(T)Alan Başkanlığı Işığında COP15 İzlenimleri

Bir çoğumuz geçtiğimiz Kasım ayında gerçekleşen COP27 hakkında az çok bilgi sahibi olsak da en az onun kadar önemli olan COP15’ten çok haberdar değiliz. COP15, yani Birleşmiş Milletler Biyoçeşitlilik Konferansı’nın 15.si, geçtiğimiz aralık ayında, Covid-19 pandemisinden kaynaklı 2 yıl ertelemeden sonra Kanada’nın Montreal şehrinde gerçekleşti.

Konferans, bilim insanlarının dünya üzerindeki türlerin biyolojik imhasına ve altıncı kitlesel yok oluşa doğru gidişata karşı uyarılarını gündeme getirmesi bakımından oldukça kritik. Bunun yanında 2030 yılına kadar korunacak doğal alanların %10 seviyesinden %30’a yükseltilmesi ve yerli halkların ve kültürlerinin korunmasının sağlanması gibi önemli küresel hedefler koyan Küresel Biyoçeşitlilik Çerçevesinin (GBF – Global Biodiversity Framework) kabul edilmesi de üzerinde durulması gereken bir konu.

Fakat geçmişin deneyimlerini gelecekte olabilecekler hakkında bir yol gösterici olarak gören bizler için “Aichi Hedefleri”nin karşılaştığı hüsrandan sonra bu planın da hükümetlerin ve şirketlerin vicdanına bırakılırsa yine bir hüsranla sonuçlanacağı gayet açık. Aichi Hedefleri, 2011-2020 yılları arasında biyoçeşitlilik kaybını durdurmaya yönelik Biyoçeşitlilik İçin Stratejik Plan’ın ana gündemiydi. Birleşmiş Milletler; biyoçeşitliliğin önemi hakkında farkındalığı arttıracak, doğal habitat kaybı oranını azaltacak, yok olma tehlikesi altında olan türleri koruyacak ve önemli ekosistemlerin yenilenmesini sağlayacak hedefler koyan bu planın hiçbir hedefini ucundan da olsa gerçekleştiremediğini açıkladı. Hatta ekokırımın boyutu daha da sürat kazanarak ve yoğunlaşarak bütün dünyayı yok oluşa doğru sürükleyen bir boyuta gelmiş bulunmakta. 

Biyoçeşitlilik ve Eko-kırım

Peki iklim krizi kadar gündemimizde olmayan fakat acilen yakıcı bir sorun olarak kavrayıp harekete geçmemiz gereken -iklim krizinden bile daha hızlı ilerlediğinden bahsediliyor- dünya üzerindeki tüm canlı yaşamını derinden etkileyecek olan biyoçeşitlilik krizinin ne gibi sonuçları olabilir? 

Öncelikle bir milyondan fazla bitki ve hayvan türünün yok olma tehdidi altında olduğu bir zamanda yaşıyoruz. 1970’ten beri yaban hayatı %69 oranında azalmış, ki bu oran ciddi anlamda kavrandığında hiç de yazması kadar kolay bir oran değil.

Biyoçeşitlilik krizi için acilen harekete geçmezsek tüm canlı yaşamı için hayati öneme olan sahip temiz suya, havaya ve gıdaya erişim oldukça zorlaşacak. Son günlerde bilim insanlarının Türkiye genelinde yaşanan aşırı kuraklık ve hava kirliliği hakkındaki uyarılarını göz önüne aldığımızda bu geleceğin hiç de uzağımızda olmadığını fark edebiliriz. 

Bu noktada COP15’teki yanlışın ne olduğunu tartışmanın önemli olduğunu düşünüyorum. Bunu, İngiltere’de ve Türkiye’de son dönemde yapılmaya çalışılan yasa tasarısı değişikliği adı altında kuralsızlığı yasallaştırma girişimleri gibi somut örnekler üzerinden inceleyebiliriz.

Öncelikle İngiltere’nin Avrupa Birliği’ndeyken tabi olduğu yasaların değiştirilmesine izin verecek olan yeni AB Yasa Tasarısı’nın bir parçası olarak, yaban hayatını ve su ekosistemini koruma altına alan binden fazla yasayı rafa kaldırma girişimini verebiliriz.

Birleşik Krallık dünya üzerindeki ekokırımın en büyük tarihsel sorumlularından biriyken, yani doğasını en çok tüketmiş ve başka ülkelerinkini de sömürgeleştirme yoluyla talan etmişken böyle bir karar alması tabii ki bizler için şaşırtıcı değil. 

Giderayak Vurguna Devam 

Türkiye’nin ise COP 15’te mevcut korunacak doğal alanların 3 kat arttırılması kararına imza atmasına rağmen kararın üzerinden 10 gün geçmeden gerçekleşen Uludağ talan girişimine de imza atması, devletlerin doğayı koruma yolunda ne kadar samimi(!) olabileceklerini açıkça gösteriyor.

Bütçe görüşmeleri devam ederken AKP Bursa milletvekillerinin önerdiği yasa teklifiyle Uludağ’ın Milli Park statüsünün kaldırılarak yerine bir (T)Alan Başkanlığı getirecek olan kanunun meclisten geçirilmesi, istedikleri yapılaşmanın önünde büyük bir engel olan Milli Parklar Kanunu’ndan kurtulmak ve Uludağ’ı istedikleri gibi rant sağlayabilecekleri bir “turizm cenneti” haline getirmek amacının hayata geçirilmesinden başka bir şey değil.

1308 bitki çeşidine ev sahipliği yapan, dünya üzerinde sadece Uludağ’da yaşayan 32 tip endemik bitkiye; 49 çeşit kelebek türüne, Bombus Arısı, Sakallı Akbaba ve Kaya Kartalı’na yuva olan eşsiz bir biyoçeşitliliğe sahip Uludağ için mücadele eden doğa ve yaşam savunucularının yılmayan iradesini selamlamadan bu yazıyı bitirmek uygun olmaz. İklim krizine olduğu gibi biyoçeşitlilik krizine de ancak halk tarafından verilecek örgütlü bir mücadele çözüm olabilir, egemenlerin uluslararası anlaşmaları değil.