eylem yapacak buyurucular bekleniyor. Bunları kullanmak için “Software” (yumuşak mal) adı verilen usul öğreticileri bulunuyor.

Bugün, milletlerin uğrunda en büyük yarışa kalktıkları amaç buyurucu yapmaktır. Ama bizdeki Bey, Paşa, Ağa, Efendi gibi derebeyi buyurucuları değil, insanı üst insan yapacak bilimsel buyuru! Sovyetlerin buyurucu sayısı bir sır. Fransa’da ancak %30 Fransız olmak üzere 1500 tane, Batı Avrupa’da 6.000 tane, Amerika’da 30.000 tane buyurucu sayılıyor. Dört yıl sonra, Fransa’da 4500, Batı Avrupa’da 18.000, Amerika’da 50.000 buyurucu bulunacak. Her millet, gözünü dört açıp, seri halinde mühendis yetiştirmezse, yaya kalacağını biliyor. Buyurucu üzerinde çalışanların sayısı, bugün, Fransa’da 30.000, Amerika’da 300.000 kişi. 1976 yılı Fransa’da 500.000 kişi, Amerika’da 1.800.000 kişi olacak. Çünkü bütün sanayi ve kültür alanlarını buyurucular kaplıyor. İnsanlık yeni bir çağa giriyor.

Türkiye atom yarışında yayandan beter. Buyurucu işinde, yalnız paşaların ve bey emirnameleri ciddiye alınıyor. Fransa, 2 yıldır, devlet yardımıyla küçük, orta ve büyük buyurucular yapmayı programına koyan şirketler kuruyor. Gene de dev buyurucu yapamıyor. İlk buyurucusunu 1968 yılı ticarileştirecek, 1969 yılı teslim edecek. Biz ne âlemdeyiz? İkide bir öğündüğümüz millet ve vatanseverliğimize ihanet etmiş duruma düşmek istemiyorsak, bu yarışa girmek zorundayız.

Çok değil, 20 yıl sonra ya Türk milletini kurbanlık köle sürüsü halinde yabancılara teslim edeceğiz, yahut yok olacağız.

Fransa’nın en büyük dergisi şunu haber veriyor: “Eğer bir millet, evrenin bütün buyurucularına sahip çıksa, bir üst-insanlar milleti haline gelir ve öteki milletleri köle yerine koyabilir.” (M.21 Ocak 1967) Köylücüklerimize ölü ve beyin yıkayıcı imam, hatip yetiştirmekle kendimizi aldatmayalım. “İhtilâl” ürküntüsüyle halkımızı şaşkına çevirmeyelim. Buyurucu ihtilâl, Deccal gibi kapımızı çalıyor. Meclis nutuklarında, gizli bildirilerde değil, bu müthiş ihtilâlde “aklımızı başımıza toplayalım“. Yoksa 20 yıl su gibi akar ve iş işten geçer.
(Sosyalist, Sayı 3, 4 Mart 1967)