“Kahraman” Devlet Süpermarkete Karşı

Bir süredir iktidar ile zincir marketler arasında süren gerilim MHP başkanı Devlet Bahçeli’nin bu marketlere dönük yaptığı Fethullahçılık suçlaması içerikli açıklaması ve bu açıklamanın hemen ardından BİM yöneticisi Galip Aykaç’ın verdiği sert cevap ile boyut değiştirerek fiili bir harekete dönüştü. Dehşetle izlediğimiz bu süreç şunu gösterdi ki iktidar dokunduğu her yere, eline vıcık vıcık bir hamur gibi yapışan ekonomik krizi bulaştırmadan yoluna devam edemiyor ve kriz yaratılan yeni “fırsatlar” ile yapılandırılmaya çalışılan rejimin önemli dayanak noktalarından biri haline geliyor.

Ülke ekonomisinin son sürat ve kontrolsüz yokuş aşağı gidişinde tutmayan frenlerin sorumluluğu zincir marketlerin sırtına yüklenirken gidişi yavaşlatmak için alınan tüm önlemler direksiyon kontrolünü sağlamaktan başka her işe yarıyor. Hatırlayalım, benzer bir durum yakın geçmişte yaşanmış ve 2019 yılında yükselen enflasyonun sorumluluğu stokçuluğa ve zincir marketlerin fiyatları yükseltmesine bağlanmış, meydanlarda tanzim satış mağazaları kurularak çadırların önünde kuyruklar oluşturulmuştu. Çadır politikasının yaklaşan yerel seçimlere dönük bir yatırım olduğu düşmeyen fiyatlarla kısa sürede anlaşılmış meydanlara kurulan çadırlar yerini sessiz sedasız seçim çadırlarına bırakmıştı. O günden bugüne ne değişti?

Kuşa Bak

Temel tüketim mallarındaki fiyatların yükselişinin bu ürünlerin üretimindeki girdilerin fiyatında yaşanan yükselişten bağımsız olmadığı bir gerçek. TÜİK verilerine göre yıllık bazda olmak üzere tarımsal ilaçlar yüzde 110,51, hayvan yemi yüzde 145,46, enerji ve yağlar yüzde 193,88, gübre ve toprak geliştiriciler yüzde 226,63 ve tarım girdi fiyatları endeksi yıllık yüzde 138,15 oranında artış gösterdi. Bu artıştan kimse muaf değil. Yani raflardaki etiketlere bu oranlar ister istemez yansıyor.

Burada temel soru girdilerde yaşanan bu artışın sebepleri ve nasıl kontrol altına alınacağıyken sonuç üstünde neden fırtınalar kopartıldığıdır? Görülmesi istenmeyen üzerindeki ilgiyi “kuşa bak” diyerek farklı bir yöne çeken iktidar güçleri kendi hesaplarını ve bu hesaplar üzerine kurulan çatışma alanlarını alabildiğine genişletmek gayretinde. Anlaşılan o ki ekonomi tüm ilişkileri belirlemeye devam ediyor. İktidarın ana omurgası üzerinde öbekleşen din kardeşliği krizlerle birlikte dünyevi bir çözülmeye doğru gidiyor.

Şu anda çatışma konusu olan zincir marketlerin farklı cemaatlerin sermayeleri ile oluşturulduğu pek çok meşru zeminde rahatlıkla konuşuluyor ve hatta birçok liberal ekonomist tarafından da bu cemaatlerin ticari hayata kattığı zenginlikler, siyasete soktuğu aktörler öve öve bitirilemiyor, neoliberalizme tapınma ekseninde “girişimci” cemaatlerin varlığına toplu dualar ediliyor. Sermaye sen nelere kadirsin!

Ekonomide yaşanan yıkım derinleştikçe farklı cemaatlerin çıkar savaşları da sahnenin önünde görünür olmaya başlıyor. Dün iktidar yanında yer alan cemaatlere bugün yıkımın sorumluluğu yüklenerek “üç harfli” pozisyonuna itiliyor. Kimse sorumluluğu alıp enkazın altında kalmak istemiyor haliyle. Ama birileri kalmak zorunda. Ya seve seve ya zorla.

Devlet ve Devlet

Çıkışsızlığa çare bulamadık, sorumlu bulduk diyen AKP-MHP iktidarı ticari hayatı dizayn etmek için fırsatını da yaratmış oldu. Zincir marketlerin şeytanlaştırılarak halkın önüne atılması ile bir yandan Anadolu’da yer alan küçük-orta ticaret sermayesine bu yolla bir selam gönderilirken diğer yandan Tarım Kredi Kooperatifleri ve tekrardan gündeme gelen Hal Yasası vasıtasıyla iktidarın tekelinde bir yapılanma oluşturulmak için de süreç yeniden ısıtılmaya başlandı.

Devlet olanakları ile bu operasyona soyunan AKP’ye karşılık iktidarın küçük ortağı MHP ise bu savaşın içine kendi tarzında fetihçi yönüyle girerek hitap ettiği kesimin ticari nüfuzunu artırma peşinde. BİM sürecine mafyanın tehdit içeren açıklamalar ile girmesi ve iktidar bloğunun marketlere el koymayı ima eden açıklamaları sürecin yeni bir sermaye aktarımına doğru gidebileceğinin sinyallerini de kamuoyuna veriyor.

Diğer yandan mağaza taşlama, ölümle tehdit etme, çalışanları taciz etme gibi son derece örgütlü bir şekilde gerçekleştirilen saldırıların niteliği aynı zamanda kurumsallaştırmaya çalışılan baskıcı ve totaliter rejimin de yoluna döşenen taşlar olarak görülmeli. Bu yolun bizi götüreceği yer aynı: Ya devletin kırk katırı ya da Devlet’in kırk satırı.

Halkın Gündemi

Tüm bunlar olurken halkın gündemi ise yükselen fiyatlar karşısında eriyen maaşlar ile nasıl geçinileceğidir. Çünkü ister zincir market ister Tarım Kredi Kooperatifleri ya da semt pazarı olsun herkes tezgahlardaki fiyatların yüksekliğinin farkında. Herkesin temel ihtiyaçlara ucuz ve kaliteli bir şekilde erişim hakkı iktidarın zincir marketler üzerinden yarattığı algının çok uzağında. Çatışma bu hak üzerindeymiş gibi gösterilse de sonuç buranın çok uzağında. Gelinen noktada ne iktidarın ne de üzerine oturdukları sermaye sisteminin bu krize bir çözüm bulamadıkları ortada. Çözüm bir tarafa bu krizin gerçek sebebinin kendi uyguladıkları politikalar olduğu ise tartışmasız bir gerçek.

Zincir market krizinin esas tehlikelerinden belki de en önemlisi zaten zor koşullarda çalışan binlerce market çalışanının bu süreçte fiili saldırıya uğrama ve işsiz kalma tehlikesidir. Bu marketlerde güvencesiz çalışan binlerce emekçi için her iki “devlet”in de neler düşündüğünü direnen market işçilerine yapılanlardan biliyoruz. Gerçek kahraman görmek istiyorsanız süpermarketlere “çökmeye” çalışan Devlet’e değil Migros’un patronunun evinin önünde işine sahip çıkmak için direnirken kelepçelenerek gözaltına alınan market işçisi Gülabi Aksu’nun gözlerine bakmak yeterli olacaktır.