Patriyarkal Kapitalizmin Güncelliği: İktidar Bloku İstanbul Sözleşmesini Neden Uygulamıyor?

Patriyarkal sistemin şekillendirdiği kadın düşmanı devlet ve toplum geleneğinin; toplumsal çürümenin de önünü açarak bir adım ileriye taşımasında somut çıkarları olan bir iktidar bloku, sermaye ve erkeklik üçgeniyle karşı karşıyayız.

“Karşı çıkmak istediğim evler, koltuklar, halılar, müzikler, öğretmenler var. Karşı çıkmak istediğim kurallar var. Bir haykırış!”

Tezer Özlü, “Çocukluğumun Soğuk Geceleri” kitabında haykırışı böyle dile döküyordu.

Tezer Özlü’nün haykırışı, patriyarkanın dar sınırlarına hapsedilmiş kadınların, kendi hayatlarının sıkışmışlığında karşı çıktıkları binlerce şeyi kapsıyor sanki. Kadınlar, kendi hayatlarını yaşayabilmek için ne çok kez haykırıyor değil mi?

Önce en yakınım dedikleri erkeklere karşı savunmak zorunda kalıyorlar hayatlarını. Bu erkeklerden kimisi aralarındaki sevgi bağını kullanıyor; kimisi ise şiddet ve ölüm tehdidiyle istemedikleri bir hayatı yaşamaya mecbur ediyor kadınları. Beklentileri ise hep aynı; kadınların itaat etmeleri, kendi hayatlarından vazgeçip sessizce onlara çizilen hayata razı olmaları.

Bu hayatın içinde kadınlara bir ahtapotun kolları gibi sarılan evler, mahalleler, aileler, çocuklar ve büyük aşk masalları var.

Kadınların içinde yaşamaya çalıştığı huzursuz dünya; kerameti kendinden menkul, ezelden beri böyle gelmiş böyle giden bir şey değil elbette. Toplumsal kuralların, kadın-erkek ilişkilerinin, bunların üzerine oturduğu toplumun yönetimini erkeklerin kurallarınca belirleyen yargı ve yönetim anlayışının ardında, yedi bin yıldır var olan patriarkal sistem var.

Kadınları ezen, sadece patriyarka değil elbette.

Patriarkal sistemden çok sonra kurulan, patriyarka ile yaptığı sessiz anlaşma ile patriarkal kapitalizm halini alan bir sistemin içinde kadınların hayatı korkunç bir kuşatma içinde.

Temelde işçi sınıfının sömürüsü üzerine kurulan, ancak patriarkal sistemin içinde doğan ve bu sistemden yararlanarak kadınlar için özel sömürü biçimleri uygulayan, ayrıca kadınların ev içi yeniden üretim yükünden de ciddi yarar sağlayan patriarkal kapitalizm; şimdiki toplum yapısını düzenleyen önemli bir etmen.

İktidarın Politikaları ve Toplumsal Çürüme

Coğrafyamızın despotik devlet geleneğinin önemli öğelerinden olan Türk, Sünni ve erkek kodlarını sahiplenip kuvvetlendirerek, iktidara geldiği günden beri, köklerini bu kodlar üzerinden salan, muhafazakar politikalarla toplumun bir kesimini konsolide etmeye çalışan bir iktidar bloku ile karşı karşıyayız.

Bu iktidar bloku, yaslandığı toplumsal kodları derinleştirerek, yaratmaya çalıştığı farklı toplumsal kesimler arasındaki düşmanlık ve bunlar üzerinden meşrulaştırarak uyguladığı, “öteki gruplara” karşı baskı politikaları ile, muhalefeti sindirmeye çalışıyor. Böylece, sermayenin küresel anlamda içine girdiği yapısal krizden çıkışı için uygulamaya koyduğu, neoliberal politikaları derinleştirerek sorunsuz uygulama imkanı bulmayı amaçlıyor.

Uygulamaya çalışılan tüm bu politikalar; dolaylı veya doğrudan en çok kadınların emeğini, bedenini, hayatını ilgilendiriyor.

Ekonomik krizle derinleşen hayat pahalılığı, işsizlik, erişilemez boyutlara ulaşan paralı eğitim ve sağlık, en çok kadınları yoksullaştırıyor.

İktidar eliyle her gün yeni bir kadın ve çocuk düşmanı politika, uygulama, yasa yahut tasarı getiriliyor önümüze.

Yoğunluğu gittikçe arttırılan, kadın, çocuk düşmanı söylem ve politikalar toplumdaki patriarkal hegemonyayı besleyerek; erkeklerin, kadınlar ve çocuklar üzerindeki tahakkümünün en vahşi hallerinin önünü açıyor. Şiddet, taciz, tecavüz, istismar faili erkekleri; yargı yoluyla koruyarak, ceza indirimleri vererek, medya yoluyla ise dizilerdeki, haber bültenlerindeki, programlardaki, reklamlardaki erkek diliyle meşrulaştırarak erkek şiddetini beslemeye devam ediyor.

Cumhurbaşkanlığı ve devletin tüm kademelerinde, medyada, mahkeme salonlarında, mahallede, okulda, evlerde, yatak odalarında; kadınlara parmak sallayıp ne yapıp ne yapamayacaklarını söyleyen, hayatlarını ellerinden almaya çalışan erkek zihniyeti toplumun tüm hücrelerine sinmiş durumda.

İktidar Neden Aileyi Koruyor?

İktidar bloğunun, tüm bu kadın düşmanı söylem ve politikaları gütmesindeki amaç, basitçe kadınlara düşmanlık değil elbette.

Patriarkal sistemin şekillendirdiği kadın düşmanı devlet ve toplum geleneğinin; toplumsal çürümenin de önünü açarak bir adım ileriye taşımasında somut çıkarları olan bir iktidar bloku, sermaye ve erkeklik üçgeniyle karşı karşıyayız.

Kadın düşmanı söylemleri ve politikaları ile kadınların hayatını tehlikeye atmaktan çekinmeyen iktidar blokunun bu politikalarının en başında, kadını değil aileyi korumayı esas alan söylemler ve yasal düzenlemeler geliyor. Her gün en az 3 kadın, evlendikleri erkekler tarafından öldürülürken, aile içi taciz, tecavüz, çocuk istismarı rakamları korkunç boyuttayken iktidar aileyi neden koruyor?

Toplumu her alandan baskı altına almaya çalışan iktidar, muhafazakâr ataerkil aileyi mikro ölçekte bir baskı mekanizması olarak konumlandırıyor.

Toplumun hücreleri konumunda olan aile, “reisi” olan erkeğin sahipliğinde, iktidarın her alana yaydığı toplumsal baskıyı sürekli yeniden üretiyor. Erkek, dışarıda ne kadar baskıya maruz kalırsa kalsın tüm hizmetini gören ve tüm öfkesini boşaltmakta hiçbir sakınca görmediği bir kadın ve tamamen kendine ait gördüğü çocuklarla birlikte yaşıyor. Ev içinde efendi rolünde olan erkek, dışarıda yaşadığı baskı ve sömürü koşullarına daha az isyan ederken ev içinde yarattığı baskıyla, devlet ve sermayenin dışarıdaki baskısını yeniden üretiyor. Aile içindeki çocuklar da, bu bilinçle büyüyor.

Böylesi bir aile kurgusu içinde kadınlar, baskı altında tutularak toplumsal yeniden üretim de garanti altına alınıyor.

Toplumsal yeniden üretim, kadınların bedeni ve görünmeyen, ücretsiz ev içi emeği ile sağlanıyor. Kadınlar toplumun bireylerini doğuruyor ve kendilerine dayatılan toplumsal cinsiyet rolleri dolayısıyla, aile içinde; çocuklara, hasta ve yaşlılara bakıyor, aile bireylerinin duygusal ve fiziksel ihtiyaçlarını karşılıyor, ailenin yaşaması için gereksinim duyduğu alış-verişini en ucuz yoldan sağlıyor, yemek, temizlik gibi ihtiyaçları kendi emekleriyle sağlıyor, evli oldukları erkeklerin cinsel ihtiyaçlarını karşılıyorlar.

Böylece de devletin görevi olması gereken toplumsal işlerin bütünü, özel alanda kadınlara dayatılarak kar elde ediliyor.

Kadınların İkincil Konumu ve Sermaye

Sermaye açısından da kadına dayatılan yeniden üretim yükü sürekli ucuz işçi üretimini garanti altına alırken; asıl iş gücü olarak görülen erkek işçinin dinlenmiş ve yenilenmiş olarak verimli şekilde çalıştırılabilmesinin, verilen ücretlerin çok düşük olmasına rağmen kadınların emeği ile ailenin geçiminin sağlanabilmesinin önünü açıyor.

Kadınların “ev içinde göstermekle yükümlü olduğu sevgi ve şefkat”; kapitalizmin doğası gereği kamusal alanda yarattığı rekabet, bireycilik, aşırı çalışma gibi gayri insani meseleleri dengeliyor.

Ayrıca kadınlara dayatılan ikincil konum; kadınları öteden beri sermayenin ucuz iş gücü kaynağı haline getiriyor. Kadınlar, erkeklerle aynı işi yapsalar bile eşit ücret alamıyor, daha da ötesinde kadınların hanesine toplumsal cinsiyet rollerinin uzantısı olarak ev işlerinin devamı niteliğindeki işler olarak görülen niteliksiz, vasıfsız düşük ücretli işler yazılıyor.

Sermayenin yapısal krizi ile birlikte ise neoliberal politikaların getirdiği taşeronlaşma, esnek, güvencesiz çalışma, parça başı işçilik gibi çalışma koşulları yine kadınlara dayatılıyor. Böylece sermaye, kadınlar üzerinden muazzam kârlar elde ediyor.

Ayrıca, parça başı işçilikle birlikte kadınlar, sermaye yararına çok ucuza çalışırken, evden çıkamadıkları için de toplumsal yeniden üretimi tam zamanlı şekilde yapıyor ve çalışma yaşamıyla nispeten kamusal alana çıkma şanslarını tümden yitirerek tamamen eve hapsoluyorlar.

Sermaye ise bu yolla, atölye, ulaşım, yemek, sigorta gibi masraflardan tümüyle kurtuluyor, parça başı çok düşük ücret verdiği için de devasa karlar elde ederken iş verimliliğini de garanti altına almış oluyor.

Sermayenin kendi krizinden çıkış için ihtiyaç duyduğu yoğun emek sömürüsü üzerinden hayata geçirmeye çalıştığı bu çalışma biçimlerinin ancak; kadınların aile içine mahkûmiyeti ile gerçekleşebileceğini görmek ve altını çizmek gerekiyor.

Kadın Mücadelesinin Kazanımlarından Biri

Her gün onlarca kadın, kendilerine dayatılan bu hayata razı olmadıkları için en yakınlarındaki erkekler tarafından öldürülüyorlar.

Erkekler tarafından kıyafetleri, kahkahaları, hangi saatte nerede oldukları bahane edilerek taciz ve tecavüze maruz bırakılıyorlar.

İktidarın kadın düşmanı söylem ve politikalarının beslediği ciddi bir toplumsal çürüme hali var. Buna karşı; Gezi direnişini ve hemen öncesinde kürtaj yasağına karşı eylemlikleri de arkasına alarak sürekli güç biriktiren, baskı politikalarının en yoğun olduğu dönemlerde bile sokakları doldurarak toplumsal muhalefetin de önünü açan güçlü bir kadın isyanı ve yükselen direnme eğilimi var.

İşte özellikle iktidar blokunun son süreçteki saldırıları aynı zamanda kadın hareketinin mücadelesiyle kazanılan hakların, kadınların elinden alınmasını, tümüyle tasfiye edilmesini öngörüyor.

İktidar, başta kadın örgütlerinin mücadelesi ve baskıları sonucu kadınları korumayı öngören İstanbul Sözleşmesi’ni imzalayıp sonrasında 6284 sayılı yasayı kabul etse de uygulamaya koymak için kılını kıpırdatmamış, aksine bu yasa ve sözleşmeyi boşa düşürecek her türlü adımı atmıştı.

Sonrasında, önce 6284 sayılı yasa, ardına bu yasaya temel oluşturan, kadınlar için hayat kurtarıcı hükümler içeren ve uluslararası bağlayıcılığı olan İstanbul Sözleşmesi; iktidar bloku ve yandaşlarınca hedef tahtasına oturtuldu.

İstanbul Sözleşmesi’nin kadınların hayatı için ne derece önemli olduğunu görmek için, içeriğine biraz daha yakından mercek tutalım:

İstanbul Sözleşmesi’nin resmi adı:

“Kadına Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi’dir.

İstanbul Sözleşmesi kadınlara yönelik her türlü şiddetin önlenmesi, kadınların her türlü şiddetten korunması, kadınlara yönelik şiddetin faillerin kovuşturulması, yargılanması ve cezalandırılması için titizlikle hazırlanmış bir metin.

Sözleşmedeki; “taraflar bu sözleşme hükümlerinin, özellikle de mağdurların haklarını korumaya yönelik tedbirlerin, cinsiyet, toplumsal cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasi veya başka tür görüş, ulusal veya sosyal köken, bir ulusal azınlıkla bağlantılı olma, mülk, doğum, cinsel yönelim, toplumsal cinsiyet kimliği, sağlık durumu, engellilik, medeni hal, göçmen veya mülteci statüsü veya başka bir statü gibi, herhangi bir temele dayalı olarak ayrımcılık yapılmaksızın uygulanmasını temin edecek bir hükmü içeriyor.” Öyle ki bu hüküm, LGBT bireylerinin, göçmen kadınların, partneriyle birlikte yaşayan kadınların vb. bu sözleşmeden yararlanarak korunma talep edebileceğini gösteriyor.

Bu durum, patriyarkanın en vazgeçilmez kurumu olan ve iktidarın da dayattığı, devlet gözünde tek meşru yaşayış biçimi olan, muhafazakâr ataerkil aile mitine ters düşerek bir takım gedikler açmış oluyor.

Sözleşme metni bu konularda getirdiği yüksek ve detaylı standartları içeren hükümlerin yanı sıra bir de sözleşmenin gereklerinin yerine getirilip getirilmediğini denetlemek için oluşturulacak ve kadına yönelik şiddet alanında uzman üyelerden oluşan GREVIO (Kadınlara Karşı Şiddet ve Ev İçi Şiddete Karşı Uzman Eylem Grubu) adlı organın kuruluşunu, görevlerini ve işleyişini düzenleyen hükümler içeriyor.

Sözleşmenin getirdiği yükümlülükler o kadar önemlidir ki; silahlı çatışma durumlarında bile geçerliliğini korur ve Taraf Devletlerin bunu garanti altına alması gerekir.

Sözleşmenin getirdiği yükümlülükler öncelikle devlet görevlilerine yönelik. Devlet kendi adına hareket eden görevlilerinin İstanbul Sözleşmesi’nin gereklerini yerine getirmesini sağlamak zorunda.

Ancak devletlerin sorumluluğu bununla sınırlı değil. Aynı zamanda şiddeti gerçekleştiren ister kadının sevgilisi, ister kocası, ister babası, ister patronu olsun, yani kim olursa olsun şiddetin önlenmesi, soruşturulması, cezalandırılması, zararın tazmin edilmesi yükümlülüğü devlete ait. Bu yükümlülüklerin yerine getirilmemesi halinde şiddetin sorumlusu İstanbul Sözleşmesi çerçevesinde devlet olacaktır.

İstanbul Sözleşmesi’nin Teminatı

Türkiye, kadın hareketinin de baskısıyla bu sözleşmeyi ilk imzalayan ülkelerden biri ki bu sözleşmeye bağlı olarak 6284 sayılı yasa da yürürlüğe girdi.

Ancak iş bu hükümleri uygulamaya gelince; devlet yetkililerinin patriarkal refleksleri üzerinden yoğun bir keyfilik söz konusu.

İktidar blokunun kadın düşmanı söylem ve politikalarının önünü açtığı bu durum; devletin kendi yasalarına ve imzaladığı sözleşmelere uymama pahasına kadınları korumadığı, öldürülmelerine, tacize, tecavüze uğramalarına göz yumduğunu açıkça gösterdi.

İstanbul Sözleşmesi’nin uluslararası anlamda bağlayıcı olan hükümleri ve kadın mücadelesinin artan yaptırım gücü iktidar blokunu kadınları korumak için somut önlemler alma konusunda sıkıştırıyor.

Hali hazırda var olan 6284 sayılı yasanın uygulanması halinde bile kadınların hayatını kurtaracak birçok adım atılmış olacakken yasalar bilinçli şekilde uygulanmıyor. Çünkü İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sayılı yasanın uygulanması halinde, kadınların özgürleşmesi önünde güçlü bir bariyer olan erkek şiddeti geriletilebilir ve patriyarka içinde çatlaklar yaratabilir. Ki bu çatlaklar, patriyarkadan somut şekilde yararlanan iktidar bloku ve sermayenin çıkarlarına güçlü bir darbe vurabilir.

Çoğu zaman kadın hareketinin mücadelesi ve yarattığı kitlesel kamuoyuyla işler değişebiliyor. Zira İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sayılı yasanın hükümleri kadınların mücadelesi sonucu çıktığı gibi, ancak ve ancak kadınların ısrarlı mücadelesiyle uygulanıyor.

Ancak iktidar blokunun, özünde patriyarkanın ve sermayenin kadınların emek ve beden sömürüsündeki somut çıkarları; iktidar blokunu “kadın düşmanı adımları atmaya devam etmesine”, kendisini sıkıştıran İstanbul Sözleşmesi, 6284 sayılı yasa ve kadın hareketine karşı patriarkal manipülasyonlar ve fiziki güçle savaş açmasına yol açıyor.

Kadınlar, Kazanımlarını Her Durumda Savunuyor

Kadın dinamiğinin gücü arttıkça; kadın düşmanı yasaların engellenmesi, kadınları koruyan yasa hükümlerinin uygulanması gibi kazanımlar elde edilebiliyor.

Bu durum, iktidar bloku öncülüğünde git gide arttırılmaya çalışılan patriarkal hegemonyayı sarsıyor.

Kadın hareketinin gücünün artmasıyla ve kadınların mücadele ederken kazandıkları güvenle; bireysel hayatlarında erkeklere itaat etmeyi reddeden kadınlar, hayatlarının kontrolünü ellerine almak istiyorlar. Böylece; tacize, tecavüze, çocuk istismarına, şiddete karşı güçlü bir mücadele örülüyor.

Kadınların bağımsız yaşama isteği arttıkça; tümüyle kadınlar üzerinden kurgulanan toplumsal yeniden üretim, sermayenin kadınların emeğini değersizleştirerek kazandığı karlar ve iktidar bloğunun iktidarını garanti altına almak için kurguladığı muhafazakâr, ataerkil aile düzeniyle örgütlenmiş toplum yapısı tehlikeye girmiş oldu.

Durumun farkında olan iktidar, kadınlara karşı daha çok saldırganlaşıyor. Yaptığı kadın düşmanlığını da, din sosuna bulandırılmış kutsal aile masallarıyla perdelemeye çalışıyor.

Bu kapsamda iktidar, kadınların kazanılmış haklarını ellerinden almayı öngören yasal düzenlemelere gelebilecek tepkileri; kendi söylemleri ve yandaş medya kuruluşları aracılığıyla yaptırdığı manipülasyonlarla bertaraf etmeye çalışıyor. Bu durumu; özellikle nafaka düzenlemesinde, 6284 sayılı yasa ve İstanbul Sözleşmesi konularındaki yandaş medya haberlerinde görmüştük.

Ancak tüm bu çabalar başarılı olamıyor.

Kadınlar, iktidar blokunun kendilerine biçtiği rolleri reddetmeye devam ediyor. Bireysel hayatlarında erkeklere karşı, sokaklarda kadın düşmanı yasa tasarılarına karşı mücadele eden, hayır diyen kadınlar; her mücadeleden güçlenerek çıkıyor. Artan mücadele pratikleri ve öz güvenleriyle, kitleselleşiyor ve daha örgütlü bir mekanizmanın kurucu temellerini atıyor,

Kadın hareketi güçlendikçe, yaptırım gücü artıyor.

İktidar, yaptığı politikalarda kadın hareketini göz önünde bulundurmak zorunda kalıyor.

Kadın hareketini tasfiye etmek yahut geri düşürmek için yaptığı manipülasyonlar ve uyguladığı şiddet ise kadın hareketinin gücü ve meşruluğu karşısında oldukça zayıf kalıyor.

Yanı sıra, sermayenin yapısal kriziyle ve iç-dış politikada uyguladığı günü kurtarma siyaseti dolayısıyla köşeye sıkışan, manevra alanı gittikçe daralan, toplum nazarında güven kaybına uğrayan, saldırganlık düzeyini sürekli arttırmaktan başka çaresi olmayan bir iktidar bloku var.

Sürekli artan bu saldırganlık düzeyi; kadınların örgütlü mücadele pratiği, eylem birlikleri ve kendine güveniyle karşılanabilir. Kadın mücadelesi güçlü, örgütlü bir duruşla iktidar blokuna karşı haklarını korurken aynı zamanda yeni hak kazanımlarına gidebilir. Kadınlar, sokaktaki güçlerini, isyanlarını daha örgütlü bir güce dönüştürdükleri ölçüde kazanımlarını arttırabileceklerdir.