Güney Çin Denizi’nin Kaynak Savaşları: Mesele Sadece Fosil Yakıtlarla İlgili Değil – Joshua Frank

Burası çatışmanın ve ekolojik yıkımın okyanusu. 1,3 milyon mil karelik devasa boyutuna rağmen Güney Çin Denizi, zengin doğal kaynaklarına yönelik bölgesel mücadelelerin bir gün savaşa ve ekolojik çöküşe yol açabileceği, Doğu ile Batı arasındaki jeopolitik gerilimlerin bir mikrokozmosu haline geldi.

Bölgede Çin ile ABD arasında yıkıcı bir askeri çatışma tehdidi hâlâ ortadayken, Güney Çin Denizi hâlihazırda onarılamaz bir hasara maruz kaldı. Örneğin onlarca yıldır süren aşırı avlanma, bir zamanlar bu denizin diyarı olduğu balıklar üzerinde feci bir etki yarattı. Ton balığı, uskumru ve köpekbalığı popülasyonları 1960’lardaki seviyelerin yüzde 50’sine düştü. Çin ordusunun bu denizdeki 14 küçük ada ve 113 resiften oluşan tartışmalı Spratly Adaları üzerinde hak iddia etmesi ve bu adalarda inşaat yapması nedeniyle, yükselen okyanus sıcaklıklarına karşı hayatta kalma mücadelesi veren ve biyolojik açıdan kritik öneme sahip mercan kayalığı atolleri, kumların ve alüvyonların altına gömülüyor. Tayvan, Filipinler, Malezya ve Vietnam da aynı adaların çoğu üzerinde hak iddia etmekte.

Güney Çin Denizi’nde petrol ve gaz yataklarının bol olması belki de kimseyi şaşırtmamalı. ABD hükümeti, 11 milyar varil petrol ve 190 trilyon fit küp doğalgazın denizin tabanından çıkarılmaya hazır olduğunu tahmin ediyor. Bazılarına göre bu tür fosil yakıt rezervleri, bölgeyi giderek daha fazla saran çalkantıyı körüklemeye katkıda – evet, nasıl olur da biri bu kelimeyi kullanmaz? – bulunuyor.

Bu yıl Washington merkezli Asya Denizcilik Şeffaflığı Girişimi, birçok ülkenin ihtilaflı sularda yeni petrol ve gaz geliştirme projeleri peşinde olduğunu bildirdi; örgüt, bunun “anlaşmazlıklarda bir patlama noktası” haline gelebileceğini belirtiyor. 2018 ile 2021 yılları arasında Çin, Vietnam ve diğer Güneydoğu Asya ülkeleri arasında buradaki sondaj operasyonları konusunda çok sayıda anlaşmazlık yaşandı ve ileride çok daha ciddi çatışmaların olacağına dair korkular artıyor.

ABD elbette saldırgan ada ıslah projelerinin uluslararası hukuku ihlal ettiğini ve “zaten gergin ve tartışmalı olan bir bölgenin askerileştirdiğini” iddia ederek bütün bunların suçunu Çin’e yüklüyor.. Ancak ABD, Avustralya-Birleşik Krallık-Amerika Birleşik Devletleri (AUKUS) güvenlik anlaşmasının bir parçası olarak Avustralya’ya nükleer enerjili denizaltılar sağlamayı kabul etmekle bölgedeki gerilimi artırmada da önemli bir rol oynuyor. Hiç şüphe yok ki amaç, Çin’in faaliyetlerini Batı’nın askeri gücü tehdidiyle sınırlamaktır. Derek Grossman, Amerikan savunma politikasının “paramiliter akademisi” olan Rand Corporation raporunda şöyle yazıyor: “Sonraki adımlar, stratejik bombardıman uçakları gibi ABD’nin nükleer kapasiteli platformlarının Avustralya’da kurulmasının yanı sıra hipersonik füzeler, siber operasyonlar ve kuantum hesaplama konusunda işbirliğini içerebilir.” (Ve aslında ABD’nin ilk nükleer kapasiteli B-52’lerini yakında bu ülkeye konuşlandırmaya hazırlandığı çok açık.)

25 Ağustos’ta ABD Deniz Piyadeleri, Avustralya ve (Washington’un Çin’e mümkün olduğu kadar yakın üslerini tutmaya hazırlandığı )Filipinler ile ortaklaşa, düşman güçler tarafından ele geçirildiği farz edilen bir “adayı” geri alma tatbikatı yaptı. Bu tatbikatta 1760 Avustralyalı ve Filipinli asker ile 120 ABD Deniz Piyadesi, Filipinler’in Batı Palawan eyaletinde bulunan ve aslında Güney Çin Denizi’ne bakan küçük bir kasaba olan Rizal’de sahil çıkarmaları ve hava saldırısı manevraları gerçekleştirdi.

Avustralya Savunma Bakanı Richard Marles ortak askeri tatbikatlara ilişkin şunları söyledi: “Potansiyel bir düşman kıyılarımıza ayak basmadan önce Avustralya’ya çok büyük zararlar verebilir ve Güneydoğu Asya’da kurallara dayalı düzeni sürdürmek, Güneydoğu Asya’nın kolektif güvenliğini sürdürmek, ülkemizin ulusal güvenliğini korumak için temel önemdedir.”

AUKUS’un kendisi gibi, bu savaş oyunları da bir mesaj göndermeyi amaçlıyordu: Çin, dikkat et. Güney Çin Denizi’nin kaynakları alınabilecek durumda değil.

Ancak burada dikkate alınması gereken bir soru var: Bütün bu uluslararası kavgalar sadece fosil yakıtlarla mı ilgili? Bölgedeki ticaret yolları da Çin ekonomisi için hayati önem taşıyor; balıkçılık, rapor edilmiş küresel yabani balık avının yüzde 15’ini oluşturuyor. Ancak ne küresel mal akışı için gerekli bir şekilde iyi kullanılan nakliye rotaları ne de bu balıkçılık alanları, bölge üzerinde giderek artan tartışmaları tam olarak açıklıyor. Onlarca yıldır bu denizdeki yabani balıkçılığın yapılmasını sağlayan Çin, halihazırda ülkenin yerli balık üretiminin yüzde 72’sini oluşturan balık yetiştiriciliğinde küresel bir lider haline geliyor. Fosil yakıtların belirgin bir raf ömrüne sahip olduğu da doğruluğu giderek artan bir gerçek. Peki, küresel süper güçlerin ekonomik geleceği açısından tartışmasız daha önemli olan başka bir dizi doğal kaynağın, Güney Çin Denizi’ndeki kaynaklara kimin sahip olduğu konusunda büyüyen bölgesel öfkeyi artırması mümkün mü?

Derin Mavi Denizde Madencilik

Buna, Çin’in liderlik ettiği, dibe doğru bir yarış diyebilirsiniz. Aralık 2022’de Çin, 2024 yılına kadar faaliyete geçmesi planlanan savaş kruvazörü büyüklüğünde bir derin deniz madenciliği (DSM) gemisi olan Okyanus Sondaj Gemisini tanıttı. Ancak gemi, silahlar yerine 32.000 feet derinliğe kadar sondaj yapabilen gelişmiş kazı ekipmanlarıyla donatıldı. Karada Çinliler, kobalt, bakır ve lityum da dahil olmak üzere “yeşil” enerji gelişimi için hayati önem taşıyan metaller üzerinde halihazırda sanal bir tekele sahip. Şu anda Çinliler, bu tür “yeşil” metallerin dünya arzının yüzde 60’ını kontrol ediyor ve şimdi okyanus tabanının altında bulunan bol miktardaki kaynakları da gözetliyorlar. Bazı tahminlere göre, dünyanın deniz dibi, kuru toprağın altındakilerden bin kat daha fazla nadir toprak elementi içeriyor olabilir.

Elektrik bataryaları ve diğer teknolojiler için mineral arayarak okyanusun derinliklerini yok etmenin, iklim değişikliğiyle mücadelede sürdürülebilir bir yol sunabileceğine inanmak zor. Sonuçta bu süreçte, bu tür deniz altı madenciliğinin biyolojik çeşitliliğin yok edilmesi de dâhil olmak üzere yıkıcı bir etkisi olması muhtemel. Şu anda, derin deniz madenciliği çevresel etki değerlendirmesinden muaf olduğundan, bu tür operasyonların ne tür bir hasara yol açacağını ölçmek mümkün değil. (Daha yeşil, daha sürdürülebilir bir gelecek yaratmak için ne kadar önemli olacaklarını tartışanlar için ne kadar da uygun.)

Mart 2023’te onaylanan BM Açık Denizler Anlaşması, Çin’in deniz dibinden kaynak toplamaya ilişkin olası bir moratoryum tartışmasını engellemesinin ardından bu tür uygulamaları düzenleyen çevre kurallarını içermede başarısız oldu. 2022 yılı itibariyle Çin, BM’nin Uluslararası Deniz Dibi Otoritesi (ISA) tarafından düzenlenen ve Çinlilerin okyanus tabanında testler yapmasına ve içerik örnekleri almasına olanak tanıyan beş araştırma sözleşmesine sahip. BM organı bu tür sözleşmeleri tasnif edebilse de ne sektörü ne de bunu yapacak personeli düzenleme yetkisine sahip. Bu durum bilim insanlarının, kontrolsüz derin deniz madenciliğinin, deniz canlılarının öldürülmesi ve hassas yaşam alanlarının yok edilmesi de dâhil olmak üzere onarılamaz hasarlara neden olabileceğinden endişe etmesine neden oldu.

Avustralya merkezli Save Our Seas Vakfı’nın bilimsel danışmanı Dr. Andrew Chin, “Derin okyanusu anlama konusunda henüz yolun başındayız” dedi.

“Bilim, derin denizlerin yararsız bir boşluk olmadığını, harika ve benzersiz yaşam formlarıyla dolu olduğunu yeni yeni anlamaya başlıyor. Derin deniz ekosistemleri, türlerin hareketi, enerji akışları ve akıntılar yoluyla orta ve yüzey sularıyla birbirine bağlı bir alan oluşturur. Nodül madenciliği yalnızca bu türlerin yok olmasına ve binlerce yıl boyunca derin deniz diplerine zarar vermesine neden olmakla kalmayacak, aynı zamanda okyanusun geri kalanı ve sağlığı okyanusa bağlı olan insanlar için de potansiyel olarak olumsuz sonuçlara yol açacaktır.”

Diğerleri ise ISA’nın yeni gelişen endüstriyi düzenleme yetkisine sahip olsa bile bunu o kadar da iyi yapamayacağından endişe ediyor. Derin Deniz Madenciliğine Karşı Kampanya’dan Dr. Helen Rosenbaum, “ISA yalnızca madencilik şirketlerinin çıkarlarını bilim insanlarının tavsiyelerine tercih etmekle kalmıyor, aynı zamanda ÇED (çevresel etki değerlendirmesi) onaylarına yönelik süreçleri de sorgulanabilir hale getiriyor” diyor.

Bu bizi Çinli araştırmacılara göre “stratejik açıdan öneme sahip” değerli metallerin büyük rezervlerini barındıran Güney Çin Denizi’ne geri getiriyor. Çin, neredeyse tüm yeşil teknolojilerde kullanılan bir dizi metali barındıran polimetalik maden cevheri yataklarını halihazırda hararetle araştırıyor.

Güney Çin Denizi’nde bu tür polimetalik nodülleri keşfeden bir denizaltı olan Jiaolong’un genel komutanı Wu Changbin, şunları söyledi: “Polimetalik maden cevherlerinin dağılımını öğrenmek, misyonun ana hedeflerinden biri olan toplama deneyleri için bir yer seçmemize yardımcı olacak.”

Şaşırtıcı olmayan bir şekilde, yeşil teknolojiler için gerekli olan minerallerin alımında Çin’in gerisinde kalan ABD, Çin’in çabalarını yakından takip ediyor. 2017 yılında donanmaya ait bir P3-Orion casus uçağı, Guam adası yakınlarında bir Çin araştırma gemisinin üzerinde defalarca uçuş gerçekleştirmişti. Gemideki bilim insanlarının bölgenin haritasını çıkardıkları ve gelecekteki derin deniz keşifleri için izleme cihazları yerleştirdikleri iddia ediliyor.

Hikâye, ABD’nin Çin’in oradaki faaliyetlerini takip etmek için çok sayıda gözetleme operasyonu gerçekleştirdiği Güney Çin Denizi’nde de hemen hemen aynı. Mayıs ayında, Hava Kuvvetlerine ait bir RC-135 gözetleme uçağının yolunun Çin J-16 savaş uçağı tarafından kesilmesi uluslararası bir gerilime neden oldu. Dışişleri Bakanı Anthony Blinken, ABD casus uçağının neden orada olduğuna dair herhangi bir gerekçe sunmadan, hemen Çin’in pervasızlığını işaret etti. Blinken, “Çinli pilot uçağa çok ama çok yaklaşarak tehlikeli bir harekette bulundu” dedi. “Son aylarda sadece bize değil, diğer ülkelere yönelik de bu tarzda bir dizi eylem gerçekleşti.”

Bu tartışmaların hiç şüphesiz fosil yakıtlar üzerindeki kontrolle ilgisi olsa da her iki ülkenin gelecekteki çıkarları açısından hayati önem taşıyan bölgedeki tek kaynaklar petrol ve doğal gaz değil.

Kapitalizm ve İklim

Petrol ve kömür dünya çapında giderek  mazi oluyor. Uluslararası Enerji Ajansı (IEA) tarafından Haziran 2023’te yayınlanan bir raporda, yenilenebilir enerji kaynaklarının “şimdiye kadarki en büyük mutlak artışı gerçekleştirip 107 gigawatt (GW) artarak 2023’te 440 GW’ın üzerine çıkacağı” öne sürüldü. Yenilenebilir kaynaklardaki bu küresel artışı sağlayan bakır ve lityum gibi doğal kaynaklar, fosil yakıtların popüler yeni versiyonu haline geliyor. Piyasalar, küresel ısınmaya neden olan enerji kaynaklarının kademeli olarak ortadan kaldırılmasından yana; bu nedenle Çin ve ABD, yenilenebilir enerji kaynakları için kritik minerallerin çıkarılmasında ilerleme kaydediyor; fakat gezegenin geleceğini önemsedikleri için değil, yeşil enerjinin kârlı hale gelmesi nedeniyle.

Çin’in küresel kapitalist sisteme girişini ve ardında bıraktığı yıkıntıları takip etmek yeterince kolaydır. 1970’lerin sonlarında, Çin’in liderleri ülkenin pazarlarını serbestleştirdi ve yabancı yatırımın kapısını açarak ülkeyi -yılda ortalama yüzde9,5’lik bir oranla- şimdiye kadarki en hızlı büyüyen ekonomilerden biri haline getirdi. Dünya Bankası, Çin’in finansal patlamasını “büyük bir ekonominin tarihteki en hızlı sürdürülebilir büyümesi” olarak tanımladı. O halde enerji tüketiminin ekonomik kazanımlarla birlikte patlaması da sürpriz değil.

Küresel rakiplerinin çoğu gibi Çin ekonomisi de hâlâ ağırlıklı olarak karbon ağırlıklı fosil yakıtlara, özellikle de kömüre dayanıyor, ancak enerji portföyünün giderek büyüyen bir kısmı yenilenebilir enerjiden oluşuyor. Çelik üretimi ve araç imalatı artık Çin’in enerji kullanımının yüzde 66’sını, ulaşım yüzde 9’unu ve konut kullanımı yüzde 13’ünü oluşturuyor. Kömür hâlâ bu ekonomik motoru büyük ölçüde besliyor olsa da (Çin, dünyanın geri kalanının toplamından daha fazla kömür kullanıyor), ülke aynı zamanda yenilenebilir enerji alanında da dünya lideri (değilse de onlardan biri) haline geldi ve yalnızca 2022’de yeni teknolojilere tahmini 545 milyar dolar yatırım yaptı.

Çin diğer tüm ülkelerden daha fazla enerji kullanırken, Amerikalılar bireysel bazda Çinlilerin iki katından önemli ölçüde daha fazla enerji tüketiyor (2023 itibarıyla 28.072’ye karşılık 73.677 kilovat). ABD kişi başına daha fazla enerji kullanırken aynı zamanda enerjisinin daha azını yenilenebilir kaynaklardan alıyor.

ABD hükümeti, 2022 yılı itibarıyla ülkenin birincil enerjisinin yalnızca yüzde13,1’inin yenilenebilir kaynaklardan üretildiğini tahmin ediyor. Buna rağmen ABD’de enerji dönüşümü yaşanıyor ve doğalgaz büyük ölçüde kömürün yerini alırken, yenilenebilir enerji de önemli ilerleme kaydediyor. Aslında, Başkan Biden tarafından 2022’nin başlarında imzalanan Enflasyonu Azaltma Yasası, yeşil enerjinin geliştirilmesi için 430 milyar dolarlık hükümet yatırımı ve vergi kredisi ayırdı.

Dünya Ekonomik Forumu, 2050 yılına kadar sıfır karbondioksit emisyonuna ulaşmak istiyorsak, dünyanın enerji dönüşümü için üç milyar ton metal ve ince minerallere ihtiyaç duyulacağını tahmin ediyor ve bu sayı şüphesiz önümüzdeki on yıllarda daha da artacak. Elbette yatırımcılar para kazanmayı seviyorlar ve karada ve dünya sularında yeşil metal madenciliğinde yaklaşan patlama, Wall Street ve küresel çaptaki eşdeğerleri için kesinlikle bir talih kuşu olacak. Küresel piyasaları kapsayan BloombergNEF (BNEF), enerji dönüşümü için temel metal ve minerallere olan talebin önümüzdeki 30 yıl içinde en az beş kat artacağını ve bunun da 10 trilyon dolarlık bir fırsatı temsil ettiğini iddia ediyor. Burada söz konusu olan enerji üretimi, elektrik şebekeleri, enerji depolama ve ulaşımda kullanılacak lityum gibi kritik minerallerin ve bakır gibi geleneksel metallerin madenciliği.

BNEF madencilik analisti Yuchen Huo, “Enerji geçişi metaller ve madencilik endüstrisi için bir süper döngüye yol açabilir” diyor. “Bu döngü, temiz enerji teknolojilerindeki büyük genişlemeler tarafından yönlendirilecek ve bu da hem kritik mineraller hem de geleneksel metaller için talep artışını teşvik edecek.” diyor.

O halde, Çin ve ABD gibi ülkelerin, dünyanın enerji dönüşümü için hayati önem taşıyan sınırlı doğal kaynaklara erişim konusunda (belki de kelimenin tam anlamıyla) savaşmalarının muhtemel olması sürpriz olmamalı. Kapitalizm buna bağlıdır. Afrika’dan Güney Çin Denizi’ne kadar bütün ülkeler yeni, kârlı enerji girişimleri için dünyayı tarıyor. Dünya yüzeyinin yüzde 30’unu kaplayan Pasifik Okyanusu’nda polimetalik maden cevherlerinin avlanması, ada hükümetlerini önemli ölçüde sularını kazıya açmaya yöneltiyor. Cook Adaları, yakınındaki okyanusun derinliklerinin keşfedilmesi için lisanslar verdi. Kiribati, Nauru ve Tonga, Kiribati adası ile Meksika arasında uzanan 1,7 milyon mil karelik bir alan olan Clarion Clipperton Bölgesi’ndeki yatakların araştırılması çalışmalarına fon sağladı.

Derin Deniz Madenciliğine Karşı Kampanya’dan Dr. Rosenbaum, “Bu (derin deniz) keşif çılgınlığı, derin denizin benzersiz ve az bilinen ekosistemlerini korumaya yönelik düzenleyici rejimlerin veya koruma alanlarının yokluğundan meydana geliyor” diye ileri sürüyor. “Derin deniz madenciliğinin sağlık ve çevresel etkileri yaygınlaşacak… Deniz, dinamik ve birbirine bağlı bir ortamdır. Tek bir kazının bile etkisi derin denizle sınırlı kalmayacak.”

İklim krizinden çıkış yolunu bulmak isteyenlere göre, bu kadar çok aranan metaller ve mineraller, dünyayı kirli fosil yakıtlardan vazgeçirmek için hayati önem taşımaya devam edecek. Ancak tek bir şeye güvenin: Bunların sadece jeopolitik olarak değil çevresel olarak da ciddi bir maliyeti olacak. Belki de bu tür maliyetler, büyük silahlı güçlerin hâlihazırda sinir bozucu bir şekilde karşı karşıya geldiği Güney Çin Denizi de dâhil olmak üzere, dünyanın narin okyanuslarında olduğu kadar yıkıcı bir şekilde hiçbir yerde hissedilmeyecek ve bunun hem bu sulara hem de geri kalanımıza vereceği zarar henüz fark edilmedi.

 

(Bu yazı İngilizceden Türkçeye Caner Malatya tarafından çevrilmiştir. Yazının orijinaline buradan erişebilirsiniz: https://www.counterpunch.org/2023/09/15/the-south-china-seas-resource-wars-its-not-only-about-fossil-fuels/)