Şimdi Gramsci Zamanı! – Kolektif*

Dünyanın gidişatından kaygı duyan, umutsuzluğa kapılmadan bu durumu kökten değiştirmek üzere devrim yapmak isteyenlerin, pedagoji meselesine daha çok eğilmesi gerek diye düşünüp bir eleştirel pedagoji okuma grubu başlattık. İlk kitap olarak Lombardi’nin kaleme aldığı “Gramsci’nin Marksist Pedagojisi” kitabını** okuduk ve tartıştık. Kitaptan bize kalan, tartışmayla filizlenen kavramlar ve yaklaşımları Elyazmaları aracılığıyla yoldaşlarımıza aktarmak istedik. 

Kitabı yazan Franco Lombardi, İtalyan bir filozoftur. Roma Üniversitesi’nde felsefe tarihi ve ahlak profesörü olarak görev almıştır. Kitabında konu aldığı Antonio Gramsci de İtalyan, Marksist-Leninist bir devrimci ve düşün insanıdır. 

Gramsci, 1913’te İtalya Sosyalist Partisi’ne katılır. 1914’te sosyalist gazetelerde yazılar yazar. 1924’te İtalyan Komünist Partisi’nin öncüsü olur. 1926’da Faşist Mussolini’nin yaşamına kastedilen saldırı gerekçe gösterilerek tutuklanır. Hapiste olduğu süre boyunca 30 defter ve toplam 3000 sayfa tarih ve analiz yazısı yazar. Bu yazılar “Hapishane Defterleri” olarak kitaplaştırılır.

Gramsci uzun yıllarını geçirdiği hapishanede, kültür-hegemonya zemininde, eğitim ve pedagoji üzerine de sıklıkla metinler yazdı. Bunların bir kısmı hapishane sansürünü aşmak için örtük olarak kaleme alındı. Rahat koşullarda yazılamadığı için bazı konular derinlikli ve bütünlüklü şekilde incelenememiş durumda. Pedagojiye dair düşüncelerini çeşitli yazılarının içinde yer alan bölümlerden birleştiriyoruz. Dolayısıyla ortaya koyabildiği bütünlüklü bir pedagojik kuram yok. Ancak pedagojiye ve daha da önemlisi devrimci mücadelenin pedagojisine dair önemli yaklaşımları ve kavramları var. Bunları incelemek, ayıklamak ve bugüne ışık tutabilecek hâle getirmek ciddi ve gerekli bir iş. Lombardi bu kitabında Gramsci’nin pedagojik yaklaşımlarını bizler için incelikle damıtmış.

Devrimci mücadelenin bir pedagojiye ihtiyacı olduğunun ve Marx’ın Feuerbach’a üzerine 3. tezinden bugüne taşınan “eğitimcilerin eğitilmesi” ilkesinin altını çizen bir Marksist perspektifi canlı tutması açısından Antonio Gramsci’nin pedagojik olarak incelenmesi bugün hâlâ önemli görünüyor. 

Farklı Gramsciler

Marksist literatüre hegemonya, sivil toplum, altyapı-üstyapı ilişkileri, toplumda aydınların işlevi gibi kavramlar üzerine katkılar sunan Gramsci’nin ortaya koyduğu yaklaşım, bugün sol-sosyalist fikir dünyasında çok çeşitli ve hatta bazı noktalarda birbiriyle zıt konumda olan gruplar tarafından temel alınıyor. Özellikle kültür-hegemonya eksenindeki akıl yürütmeleriyle bugünün kültür üreticilerine ışık tutmaya, kavram taşımaya devam ediyor. 

Öte yandan Gramsci’nin sol-liberaller tarafından sanki bir Marksist-Leninist değilmişçesine rahat refere edilmesinin herhâlde temel sebebi daha çok üstyapı üzerine kafa yorması. Öyle ki hegemonya kuramı sınıf savaşının bittiğini, devam edenin artık yalnızca kültür savaşı olduğunu savlayanlar için zemin olabiliyor. Oysa Gramsci hegemonya mücadelesini Leninist iktidar mücadelesini yükseltmek ve kitleselleştirmek için ortaya koymuştu. Onun karşı-hegemonya ile ifade etmek istediği şey, işçi sınıfının diğer sınıf ve tabakaların üzerindeki hegemonyasıydı. 

Altyapı-Üstyapı

Gramsci’yi anlamak için Marksizm’in önemli yaklaşımlarından olan altyapı-üstyapı kavramlaştırmasını bilmek gerekir. Bu özetle şöyledir: Altyapıdaki iktisadi ilişkiler, üstyapıdaki (Eğitim, din, hukuk, kültür, sanat, medya…) durumu belirler. Bunun yanı sıra üstyapıdaki çatışmalar, çelişkiler, değişiklikler de alt yapıyı etkiler. Bu ikisinin dozaj farkına dair Marksistler çeşitli tartışmalar yapmışlardır, fakat ortak nokta, altyapıdan kopuk bir üstyapı mücadelesinin başarıya ulaşma ihtimalinin olmadığıdır. Sonuçta er ya da geç asıl olarak hedeflenmesi gereken altyapının, yani üretim ilişkilerinin değişmesidir. 

Altyapı üretim ilişkilerini, yani üretim aracı sahiplerinin, bu ilişkilere tabi olanlarla çatışma zeminini ifade eder. Üstyapı ise bunun somut, toplumsal görüngüleridir. Üstyapı alanları, altyapı ile sıkı sıkıya bağlıdır ve büyük ölçüde altyapıdaki hakim ilişkilerin yansımasıdır. Fakat üstyapı bununla sınırlı kalmaz, aynı zamanda altyapıdaki tahakkümün karşı tarafında yer alanların direnişini, hatta bazen kazanımlarını da içerir. Yani üstyapıda da mücadele mümkündür. Asıl dönüşümün altyapıda olması gerektiğini açıkça tespit eden Gramsci, üstyapıdaki mücadeleye verdiği önemi şöyle özetler: “Toplumsal bir devrim ya da dönüşümde kültür sorunlarını ikinci plana atmak, artık olanaklı değildir.’’ İşte Gramsci’den günümüze kalan en önemli yaklaşımlardan biri de budur. Şimdi hâlâ Gramsci zamanıdır.

Hegemonya – Karşı Hegemonya

Gramsci’ye göre bir sınıf politik egemenliğe ulaşmadan önce -üstyapıda- hegemonyasını kurabilir ve hatta kurmalıdır da. Mevcut düzenin hegemonyasına karşı Gramsci çaresizliği ya da sorunları tespit etmekle yetinmeyi değil, karşı-hegemonyanın kurulması için çaba gösterilmesini önerir. İşte bu sebeple üstyapıda tanımlamalara gitmeye çalışır. Bunun için özellikle de kültür alanına eğilmiştir. 

‘’Kültür, üst bilincin edinimidir.’’

“İnsanın salt doldurulacak, dış dünyanın çeşitli uyarıcılarına karşı tepki verebilmek için beyninde, sözlük sütunları gibi sıralayacağı ampirik veriler, ham ve birbirinden kopuk olgular yüklenecek bir kap olarak görüldüğü kültür kavrayışına bir son vermek gerektiğini ifade eder. Kültür bundan çok farklı bir şeydir. İnsanın örgütlenişi, içsel benliğinin disiplini, kişiliğine sahip oluşu, kendi tarihsel değerini, yaşamdaki işlevini, kendi görevlerini kavrayabileceği bir üst bilincin edinimidir.” Gramsci, bilinçlenmeyi sadece bir sonuç değil aynı zamanda bir sebep olarak konumlandırır.

Bilinçlenme bir derinleşme çabasıdır. Ve bu çaba, siyasal olarak özgür olacağımız bir yarına ertelenemez. Eylem elbette değerlidir ve çoğu zaman eylemi uyaran bilinçtir. Başka türlüsü de mümkün değildir. Zaten sosyalizm de yalnızca siyasal ve iktisadi değil, aynı zamanda kültürel faaliyet aracılığıyla entelektüel ve gönüllü örgütlenme olarak tanımlanır Gramsci’de.

‘’İşçi sınıfı kültürel anlamda hazırlanmalı’’

Gramsci için bilinçlenme işçi sınıfının iktidarının önden başlayan ve bitmeyecek bir çabasıdır. Lombardi de şöyle yorumluyor: “…Doğal olarak tüm bunların bir hedefi vardır ya da daha doğru bir deyişle bir hedefle bütünleşirler: İşçi sınıfını yönetime taşımak ve ardından da devrimle yönetici sınıf haline getirmek amaçlanır.”

Gramsci’nin sosyalizm tanımı da bu bilinç ekseninde yeniden tanımlanır. Şöyle söyler Gramsci: “Sosyalizm, kapitalist uygarlığın eleştirisinde proletaryaya insanlık bilinci kazandırmaktan başka bir şey önermemektedir. İşçi sınıfı hazırlanmalı, toplumsal yönetim için kendini yetiştirmeli, bilinçlenmelidir.”

Bu bilinçlenmenin salt bir entelektüel faaliyet yardımıyla oluşamayacağını, özgürleştirici eylem ve beraberindeki düşünsel faaliyetin bütünlüğüyle, yeni bir bilinçli eylem yolunun açılacağını anlatan Gramsci, bu dönüştürücü pratiği ifade etmek için praksis kavramını kullanır. 

Praksis 

Praksis kavramının ve felsefesinin kaynakları eskilere uzatılabilir. Ancak bizim anladığımız anlamda teori ve pratiğin sürekli olarak birbirini etkileme hâlini devinimsel olarak tarif eden bu felsefe Hegel ve ardından da Marx ile karşımıza çıkmıştır. Gramsci’nin praksis felsefesi de bunun bir devamıdır. Lombardi’nin ifadesiyle, Gramsci’de praksis bir edim, saf hâldeki bir faaliyet (pratik) değil, değerlendirme ve karardan önce gelip bunlara eşlik eden bir eylemdir. 

Bahsi geçen bilinçlenmenin ve praksisin ihtiyacını daha erken hisseden bir topluluktan bahseder Gramsci. Bu ihtiyacı önden duyumsayan ve çözümüne dair daha fazla kafa yormaya uygun koşulları olan bu topluluk, aydınlardır (organik entelektüel).

Aydın: Belli konularda birikim oluşturmuş yoldaş

Halk katmanlarının yükselişi aşamalarla gerçekleşir, bunların ilki işçi sınıfı içinde bir elitin oluşmasıdır. Aydın, bilinç düzeyinin garanti altına alınması, diğer çelişkilerle bağlanması ve bu çelişkilerin çözümündeki örgütlenme formülüne dair birikimli olan kişidir. Fakat her şeyi öğrenmiş, bitirmiş bir öğretmen değil, belli konularda birikim oluşturmuş bir yoldaştır. 

Aydın, soyut araştırma faaliyetinde boğulmamalı ve kendisini halkın yaşadığı gerçekliklerden boşaltılmış “kendinde sorun”un çözümüne hapsetmemelidir. Halkın “hissetmesi”nin, “anlama” ve “kavrama”ya daha üstün organik bir formüle ulaşmak için aydın, halkın dayattığı gerçek ve fiili problemlerle karşı karşıya gelmelidir ki bilmekten daha fazlasını yapsın.

Aydının entelektüel devinimini garanti altına almak için Gramsci’nin ortaya koyduğu yaklaşımı, Marx’ın Feuerbach’a üzerine 3. tezine yaslayarak biraz daha açıyor Lombardi: “Her şeyden önce her eğitimci, bu eğitimcilik sıfatını tam anlamıyla hak etmiş değildir. Gerçek eğitimci, kolektif eleştirel bilinci temsil edebilen ve eğitim-öğretim ilişkisini somut olarak çözümlemek amacıyla, çevre ve eğitilecek özne arasındaki geçiş noktasını tespit edebilecek kişidir.”

“İnsan eylemlerinin sürecidir.”

Gramsci eğitim üzerine konuşmayı insana dair, daha doğrusu geleceğin insanına dair konuşmak bildiği için “İnsan nedir?” sorusuna dair de akıl yürütüyor. Bu soru, aslında mevcut durumun kavranması ve potansiyellerin, hedeflerin açığa çıkarılması açısından önemli. Yeni bir dünya kurmak isteyenler, yeni bir insan yaratacak anlamına gelir. Dolayısıyla dönüştürülecek insanı ve dahası bugünkü insanı iyi anlamak ve tanımlamak gerekir. 

Lombardi, Gramsci’nin görüşlerini şöyle özetler: “İnsan nedir sorusunun bir cevabı yoktur. İnsanın kendinde yine aynı insan vardır. İnsan bir süreçtir. İnsan, eylemlerinin sürecidir. İnsan doğası, toplumsal ilişkilerin diyalektiği yoluyla yavaş yavaş kendini belirleyecek olan bir oluşumdur.” Dolayısıyla, insanı ancak başka kişilerle ve edimlerle kurduğu sinapslarıyla tanımlayabiliriz demiş oluyor Gramsci, insanın doğası diye bir şey yoktur. İnsan doğası tarihtir.

Disiplin ve Zorlama

Gramsci insanın eğitme-eğitilme sürecine dair bazı kavramları öne çıkarır. Buradaki kavramlar bugünün eğitimcileri açısından riskli görülecektir. Ancak içeriği tam olarak anlaşılırsa buradan alınacak önemli bir kavram seti var. 

Gramsci kendiliğinden olan şeylerin varlığını ve etkisini kabul eder ve potansiyel yaratma anlamında önemini teslim eder ancak kendiliğindencilik ile savaşır. Bunun yerine disiplin ve zorlama kavramlarını öne çıkarır. 

Lombardi şöyle aktarıyor: 

“Eğitimde kendiliğindenlik yerine bir disiplin ve zorlama olmalıdır. Gramsci, kendiliğinden süreç hipotezini reddeder; ona göre kendiliğindenlik mekanikliğin eşanlamlısıdır. Kendiliğindenlik her zaman bir erdem, bir değer değildir; ancak disiplin ve toplumsal entegrasyon yoluyla geçerlilik kazanabilir. Bu, boşu boşuna ve tehlikeli bir biçimde farklı alanlara dağılmadan bireyleri tarihsel sürece bilinçli olarak angaje etmek için onların üzerinde etki yaratan, yaratması gereken bir çeşit zorlamadır.”

“Baskının eğitsel olabilmesi için salt bir zorlama olmaktan çıkması ve iki zıt terim, özgürlük ve zorlama arasında bir uzlaşma sağlaması gerekmektedir. Bencil-tutkun bir andan etik-siyasal bir ana geçişin tamamlandığı, yapının dışsal güçten özgürlük aracılığıyla zorunluluğun ifadesi olan nesnelden, özgürlüğün ifadesi olan öznele geçişi belirleyerek dönüştüğü ‘katartik’ bir eylem biçimidir.”

Şöyle özetler Gramsci: “Özgürleşme ilkesi kendi başına bir soyutlama ve yanılsamadan ibarettir. Özgürlük kavramı sorumluluktan soyutlanamaz. Kendiliğindenlik özgünlük değil, tutarsızlık meydana getirir. Gerçek özgünlük zordur çünkü bir özgürlük savaşımı gerektirir. Kendiliğindenliğin disipline edilip toplumsallaştırılması gerekir.”

Zorlamanın aynı zamanda aşma ile güçlü bir ilişkisi vardır. Verili toplumsal durumun içerisinde başka bir toplumsal düzeni hedefleyen eylemimiz ve ona eşlik eden bilinç dönüşümünün toplamı “aşma” diye özetlenebilir. Bu dönüşüm içerisinde bireyin ve topluluğun rolü, bunların karşıtlığı ve birliğine dair de yazılar yazmıştır. Gramsci, bireyin tarihteki merkezi rolünü kabul eder ve ekler: “Savaşılacak bireycilik başlı başına birey değil, fakat sadece bugün anakronik ve tarih-dışı olan bireyciliğin birtakım görünüşleridir.’’ şeklinde bireyin bir özne olarak varlığına değil, bireyciliğin özel bir biçimine saldırılması gerektiğini ifade eder. 

Fakat Gramsci’de bütün bu çabalar kişinin tek başına başarıyla sonuçlandıramayacağı kadar kolektivite zorunlu edimlerdir. O sebeptendir ki topluluk temelli çalışmalarda bu pedagojik fikirler pratiğe dökülmeye çalışılmıştır. Gramsci’nin pedagojisinin pratiğini anlamak için de 20. yy. başında İtalya’da gerçekleşen Fabrika Konseylerini incelemek gerekir. 

Pedagojik Bir Sınıf Kurumu Olarak Fabrika Konseyleri 

Bu yolda 1906’da kurulan iç komisyonlar, işçi örgütlenmesi paralelinde etkin kılınacak ve uzun vadede burjuva demokrasisinin yerini alabilecek, işçi demokrasisine dayalı altyapıyı taşıyacaktı. Böylelikle Fabrika Konseyleri, sosyalist devrimin kurulmasına “işlevselliğe potansiyel olarak sahip sınıf kurumları” olacaktı. Gramsci açısından fabrikalar bazında oluşturulacak öz-yönetim yapılanmaları, İtalya’da yaşanması olası bir devrim üzerinde büyük etkiye sahip olacaktı.

Fabrika Konseyleri kapitalistlerle tartışmak, pazarlığa girişmek için değil, onların yerine geçmeye yönelik bir program belirleyeceklerdi. Bu sendikal mücadele ile ayrışan bir taraftı. Ayrıca ilk etapta amaç, proletarya diktatörlüğü öngören kişilerin yani komünistlerin çoğunluğu oluşturmaları da değildi. Sonuçta proleter fikirlerin baskın çıkması şüphesiz isteniyordu ama ana talep, önce işçilerin ardından da köylülerin ortak sınıfsal çıkarlarının bilincine varmaları, kendi gruplarının erdemini hissetmeleri ve oluşturulacak hegemonya öncesi bilinçlenmeleriydi. 

Gramsci, devrimci mücadelemizde ve bu mücadeleye paralel giden kültür, eğitim gibi çalışmalarımızda izleyeceğimiz yol, yönteme ve cebimizde taşıyacağımız kavramlara dair ön açıcı bir girişi bize, bugüne sunmuş oluyor. Top bizde!

* Bu yazı, TÖP tarafından organize edilen Marksist Pedagoji Okuma-Tartışma Grubu’nun ortak üretimidir. 

** Franco Lombardi, Antonio Gramsci’nin Marksist Pedagojisi, Çev: Sibel Özbudun, Ütopya Yayınevi, 2000