Kapitalizmin İhtiyacı: Savaş ve Şiddet – Kolektif*

“Rosa Luxemburg, sermayenin ilkel birikim yöntemlerinin sürekli olduğunu net bir şekilde ifade etmekte, kapitalist sermaye birikiminde kuvvet kullanmanın zorunlu olduğunu vurgulamaktadır. Çünkü ‘şiddet yöntemi, kapitalizm ile doğal ekonomik örgütlenmeler arasındaki anlaşmazlığın doğrudan sonucudur’ ve kuvvet kullanma yöntemi, en kârlı, en hızlı sonuç getiren, dolayısıyla sermaye için en uygun yöntemdir.’ Elbette bu yöntemin zorunlu sonucu ‘artan militarizm’ dir.”  

Toplumsal Özgürlük Partisi İzmir il örgütü olarak Zamanımız ve Biz söyleşilerine depremle verdiğimiz aradan sonra devam ediyoruz. Yeni dönem söyleşilerinin ilkini Kapitalizmin Hareket Yasaları ve İlkel Birikim başlığıyla yaptık. Kapitalizmin kendini ebedî, yıkılamaz, değişemez bir yapı olarak gösterme gayretindeki temel dinamiklerini hep beraber hatırlamak, devrim fikrinin canlı tutulması gerekliliğine dair motivasyonlar sunuyor. 

Kapitalizm öncesinde mal ile başlayan üretim tarzı, kapitalizmde yerini paraya (sermayeye) bırakmıştır. Basit ekonomilerde, malın satılmasından kazanılan parayla başka bir mal satın alınır. Bu iki mal birbirine eş değerdir. Ancak kapitalizmde öncelikle paraya (sermayeye) ihtiyaç vardır.  Parayla satın alınan mal (meta), emek gücü ve üretim araçlarıyla yeni bir mala (metaya) dönüşür ve daha fazla bir değere sahip olur. Bu değeri yaratan şey kuşkusuz yeni bir meta oluşturmak için verilen emektir. Artı-değerin kökeni burada temellenmektedir.  

Artı-değer, kabaca patronun işçiye emeğinin değerini vermediği kısımdır. İşçi, diyelim ki 12 saatlik çalışma gününde verdiği emeğin sadece bir bölümünün (diyelim ki 6 saat) karşılığını alır, geri kalan patrona kalır. Yani patronun işçiden artırarak gasp ettiği, ödenmemiş emektir. İşçi, geri kalan 6 saati patron için çalışır. Buna artı-değer denir. Patron artı-değeri arttırmak için çalışma saatlerini uzatmaya ve böylece daha fazla artı-değer elde etmeye çalışır ki işte bu da işçi-sermaye mücadelesinde sürekli kendini gösterir. Ancak yasal olarak haftalık 45 saatle sınırlı çalışma süresi olmasına rağmen 72 saat çalışan çok fazla işçi olduğunu biliyoruz. Elde edilen kazanımlarla çıkarılan yasalarla günlük çalışma süresi çok fazla uzatılamadığı için patron, emek verimliliğini arttırmaya yönelir. Sermaye sınıfı, teknolojik gelişmeleri destekleyerek ve işçileri eğiterek bir malın daha kısa sürede üretilmesini sağlar. Daha kısa sürede üretmeye başlayan işçinin sömürülme oranı artar. Örneğin bir işçi 6 saat içindemaaşını alabilmek için yaptığı üretimi ne kadar kısa sürede yapmaya başlarsa, çalışma saatlerinin devamında tamamen patron için çalışmış olur. Ödenmemiş emek miktarı ve sömürü oranı işte tam burada artmaya başlar. Bir firmanın kârı, artı-değerin (üretim sürecinde üretilen artı-değerin) sermayeye oranıdır. Yani üretimde kullanılan sermayeyle ne kadar artı-değer üretebilirim sorusunun cevabı bizi kâra götürür.  

“Sermayenin önündeki en büyük engel, sermayenin kendisidir.” 

 Karl Marx 

Uzun vadede sermaye yatırımlarında kâr, düşme eğilimi taşır. Kapitalizmin temel/yapısal krizi de buradan doğar. Hem emek verimliliğini artırmak için teknolojik yatırımlar yapmak hem de kârını yükseltmek zorundadır. İşte tam burada, kapitalizmin yapısal krizi devreye girer, çünkü değerin kaynağı emektir. İşçiyi işten çıkarmak da uzun vadede soruna çözüm olmaz. Çünkü patron, ürettirdiğini işçiye de satmak zorundadır; ancak işten çıkan işçinin parası olmadığı için bir şey satın alamaz.  

Toplumsal geçim araçları patronlar için sermayeye dönüştürülür. 

Kapitalist sistemin kuruluşu,üreticinin üretim ve geçim araçlarının doğrudan elinden alınmasıyla gerçekleşir. Sistem iyice kendini dayatmaya başladığı zamanlardan itibaren ilkel (ilksel) birikim sürekli olarak devam eder. Bugün HES’lerin kurulduğu yerlere, Akbelen’e baktığımızda doğal kaynaklardan faydalanan tüm yöre halkı bunlardan mahrum bırakılmaktadır. Ormanlar, sular, zeytinlikler köylüden yeni yasalarla, hatta gerektiğinde zorla alınır ve böylece toplumsal geçim araçları patronlar için sermayeye dönüştürülür. Köylüden koparılan bu üretim araçlarının sermayeye dönüşmesi kilit bir önem taşımaktadır. Yanı sıra orada yaşayan üreticilerin (köylülerin) de proleterleşmesi gerekir, özellikle gençlerin şehre göçüp ücretli emekçi olmasına yol açar. Dolayısıyla Marx’ın da belirttiği üzere sürekli işçileştirme, kapitalist sistemin vazgeçilmez koşuludur. 80’ler ve 90’lar Türkiye’siyle önceki dönemleri karşılaştırdığımızda işçileşme oranları arasında ciddi bir fark görürüz. 90’lardaki hızlı özelleştirme hamleleriyle beraber köyden kente göçü ve hızlı bir işçileşmeyi fark ediyoruz. 

Şiddet uygulamak, sermayenin en kârlı ve hızlı yöntemidir. 

Rosa Luxemburg, Marx’ın kapalı devre sistem kapitalizm tarifine şöyle bir ek yapar: “Kapitalizm, yaşayabilmek için kapitalizm dışı alanlara ihtiyaç duyar.” Örneğin işgal etme, savaş, sömürge… Kapitalizm meta değişiminin kendiliğinden yerleşmesini beklemez, kendine yeni alanlar açar. Yani kapitalizm beklemek yerine şiddet uygular. Bu yolla hammaddeye ucuz yolla ulaşılır. Sömürgecilik de gücünü buradan alır. Şiddet uygulamak, sermayenin en kârlı ve hızlı yöntemidir. Dolayısıyla militarizm sürekli ivme kazanır. Diğer ilkel birikim araçlarından bazıları da vergi, dış borçlar, özelleştirmedir. Türkiye halklarının yıllar içerisinde işçileştirilmesi arttıkça yaşanan doğa kıyımlarının, savaşa yapılan yatırımların, dış borçların, adaletsiz vergilerin, devlet-sermaye ortaklığının artması da elbette tesadüf değil.  

Kapitalizmin hareket yasaları bugün hem yerel hem de küresel ölçekte yaşanan krizlerin ve savaşların nedenini anlamaya parlak bir ışık tutuyor. Ekonomik krizin derinleştiği, savaşların birbiri ardına patladığı, göçün hız kazandığı bu dönemde biz devrimcilere Marx’ın yaktığı bu ışığı yaymak düşüyor. 

 

* Bu yazı, 12 Ekim 2023 günü Toplumsal Özgürlük Partisi İzmir il örgütünde düzenlenen Zamanımız ve Biz söyleşilerinin Sermayenin Hareket Yasaları ve İlkel Birikim başlıklı ilk sunumundan özet çıkarılarak kolektif olarak hazırlanmıştır.