Hikmet Kıvılcımlı’nın “Kadın Sosyal Sınıfımız Türkiye’nin Üç Katlı Sosyal Ehramı” Eseri Üzerine

Döneminin oldukça ilerisinde, kendi dönemi için yeni denebilecek özgünlükte ve cesurca ortaya koyduğu tezler, kadınları mücadelenin ve devrimin önemli bir öznesi olarak gören Hikmet Kıvılcımlı’nın zengin külliyatına geri dönme ihtiyacını bir kez daha hissettiriyor. Özellikle tarih tezi perspektifinde yazınının tarihsel bağlamda ve bugünün güncelliğinde ele alınması gerekliliğini gözler önüne seriyor.

“Türkiye’nin öteki Sosyal ilişki ve çelişkilerine girebilmek için ve girmeden önce, başlı başına bir alt mahkûm Sosyal Sınıf durumunda olan en büyük mazlum sınıfımız, en büyük sömürülen sınıfımız: Kadın yığınımız üzerinde çok durulmalıdır.” tespitiyle hareket eden Doktor Hikmet Kıvılcımlı bu satırları Kadın Sosyal Sınıfımız metninde yazar.

“Kadın Sosyal Sınıfımız- Türkiye’nin Üç Katlı Sosyal Ehramı” çalışması ilk kez 1978 Temmuz-Ağustos Kıvılcım dergisi birinci sayısında yayımlanır. Doktor Hikmet Kıvılcımlı’nın el yazmalarından hareketle,  söz konusu çalışmanın, 1968 yılının ikinci yarısında yazıldığı ve 1971 yılında tekrar üzerinde çalışıldığı Fuat Fegan ve Latife Fegan tarafından aktarılır.

Metnin yazıldığı yıllar, dünya ölçeğinde 1960’lı yılların ortaları itibariyle kadın-erkek eşitliği perspektifinin ötesine geçerek, aslolanın patriyarkal sistemin aşılması olduğunu öne süren ve “özel alan politiktir” şiarından hareketle, cinsellik, beden, görünmeyen emek konularını gündemine alan ikinci dalga feminizmin zuhur ettiği yıllara denk gelir. Tabii aynı zamanda da savaşlar, işgaller, darbelerle bezeli, topyekûn bir reddediş ve başkaldırı kuşağının, 68 kuşağının hareketli yıllarına.

Bu yıllar 68 hareketliliğin Türkiye’de de yaşandığı yıllardır. 68 hareketinin etkisiyle başta gençlik hareketi olmak üzere, devrimci mücadelenin ülkemizde de yükseldiği yıllardır. Ve ama henüz Türkiye’de yükselen bir feminist hareketten, bağımsız bir kadın hareketinden söz edebileceğimiz bir dönem değildir bu dönem. 68’in etkisiyle kadınların Türkiye sosyalist hareketinde belki de o zamana değin hiç olmadığı kadar etkin bir katılımının olduğu ve ama henüz “kadın sorunu” gibi bir gündemin gündemleşemediği ya da solun gündeminde yer bulamadığı yıllardır.

Kıvılcımlı’nın, başta söz konusu çalışması olmak üzere, çeşitli metinlerinde ileri sürdüğü tezlerle, kendi kuşağının ve döneminin çok ilerisinde ve cüretkâr bir bakış açısıyla, kadın sorununu ele aldığı ve tarih tezi perspektifinden hareketle kadınların ezilmesinin kökenini irdelediğini görürüz. Dünya ölçeğinde feminist hareketin o dönemde tartıştığı tezlerle paralellik kuran tartışmaları açması ise ayrıca dikkat çekici bir yerde konumlanır.

Kadın Sosyal Sınıfımız metninin yazıldığı yılların, ülkemizde feminist hareket etkin olmasa da,  Simon de Beauvoir’ın “İkinci Cins” kitabının o dönem kadınların etkin bir şekilde içerisinde yer almaya başladığı Türkiyeli devrimciler tarafından okunmaya, tartışılmaya başlandığı yıllar olduğunu biliyoruz. Öte yandan, Kıvılcımlı’nın Almanca ve Fransızca bildiğini de hesaba katarsak, dünya çapında yürütülen kimi tartışmaları takip ettiğini düşünebiliriz. Latife Fegan “Kıvılcımlı’nın o yıllarda Batı’daki feminist hareketi izlediğini gösteren hiçbir şey olmadığını, kütüphanesinde böyle bir yayın görmediğini” aktarır. Ancak, ömrünün yirmi iki buçuk yılını cezaevlerinde geçiren, ardında yüzlerce eser bırakmış Kıvılcımlı’nın okuma pratiğini salt kütüphanesinden ibaret de görmemek gerekir.

Burada birkaç hususu göz ardı etmemek önemli olacaktır, birincisi Türkiye orijinalitesini zengin külliyatıyla ortaya koyan Kıvılcımlı’nın Osmanlı’dan bu yana didik didik incelediği coğrafyamızın köklü bir kadın hareketi geçmişi olduğu.  “1870’lere kadar uzanan, 1908 II. Meşrutiyet döneminin getirdiği toplumsal ve kültürel değişimlerle ivme kazanan bir kadın mücadelesi”[1]nden söz ediyoruz, ki Kıvılcımlı’nın söz konusu çalışmasında ve tezlerinde II. Meşrutiyet dönemi özel bir yer tutar.

İkincisi, özellikle 1917 devrimi yıllarındaki diğer birçok tartışmayı yakından izlediği gibi, kadın sorununa ilişkin Rus ve Alman sosyalistlerinin yürüttüğü tartışmaları da yakından takip etmiş olma olasılığı.

Ayrıca Türkiye sosyalist hareketinin ilk dönemlerinden itibaren hareketin içinde yer alan Zehra Kosova, Sevim Belli, Behice Boran, Fatma Nudiye Yalçı, Latife Fegan gibi kadınların varlığı da oldukça önemlidir. Ki, her biri Kıvılcımlı’nın bu metni yazma koşullarını hazırlamış etmenlerdir.

Kıvılcımlı, Kadın Sosyal Sınıfımız çalışmasında, “Sosyal Stratejimizin hem en sonuncu, hem en birinci gelen katı: Kadın-Erkek Sınıflaşmasıdır. Bu sınıflaşmanın en açık ve keskin olanı Köy katında görünür. Ama gerçekte Kadının ezilen-soyulan bir mahkûm alt sınıf oluşu, Türkiye Toplumunun Köy-Kasaba-Şehir: bütün katlarında en yaygın bir sosyal ve orijinal trajedimizdir.” sözlerinden de anlaşılacağı gibi kadınların, özellikle de köylü kadınların bir sınıf olduğu tezini ileri sürer.

Üç katlı bir Babil kulesine benzettiği sosyal katları,

“1- Üst kat: Büyük Şehirler, ayrı bir dünyadır. Ona Modern Kapitalizm dünyası, diyebiliriz. 

2- Orta kat: Kasabalar Türkiyesi’dir. Orta dünyamız Antika Tefeci-Bezirgân dünyası olarak adlandırılabilir. 

3- Alt kat: Köyler Türkiyesi’dir. Orası artık ne Modern, ne Antika toplum değil, söz yerinde ise Tarihöncesi Dünyası“ olarak tanımlar.

Ve “En Altta: Köylülük katının ekonomi temeli, Barbarlık çağını bir türlü aşamamış toprak ekonomisi’dir. Bu ekonomi yapısı içinde, hiç şaşmaksızın gerçekliği kendi adıyla çağırmaktan çekinmeyelim. Köyün ilkel ön tarih ekonomisinde egemen üst sınıf: Babahanlığın bütün olumlu yanlarını yitirmiş Köylü erkekleri’dir; alt sınıfı ne denli yumuşatılırsa yumuşatılsın, bir sosyal kast kadar donmuş ve sertleşmiş olduğu için “sınıf” adını alabilecek ayrılıkta Köy Kadınları Sınıfı’dır. Bu bakımdan, köylülüğün, söz yerinde ise Sömürge Halkı, bütünüyle Köy Kadını’dır.” tezini ortaya koyar.  

Bu tez o dönemde feminist harekette 1970’te Christine Delphy’nin “Baş Düşman Patriyarkanın Ekonomi Politiği” eserinde patriyarkanın temelini ev içi üretim tarzının (ailesel üretim tarzı) oluşturduğunu ve patriyarkal sömürünün kadınların ortak, özgül ve temel ezilmişliğinin zemini olduğundan hareketle, kadınlar bir sınıftır tespitini ortaya koyduğu tezi anımsatır.

İkinci dalganın feminist kuramcılarından ve radikal feminist ideolojinin önemli isimlerinden olan Christine Delphy, “Baş Düşman Patriyarkanın Ekonomi Politiği” çalışmasında, teorisinin batılı sanayi toplumları için geçerli olduğunu aktararak, patriyarka ve kapitalizmin birbirinden tamamen ayrı ve de eşit iki toplumsal sistem olduğunu savunur. Delphy’nin görüşüne göre, kapitalizm içinde de kadın kurtuluşu mümkündür.

Delphy’e göre kadınların ev içi emeğinin karşılıksız olmasının sebebi kadınlar ve erkekler arasında bir “iş sözleşmesi” olan “evlilik sözleşmesi”dir. Bu sözleşme ile kadınlar, kapitalist üretim tarzından ayrı, onunla birlikte varlığını sürdüren ev içi üretim tarzı içine girerler. Erkekler, evlilik sözleşmesi içinde kadınların emeğine karşılıksız biçimde el koyarlar. Erkekler bu sözleşmeye dayanarak, ailenin tüm emeğini sahiplenir, üretilen metaları piyasada kendi emeği gibi kullanabilir, satabilir. Bu sömürü ilişkileri, bütün evli kadınları aynı üretim ilişkisinin bir tarafı ve “sınıfı” haline getirir ve bu durum bekâr kadınlar için de belirleyicidir. Dolayısıyla Delphy’e göre kadınlar, erkekler karşısında bir sınıftır ve patriyarkal sömürü, kadınların ortak, özgül ve birincil ezilme biçimidir.[2]

Delphy’nin teorisi, ortaya koyduğu özgün tezler açısından feminist teoride oldukça kıymetli bir yer tutar ancak, kadınların ezilmişliğini kapitalizmden bağımsız düşünmek ve patriyarkayı bir üretim ilişkisi olarak tespit etmek bizi gelecek tahayyülü açısından belirsiz ve daha da ötesinde soyut bir yere götürür. Zira patriyarka ve kapitalizm birinden apayrı iki sistem değil, birbirini zeminleyen ve birbirleriyle diyalektik ilişki içinde iki kurucu toplumsal yapıdır. Kadınları kadın olarak birleştiren, birlikte hedef alacakları bir odak oluşturan tek bir üretim ilişkisi yoktur ve de üretim ilişkilerinde belirleyici sistem kapitalizmdir. Kapitalizm tarafından belirlenen piyasa ilişkileri ve ücretli emek sömürüsü sınıfsal durumu belirleyici olan ana etmendir.

Kıvılcımlı ve Delphy’nin tezlerinde paralellik oluşturan “kadınların bir sınıf olduğu tespitini birbirinden ayrı kavramsallaştırmalar olarak ele almak gerekir. Bir yanda Delphy, Marksist teorinin kavramlarının eleştirisinden hareketle, Marksizmin kavramlarını feminist teoriye uyarlayarak patriyarkanın maddi temelini oluşturan ev emeğine “ev içi üretim tarzı”na yoğunlaşır ve kadınlara yönelik ev içi emek sömürüsünde kadınlar ve erkekler arasındaki “üretim ilişkisi”nden yola çıkarak “kadınlar sınıftır” tezine ulaşır. Kıvılcımlı’nın hareket noktası ise tarih tezidir ve “sınıf” kavramını Türkiye orijinalitesi ve güncelliğinde kadının ezilmişliğini daha vurucu bir şekilde öne çıkarmak için kullanır. Kıvılcımlı tarih tezinde medeniyetler arası geçişte teknik, coğrafya, tarih ve insan üretici güçleri olarak tanımladığı dört üretici güçten söz eder ve Türkiye’de sınıfları coğrafya üretici gücü üzerinden analiz eder. Kadınlar özellikle de köylü kadınlar üzerinden ortaya koyduğu sınıf kavramına da bu tahlilden hareketle başvurur.

 

***

 

Hikmet Kıvılcımlı, feminist teorinin patriyarka, ataerki, erkek egemen kavramsallaştırmalarına, çalışmasına yer vermemiş olsa da, içerik olarak patriyarkal yapıyı ve toplumsal cinsiyet eşitsizliğini dile getirir. Kadınları “ev sanayinin evsiz proleterleri” olarak tanımlar örneğin.

Kıvılcımlı bu çalışmasında aynı zamanda, kadınların ezilmişliğinin kökenlerini Türkiye coğrafyasının özgünlüğünde irdelerken, kadına yönelik fiziksel ve psikolojik erkek şiddetinden ve de bütün sınıflardan erkeklerin kadın düşmanlığı söz konusu olduğunda giriştiği erkeklik ittifakından, erkeklik dayanışmasından ve hatta kimi bölümlerde verdiği örneklemelerde neredeyse kadınların ev içi emeğinden dem vurur.

Kadına karşı şartsız kayıtsız bütün erkeklerimiz; maddeleri yazılmamış, ama herkesçe ezbere bilinen ve her gün saksağan gevezeliği ile tekerlenen bir “Anayasa”nın adsız fedaileri olarak sözbirliği ve işbirliği etmişlerdir. Kadın düşmanlığı, kimi sosyal sınıf ve zümrelerimizde canavarca ağır, kimisinde daha yeğnikçe veya cilalıca görünebilir. Toplumumuzun her sosyal sınıf, tabaka, zümre, grup ve kişilerinde Kadın: ilk fırsatta gözünden vurulup, uçtuğu göklerden çamurlu er avcı ayaklarının altına yaralı düşürülmekle övünülen bir avdır” diye yazar çalışmasının bir pasajında.

Aynı çalışmada şöyle bir pasaj da geçer: “Kadının insan eşitliği önünde, Hacıağasından Marabasına, Beyinden Yanaşma Çeriçobanına dek Türkiye’nin bütün bıyıklı manyakları, namuslarına dokunulmuşçasına, kasıla kasıla kararırlar.” 

“En karanlık “ayaktakımı”, her gün, ağasından, efendisinden, beyinden, 24 saat çalışmasında karşılık yalnız hak yiyicilik, hakaret ve işkence görür.” diye yazar yine. 

Aydınlanmacı, pozitivist, batı merkezli bakışın yerine diyalektik bir metotla tarihsel materyalist bir yaklaşımı yol edinerek Marksizme katkı sunan Kıvılcımlı, İslam’a olan özgün yaklaşımıyla, yine aynı eserinde aydınlanmacı bakışın mirası olan ilericilik-gericilik ikiliğini aşarak İslam’ın egemen yorumunun yozlaştırıcı ve çürütücü bir mekanizma olarak nasıl kullanışlı bir argümana dönüştürüldüğünü tahlil eder. Finans-kapitalin İslam’ı, kadın bedeni ve cinselliği üzerinden yararlı bir gericilik silahına dönüştürdüğünü, coğrafyanın zengin örnekleri üzerinden açar.

Şöyle yazar Kıvılcımlı Kadın Sosyal Sınıfımız eserinde;

“Gericilikte en başarılı aygıt tipi, bin bir Saltanat soysuzluğu günlerinde İslamlığın Hulefay’ı Raşidin geleneğini çamura boğmakta parayla, çıkarla uzman yetiştirilmiş “sofu” görünümlü yobaz softa, sözüm ona “din adamı”dır. İslamlık 14 yüzyıllık tarih ötesinde kurulmamış mıdır? Muhammed Dini, kendi çağı için yeryüzünün en devrimci, en ihtilalci hareketidir. Ama tarihin önüne geçilmez çarkları altında ezilerek geri kaldığı için, her İstibdat, hele Finans- Kapital zorbalığı, İslamlığı bir “gericilik” mekanizması gibi gösterip kullanmayı pek becerir. Ve Müslüman kılığı sayılan Softa ve Derviş biçimliler, “gericiliğin” anadan doğma sözcüsü ve yetkilisi durumuna kolayca getirilebilirler.”  

 

***

“Eskiden (Aşağı Barbarlık konağında) bütün varı: “İpi ile kuşağı” anlamında oku ile yayından öteye geçmeyen erkek, dışarı işinde sürüsünü büyüttükçe önem kazandı. Kontrol ettiği zenginlikleri ve yetkileri arttı. Karşısında Orta Vahşet konağından beri kutsallaşmış anacıl hukuk vardı. Ana düzeni çoban erkeğin egemenliğine engeldi. Onun için ekonomi gücü artan erkeğin ilk işi, anacıl düzenin kayıtlama ve kısıtlarını aşındırmak oldu.”[3] 

Kıvılcımlı tarih tezinde kadınların ezilmişliğinin kökenini incelerken “kadıncıl düzen” tanımlamasıyla çeşitli tespitlerde bulunur. Burada açıktan Engels etkisi görülür. Engels’in Köken’inde anaerkil ve analık hukuku kavramlarını eleştirerek yaptığı “ana soyluluk” vurgusu gibi, Kıvılcımlı da Tarih Tezi’nde “anahanlık” ya da “ana hukuku” yerine, “kadıncıl düzen” tanımlamasının kullanımının doğru olacağını ileri sürer. 

Söz konusu Engels etkisini Kadın Sosyal Sınıfımız’da da görürüz. “Kadın altlığının sömürülüşünün ezilişinin kökü, Toplumumuzun Üretim geriliğinden kaynak alır.” tahlilinde bulunan Kıvılcımlı, kadınların ezilmişliğin kökenini neden üretim geriliğinde arıyor ya da neden köylü kadınları sınıf olarak görüyor da kentlileri görmüyor? Çünkü Engels’in Köken’inin ve dolayısıyla Morgan’ın tarih tezindeki yerinin etkisi var. Açıkça ifade edilmiş olmasa da, o dönemin yaygın bir bakışı olan, kapitalizmin patriyarkayı çözmekte olduğuna dair bir bakış gizlidir burada.

Elbette, Doktor Hikmet Kıvılcımlı’nın kadınların ezilmişliğinin nedenini ekonomik temeller, üretim geriliği bağlamında açıklaması başta olmak üzere, patriyarkayı ve aile kurumunu irdelememesi, kimi yerlerde kullandığı “eril” dil ve kimi argümanlar üzerinden feminist eleştiriye tâbi tutulması gerekir.

Ancak döneminin oldukça ilerisinde, kendi dönemi için yeni denebilecek özgünlükte ve cesurca ortaya koyduğu tezler, kadınları mücadelenin ve devrimin önemli bir öznesi olarak gören Hikmet Kıvılcımlı’nın zengin külliyatına geri dönme ihtiyacını bir kez daha hissettiriyor. Özellikle tarih tezi perspektifinde yazınının tarihsel bağlamda ve bugünün güncelliğinde ele alınması gerekliliğini gözler önüne seriyor.

 

Kaynakça:

  1. Hikmet Kıvılcımlı, Kadın Sosyal Sınıfımız, Sosyal İnsan, 2009
  2. Gülnur Acar Savran, Beden Emek Tarih: Diyalektik Bir Feminizm İçin, Kanat, 2004.
  3. Gülnur Acar Savran, Kadınların Emeğini Görünür Kılmak: Marx’dan Delphy’ye Bir Ufuk Taraması, Praksis Dergisi 10
  4. Latife Fegan, “Kadın Sosyal Sınıfımız” Yazısını Yeniden Okumak, Kıvılcımlı Sempozyumu, Bremen, 2001
  5. Eser Sandıkçı, Kıvılcımlı’nın Kadın Sosyal Sınıfımız adlı Makalesinin Feminist Okuması,https://www.academia.edu//9470719/Kıvılcımlının_Kadın_Sosyal_Sınıfımız_adlı_makalesinin_feminist_okuması

[1] https://elyazmalari.com/2019/05/19/tarih-yapici-kadinlar-osmanlidan-gunumuze-kadin-hareketi/

[2] http://www.praksis.org/wp-content/uploads/2011/07/010-08.pdf

[3] Hikmet Kıvılcımlı, Tarih Devrim Sosyalizm