Kapitalist Gerçekçiliğin Sonunun Başlangıcı – Micah Uetricht

Bu yazı, 4 yıl önce Jeremy Corbyn’in henüz seçim yenilgisini yaşamadığı, kendisiyle ilgili iyimserliğin yüksek olduğu bir dönemde yazılmış. Bilindiği gibi Corbyn seçimleri kaybetti, o dönem yükselen sol dalga zayıfladı. Şimdi bambaşka bir atmosferi, yükselişteki faşizmi konuşuyoruz. Bu durum, yazıdaki argümanın tersine “kapitalist geçekliğin kazandığı” anlamını da çıkarabilir belki ama biz bu yazıyı dünya halklarının-işçi sınıfının kapitalizme karşı savaşının sürdüğü, o dönemki sol-halkçı dalga kapitalist gerçekliği kıramamış olsa da kapitalist gerçekliğin de nihai zafer ilanının olmadığını hatırlatmak için yayımlıyoruz.

Mark Fisher iki yıl önce bu ay [13 Ocak 2017-ç.n.] öldü. Onlarca yıldır içinde yaşadığımız kolektif buhranı görmemize yardımcı oldu. Keşke depresyonun nihayet düzelmeye başladığını görebilseydi.

K-Punk’ın yayınlanmış olan ve Mark Fisher’ın hayatı ve çalışmaları üzerine Chicago’da düzenlenen bir panel tartışmasında yapılan sunumdan uyarlanmış bir yazı.

Mark Fisher hayatı boyunca depresyonla mücadele etti. Bu mücadele 13 Ocak 2017’deki intiharıyla sonuçlandı. Fisher’a göre depresyon yalnızca bireysel bir rahatsızlık değildi; ne de yanlış düşüncelere bağlanmış bir beynin veya dengesiz bir veya iki kimyasal maddenin sonucuydu. Yakın zamanda Repeater Books tarafından yayınlanan K-Punk: Mark Fisher’ın Toplu ve Yayınlanmamış Yazıları’ndaki (2004-2016)birkaç makalesinde yazdığı gibi Mark Fisher, depresyonu aynı zamanda toplumsal bir rahatsızlık olarak görmeye başlamıştı. Ve bu toplumsal bize son kırk yılda depresyona girmemize sağlayacak pek çok şey verdi.

Depresyonunu sıklıkla kafasının içindeki “alaycı” bir ses olarak yaşıyordu. Bu ses kesinlikle çok kişiseldi. Ancak Mark bu sesi “gerçek toplumsal güçlerin içselleştirilmiş ifadesi” olarak görmeye başladı. Ve bu güçlerin “depresyon ile politika arasındaki herhangi bir bağlantıyı reddetmekte çıkarları var.”

Bu toplumsal güçler hiç şüphesiz onun en meşhur kavramına bağlıydı: “kapitalist gerçekçilik.” Aynı isimli kitabında kapitalist gerçekçilik, “Kapitalizmin alternatifinin olmadığının yaygın kabulüdür” diye yazmıştı. Bu, neoliberal kapitalizmin coşkulu bir şekilde benimsenmesi değil; bu benimseme, eğer varsa bile, çoktan geçti. Daha ziyade bu, neoliberal kapitalizmin türünün tek örneği olduğu yönündeki kaçınılmaz sonuca karşı yaygın bir teslimiyet duygusudur.

“Neoliberalizm artık bir zombi olarak ortalıkta dolaşıyor” diye yazıyor Mark, “ama zombi filmlerinin meraklıları da çok iyi biliyor ki, bazen bir zombiyi öldürmek, yaşayan bir insanı öldürmekten daha zordur.”

Mark baktığı her yerde neoliberalizme olan teslimiyeti görüyordu. Ve bu kitabı eline alan herkesin göreceği gibi pek çok yere baktı.

Bunu Flo-Rida, Pitbull ve will.i.am’in müziğinde gördü ve haklarında şunları yazdı: “Bu şarkıların keyif almamız yönündeki taleplerini, yalnızca maskeleyebilecekleri, ama asla yok edemeyecekleri bir depresyondan dikkatimizi dağıtmaya yönelik ince girişimler olarak duymamak elde değil. Yirmi birinci yüzyılın zoraki gülümsemesinin arkasında gizli bir hüzün saklanıyor.”

Donald Trump’ın yükselişini ve Brexit’i bu teslimiyete bir tepki olarak gördü: Her ikisi de bir “milliyetçi canlanma fantezisini” temsil ediyordu ve bu fantezi ne kadar saçma olursa olsun, bunun en azından kapitalist gerçekçiliğe bir alternatif olduğunu öne sürüyordu.

Soldaki bu teslimiyeti, anarşist ve anarşistlerden ilham alan eylem ve örgütlenme tarzlarına inatçı bağlılıkta gördü. 2013’teki mali çöküşten bu yana “patlak verdikleri kadar hızlı bir şekilde gerileyen ve sürdürülebilir bir değişim yaratmadan gerçekleşen canlandırıcı militanlık patlamaları” üzerine düşünürken, Sol’un genelinde “anarşist kadercilik” duygusunu gözlemledi. Aktivistlerin devlet iktidarı için mücadele edebilecek ve kitlesel medya anlatılarını dönüştürebilecek taktikleri benimsemeyi reddetmelerinin, farkında olmadan depresif teslimiyetin bir yansıması olduğunu öne sürdü.

“Neo-anarşizm” diye yazmıştı Mark, “kapitalist gerçekçiliğe bir meydan okumadan ziyade onun etkilerinden biridir.”

Ve bu teslimiyeti solcuların birbirleriyle kurdukları iletişimde nasıl gerçekleştiğini gördü ve en ünlü makalelerinden biri olan “Vampirler Şatosu’ndan Çıkmak “ta anlattı. Bu makalede Solcuların özcülük, bireysel çıkar koruma ve marka oluşturma uğruna dayanışmayı, ortak deneyimi ve ortak amacı paylaşmayı nasıl terk ettiklerini, etkili bir hareket inşa etmek yerine çoğu zaman birbirlerine sopayla saldırmak için kimlikleri silah haline getirdiklerini görüyoruz. Trajik bir şekilde bu yaklaşım sol hareketleri felce uğratıyor ve onları baskıya karşı ya da başka herhangi bir şeyle mücadele etme gibi acil bir görevi üstlenemez hale getiriyor.

Bu durumu araştırdığı ve depresyonuna daha da battığı için Mark’ı suçlamıyorum. Her şey kasvetliydi. Ama keşke Mark dayanabilseydi.

Keşke bencil nedenlerle dayanabilseydi: Bu dünyada çok az yazar, yazılarının genişliği, açıklığı ve korkusuzluğuyla bana onun kadar neşe ve hatta şaşkınlık yaşattı. Ama aynı zamanda Mark’ın dayanmasını da isterdim çünkü hayatının çoğunu boğuşarak geçirdiği kapitalist gerçekçilik kâbusu nihayet kırılmaya başlıyor.

Nereye baksak bunu görebiliriz. Jeremy Corbyn‘in İşçi Partisi’nin başında olduğu Birleşik Krallık’ta kapitalist gerçekçilik kırılmaya başlıyor. Mark bunu ölmeden önce gördü: İngiliz yazar Ellie Mae O’Hagan, Los Angeles Review of Books için yazdığı Mark’ı anma yazısında, Mark’ı son gördüğünde onunla Corbyn hakkında tartıştığını belirtiyor. Ellie Mae kötümserdi; Mark ise “canlıydı ve umut doluydu; işte bu, diye düşündü, solun zamanı yaklaşıyor.”

Buna uygun olarak, geçen yıl İşçi Partisi’nin uç kesimlerinin düzenlediği festival The World Transformed’da; Mark’ın öldüğünde üzerinde çalıştığı Asit Komünizmi (taslağı K-Punk’ta yer alıyor) adlı kitaptan esinlenen sol kanat İşçi Partisi aktivist grubu olan Momentum’dan örgütçüler, Corbyn’in sol siyasi projesini Mark’ın çok sevdiği neşeli karşı kültür tarzlarıyla bir araya getiren bir etkinlik düzenledi. Buna “Asit Corbynizm” adını verdiler.

Amerika Birleşik Devletleri’nde, Bernie Sanders’ın çılgın başarılarında ve Amerika Demokratik Sosyalistlerinin patlamasında,  herkes için Ulusal Sağlık Sigortası, herkese ücretsiz üniversite ve zenginlerden vergi alınmasıetrafında kamu bilincinin çok hızlı dönüşümünde de kapitalist gerçekçiliğin kırılmaya başladığını görebiliriz.

Belki de bunu, ABD Temsilciler Meclisi üyesi Alexandria Ocasio-Cortez’in (AOC), eski kapitalist-gerçekçi konuşma konularını öne sürerek onun cesur sol siyasi gündemine karşı çıkmaya cesaret eden her aptala karşı neşeyle ve acımadan kullandığı Twitter hesabından daha iyi bir yerde göremiyoruz.

Ayrıca Mark’ın, AOC’nin üniversitede dans ettiği bir video üzerine muhafazakârların yaşadığı son çıldırmadan çok fazla istifade edeceğini düşünüyorum. Yazılarında farklı bağlamlarda “libidinal” kelimesini kullanmayı seviyordu; muhtemelen onun coşkulu dans ve tweet atma tarzında bol miktarda libidinal enerji bulurdu – aynı zamanda Fox News’un onu sürekli ve takıntılı bir şekilde haberleştirmesinde de belki farklı türde bir enerji bulurdu.

Ve geçen haftaki haberin ilahi adaleti onu cesaretlendirirdi: Sendikaları PATCO’nun Ronald Reagan tarafından çökertilmesinden (Bu, kurumsal sendikaların çökertildiği yeni bir günü simgeliyor ve Mark’ın yenisini yeniden inşa etmemiz için çok önemli olduğuna inandığı eski toplumsal dayanışmaların yok edilişinin habercisi oluyordu.) neredeyse kırk yıl sonra, hava trafik kontrolörleri dünyanın en büyük havalimanlarından birinde uçuşları durdurdu. Uçuş görevlilerinin grev tehdidiyle birlikte Donald Trump’ı hükümetin federal hizmetleriaskıya almasına son vermeye zorladılar. 1981’deki ezici yenilgileri tarihin sonunu müjdeliyor gibi görünen işçiler, tam da dünyayı kurtarmak için kafalarını yeraltından çıkaran, bugüne kadar iyi kazmış yaşlı köstebeklerolduklarını kanıtladılar.

Geçtiğimiz kırk yıla baktığımızda Mark’ın tanımladığı kapitalist gerçekçiliğin kasvetli manzaralarından başka bir şeyi görmemiz imkânsız. Ancak 2019 dünyasına bakıp kapitalist gerçekçiliğin tartışmasız, kendini beğenmiş ve hegemonyasından emin bir şekilde ilerlediğini görmek de imkânsız.

Daha iyi bir dünya kesin değil. Ancak bir şey açık: Kapitalist gerçekçiliğin sonunun başlangıcına tanık oluyoruz.

Mark hepimizin yaşadığı kolektif depresyonu görmemize yardımcı oldu. Keşke depresyonun nihayet dünyadan kalktığını görecek kadar uzun süre dayanabilseydi. Belki de kendisinden kalkmasına da yardımcı olabilirdi.

(Bu yazı İngilizceden Türkçeye Caner Malatya tarafından çevrilmiştir. Yazının orijinaline buradan erişebilirsiniz:https://jacobin.com/2019/01/capitalist-realism-mark-fisher-k-punk-depression )