Topal Osman’ların Gemisi

19 Mayıs törenlerinde Samsun’da, AKP genel başkanı öncülüğünde, iktidar ve genel başkanının ihtiyaçları doğrultusunda devletlû bir müsamere sergilendi. Saray rejiminin, 31 Mart seçimlerinin bir vites daha hızlandırdığı, bir nebze daha suyu yüzüne çıkardığı, daha gözle görünür kıldığı çözülüşüne çareler aramakla meşgul olan AKP genel başkanının; can havliyle sarıldığı  ‘’Türkiye İttifakı’’  önerisi, öyle anlaşılıyor ki kadük doğdu. Yahut en azından Erdoğan’ın görece zayıf bir konumunda ileri sürmüş olmasından ötürü diğer kesimlerce yeterince cazip karşılanmadı.

Uzun bir süredir kendini gerilim siyasetinin erbabı olarak gören Erdoğan, tersine dönen uluslararası konjonktür, memleket dahilinde değişen iktisadi, siyasi ve toplumsal durumlar neticesinde,  artık rüzgârın arkasında olmadığını, alışılageldiği gibi yönetemeyeceğini,  alışkanlık edindiği, gerginlik siyasetini sürdüremeyeceğini belli ölçülerde görüyor olmalı. Ayrıştırma, kamplaştırma ve kitlesini konsolide etme siyasetinin artık fayda etmediğini; bilakis hem kendi zeminini, hem kurumsallaşmasını umduğu saray rejimini, hem de devlet aygıtını aşındırdığını görüyor olmalı ki 31 Mart’ın peşi sıra ‘’demiri soğutmaktan’’ bahsetti.  Hazırlıksız, içi ve altı boş olduğu her halinden anlaşılan ‘’Türkiye İttifakı’’ önerisini öne sürdü.

Bu ittifak önerisi, öyle anlaşılıyor ki bir çaresizliğin, sıkışmışlığın dışavurumudur.  Biçare bir biçimde başvurulan bir panzehirdir.  Zira görünen o ki saray rejimi çözülmektedir. Miadının dolduğu herkes tarafından görülmektedir.  Erdoğan ve payandaları yüzlerini nereye dönseler kapıların yavaş yavaş yüzlerine kapandığını, sonlarının yaklaştığını görüyorlar. Bu çözülüşü, engellenemez düşüşü geciktirmek, mundar ömürlerini bir süre daha uzatabilmek için her yol ve yönteme panik içinde başvuruyorlar.

Daha dün toplumun yarısının ‘’terörist’’ ilan edenler, kendilerinden olmayan herkesi  ‘’zillet’’ olarak , ‘’hain’’ olarak yaftalayanlar. ‘’iç savaş çıkarsa çıksın ezer geçeriz’’ diyenler, yakın çevresi, beslemeleri ve yandaşları hülasa ‘’benim milletim’’ dedikleri dışında kimseyi düşünmeyenler, birdenbire ‘’demiri soğutmaktan’’ bahseder oldu.

İşte 19 Mayıs günü sergilenen müsamere böyle bir ahvalin ve ihtiyacın neticesi olsa gerekir.  AKP genel başkanı belli ki bu ittifakın zeminini her şeye rağmen yoklamak istiyor. Bu zemini olgunlaştırmanın olanaklarını araştırıyor. Vücuda gelmese bile bu ittifaka içrek kendi açısından olumlu kimi yönleri kullanmak, her zamanki gibi istismar etmek ve bu yolla zaman kazanabilmek istiyor.  Bu nedenle ittifakın kendisine erişemeyecekse bile fotoğrafını çekerek zevahiri kurtarmaya çalışıyor.  İşte, müsamere ardından çekilen ve gündeme oturan fotoğraf böyle bir fotoğraftır.

Topal Ördeklerin Gemisi

Zaten T.C.’nin tarihine mündemiç olan beka söyleminin yükseltildiği, hepimiz aynı gemideyiz söyleminin yeniden revaç kazandığı bir sürecin üzerine oturan bu fotoğraf, kifayetsiz bir grup topal ördeği yan yana getirmiş. Tüm bu topal ördekler aynı gemiye doluşmuştur. Bu gemi halkların, emekçilerin gemisi değildir. Bu gemi Topal Osman’ların, Enver Paşaların, Talat Paşaların, Cemal Paşaların, Teşkilat-ı Mahsusa’cıların, İttihatçıların gemisidir. Bu fotoğrafta haliyle kadınlar yoktur. İşçiler yoktur. Emekçiler yoktur. Halklar yoktur.  Sol yoktur. HDP yoktur. Onların burada yerleri de yoktur, zira bu fotoğraf tüm bunların düşmanlarının fotoğrafıdır.

Söz ettiğimiz tarihi değilse bile tarihsel bir fotoğraftır. Üç tarzı siyasetin, çözülüşün, devrederek devam eden devlet geleneğinin bugünkü fotoğrafıdır.  O fotoğrafın arka planında Pontus katliamı, Ermeni soykırımı, Kürt düşmanlığı, işçi ve emekçi düşmanlığı vardır. Halkların ve emekçi sınıfların inkâr ve imhası vardır. Devletin tarihi biliniyor.  Kuruluştan bu yana travmatik bir biçimde süregelen, çözülüş korkusunu dindirebilmek için her şey yapılabilir. Burjuva egemenliğin sürdürülebilmesi için her yola başvurulabilir. Bir gün önce birbirlerini yumruklatanlar, birbirlerini yüce divanla tehdit edenler söz konusu bu sömürü düzeninin bekası oldu mu yan yana gelebilir. Bir süre önce yan yana yürüyenler birbirini boğazlatabilirler.  Bu uğurda ‘’gerekli’’ görülürse komünist parti’’ bile kurulabilir. Memlekete komünizm gerekliyse yine onu onlar getirir. Çünkü bu devlet onların devletidir.

Saray Rejimi Nevrotiktir

İşte bu devlet bizzat sahipleri eliyle, saray rejimi dayatmalarıyla çözülmektedir. Çünkü saray rejimi,  tükenmişliktir. Saray rejimi hukuksuzluktur. Saray rejimi bir çobanlık sistemidir. Bir çaresizliğin neticesidir. Çaresizliğin planıdır. Çaresizliğin, Bonapartizmi anımsatan özgün, ara bir formudur.  Bu çaresizlik Bahçeli’den Perinçek’e avaz avaz bağırılan çözülüşün çaresizliğidir. Tam da Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı öncesi dönemi hatırlatır tarzda, en kör gözlere bile ayan bir çözülüş hız kazanmaktadır. İşte bu nedenle tarihi değil ama tarihsel bir fotoğraftan söze edebiliriz.

Tıpkı Birinci Paylaşım Savaşı öncesindeki sürece benzer bir süreç içerisinde emperyalist güçler arası pazar paylaşım kavgasının kızıştığı bir eşikte duruyoruz. Yine bu kızgınlaşan paylaşım savaşı bölgemizde yoğunlaşıyor. En keskin ve yakıcı biçimlerini bölgemizdeki gerilim ve gelişmelerde buluyor.  İşte bu gerilimin tazyiki içerisinde T.C.’nin mayasında bulunan zayıflık daha da açığa çıkıyor. Bu zayıflığın neden olduğu korkular, travmalar mübalağalı biçimlerde kendini dışa vuruyor.

Böyle bir minvalde daha dün toplumun yarısının ‘’terörist’’ ilan edenler, kendilerinden olmayan herkesi  ‘’zillet’’ olarak , ‘’hain’’ olarak yaftalayanlar, ‘’iç savaş çıkarsa çıksın ezer geçeriz’’ diyenler, yakın çevresi, beslemeleri ve yandaşları hülasa ‘’benim milletim’’ dedikleri dışında kimseyi düşünmeyenler, birdenbire ‘’demiri soğutmaktan’’ bahseder oldu.  ‘’Aynı gemide’’ olduğumuzu hatırladılar. ‘’Birlikten, beraberlikten, birlikte yaşamdan’’ söz eder oldular. ‘’Ulusal çıkarlardan’’ söz eder oldular. İşte tüm bunlar bahsettiğimiz tarihsel fotoğrafın, tarihsel başka bir veçhesidir.  ‘’Ulusal çıkar’’ dedikleri şey kendi egemenliklerinin çıkarlarıdır. Burjuvazinin ve onun devletinin bezirgânlarının ve beslemelerinin çıkarıdır.  Kendi sınıfsal çıkarlarını, ulusal çıkar olarak ortaya koyup bir kez daha örgütlemek istiyorlar.

Hülasa ‘’ulusal çıkar’’ dedikleri şey, her zaman olduğu gibi egemenlerin, bezirgânların sınıfsal çıkarlarının dolaysız ifadesidir.  Yukarıda bahsettiğimiz müsamere ve fotoğraf vesilesi ve vasıtasıyla kendi sınıfsal çıkarlarını ‘’ulusal çıkar’’ adı altında tüm toplumun çıkarı gibi sunmaya çalışarak bir ideolojik tutkal elde etmeye çalışıyorlar. Burjuva egemenliğin, bu kokuşmuş, çürümüş düzeni sürdürmek için ‘’ulusal çıkar’’ maskesi arkasına sığınıyorlar. Onun için, modern bir sömürgenin kâhyaları olduğunu gizlemek için, mandacılıklarını gizlemek için anti-emperyalist oldukları yalanına saklanıyorlar. Dış güçlerden, emperyalizmin saldırısından, kuşatılmışlıktan, emperyalizme karşı mücadele ettiklerinden bahsediyorlar.  İşbirlikçilikleri gizlemek için bağımsızlıktan bahsediyorlar.

Dini her zaman kullanagelmişlerdi, her değeri kullanagelmişlerdi. Bu din istismarını, bezirgânlığını örtmek için İslam’ın bayraktarlığından, son kaleden, Müslümanlıktan söz ediyorlar. Ülkeyi parsel parsel sattılar, bunun için ‘’ulusal kurtuluştan’’ söz ediyorlar. Halkları imha ettiler. Yeni imha planları örgütlüyorlar. Bu yüzden, katliamlarını örtmek için ‘’kardeşlikten’’ bahsediyorlar.  Irk ayrımı yoktur diye bağırıyorlar. İşçi ve emekçileri her zaman düşmanlık duymuşlardır. Onları ezmek için her yol ve yönteme başvurmuşlardı. Yeniden ezmenin planlarını yapmaktalar. Bunu gizlemek için ‘’sınıfsız, imtiyazsız bir toplumuz’’, ‘’Hepimiz aynı gemideyiz’’ diyorlar. İşte söz konusu fotoğraf böyle bir pragmatizmin, ideolojik saldırının, çatırdayan düzenlerine bir tutkal arayışının fotoğrafıdır. İşte bu nedenle sağ baştan sol başa tüm kapıkulları, devşirmeler o fotoğraf kadrajına girmiştir. Bu gemi onların gemisidir. Giremeyenler de o düzende yerleri olmadığı için, o düzenin paryaları oldukları için girememişlerdir.

Gemide Olmayanlar

O fotoğrafta, o gemide Halfeti’de ters kelepçeyle işkence edilen Kürtler yoktur. İtilip kakılan tutsak anneleri yoktur.  Antep’te kendini yakan işsiz yoktur. Köprüde kendini yakan yurttaş yoktur.  İşinden edilen sosyal bir ölüme mahkûm edilen akademisyenler, aydınlar yoktur. KHK’liler yoktur. Kampüslerde gaza boğulan öğrenciler yoktur. Ayşe öğretmen yoktur.  Cargill, Sibaş,  Kale Kayış, Tariş, Tüpraş, Aydın Efeler,  Tüvtürk,  Real, Makro Market ve Uzel’de direnen işçiler yoktur. Onlar bu fotoğrafın dışındadır. Öyleyse iki farklı gemi, iki farklı vatan, iki farklı sınıfsal çıkar olduğunu bilince çıkarmamız gerekir.  Bu çözülen düzen, bu su alan gemi, belki bir süre daha yol alabilir.

Dümen tutanları, miçoları değiştirilerek, miadı dolanları, ağırlık oluşturulanları gemiden atarak, yeni kâhyalar bulunarak, yeni rotalar çizerek, bu seyir bir müddet daha sürdürülebilir.  Bu her zaman mümkündür. Ama bu elbette güvertedeki tayfaların,  forsaların üzerindeki baskının, zulmün, sömürünün, işkencenin arıtılmasıyla mümkün olabilecektir.  O gemide bize yer yoktur.  O gemide olmadığımızın,  çıkarlarımızın çelişik ve uzlaşmaz olduğunun ayrıma varmamızın zamanıdır.  Bizim gemimiz halkların gemisidir. İşçi ve emekçilerin ezilenlerin gemisidir. Kendi gemimizi inşa etmenin, dümenine geçmenin zamanıdır.  Bu ancak örgütlülükle, örgütlü güç ile mümkündür. Örgütlülüğümüz artırmakla mümkündür. Bunun için küreklere daha asılmanın zamandır. Çünkü bu gemi zafere ulaşacak!

Bu düzlemde son sözü Nazım’a bırakalım:

Onlar ümidin düşmanıdır, sevgilim,

akar suyun

meyve çağında ağacın,

serip gelişen hayatın düşmanı.

Çünkü ölüm vurdu damgasını alınlarına :

– çürüyen diş, dökülen et-,

bir daha geri dönmemek üzere yıkılıp gidecekler,

Ve elbette ki, sevgilim, elbet,

dolaşacaktır elini kolunu sallaya sallaya,

dolaşacaktır en şanlı elbisesiyle : işçi tulumuyla

bu güzelim memlekette hürriyet.

sevgilim, onlar vatana düşman…