Kıvılcımlı, İslam ve Marksizm-3

El Yazmaları’nın Notu: El Yazmaları yazarı Caner Malatya Doktor Hikmet Kıvılcımlı’nın İslâmiyet’e yönelik yaklaşımı hakkında hazırladığı yüksek lisans tezini El Yazmaları için revize etti. Daha önce yayımladığımız birinci bölümde Hikmet Kıvılcımlı’nın tarih tezinde ileri sürdüğü görüşlere, ikinci bölümde ise Hikmet Kıvılcımlı’nın dinleri ele alışına yer verilmişti.  Hikmet Kıvılcımlı’nın  İslam’ı ele alışının incelendiği dizinin üçüncü yazısını siz okuyucularımızın ilgisine sunuyoruz.

3.Hikmet Kıvılcımlı’nın İslam’ı Ele Alışı

a.Ticaret Yolları ve Sınıflar

Kıvılcımlı İslam’ı ele alırken, Hz. İbrahim’in Allah inancının etkisi altında gelişen Hz. Muhammed’in ve Kur’an’ın bilinçaltında işleyen asıl tarihin madde ve ruhunu bilinçlere çıkarmaya çalıştığını ifade etmektedir. İslam’ın ilk filizlenme yıllarında tarihin gidiş kanunlarını sezerek akılla yorumlayan Hz. Muhammed, aklıyla birlikte tarihin gidiş kanunlarını da bilinçaltına bastırmış oluyordu. Bilinçaltında yatan şey böylece dinin asıl maddeleri ve ruhu oluyordu. Hz. Muhammed’in geleneksel tek-tanrı fikrini ve Kur’an’ı anlamak; söylenenlerin ve yazılanların gerçekler ile arasındaki bağı kurmakla yani tarihin gidiş kanunlarını yaşanan çağa uygulayarak sağlanabilir. [1]

İslamiyet, Yukarı Barbarlık konağına erişmiş olan Arap kentlerinin medeniyete geçişidir. Başka bir deyişle İslamiyet Arap toplumunun, tarihsel olarak kaçınılmazlığın sonucunda evren ticaretinin Hicaz’a yönelmesi üzerine gelişen ticaret mekanizmasına kapılarak, Yukarı Barbarlık Konağı’ndan sınıflı toplum olan medeniyete geçişidir. Bu geçişe öncülüğü ise bütün kuralları ve kurumları ile Mekke ve Medine kentleri yapmış idi.  [2]

Hz. İbrahim’in Kâbe’yi kurduğu Mekke kenti, antika tefeci-bezirgân medeniyetin ileri karakolu olarak doğmuştu. Kuzey ve Orta Ticaret Yollarının birbiriyle savaşan Fars ve Bizans imparatorlukları tarafından bölüşülmesi nedeniyle işlek olmaması, Güney Ticaret Yolu’nun işlekliğini arttırarak bu yolda ticaret yapan Arap bezirgânlarının birikim yapmalarına neden olmuştur. Bu da Arap bezirgânlarının merkezi olan Kâbe’ye sahip Mekke ile birlikte Medine’nin gelişmesinin sağlayarak bu iki kenti Yukarı Barbarlık Konağı’ndaki kentler haline getirmiştir. [3]

Böylece tarihsel gidiş kanunları Arap toplumunu Güney Ticaret Yolu’nu kullanmakla görevlendirerek tarihsel devrime sürüklemiştir. Ayrıca Arap toplumunun Güney Ticaret Yolu’nu kullanarak birikim yapabilmesi, Orta ile Kuzey Ticaret Yollarına saldırarak genişlemelerine olanak sağlamaktaydı. Önlerindeki tek engel ise Mekke’nin Kureyşli toprak sahipleri ve tefeci-bezirgânları idi. Diğer yandan Arap toplumunun içine yerleşen Yahudi tefeci-bezirgânlar da, Yahudi Evs ve Hazreç kabileleri aracılığıyla Medine’deki Arap köylülerinin tarlalarına tefeci-bezirgân ipoteği koydurtmuş ve ribâyı yani faizi getirerek bu köylüleri topraksız bırakmıştır. Bunun için komün geleneklerini, Kureyşli toprak sahipleri ve tefeci-bezirgânları ile Yahudi tefeci-bezirgânlara karşı üstün kılmak gerekiyordu.

Böylece Arap toplumu hem yeni bir medeniyet kurarak medeniyet aşamasına geçilebilecekti hem de yeni kurulacak orijinal medeniyet tefeci-bezirgânlığa nazaran sınıflaşmanın az olmasından kaynaklı toplumun bir arada olmasını sağlayabilen komün gelenekleri sayesinde daha uzun ömürlü ve üretken olabilecekti. Bu yüzden Hz. Muhammed Bedevileri, toprağı bulunmayan Mekke “pleblerini” ve küçük topraklarına tefeci-bezirgân Yahudilerin el koyduğu Medine kentlilerini örgütleyip Mekke “patricileri” olan toprak sahibi Kureyşlilere, tefeci-bezirgân Ebu Sufyan’a ve Medine’nin tefeci-bezirgânları olan Yahudilere karşı harekete geçirmiştir. Diğer yandan Hicaz Arapları Güney Ticaret Yolu üzerinden medeniyetleri izlemiş ve olanları bilinçaltlarına kaydetmiştir. Böylece Kuzey ve Orta Ticaret Yolu’nun tıkanmasından dolayı Güney Ticaret Yolu önem kazanınca evrenselleşebileceklerini sezmişlerdir. Kolektif aksiyon gücüne ve komün özlere sahip Arap toplumu, zengin Kureyş Uluları yerine kendileri gibi daha komüncül kalan, yoksul köylüleri, fakir fukaraları ve göçebe Bedevileri örgütleyecek bir peygambere ihtiyaç duymaktaydılar ve Hz. Muhammed da buna en uygun kişiydi. [4]

Kıvılcımlı İslam’ın doğduğu ve geliştiği koşulları ortaya koyarken daha önce belirttiğimiz gibi Wallerstein’in dış belirlenimciliğine yakın olduğunu görmekteyiz. Fakat özellikle Mekke ve Medine’deki sınıfsal konumlanışlara ve sınıflar arasındaki mücadeleye işaret etmesi onun tamamen dış belirlenimci olarak nitelendirilemeyeceğini göstermektedir. Hatta Hz. Muhammed’in toplumun “içindeki” sınıfsal tepkileri örgütlemeye yöneldiğini işaret etmesi de Kıvılcımlı’nın iç belirlenimciliğe ağırlık verdiğine işaret etmektedir.

b.Allah yahut Tarihsel Determinizm

Hz. Muhammed bir deve çobanının barbar çocuğu olsa da medeniyetlerin ve ticaretin evrenselleşme eşiğinde olduğu çağda yaşamıştır. Ayrıca Hz. Muhammed tanrı kültürleri açısından çok zengin olan Orta Ticaret Yolu üzerinde çalıştığı için Hz. İbrahim’den Hz. Musa’ya, Hz. İsa’ya, Çinli Konfüçyüs’e, Buda’ya, İranlı Zerdüşt’e, Mısırlı Hermes’e kadar çeşitli dinlerin bilgisine erişmiş ve dervişler, papazlar, hahamlarla da görüşmüştür. Hz. Muhammed, gelişen yeni Güney Ticaret Yolu üzerinde barbar geleneklere sahip Arap toplumunun kuracağı yeni orijinal medeniyetine ve bu orijinal medeniyetin temellerini atacağı bezirgânlığın evrensel aşamasına uygun bir yapıda bir din kurmak için kendisi gibi bir barbar olan ve barbarlığın komüncül gelenekleri temelinde oluşan Hz. İbrahim’in tek-tanrıcılığını alır. [5]

Kıvılcımlı’ya göre Hz. Muhammed, Hz. İbrahim geleneğiyle büyümüş ve o geleneğin aklıyla somut toplumsal gerçekliği yorumlayıp, Hz. İbrahim’den aldığı geleneksel nakli bilimin çerçevesinde akılcıl bir senteze varmıştır. Hz. Muhammed toplumsal gerçekliğin kanunlarını inceleyerek anlamlandırmaya çalışmış, bu anlamlandırma çalışmasını da tarihsel eylemliliğiyle bağlantılandırarak akılcıl senteze varmıştır. Diğer yandan Hz. Muhammed Hz. İbrahim tek-tanrıcılığı düşüncesini kendi Hicaz orijinalliği içinde kavrayıp uygulamıştır. Bu orijinalliğin altında yatan maddi temel ise açılmayı ve geliştirilmeyi bekleyen Güney Ticaret Yolu üzerinde gelişecek olan Hicaz Arap toplumunun sınıflı topluma geçişini sağlayacak tarihsel devrim göreviydi.

Hz. Muhammed, tarihsel devrimin görevlerinde ve olaylarında yaptığı eylemlilikle birlikte yaşadığı çağın olaylarını yorumlayarak ulaştığı bu akılcıl sentezleri ayetleştirerek tek-tanrı geleneğini geliştirmiş ve İslam’ın oluşmasını sağlamıştır. Bilgi, akıl, bilim geliştikçe Allah yani tek-tanrı bilinçaltına bastırılarak geriler. Hz. Muhammed de kendi zamanında gelişen bu bilgi, akıl ve bilim sayesinde eski Hz. İbrahim geleneğini geliştirebilmiştir.

Ama akıl ve bilim gelişmekle birlikte henüz bu dini geleneğin üzerine çıkabilecek aşamada olmadığından Hz. Muhammed akılcıl sentezlerini tekrardan dini geleneğe bağlamak zorunda kalmıştır. Böylece Hz. Muhammed tarihin gidiş kanunlarını gösteren tarihsel ve sosyal olayları görüp öğrenerek akılla yorumluyor ve aklıyla birlikte tarihin kanunlarını da bilinçaltına bastırmış oluyordu.

Dinin bilinçaltında yatan şey de böylece tarihin gidiş kanunları oluyordu ve bunlar da dinin asıl maddelerini ve ruhunu oluşturuyordu. Fakat diğer yandan din geleneği de akılla yorumlandığından dolayı tarihin gidiş kanunlarına yani tarihsel determinizme yaklaştırıyordu. Bundan dolayı Hz. Muhammed’in Allah olarak tanımladığı aslında tarihsel determinizm yani tarihin gidiş kanunları idi.[6]

Hz. Muhammed gerçekleşen olayları bir taraftan “Allah’tan başka tapınılacak yoktur” ve “Her şeye kadir Allah’ım” diyerek Allah’a bağlarken diğer taraftan tarihsel determinizmi anlamaya ve tanımlamaya çalışmıştır. Bu doğrultuda tarihi ve sosyal olayların sonuçlarını Allah’ın verdiği cömertlik, bolluk, yarar, zarar, ceza, ödül vb. gibi şeylerle tanımlamıştır. Bu da Hz. Muhammed’in tarihsel determinizmin her yerde ve her koşulda işleyerek belirli bir sonuçları olduğunu kavramasına ve “Allah her zaman, her yerde hazır ve nazırdır” biçiminde ifade etmesine neden olmuştur. [7]

Hz. Muhammed’in çok farklı somut olaylardan ders çıkarıp soyutlama yapıp Allah tanımlamasını, Allah’ın tanımlanmasını da çeşitlendirmiştir. Bu da Allah’ın 99 isminin oluşmasına neden olmuştur. Kıvılcımlı da Allah’ın 99 isminin tarihsel determinizme atıf olduğunu belirtir.

El-Kuddüs yani “O noksansızdır” diyerek tarihsel determinizmin akışının kusursuzluğu, El-Mümin yani “Güven verendir” diyerek tarihsel determinizmin kanunları bilindiğinde güvende olunacağı, El-Aziz yani “Mutlak galip” diyerek tarihsel determinizmin her şeyi belirleyen olduğu, El-Müsavvir yani “Şekil veren” diyerek tarihsel determinizmin yarattıklarına biçim verdiği,  El-Kahhar yani “Kahreden” diyerek tarihsel determinizmin kurallarına uymayanın yok edildiği, El-Hakem yani “Hükmeden” diyerek tarihsel determinizmin dünyaya hükmettiği ifade edilmektedir. [8]

Kıvılcımlı Allah’ı tarihsel determinizm ile açıklarken, meleklerin de bu bağlamda tarihsel determinizmin gerçekleşmesini sağlayan birer unsur olduklarını ileri sürmektedir.

Kıvılcımlı’ya göre melekler, coğrafya, insan, tarih ve teknik üretici güçlerini temsil etmekteydiler. Bu üretici güçler komün içinde Allah’ın yani tarihsel determinizmin kontrolünde dengedeydi. Fakat ateş ile birlikte teknik üretici gücü diğerlerine nazaran daha da öne çıktı. Tekniğin öne çıkması toplumu ve kendisini yok etmeye varabilirdi.  Çünkü teknik doğa ve insana derin köklerle bağlıydı. Bu yüzden teknik üretici güç yani ateş dengelenmeye çalışılmıştır. Fakat ateş büyük bir teknik üretici güçtü ve sınıflı toplumun yani medeniyetin açılmasında ve gelişmesinde temel bir rol oynamıştır. Böylece sınıfsız, ilkel komünal toplumlarda totem geleneğiyle kutsallaştırılan ateş şeytanlaştırılmıştır. Bunun bir diğer nedeni de medeniyetin demiri ateşte dövüp silah haline getirerek bu silahlarla barbarlara saldırmasıdır.

Tarihsel devrimlerin ilk yıllarındaysa ateş tefeci-bezirgânlıkla birlikte kişi mülkiyetini yayılmasında temel bir rol oynamış ve şeytan tefeci-bezirgân sınıfla özdeşleştirilmiştir. Çünkü komünü parçalayan tefeci-bezirgânların çıkarları olmuştur. Şeytan da tefeci-bezirgânlığı ve insanın doğayı ve toplumu sömürme öğretisini yerleştirendir. Bu yüzden ateş, şeytan simgesinin Kur’an’daki algılanışının somut maddi temeli olmuştur. [9]

Kıvılcımlı, Hz. Muhammed’in Allah tanımlamasını tarihsel determinizmle ve melekleri de üretici güçler ile eşleştirerek İslam’ın ilahi güçlerini üretim dolayımı ve tarihsel gelişim üzerinden tanımlanmasının bir diğer farklılığını oluşturmaktadır. Kıvılcımlı, ilahi güçleri sadece tanımlanamayan maddi güçlerin bir yansıması olarak nitelemenin ötesine geçerek maddi üretim süreci ve onun dolayımıyla gelişen tarihsel süreçlerle açıklayarak maddeci bir yaklaşım ortaya koymuştur.

c.Kur’an

Hz. Muhammed, Allah’ın resulü yani çağının tarihsel determinizminin gerçek bir yansıması olmuştur. Çünkü tarihin gidiş kanunlarını arayıp, bulmak ve tarihsel görevini yapabilmek için ekonomik ve politik bilgiyi edinme, asker, lider, hekim, psikolog, tarihçi, şair olma gibi bütün özellikleri bilgece kendisinde sentezleştirmiştir.

Böylece Hz. Muhammed tarihsel devrimci olma gerekliliklerini yerine getirmiştir. Ve Hz. Muhammed Şu’arâ Suresi’nin 227. ayetinde tarihsel devrimi şöyle müjdelemiştir: “Zulmedenler, yakında nasıl bir devrime uğrayacaklarını ve devrileceklerini bileceklerdir.” Dolayısıyla Hz. Muhammed bir İslam cephesi ortaya koymuştur ve bu tarihsel devrimci bir cephedir. Ve Hz. Muhammed bu tarihsel görevini yerine getirme sürecinde edindiği bilgileri, deneyimleri ve stratejilerini Kur’an’da yazılı hale getirmiştir. [10]

Kur’an, Tevrat, Zebur ve İncil’in bir devamıydı. Semitler Yakındoğu’nun iki büyük Irak-Mısır medeniyetleri arasında mekik dokuyup tek tanrılı dinin taşıyıcılığını yaparken, Semit gelenek ve göreneklerini de Tevrat, Zebur, İncil ve Kur’an’da sembolleştirmişlerdir. Bu sembollerden birisi de “Kurban Bayramı”dır.

“Kurban Bayramı” bize, İbrahim zamanı Sam oğullarının önemli bir kısmının çocuk kurban edecek kadar Aşağı Barbarlık Konağı’nda olduğunu anlatmaktadır. Hz. İbrahim, köle karısı Hâcer’den olan oğlu İsmail’i kurban edeceği anda gökten bir koyun indirildiğini “görerek” bu inanışından vazgeçer. İsmail yerine koyunu keser ve İslâmiyet’in “Kurban Bayramı” böyle gerçekleşir. Kurban Bayramı, Hicaz-Mekke Araplarının Aşağı Barbarlık Konağı’ndan sürü üretimli Orta Barbarlık Konağı’na geçmeye başladığını anlatan hikâyedir. [11]

Kur’an kendinden önceki sembolleri barındırmakla birlikte, kendi dönemindeki bilgi birikimlerinin çokluğu ve tarihsel görevinin farklılığından kaynaklı Allah’ı yani tarihsel determinizmi yorumlayışı diğerlerinden farklıydı.

Hz. Muhammed komüncül geleneklerden geldiğinden Kur’an’ın buyrukları da bu komüncül gelenekler ile medeniyete geçişin sentezlerinin dile getirilişidir. Çünkü tarihin gidişi komünün medeniyete doğru çözülüşü yönündeydi.

Kur’an da Hicaz kentlerinin orijinal medeniyete geçmesini sağlayan tarihsel devriminin teorisi ve pratiğidir. Bu açıdan Kur’an Kureyşlilerle Müslümanlar arasındaki sınıf savaşının da bir ifadesidir. Sonuç olarak Kur’an, sınıf çatışmasının ürünü ve ilkel sosyalizmin sonu ile medeniyetin başlamasının ifadesi olmuştur.

Kıvılcımlı’ya göre de tarihsel determinizmin yasaları ile Kur’an’da olmuş ve olacaklara dair ayetler birbirleriyle paraleldirler. Ve bu yüzden Kur’an’ı yorumlamak, antika tarihin gidiş kanunlarını anlamak için oldukça önemlidir.[12]

Hz. Muhammed’in ilk Mekke devri, daha çok Allah’ı yani tarihsel determinizmi öğrenip sezdiği ve yorumunu önce yakın çevresine sonra diğer insanlara söylevler ve soyut idealler biçiminde anlatmasıyla geçmiştir. Medine devri ise sınıflar savaşı ve tarihsel devrim ile geçmiştir. Bu nedenle Mekke ayetleri daha teorik, felsefi ve soyut iken, Medine ayetleri daha somut ve pratik devrime yöneliktir. [13]

Bedir savaşına kadar olan ayetlerde Hz. Muhammed, Mekke’deki sınıfsal çelişkileri işler ve bunun dini sembollerini bulmaya çabalar. Fakat bu çabalama özellikle Medine döneminde halkın pratik ihtiyaçlarına kıyasla oldukça soyut ve felsefi kalır. Mekke ve Medine’nin yoksulları ile Bedeviler, pratik ihtiyaçları yani savaş ve ganimet doğrultusunda Hz. Muhammed’i uyararak savaş kararı vermeye zorlarlar. Hz. Muhammed de bu zorlamayı Enfal Suresi’nin 41. ayeti “Mülk-ganimet Allah’ın ve Peygamberinindir, kavga etmeden aranızda anlaşınız” ile kabul ederek tarihsel devrim pratiğini başlatmıştır. [14]

Bedir savaşının kazanılmasıyla birlikte ganimet paylaşma kavgası çıkması üzerine Hz. Muhammed, Enfal Suresi’nin 41. ayetini hatırlatıp “Ganimet Allah’ın ve elçisinindir” diyerek ganimeti ilk olarak kendi mülkiyetine alır. Kıvılcımlı’ya göre bu, İslamiyet’in ilk savaşçıl-devrim yıllarındaki komüncül geleneklerin baskınlığını göstermektedir. Çünkü peygamber, toplum adına ganimete el koymuştu ve İslam ordusu içerisindeki mal-mülk çekişmesinin önüne bu şekilde geçmeyi amaçlamıştır. [15]

Bununla birlikte Hz. Muhammed Allah’ı yani tarihsel determinizmi öne sürerek komüncül gelenekleri, doğmakta bulunan yeni İslam medeniyetinin uzun ömürlü olması için bu medeniyetin içinde sentezlemeyi amaçlamıştır.

Medeniyetlerin mal, mülk, sefahat ve fuhuştan dolayı çöktüklerini bildiğinden, hemen her ayetinde bunlara saldırarak topluma komüncül geleneklere sarılmalarını öğütlemiştir. Bu öğüdüne uyulmadığı takdirde ise medeniyetin çöküşüyle ve Allah’ın cehennem gazabıyla cezalandırılacaklarını bildirip toplumun medeniyete yani sınıflı topluma özenmemesini sağlamaya çalışmıştır. Bu yüzden Kur’an komüncül geleneklerin övgüsüyle doludur. [16]

Hz. Muhammed’in İslam medeniyetinin uzun ömürlü olması için öğütlediği bir diğer şey nefis terbiyesidir. Hz. Muhammed, sınıflı topluma geçişle birlikte artacak olan bireyselleşmenin önüne nefsi sürekli terbiye etme, denetim altında tutma öğüdüyle geçmek istemiştir. Bunun için de Hz. Yusuf’u örnek gösterir. Hz. Yusuf’un özellikle cinsel tahriklere karşı gösterdiği iradeye işaret eder ve Yusuf Suresi’nde bunu anlatır. [17]

Hz. Muhammed’in İslam medeniyetinin uzun ömürlü olması için yaptığı bir diğer şey de ribâ yani faizin yasaklanmasıdır. Faiz üretimi sekteye uğratmakla birlikte sınıflaşmayı hızlandırır. Ayrıca Medineli köylüler ribâ’dan kaynaklı topraksız kaldıkları için de onun kaldırılmasını istemişlerdir. Nitekim Hz. Muhammed veda hutbesinde de “Faiz ayaklarımın altındadır” diyerek bu yasağı özellikle vurgulamıştır. [18]

Hz. Muhammed yeni medeniyetin eskileri gibi çökmemesi için faiz, fuhuş, zina vs. sadece yasaklayıp “haram” kılmakla kalmamış, özeleştiri yani “tövbe” ile de engellemeye çalışmıştır. Böylece toplumunu eğitmeye çalışmıştır. [19]

d.İslam Tarihsel Devrimi

Fakat Hz. Muhammed tarihsel gidişin medeniyete doğru geliştiğini gördüğünden, pratik yaşamın dayatmalarının etkisiyle, yaşanan barbar-medeniyet çelişkilerini sentezleştirmeye çalışmıştır. Bunun için de İslam tarihsel devrimi ilerledikçe, komüncül yapı ve geleneklerin medeniyete ve özel mülkiyete doğru çözülüşünü de geliştirmeye mecbur kalmıştır. Bu yüzden Kureyşli toprak sahipleri ve tefeci-bezirgânları ile Hudeybiyye Antlaşması ile yapmıştır.[20]

Fakat Kureyşli toprak sahipleri ve tefeci-bezirgânlarının antlaşmaya uymaması üzerine tarihsel devrim için hazırlıklar başlatılmış, Fetih Suresi’nin ilk ayetinde “Biz sana apaçık bir fetih verdik” ile Mekke fethedilmiş ve İslam Tarihsel Devrimi gerçekleştirilmiştir.  [21]

Bu tarihsel devrimle birlikte Arap toplumunun yapısı da değişmiş idi. İslamiyet’in ilk dönemlerinde kan bağına dayanan Arap toplumunda insanlar, kendi kabile ve kan örgütlerinin içinde olanlarla kardeşti. Hz. Muhammed’in Medine kentine göçmesiyle kan bağı gevşemeye başlamıştır. Medine’ye göçle birlikte de iki tip Müslüman ortaya çıkmıştır: “Muhacirin” adlı Mekke kentinden göçmüş Müslümanlar ve muhacirlere yardım eden “Ensar” adlı Medineliler. Hz. Muhammed ayrı kentlerden, ayrı kabileden, ayrı kandan gelme bu insanlarla birlikte Habeşistan, İran gibi farklı coğrafyalardan gelenleri ve Yahudi, “Müşrik” gibi yabancı inançlardan yeni çıkanları “Müslüman Kardeşliği” altında bir araya getirmiş ve Hucurât Suresi 10. ayetinde bunu şöyle bildirmiştir: “Hiç kuşku götürmez ki Müslümanlar kardeştirler”. Böylece İslamiyet ile Arap toplumu kan bağlarını atarak medeniyetin tefeci-bezirgân ilişkilerini uygun bir toplum yapısına geçmiştir. Fakat Hz. Muhammed yine de eski komüncül gelenekleri korumakla birlikte zekat, oruç, faizin haram olması, hac ve namazın komüncül gelenekler çerçevesinde ve yoksulların yararlanacağı şekilde yapılmasına çalışmıştır. [22]

Hz. Muhammed, tarihsel devrimle birlikte kendi toplumunun da medeniyetlerdeki gibi sosyal sınıflara ayrışacağının da farkındaydı. Bu yüzden Hz. Muhammed medeniyetin sınıflı yapısına da uyum sağlamak amacıyla cenneti sosyal sınıflara ve inanç hiyerarşilerine göre mevkilendirmiştir. Cennet Hz. Musa ve Hz. İsa’da geçmiş kaybedilen yerken Kur’an’da gelecekte kazanılacak yerdir. Böylece Peygamber inancı ve inancı uygulama pratiği yüksek olan sahabelere cennette daha yüksek mevkide olma vaadini sunuyordu. [23]

e.Tarihsel Devrimin Sınırlılığı

Kıvılcımlı, Hz. Muhammed’in her ne kadar tarihsel devrimci olarak toplumunu ileriye götürmeye çalışsa da, medeniyetin ağır basarak Hz. Muhammed’in çabalarının sınırlı olacağını vurgulaması bir diğer farklılığını oluşturmaktadır. Kıvılcımlı Hz. Muhammed’in devrimci ve komüncül özlere sahip olmakla birlikte bir sınırlılık taşıdığını, özellikle medeniyete geçişle birlikte devrimcilikten reformculuğa geçtiğini işaret etmiştir.

Tarihsel devrimle birlikte Arabistan’daki kentleri İslam medeniyetinde bütünleştirmeyi başaran Hz. Muhammed, Güney Ticaret Yolu’nu geliştirmeye yönelmiştir. Böylece Orta ve Kuzey Ticaret Yolu’na yönelip İslam medeniyetine güçlendirmeyi amaçlıyordu. Fakat Orta Ticaret Yolu Fars ve Bizans İmparatorluklarının çatışmalarından dolayı tıkandığından iki imparatorluk da Güney Ticaret Yoluna hâkim olmaya çalışıyordu. Bizans Habeşistan’daki Hıristiyanlar, Farslar ise Yemen üzerinden Güney Ticaret Yolu’na hâkim olmaya çalışıyordu. Hz. Muhammed tektanrıcı Bizans’ı destekleyerek önce çoktanrılı Fars medeniyetini yıkmayı ardından da Bizans tasfiye etmeyi planlamıştır. Rum Suresi de bu stratejiye dair yorumları içermektedir. [24]

Hz. Muhammed’in ölümünden sonra da İslamiyet, Akdeniz ile Çin medeniyetlerini, Batı ile Doğu’yu bağlayan ilk köprüyü Güney Ticaret Yolu üzerinden açmış, sonrasında Orta Ticaret Yolu ile de bu köprüyü tamamen kurmuştur.

Kurulan bu köprü dünya pazarını ve uzak dış ticareti yaratarak kapitalizmin doğuşunu hazırlamıştır. Bu yüzden İslam Medeniyeti Antik Çağın sonunu müjdelemiştir. Bu sonla birlikte tefeci-bezirgânlık evren ölçüsünde yaygınlaşır ve tarihsel devrimlerin sonuna gelinir. Çünkü orijinal medeniyet kuracak ne Yukarı Barbar kenti ve ne de tarih ve coğrafya koşulu kalmıştır. Ve bu gidiş kapitalizmle sonuçlanacaktır. Bundan dolayı Hz. Muhammed kendisini “Hâtem’ül Enbiya” yani Son Peygamber olarak nitelendirmiştir. [25]

Kıvılcımlı’ya göre İslamiyet, komüncül nitelikler taşısa da, tefeci-bezirgânlığın evrensel aşamasını kurduğundan bezirgân ve ticaret dini olma niteliği baskındır. Bu niteliğin baskın olması kendisini toprak mülkiyetinde de göstermiştir.

Her ne kadar İslamiyet toprakları ortak mülkiyet olarak görse de zamanla “ikta”(bağışlanmış düzenli gelir) ve “mesaag”(düzen, buyruk) ile toprak “özelleştirilebilmiştir”. Dolayısıyla Hz. Muhammed tefeci-bezirgânlığa karşı sıkı önlemler almaya çalışsa da, tarihin gidiş kanunları tefeci-bezirgân medeniyetlerin gelişiminden yana olduğu için, İslam medeniyetinin 50 yıl sonra çökmesiyle tefeci-bezirgân üstün gelmiş ve İslam toplumunun tam olarak sınıflaşmış ilk devleti “Emeviyye Saltanatı” kurulmuştur. Böylece İslamiyet zamanla zenginlerin fakirlere karşı uyguladığı şiddetin kılıfı olmuştur. [26]

Bununla birlikte Hz. Muhammed’in komüncül özellikleri korumak için koyduğu ganimetin ve ganimet olan toprakların 5’te 1’inin ilk önce peygambere sonrasında Beytülmâl’e bırakılması, insanların büyük toplantı yerleri camilerde toplanma günü Cuma’da seçimle başa gelen halifeye hesap sorduğu İslam demokrasisi gibi uygulamalar kendisinden sonra da devam etmiştir.

Böylece İslam medeniyeti yozlaşsa da Hz. Muhammed’in koyduğu ilkel komünist prensipler, toplumcu özellikler taşıyan Orta Barbarlık Konağı’ndaki barbarların (Türk-Moğol-Kafkas-Berberi-Arap-Pers-Kürt çobanlarını, köylülerini veya askerlerini) Şiilik, Alevilik, Hacı Bektaş Veli, Şeyh Bedrettin gibi liderlerle çeşitli İslam medeniyetlerini rönesans-dirilişlere uğratmasını mümkün kılmıştır. Bu rönesans-dirilişlerle de İslamiyet, Kur’an ve son peygamber baki kalmıştır. Ve bugün de İslamiyet egemen sınıflar tarafından kullanılmakla birlikte, hümanist hatta devrimci hareketlerde de yaşamaya devam etmektedir.[27]

 

[1]Kıvılcımlı, 2011a,  21.

[2]Kıvılcımlı, 2008b,  68; Kıvılcımlı, 2009,  122.

[3]Kıvılcımlı, 2007,  367; Kıvılcımlı, 2011f,  62; Kıvılcımlı, 2011g, 145.

[4]Kıvılcımlı, 2007,  264-265, 283; Kıvılcımlı, 2008b,  57; Kıvılcımlı, 2009,  111;Kıvılcımlı, 2011a,  26-27, 71-74, 147, 177, 219-220, 259, 264, 274.

[5]Kıvılcımlı, 2008b,  55; Kıvılcımlı, 2011a,  28, 48- 49, 67, 223, 305; Kıvılcımlı, 2011g,  229.

[6]Kıvılcımlı, 2011a,  20-21, 28, 34, 41, 42, 54-56, 58, 61, 64, 73, 86-87.

[7]Kıvılcımlı, 2011a,  36, 44, 68, 69, 155.

[8]Kıvılcımlı, 2011a,  37-39, 48-49, 224.

[9]Kıvılcımlı, 2011a,  227, 267-268.

[10]Kıvılcımlı, 2011a,  60, 196, 210, 223, 226.

[11]Kıvılcımlı, 2008b,  65; Kıvılcımlı, 2009,  108.

[12]Kıvılcımlı, 2007,  299; Kıvılcımlı, 2011a,  25, 29, 48, 69, 120, 134, 147, 148, 222, 253, 265, 266, 269, 299, 303; Kıvılcımlı, 2014,  212.

[13]Kıvılcımlı, 2011a,  44, 211-217, 223, 269.

[14]Kıvılcımlı, 2011a,  35, 215, 281.

[15]Kıvılcımlı, 2011a,  286-287.

[16]Kıvılcımlı, 2011a,  27, 43, 47, 53, 62, 225, 231, 253-254, 306-309.

[17]Kıvılcımlı, 2011a,  216, 239-241.

[18]Kıvılcımlı, 2008c,  35; Kıvılcımlı, 2011a,  307-309.

[19]Kıvılcımlı, 2011a,  291-292.

[20]Kıvılcımlı, 2011a,  286-288; Kıvılcımlı, 2011g,  153.

[21]Kıvılcımlı, 2011a,  233.

[22]Kıvılcımlı, 2008b,  71-72; Kıvılcımlı, 2011a,  120, 295, 306.

[23]Kıvılcımlı, 2011a,  277-278; Kıvılcımlı, 2011g,  233, 236.

[24]Kıvılcımlı, 2011a,  221, 232.

[25]Kıvılcımlı, 2007,  369-370; Kıvılcımlı, 2008b,  56-57; Kıvılcımlı, 2011a,  26, 258, 259, 283, 287-288, 302; Kıvılcımlı, 2011e,  17-18; Kıvılcımlı, 2011g,  308-309; Kıvılcımlı, 2013,  327, 404; Kıvılcımlı, 2014,  364.

[26]Kıvılcımlı, 2007,  269-271; Kıvılcımlı, 2009,  125-126; Kıvılcımlı, 2011a,  71-72, 283.

[27]Kıvılcımlı, 2007,  277, 284-288, 334, 384, 592; Kıvılcımlı, 2011a,  73, 260, 287-288, 302, 304; Kıvılcımlı, Hikmet. (2011c). Eyüp Sultan Konuşması. (Birinci Baskı). İstanbul: Sosyal İnsan Yayınları, 8.