İrlanda Kanından Proleter Sevgililer Mary Burns & Lizzy Burns*-Süleyman Altunoğlu

Friedrich Engels, “[Bir kadın] kraliyete mensup, grandüşes ya da prenses de olsa güzel olmalı. Aksi takdirde bu şahsiyetlerle ilgilenmem.” diyordu, kız kardeşi Marie’ye yazdığı mektupta (Engels, 1840 2010, 511). Bu satırları yazdığında henüz 20 yaşındaydı. Bu kriterinin ömrünün sonuna kadar değişmediğini biliyoruz; ancak zamanla buna politik kriterler de eklendi. Kısa süren ilişkileri bir yana bırakılırsa, Mary Burns ve Lydia (Lizzy) Burns[1] ile hayatlarının sonuna kadar sevgili olması, muhtemel ki, bu politik kriterdendir. Onlar, İrlanda kanından proleterlerdi. İngiliz krallığının sefil bir hayata sürüklediği İrlandalıların bağımsızlık mücadelesini destekliyorlardı.

Yazıyı okumak yerine dinlemek isterseniz lütfen tıklayın.

Engels’in babasının Manchester’da, Hollandalı Gottfried Ermen’le ortak bir fabrikası vardı ve Engels, babasının talebiyle 1842’de İngiltere’ye gitti.[2] Babası hem Engels’i kontrol etmek hem de Engels aracılığıyla ortağını kontrol etmek için böyle bir çözüm bulmuştu.

Engels bir yandan babasının isteğini yerine getirirken bir yandan da Manchester’da işçi sınıfının ve sosyalist çevrenin içine girmeye çalıştı. 1843’te tanıştığı Mary Burns, ilk büyük aşkı oldu. İnişleri ve çıkışlarıyla bu aşk, Mary’nin 1863’te ölümüne kadar devam etti. O öldükten bir buçuk yıl kadar sonra Mary’nin kardeşi Lizzy ile sevgili oldular ve bu aşk da Lizzy’nin ölümüne (1878) kadar sürdü.

İkinci keman Engels’in hayatında çok uzun süre yer tutan bu sevgilileri, varlıklarıyla hiç de uyuşmayan bir şekilde Marx ve Engels biyografilerinde çok az yer tutarlar.

Bunun farklı sebepleri vardır. Burns kardeşlerin okuma yazma bilmemesi, işçi sınıfından gelen insanlar olarak doğum-ölüm vb. kayıtlar dışında resmi kayıtlara girmemeleri, Engels’in onlarla ilişkisinin yakın çevresi dışındaki kişilerce bilinmesini tercih etmemesi, Engels’in o dönemki kimi yazılarını yakmış olması,[3] Burns kardeşlere dair detayların kayda geçmesini engelleyen sebeplerdir.

Yine de Marx-Engels toplu eserlerindeki mektuplaşmalar gibi birincil kaynaklar ve dönemin sosyalistlerinden olan ve “Enternasyonal Sosyalizmin Elli Yılı” (1935) adlı bir eser bırakan Max Beer gibi ikincil kaynaklar, Burns kardeşlere dair kimi detayları bize veriyor. “Fraklı Komünist, Friedrich Engels’in Devrimci Hayatı” (2009) adlı kapsamlı bir Engels biyografisi yazan İngiltere İşçi Partisi eski milletvekili ve tarihçi Tristram Hunt’un kitabında Mary ve Lizzy Burns’e dair geçen bilgi kırıntıları da büyük oranda bu kaynaklara dayalıdır.

Sovyetler Birliği Marksizm-Leninizm Enstitüsü’nden Galina Serebryakova’nın hazırladığı beş ciltlik dev eser “Ateşi Çalmak” (2000) serisinde Burns’ler neredeyse yokturlar. Bu nehir roman, Marx-Engels biyografisi etrafında gelişmesine rağmen Burns’lere dair, Beer’da ya da Marx-Engels toplu eserlerinde olduğu kadar bile bilgi vermez. (Serebryakova, Ateşi Çalmak 2000)

Bu, bize sosyalist tarihçiliğin, kaynakların bilgilerin görece az ve/veya sadece belli bir merkezin tekelinde olduğu dönemlerde kendini saklayamayan bir hastalığını hatırlatıyor; tarihimizin haldeki yazarının işine gelmeyen kısımlarını kırpması, törpülemesi, yok sayması ya da alenen karartması.[4]

İdealleştirme ve doğabilecek tartışmaları göğüsleyememe kaygısı tarihimizin pek çok bilgisini tozlu raflara kaldırmış ve sosyalist kuşaklarımızın ideallerle gerçeklik arasındaki açı farkını aslında olduğundan daha büyük sanmasına ve kendini güçsüz hissetmesine yol açmıştır.

Engels, burjuva-feodal bir kurum olarak evliliği sadece teorik olarak mahkûm etmekle kalmamış, aynı zamanda aşkın özgürlüğünü hayata da geçirmişti. Engels bunu zorunluluk krallığından özgürlük krallığına şeklinde tarif ediyordu.  Burjuva tarihçilerin bunu alaycı bir ifadeyle kadın düşkünlüğü olarak damgaladığı yerde, sosyalist tarihçilik sessiz kalarak buna tersten destek vermiştir.

Marx ve Engels’in hayatını konu edinen burjuva tarihçiler açısından konu nettir. Engels, Marx’a henüz Manchester’daki fabrikanın yönetimine geçmezden önce, babasından harçlık aldığı dönemde bile Marx’lara 50 Sterlin (bugünkü karşılığı 7500 Sterlin)[5] yollayabilecek kadar zengin, pahalı zevkleri olan, kadın avcısı bir burjuvadır. Burns kardeşler de gönül eğlendirdiği kadınlar oluyor bu teze göre. Bu tarihçilerin böyle ucuz bir açıklama yapması şaşırtıcı değil, ancak Sovyet tarihçilerin mesela Marx ailesinin hastalık ve dönemin şartlarından dolayı ancak kısa bir sürede hayatta kalabilen çocukları[6] kadar bile Burns kardeşlere yer vermemesi sorgulanması gereken bir konu. Muhtemeldir ki, Engels resmi bir evlilik yapmadığı içindir bu. Nitekim Serebryakova, devasa çalışmasında nadiren yer verdiği anlarda onlardan sevgili olarak değil Engels’in karısı olarak bahseder, oysa onlar ne eş ne de başka bir sıfatın muhatabıdır, yalnızca ve yalnızca kelimenin tüm anlamlarıyla sevgilidir (Serebryakova 2000, 389-93).

Mary Burns İrlandalı, Manchester’da çalışan bir dokuma işçisidir. Max Beer, Mary Burns’ün Engels’in babasının tekstil fabrikasında çalışan bir işçi olduğunu, Engels’le serbest bir birliktelik içinde olduklarını yazar. Mary Burns’ün, Ermen&Engels fabrikasında çalışıp çalışmadığı tartışmalıdır. Ancak işçi olduğu kesindir. Mary Burns 1821 (ya da 1822) yılında Manchester’da doğmuştur. Mary’nin (ve Lizzy’nin de) babası İrlanda’dan 1820’lerde gelen boyacı ve fabrika işçisi Michael Burns, annesi ise onun ilk eşi Mary Conroy’dur (Hunt 2009, 104-5).

İngiliz krallık burjuvazisinin doymak bilmezliği İrlanda’yı büyük bir toplumsal yıkıma uğratmış, ada o tarihlerde sürekli göç vermiştir. Britanya adasının İrlanda’ya bakan yakasındaki bir tekstil şehri olarak Manchester bu göçü en çok alan şehirlerden biri olmuştur. Bugün önemi görece azalmışsa da 1850’lerde İngiltere’nin en önemli üretim şehirlerindendir. Bir burjuva ve bir proleterin hayatlarının kesişmesinin arka planı böyledir.

Engels 1840’ların sonuna doğru Manchester’a kalıcı olarak yerleşmesiyle birlikte Mary’ye Lizzy’le beraber yaşayacakları bir ev tutmuştur. Bu evlerin kendi resmi evine yakın, ancak ayrı bir mahalleden olmasına dikkat etmiştir.[7] Bir burjuva olarak bir işçiyle birlikte olmasının sosyalist çevrede işçi istismarı olarak görülme ihtimali, bir işçiyle birlikte olmasının ortağı Ermen ve babası tarafından aleyhine kullanılma ihtimali böyle davranmasının muhtemel sebepleri arasındadır. Yine de başta Marx ailesi olmak üzere kendi yakın çevresi bu uzun soluklu sevgililik hallerinden haberdardır.

Ancak Marx’ların -her ne kadar Lizzy Burns’le görece daha fazla sosyal ilişki kurmuş olsalar da- bu aşklara en hafif söylemle alaycı yaklaştıklarını biliyoruz. Max Beer’in aktardığı bir yazışmaya göre, “Goethe’nin aşk maceralarıyla ilgili Friedrich Schiller’in evinde nasıl konuşulduysa Marx’ların evinde de Engels’lerin aile hayatı hakkında aynı şekilde konuşuluyordu.” “Hayat arkadaşlarını hiçbir zaman denk görmeyen…”, “gelmiş geçmiş en büyük devrimcilerden biri olan Marx bile muhafazakâr bir ahlaki doğruculuk ve hahamvâri bir titizlik içerisindeydi.” der ve kendisi de bir Yahudi olan Max Beer “Mayasından belli.” diyerek sözünü bağlar (Beer 1935, 78).

Serebryakova, “Ateşi Çalmak” (2000) isimli eserinde, 2458 sayfa boyunca Mary Burns’ten sadece bir defa bir figüran gibi değil, ikincil de olsa bir karakter olarak bahseder. Ölümünden bahsederken, Marx ve Engels arasındaki tek üzücü dargınlık sebebi olarak kayda geçirir Mary Burns’ü.

Mary Burns 41 yaşında ölür, ondan geriye bir fotoğraf bile kalmamıştır. Muhtemelen ulusal bir özellik olduğundan kızıl saçlı olduğu kayıtlara geçmiştir. Tıpkı Engels gibi düşündüğü için evlenmemiştir. Mary’nin okuma yazması yoktur, ama İngiltere’de İşçi Sınıfının Durumu (2013) isimli eserinde Engels’in yazdığı her cümlede, o vardır. Engels onun sayesinde üst sınıftan biri olmasına rağmen kolaylıkla işçilerin içine girmiş, ağır sömürüden en fazla otuzlarına kadar yaşayan bu işçilerin güvenini kazanmış ve Mary’lerin hikâyesini ölümsüzleştirebilmiştir.

Burns öldüğünde, Engels bunu Marx’a yazar. “Beni bütün yüreğiyle sevmişti.” (Serebryakova 2000, 449) der onun için. Marx’tan gelen mektupta kuru, tek satır bir başsağlığı vardır. Mektubun geri kalanı Marx’ların sıkıntıları ve ihtiyaçları ile doludur.

Engels hayal kırıklığı ile cevap yazar, bu bencilliğini ve duygusuzluğunu Marx’ın yüzüne vurur. Marx yine dertlerinden bahseder, koşullarını anlatır ve bağışlanmayı diler. Bu koşullardan kaynaklı böyle davranmıştır.

Ne ki, Mary Burns’ün ölümü üzücü bir dargınlık sebebi olarak değil, kaderlerini proletaryanın kaderi ile birleştiren bu insanlar içindeki statü farklılıklarının en şiddetli su yüzüne vurduğu bir olay olmuştur. Jenny, aristokrat bir aileden gelmektedir, kardeşi Prusya hükümetinde bir dönem bakanlık yapmıştır. Marx’la bir hayatı seçmiş olması ona bir tür azize yakıştırması yapılmasını beraberinde getirmiştir. Yaşadıkları küçük burjuva hayat, Prusya aristokrasisinden gelme biri için zordur. Ancak nesnel bir karşılaştırma yaparsak Manchester’lı dokuma işçilerinin sefaletinin yanında gayet iyidir. Jenny ömür boyu bir hizmetçiyle[8] yaşamış, bundan hiç vazgeçmemiştir. Marx, sonraları Engels’e yazdığı bir mektupta Mary’nin ölüm haberini aldığında Jenny’nin üzüldüğünü açıklamak zorunda kalmıştır. Buradan Jenny’nin de bu tartışmanın bir parçası olduğunu anlıyoruz. Ölüm haberini aldığında Jenny üzülmüş, ancak Marx’ın mektubundan devam edersek “Evlerine habire [alacaklar için] mahkeme tebligatçısı gelmeyen ve çocukları olmayan hiç kimsenin bizim kadar acı çekemeyeceği fikrine varmış.” (Serebryakova 2000, 451).

Devrimci olmayan insanlar bir fedakârlık yaptığında bunu övmek, devrimci bir insan aynısını yaptığında ise bunu devrimcinin zaten yapması gereken bir ödev olarak görmek, yapmadığında bir de devrimciden bunun hesabını sormak, sanırım, sadece bizim ülkemizde olan bir şey değil, evrensel bir bakış hatası. Bu cümle devrimci kelimesinin yerine işçi konularak da okunabilir.

Marx’ın, olayın üzerinden çok sonra mektubunda Jenny’nin tavrını açıklamaya çalışması aristokrat Jenny von Westphalen ile işçi Mary Burns arasında neredeyse hiç ilişki olmayışını da açıklamaktadır. Jenny’nin aristokrat hayatından verdiği tavizi, erken yaşta[9] hayatını kaybeden bir işçinin ölümünden, üstelik kendilerine bakan insanın sevgilisinin ölümünden daha acı bulması, bilimsel sosyalizm orkestrasının en gözde iki kemanının kadınlarının arasında hiç kapanmamış sınıfsal ayrımı, sanırım gözler önüne seriyor. Bunu ne burjuva tarihçiler gibi “kadınca bir çekememezlik” olarak görmek lazım, ne de Sovyet tarihçi-yazar Serebryakova’nın yaptığı gibi görmezden gelmeye çalışmak.

Mary’nin 1863’te ölümünden 18 ay sonra, Engels, Mary’nin kardeşi Lizzy ile sevgili olmuştur. Tarihçiler erkeklerin eşleri öldüğünde eşlerinin kız kardeşleriyle evlenmesini Viktoryen dönemin bir geleneği olarak bildirmektedir, ancak konu Engels gibi geleneklerle arası hiç iyi olmayan birisi olduğunda, bunu aşktan başka açıklayacak bir durum kalmamaktadır.

Marx ailesi, ablasına göre Lizzy ile daha fazla ilişki içinde olmuştur. Bunda çocukların büyümesi, özellikle Eleanor’un (Tussy) Engels ve Lizzy’ye yakınlaşması, 1869’da Engels’in hissesini Gottfried Ermen’e sattıktan sonra Londra’ya taşınması gibi sebepler rol oynamıştır. Biraz da bunlar sayesinde, Lizzy hakkında Mary’ye göre bir iki detay fazla edinebilme şansımız olmuştur. Engels’in en sevdiği yemeğin İrlanda güveci olduğu gibi görece önemsiz ama duygusal bir çağrışımı olan bilgiler ya da ablasından farklı olarak geriye kalan bir fotoğraf gibi… Engels, Lizzy’e dair düşüncelerini “Sınıfına karşı tutkulu, doğuştan gelen ve benim için paha biçilemez değerde olan duygular besliyor. Bunu burjuva kızlarının ikiyüzlülüğü ve kibrine tercih ederim.” sözleriyle dile getirmiştir (Hunt 2009, 232).

Krallık burjuvazisinin tarımdaki tercihlerinin değişmesi, 1800’lü yılların ortalarında İrlanda’da bir milyon insanın öldüğü, bir o kadar insanın da adadan göç ettiği büyük bir açlık yaratmış, bu İrlandalıların bağımsız bir cumhuriyet mücadelesini daha da kamçılamıştır. Mary ve Lizzy Burns kardeşler, bu mücadeleyi veren Fenian’ların aktif birer destekçisi olmuşlardır. Engels, İrlanda’ya, birinde Mary ile, ilerleyen yıllarda ise Lizzy ile olmak üzere iki defa gitmiş, bir kitap yazma düşüncesiyle notlar almış, ancak bu notlar bir kitap haline dönüşmemiştir.

Fenian’lar, isimlerini bir Orta Çağ destanı olan Fianna’dan almış, ulusal kurtuluşçu gizli bir örgütlenmedir. Örgüt 1858’de kurulmuştur. 20. yüzyıldaki IRA’nın öncüllerinden olan örgüt, IRA ile benzer hatalara ve başarılara imza atmıştır. Eylül 1967’de Fenian üyeleri Thomas Kelly ile Timothy Deasy’nin Manchester’da bir polis aracından kaçırılmaları, Engels’in isabetli öngörüsünü doğrulamış ve bu hadise“İrlanda, İngiltere ve Amerika’da bütün İrlandalı çocukların doğdukları tarihten itibaren kulaklarına çalınan destansı bir türkü” olmuştur (Hunt 2009, 238). Max Beer, 1860’larda Engels’lerin evinin Fenian kaçakları için güvenli bir sığınak olduğunu ama polisin kaçakların saklandıkları yerlere dair hiçbir ize sahip olmadığını yazar (Beer 1935, 78).

İngiltere’nin tekstil üstünlüğü için İrlanda kırları insansızlaştırılır ve uçsuz bucaksız çayırlar koyunlara bırakılırken, İrlandalılar açlık ve yoksulluk içinde daha ucuza çalışmaya razı bir şekilde vardıkları şehirlerde, İngiliz işçi sınıfıyla milliyetçilikle harmanlanmış ekonomik ve politik çelişkiler yaşarken, Fenian’lar milliyetçiliğin doğası gereği bütün o körlükleri, yalpalamaları ve kahramanlıkları iç içe sergilerken, Marx ve Engels ulusal sorun ve sosyalizm ilişkisine giderek daha fazla kafa yorar olmuştur. Onların ulusal soruna eleştirel sahiplenme tavrı geliştirmesi ile Lizzy’nin Fenian kaçaklarını sahiplenmesi iç içe bir durumdur.

Lizzy’nin ölümü Mary’ninki gibi ani olmamıştır, beklenen bir ölümdür. 1878’de, 51 yaşındayken hayatını kaybeden Lizzy, ölüm döşeğindeyken Engels onun son arzusunu yerinde getirmiş ve görevlileri[10] eve getirerek onunla evlenmiştir. Engels için sevgilisinin son isteği ideolojik saflıktan önce gelmişti. Ömrünün son birkaç saatini Bayan Engels olarak geçiren Lizzy Burns, üzerinde Lydia yazan bir taşla St. Mary Roman Katolik Mezarlığı’nda üzerinde Keltik bir haç bulunan taşın altında yatıyor (Hunt 2009, 270-271).

Marx, bu defa en yakın yoldaşının sevgilisinin ölümüne karşı daha duyarlı olur.

 

*Bu yazının ilk hali Marx ve Engels’in yakın çevresindeki biyografilere odaklanan Marx’ın Orkestrası (Nota Bene Yayınları 2018) kitabında yayınlanmıştır.

**Bu üç yapraklı yonca, yeşil rengiyle, Hristiyanlık öncesinden Katolikliğe İrlanda’yla özdeşleşen ulusal bir simge.
Mary’nin Fenian’lara destek verdiği yıllarda bu simge bağımsızlığın sembolüydü ve bir suç unsuruydu.

[1] “Sınıfına tutkuyla bağlı İrlanda kanından gerçek bir proleter,” Engels’in Lizzy Burns için yazdıkları, (Hunt, 2009, 363)

[2] Engels buna dirense de 1849’da artık kesin olarak Manchester’a yerleşir ve 1869’a kadar orada yaşar.

[3] Galina Serebryakova, Engels’in ölmeden önce yazdığı vasiyette özel mektuplarının ortadan kaldırılmasını istediğini iddia eder (Serebryakova, Ateşi Çalmak 2000, 367). Ancak Engels 29 Temmuz 1983’te yazdığı ve sonrasında ölümünden altı ay önce 1895 Şubat’ında Marx’ın kızlarına yazdığı mektupta vasiyetini güncellerken bu hususta hiçbir şey söylememiştir. Tristram Hunt ise Engels’in bazı yazışmaları yaktığını yazmaktadır (Hunt 2009, 105).

[4] Ho Chi Minh’in Çin’de farklı bir kimlikle yaşadığı dönemde kısa süren bir evliliği olduğu yönünde kayda değer bilgilerin ulusun babası, ulusa adanmış bir yaşam anlatısına uymadığı için Vietnam Komünist Partisi tarihçileri tarafından yok sayılması (Ho Chi Minh Museum 2016) ve Che’nin Kongo yenilgisi sonrasında Prag’da geçirdiği dönemde yazdığı notların Stalin ve SBKP eleştirileri içermesinden dolayı yazıldığı tarihten yaklaşık 40, SSCB’nin yıkılmasından yaklaşık 20 yıl sonrasına kadar basılmamış ve gün yüzüne çıkamamış olması (Guevara 2009) bu duruma örnek olarak verilebilir.

[5] 50 sterlin, bugünün 7500 sterlinine ve İngiltere asgari ücreti üzerinden bir işçinin yaklaşık 6 aylık maaşına denk gelen bir paradır.

[6] O dönemde İngiltere’de bebek ölüm oranı %20’dir (Weissweiler 2006, 15).

[7] Bu iki evli yaşam zamanla yerini tek eve bırakmıştır.

[8] Jenny’nin henüz bekarken hizmetçi olarak yanına aldığı Helene Demuth, Marx ailesinin ömrünün sonuna kadar ev işlerini ve çocuklarının bakımını üstlenmiştir. İlerleyen yaşlarında okuma-yazmayı öğrenmesiyle bu işlere yazıları temize çekmek gibi bir tür sekreterlik görevi de eklenmiş, ailenin nispeten eşit bir üyesi kabul edilmeye başlanmıştır.

[9] O tarihte Manchester’da işçi sınıfının ortalama yaşam süresi 27’ye kadar düşmüştü. Engels’le birlikteliği Mary’nin ömrünü görece uzatmıştır.

[10] Bu görevliler Serebryakova’ya göre belediyeden gelmiştir (Serebryakova 2000, 463), Hunt’a göre papazdır (Hunt 2009, 270).