Deyrezor, Menbiç ve Kerkük Üçgeninde Harlanan Savaş Ateşi

Rusya’nın Ukrayna’yı işgaliyle küresel zemine sıçrayan savaş hâli, küresel ve bölgesel düzeyde güç kazanmak isteyen aktörlerin askeri alana daha da çok odaklanmalarına yol açıyor. Bu minvalde aktörler krizleri aşabilmek, alan ve kazanabilmek için askeri gücün çözüm gücüne yoğunlaşmakta. Devlet krizi ve ekonomik krizle boğuşan Türkiye’nin de bu yoğunlaşmayla birçok konuda çözüme ulaşmayı hedeflediği görülüyor.  

Erdoğan’ın “kara kutusu” Hakan Fidan’ın dış işleri bakanı olmasının hemen ardından Orta Doğu’da yaptığı “ziyaretler”, meyvesini vermeye başladı. MİT Müsteşarlığı görevinde bilfiil aktif olduğu bölgedeki faaliyetlerine devam eden Fidan, Kürtlerin üzerine giderek Orta Doğu’ya yeni bir açılım gerçekleştirme hedefinde. Bu bağlamda Fidan perdeyi rahatça giriş yapabileceği iki sahnede açtı: Suriye ve Irak. 

Menbiç  

On yılı aşkındır statüsü ve “paylaşımı” egemen güçlerce nihayete erdirilmeyen Rojava, hamle yapılmak için oldukça uygun bir yer. Nitekim Türkiye’nin himayesindeki Suriye Milli Ordusu (SMO) da uzun bir aradan sonra Menbiç’e yönelik saldırılarda bulundu. Bu saldırılar var olan durumu değiştirmedi, ama SMO kılıfını giyinmiş cihatçıların Kürtlere karşı “mayın eşeği” olarak kullanılması konusunda Türkiye ve Suriye’nin ortaklaştığını ortaya koydu.  

Bu ortaklaşma iki ülkenin farklı amaçları olduğu gerçeğini değiştirmemekte. Türkiye Rojava’ya kendisi giremediği durumlarda cihatçıları “teşvik ederek” hem Kürt güçlerinin yıpranmasını istiyor hem de oluşacak “çatışma” ortamını müdahalesini meşrulaştırmak için kullanmayı amaçlıyor. Suriye yönetimi de Kürtleri olabildiğince boyun eğmiş bir şekilde kendisine tabi kılmak istediği için cihatçıların Kürt güçlerini yıpratmasına “sessiz” kalıyor. Ki cihatçıların bu bölgelerde alan kazanması da Suriye’ye müdahale için meşruiyet sağlayabilir olması Şam’ın sessizliğini derinleştirmesine neden oluyor. 

Deyrezor  

Türkiye ve Suriye bu ortaklaşmalarının biraz farklı bir boyutunu Deyrezor’da da gerçekleştirmeyi denedi.  

Deyrezor Askeri Meclisi Komutanı Ebu Havle’nin (Ahmed el Halil) ile birlikte 20 kişinin göz altına alınmasıyla başlayan olaylar, Havle’ye bağlı milislerin SDG’nin karargahlarına saldırması ve çatışmaların birçok köy ve kasabaya sıçramasıyla devam etti. Bazı bölgeler milislerin eline geçse de SDG bu bölgeleri geri alarak görece “sükuneti” sağlamış durumda. 

Petrol ve doğalgaz bakımından Suriye’nin en zengin bölgesi olan Deyrezor’da IŞİD’e karşı kurulan Kürt-Arap ittifakı, bugüne kadar büyük sorunlara yol açmadan süregeldi. Sorunların bugün ortaya çıkmasında ise içsel etmenler kadar dışsal etmenler etken. 

Suriye yönetimi uzun süredir yanına çekmeye çalıştığı Arap aşiretleri aracılığıyla bölgeye girmek isterken, İran da Şam’ın bu hamlesiyle hem Tanaf’taki ABD güçlerini kuşatmak hem de Suriye-Irak arasındaki silah ve asker akışını sürdürmeyi amaçlıyor. Beri tarafta ise ABD sınır boyunca yayılarak İran’ın sağladığı silah ve asker akışını durdurmayı amaçlarken, Suudiler öncülüğündeki Körfez ülkeleri de aşiretler üzerinden Suriye’ye girmeyi hedefliyor. Türkiye ise Kürtleri zayıflatacağını düşünerek “isyancı” aşiretlere desteğini açıklamaktan çekinmiyor. 

Bu dış etmenler kadar olmasa da iç etmenler de sorunun oluşmasında etken. Aşiretler kendilerine alan açmak için bu krizlerden faydalanmaya çalışıyorlar. Bir taraftan petrolden aldıkların payların artırılmasını isterlerken, bir taraftan da SDG merkezinden emir almayarak kendi “reisliklerini” oluşturmayı arzuluyorlar. Fakat güç denklemine göre hareket eden aşiretler yekpare yapılardan oluşmuyorlar. Aşiretlerin farklı kolları farklı öznelerle işbirliğine girişmekten çekinmiyorlar.  

Öte yandan Kürtler ise özerkliğin Suriye’nin geneline yayılmasını sağlamak, Körfez ülkeleriyle ilişki kurabilmek, Rojava’nın güvenliğini sağlamak gibi amaçlarla aşiretlerle kurduğu ittifakı sürdürmekten yana. Bu nedenle soruna müdahale ederken kimi aşiretleri yanına çekerken kimilerini tasfiye etmekten de çekinmedi. Ek olarak, ABD’nin ve Rusya’nın tam desteğini alamasa da, uluslararası ve bölgesel dengeleri de gözetmeyi de ihmal etmedi. 

Bütün bunlar Kürt güçleri ile Arap aşiretleri arasındaki gerilimin iç içe geçmiş iç ve dış etmenlerin belirleyici olduğu bir zeminde yol aldığını ortaya koyuyor. Bugüne kadar halkların kardeşliği zemininde epeyce yol alınması, bu gerilimi savaşa dönüştürmeyi çalışanların şimdilik başarısız olmasına neden oldu. Fakat gerilimin ve çatışmaların giderek arttığı bölgesel ve küresel hegemonya mücadelesi göz önüne alındığında önümüzdeki süreçte Arap ve Kürt halklarının kardeşliği zemininin daha sert testlere tabi olacağı aşikâr. Bu zemin sert testlerden geçtiği takdirde ise bölgesel dengelerin halklardan yana ağır basma ihtimali oldukça yüksek olacaktır. 

Kerkük 

25 Ağustos’ta Irak Başbakanı Sudani’nin Kerkük’teki Ortak Operasyonlar Karargâhı olarak bilinen binayı Kürdistan Demokrat Partisi’ne (KDP) iade etme kararını açıkladıktan sonra Kerkük’teki Arap ve Türkmenlerin sokak eylemleri başladı. Kerkük-Erbil yolu trafiğe kapatıldı. Eylemlere Sünni Arap aşiretleri, çeşitli Türkmen grupları, daha çok İran yanlısı olarak bilinen Şii Asayib Ehlilhak Hareketi taraftarları da katıldı.  

2014-2017 yılları arasında KDP’ye ait olan karargâhın tekrar KDP’ye devredilme kararı, önceleri Irak’ın önemli ticaret merkezi ve zengin petrol kaynağı olarak; şimdilerde ise etnik çatışmalar ve yoksullaşma ile anılan kentte çatışmaları tetikledi. Türkmen ve Arapların yoğunlaşan eylemleri sonrasında Kürtlerin de karşı eylemlere geçmeleriyle birlikte kentte sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Yaşanan çatışmalarda Kürtlerin yoğun olarak yaşadıkları Rahimava bölgesinde 4 Kürt yaşamını yitirdi.  

Akabinde olayların tırmanmasıyla birlikte ordu alarma geçirildi. Ordu güçleri de Kerkük’e konuşlandı. Kerkük valisi yaptığı açıklamada binanın devrinin ertelendiğini açıkladı.  

Binanın Önemi (!)  

Aslında bina, IŞİD’in 2014’teki ilerlemesi sırasında Irak ordusu bölgeden çekilirken peşmergenin eline geçmişti. Takip eden üç yıl boyunca bina Kerkük KDP karargâhı olarak kullanıldı.  

Hatırlanacağı gibi 2017’de yeni Irak anayasasının gereğince Kerkük’ün statüsünün belirlenmesi için bir referandum düzenlenmişti. O referandum döneminde Kürt tarafıyla Arap tarafı arasında gerilim yükselmiş, karşılıklı suçlamalar birbirini izlemişti. Irak Kürdistan Bölgesel yönetimi ve Bağdat yönetimi arasında Kerkük’ün hangi yönetime bağlı olacağına dair oluşan anlaşmazlık referandum krizini doğurmuştu. Kerkük’te yapılan referandumu tanımayan Bağdat yönetimi Irak ordusunu ve Haşdi Şabi milislerini Kerkük’ün çeşitli noktalarına konumlandırmıştı. Ekim 2017’de kente giren Irak ordusu ve Haşdi Şabi kentte kontrolü ele almış, KDP binasını boşaltarak burayı Kerkük Operasyonlar Karargahı’na dönüştürmüştü.  

Bir binanın devrinin bu kadar büyük eylemler getirmesinin elbette ki binanın kendisiyle az bir ilgisi var. Asıl konu aslında kentte giderek yükselen gerilim. Kerkük şehri üç parçadan oluşan Irak devletinin en ihtilaflı yerlerinin başında geliyor. Kerkük kentinin sahip olduğu zengin petrol yatakları dolayısıyla, istikrarsız Orta Doğu tarihinde her daim üzerinde hak iddia edilen önemli bir kentti. Dört ülkeye yayılan Kürt sorunuyla birleşen bu açmazlar kenti sürekli patlamaya hazır tutuyor.  

Şimdilik bir komite kuruldu ve koalisyon hükümetinin temsilcileri komisyonda yer alacak. KDP ve KYB de bu komisyon içerisinde yer alacak. Bir çözüm önerisi getirilmeye çalışılacak.  

Bundan Sonra Ne Olacak?  

Sudani ve KDP belli ki bir anlaşmaya varmışlar. 18 Aralık 2023’te gerçekleşecek il meclisi seçimlerinde 2017’deki durum sonrası KDP’nin kente dönmesi konusunda bir uzlaşmaya varıldığı anlaşılıyor. Binanın devrinin bu anlaşma çerçevesinde sağlanacağı hesaplanıyordu. Sonuçta KDP olmadan Bağdat’ta bir hükümet kurmanın ve bu hükümeti ayakta tutmanın mümkün olmadığı biliniyor. Binayla ilgili tavizin arkasında yatan gerçeklik bu. Öte yandan kentte KYB’nin KDP’den daha güçlü olması ve valiliği kendi adayının almasında ısrar etmesi sorunu karmaşıklaştırıyor. KDP Bağdat’ın gücünü arkasına alarak KYB’yi ekarte etmek isterken, Bağdat da Kürtlerin arasındaki ayrılığı derinleştirerek Kerkük’teki konumunu güçlendirmeye çalışıyor. Fakat Kürt halkının sokağa dökülmesi bu hesapların şimdilik rafa kaldırılmasını sağladı. Kerkük’ü Kürdistan’ın Kudüs’ü olarak gören Kürtlerin, yakaladıkları bu fırsatını değerlendirmek için ayrılıkları ve gayrılıkları bir kenara bırakmaya niyetli oldukları gözüküyor. Yine de KDP’nin Türkmen ve Arap gruplarla ittifak yaparak kendi gündemini esas alacağı görülüyor. Ve bu da Kürtler arasındaki ayrılığın derinleşebileceği ihtimalini güçlendiriyor. 

18 Aralık seçimlerine yaklaşırken KDP’nin Kerkük’e konumlanması ve bir Kürt valinin seçilmesini sağlama ihtimali Arap ve Türkmenleri harekete geçirdi. Elbette bu güçlerin arkasında İran ve Türkiye’nin olduğunu belirtmekte fayda var. Türkiye ve İran Kerkük’te bir Kürt vali istemiyorlar. Dolayısıyla olaylara dolaylı olarak müdahale ediyorlar. Özel olarak Türkiye bir taraftan dağınık durumdaki Türkmen güçlerini bir araya getirmeye çabalarken diğer taraftan Sünni Araplar arasında son yıllarda kaybettiği nüfuzunu tekrar elde etmeye çalışıyor. Bu nedenle Ankara Kerkük’te ortaya çıkan kıvılcımın yangına dönüşmesi için uğraşıyor. 

Savaş hâlinin dünyanın diğer bölgelerine yayılmasıyla bir süredir silah seslerinden uzak kalan Orta Doğu, özellikle bölgesel güçlerin çatışan ve kimi yerde ortaklaşan çıkarları nedeniyle eski günlerine dönebilir. Nitekim yaşadığı krizlerden çıkmayı Deyrezor, Menbiç ve Kerkük üçgeninde savaş ateşini harlayarak bölgede yeni mevziler edinerek aşmayı düşünen Türkiye’nin gösterdiği üzere bu ihtimal yüksek. Önümüzdeki süreç Orta Doğu halklarına barış ve huzurdan çok savaş ve çatışmalar vaat ediyor.