Yüzüncü Yılda Kürt Sorununda Bilindik “Devlet Aklı” Devam Ediyor

Biten her şey, yeni bir başlangıç getirirmiş. Türkiye  ise Kürt sorununda yeni başlangıçlar yapamıyor, zaten ezberlerine devam ettikçe biten bir şey de yok. 

Cumhuriyetin kuruluşundan bugüne “yüz-yıl” geçse de Kürt sorununda yeni politik “yüz” olan Hakan Fidan şaşmazcasına “yıl”maz ve sabık bir “devlet aklı”nda olduğunu bizlere bir kere daha gösteriyor. Onun da yürüteceği politikalar belli: Kürtleri kır kov, Orta Doğu’da hegemonyanı kur! Hem ekonomik kriz de devlet krizi de çözülür o zaman. Bu doğrultuda Kürtlere reva görülen: operasyon, çatışma, asimilasyon, yok sayma politikaları…

Çözümsüzlüğün adına “yüz-yılmazlık” mı yoksa “yüzyıllık aymazlık” mı demeli ?

AKP-MHP iktidarlı Türkiye’nin iç ve dış politikası nesnelliğinden baktığımızda 2023 yılı, iktidarın Kürt illerindeki özel yönelimlerinde her açıdan bir bilanço çıkarmayı ve yakın tarihi soyutlayıp yeni belirlenimler ortaya koymayı gerekli kılıyor. Somutun diyalektiği; olguları, olayları “soyutlayıp” bilinçte kavramsallaştırarak işliyor.

Lozan Antlaşması ve Kürtler

24 Temmuz 2023, Lozan Antlaşması’nın 100. yılıydı. Seçim sonrası Astana ve NATO zirvelerinde yakalanan ve Türkiye’yi cesaretlendiren adımlar, Ukrayna savaşının yarattığı hegemonik atmosfer ve  “Türkiye Yüzyılı’nda Kürtleri politikadan saf dışı ederek kendi “asrına bedellendirme” motivasyonu; AKP-MHP iktidarının en önemli politik argümanıydı.

Ve nitekim, sınır ötesi operasyon (Pençe-Kilit), Kürt bölgelerine yapılan askeri konuşlanma/fiili askeri bölgeler ve ekonomik kaynakları SİHA’larla bombalamalar  yaz aylarından sonra yeni hamlelerle bugünlerde yoğunlaşarak devam ediyor. Bu arada yeni Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın diplomasi trafiğiyle de bir “Anti-Kürt Paktı” oluşturma çabası yürütülerek kimi zaman askere ön açılıyor, kimi zaman askeri harekatlar taçlandırılıp meşrulaştırılıyor.

Kürt kaynaklarının da vurguladığı gibi 2015 yılında MGK kararlarıyla “açılım”ın barışçıl politikalarından vazgeçilip yeni bir çatışmalı sürece girilmişti. Ve o günden bugüne Türkiye, Orta Doğu’da oluşan hegemonya krizinden doğan boşluğu fırsat bilerek Kürt Bölgeleri’ne sürekli askeri harekatlar (Pençe-Kilit Operasyonları) düzenliyor, fiili askeri bölgeler oluşturuyor. Bölgede Barzani güçleriyle (Irak KDP) iş birliği ile içinde de olunarak hem yerel örgütlülük adımları atılıyorhem de kardeş savaşına (brakujiye) sebep olabilecek politikalar yürütülüyor. 

2007 ve AKP İktidarı

Her ne kadar bugünkü Kürt politikalarının yakın tarihteki izini 2015 MGK-Erdoğan politikalarında sürsek de öncesi var elbette. İşte o tarihe 2007 diyebiliriz.

Yine seçim sonrası. Yine o zamanlar da milletvekili seçimleri yapılmıştı ve AKP’nin “başarısı” yeni bir momenti gösteriyordu. Denilebilir ki 2002’de iktidar olan AKP için 2007’     de artık “muktedir olma”, hegemonya kurma dönemi başlamıştı; içte ve dışta. Tam buradan hareketle, içte “askeri vesayeti” kaldırma adına Ergenekon tutuklamaları, Kürt sorununu “çözme” ve Orta Doğu’da bölgesel güç olma yolunda yeni biçimlerde “askeri” operasyonlar düzenleme hamleleri başlatıldı. Aslında bir anlamıyla 16 yıllık bir politikalar zinciri öyküsü bu. Peki öncesi? Öncesi 1923 cumhuriyetin kuruluş dönemi politikaları, daha da gerilere gidersek Osmanlı’nın “ceberut” devlet geleneği…

Özetlersek, AKP-MHP iktidarı 16 yıldır, Kürt politikacıların ve sosyalistlerin dışında, ana muhalefet partisi CHP de dahil olmak üzere hiçbir siyasi partinin “temel anlayış” olarak karşı çıkmadığı; desteklemek noktasında gerekçe bulmakta da güçlük çekmediği bir “sınır ötesi operasyonlar” süreci doğrultusunda gidiyor.

Irak’ta Suriye’de olduğu kadar “örgütlü” olmayan ama 2007’den bu yana Bağdat hükümeti ve Bölgesel Kürt Yönetimi’nin bilgisi ve “hoşgörüsü” içinde sınırdan 20 kilometre içerde kurulmuş olan; ana üs Bamerni ve ona bağlı Seramiş, Amediya ve Batufa’dadaki askeri “konuşlanmaların yanı sıra Metina ve Avaşin-Basyan bölgelerinde  “Pençe-kilit” harekatlarıyla süreğen  bir askeri varlık, Irak ve Suriye’de geçiciliğin  ötesinde yeni bir askeri-politik statükonun “fiili/de facto” oluşturulma gayreti var olduğu aşikar.

Çatışmalar “Savaş Araçları ve Teorisi” ni de Değiştiriyor

Türkiye onlarca yıldır Kürt illerinde yürüttüğü çatışmalar “sayesinde”  askeri ve politik tecrübe kazanıyor ve sürekli kendini yeniliyor.

Kendine özgü “savaşma araç ve gereçleri” buluyor, mücadele yöntemlerinde değişimlere gidiyor.      (SİHA, dron, kalekol vb.) Bununla da yetinmeyip devam ediyor: görmezlikten gel, barışçıl çözüme yanaşma, “açılım” politikasından uzak dur ve Kürtleri “çökert”.  Bu politikalar da mı yetmiyor? Onları yerlerinden yurtlarından et ve “göçert”. Başka yerlere göçtüler mi? “Bu Kürtler de hızlı çoğalıyor, Batı’ya göçerlerse yine başa bela oluyorlar”. O halde örgütlendikleri partiyi kapat, seçilmiş vekillerini, liderlerini hapse at; onları politikadan uzaklaştırmak için “çürüt”. Din ile itaat ettir, uyuşturucu, fuhuş ve çeteleşme yoluyla  “tüket          

Her şey kaçınılmazca karşıtını yaratıyor.

AKP-MHP iktidarı “askeri çözümde” ısrar ettikçe, KÖH de kendisini yeniliyor. Yeni yöntemlerle karşılık veriyor. Mücadele sürekli daha geniş coğrafyalara yayılıyor, farklı biçimlere bürünüyor.

Sonuç olarak;

AKP-MHP iktidarı Kürt sorununda çatışma, asimislasyon ve inkâr politikalarını sürdürmekte ısrarcı görünüyor.

Demokratik Cumhuriyet’le gelecek olan ise; eşit yurttaşlık hakkı, Kürt dili, yaşamı ve kültürüne anayasal hak ve güvence oluşturulması, Kürtlerin politik iradesini tanıma, gerçek çözüm yoludur.

Kapitalizmin çoklu krizlerin yaşamı yok ettiği bu buhranın güncel politik yoğunlaşma alanları     olan Ukrayna ve Filistin’de ve zamanın ve mekânın eridiği Kürt illerinde, günler, “yüzyıl” kadar uzun; geçen yüzyıllar ise bugün kadar yakın görünüyor özgürlüğe.

Ezilen halkların isteğidir:      “gün” yüzü görmesin “Türkiye Yüzyılı” politikalarınız.