Kadıköy’ün “Şımarık” Grevcileri

“Bir Gün, Gece” adlı kitabında; “Gündelik yaşamı devam ettirme çabalarıyla geçen gün yerini geceye bıraktığında kentin yeni sahipleri saklandıkları yerden çıkar: Yıkımın sorumlularından hesap sorma peşindeki çeteler, yağmacılar ve hırsızlar…” diyordu yazar.

İşte bu kitabını Kadıköy Belediyesi’ne sattığı ortaya çıkan Mine G. Kırıkkanat adlı yazar Twitter hesabından; “İnsanların aç ve işsizlikten intihar ettiği bu günlerde, 5000 TLye burun kıvırıp grev yapmak şımarıklıktır!” diyerek, karda kışta grev yapan ve direnen belediye işçilerini Kadıköy halkına hedef göstermişti.

Şımarıktı, nankördü işçiler! Hem de dışarıda aç bekleyen işsizler ordusu varken grev yapmak tam bir nankörlüktü. “CHP belediyeleri özellikle seçiliyordu” ve sokaklarda biriken çöpleri yandaş basın sürekli haber yapıyordu.

Hem tarihe not düşmek hem de bizzat tanık olduğumuz hakikatleri yazarak asıl şımarıkların kimler olduğunu özetlemeye çalışacağız.

Son söyleceğimizi baştan söylemiş olalım: Bu grevde, CHP’li belediyesinden CHP kadrosuna ve sosyal medya trolüne, sendika genel merkezinden şubesine kadar her kesimin türlü günahı ve yalanı var. Bu arada birileri “AKP’li belediyelerde neden grev yapmıyorsunuz?” diye yaygara koparan CHP’nin trollerine oralarda Genel-İş Sendikası’nın örgütlü olmadığını anlatıversin lütfen.

Grev mi Olurmuş!

5 Şubat Cuma günü, DİSK’e bağlı Genel-İş Sendikası 1 No’lu Şube Kadıköy Belediyesi’ne grev kararını astı ve 15 Şubat’ı 16 Şubat’a bağlayan gece grevi ilan etti. Peki, “CHP’li belediyeler üzerinde oynanan büyük oyuna alet olan ve AKP’nin ekmeğine yağ süren bu şımarıklar” ne yapmaya çalışıyordu.

Öncelikle 6356 Sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu’nun 60. maddesini incelemeye başlayacak olursak; toplu iş görüşmelerinde işçi ve işveren anlaşamazsa, aralarında toplu çıkar uyuşmazlığı doğmuş olur. Uyuşmazlık barışçıl yollarla çözüme kavuşturulamazsa, düzenlenen uyuşmazlık tutanağının taraflara tebliğinden itibaren, altmış gün içinde grev kararı alınabilir. İşçi sendikası bu 60 günlük süre içinde, greve başlamadan 6 iş günü önceden karşı tarafa bildirildiği tarihte grev kararını uygulamaya koyabilir. Bu süre içerisinde, grev kararının alınmaması veya uygulanacağı tarihin karşı tarafa bildirilmemesi halinde toplu iş sözleşmesi yapma yetkisi düşer. Daha yalın bir ifade ile, sendika bu koşullarda grev ilan etmezse TİS yetkisi düşer, o yüzden greve yasal olarak çıkmak zorundadır.

Kaldı ki; bu “şımarıklar”, Anayasa’nın “Toplu iş sözleşmesinin yapılması sırasında, uyuşmazlık çıkması halinde işçiler grev hakkına sahiptirler.” diye yazan 54. Madde’sinde de haberdardı. Bu işte kesin bir bit yeniği vardı. 

Masum Değilsiniz Hiçbiriniz

TİS masasında tarafların anlaşamadığı herkesin malumu da, tarafların bu “kurban pazarlığındaki teklifleri ne idi?

Sendika şube yönetimi’nin yanlışları tam da bu noktada başlıyor. En düşük 77 TL yevmiye alandan tutalım daha yüksek ücretle çalışan 2300 işçiyi ilgilendiren bir TİS sürecinde “umut taciri” misali 180 TL yevmiye teklifi ile masaya oturup işçileri gazlarsanız sonra da “ben bu işin içinden nasıl çıkarım!” diye yana yakıla çözüm üretmeye kalkarsınız, genel merkezi yardıma çağırırsınız!

Belediye yönetimi ise bu teklife karşı 3100 TL maaşı son gece “en son 3200 TL olur, o da sana” şeklinde karşılayınca, aradaki uçurumdan dolayı grev kaçınılmazdı.

Greve çıkacak olan işçilere 3200 TL teklif eden Belediye Başkanı Av. Şerdil Dara Odabaşı şahsi Twitter hesabından 16 Şubat günü yaptığı “Kamuoyuna Önemli Açıklama”sında, “İşçilerimizin eline geçecek toplam net gelir, ikramiyeler hariç en düşük 4 bin 972 liralık teklifimiz, sendika temsilcileri tarafından kabul edilmemiştir.” diyerek işçilerin “şımarık” ve “nankör” ilan edileceği zemini hazırlamış oldu. Seyyanen ödenen ücretlerden tutalım da işçilerin cebine girmeyen yol ve yemek ücretleri giydirilerek hesaplanan ücreti net gibi yansıtarak algı operasyonunu başlatmış oldu.

Oysa aynı Belediye Başkanı, sendika temsilcilerinin, Toplu İş Sözleşmesi görüşmelerinin canlı olarak yayınlanması ve halka açık olması talebini reddetmişti.

Türkiye’nin en yüksek emlak vergilerini toplayan belediyelerinden biri olan Kadıköy Belediyesi’nin yıllık ortalama bütçesi 800 milyon TL. Bu belediye istese işçinin ve sendikanın talep ettiği ücreti ödeyebilecek kapasitede ve isterse, iktidara yürüyen “CHP üzerinde oynanan bu büyük oyunu” bozabilmesinin önünde hiçbir engel bulunmuyor.

Derken Grev Başladı

Grevin başladığı ilk akşam, kamusal alan olan belediyenin bahçesinde ateş yakarak ısınmaya çalışan işçiler, saat 21.00’dan sonra sokağa çıkma yasağı gerekçe gösterilerek içeriye davet edildi ve dayanışma için gelenler evine gönderildi.

Grevin ilk gününden itibaren şube yönetimi işçileri eve göndererek ve yalnızca grev gözcülerinin kalmasını duyurarak aslında niyetini açık ediyordu. Yönetim işin içinden çıkamıyordu çünkü işçiler kararlı ve öfkeli idi. Bu öfkenin bir sebebi kendilerine açlık sınırının altındaki koşulları reva gören belediye yönetimi ise, bir diğer sebebi de kamuoyunda kendilerine 4 bin 972 liralık maaşı beğenmeyen “şımarık” ve “nankör” yakıştırması yapılması idi.

Salı sabahı grev alanına gittiğimizde dikkatimizi ilk çeken nokta grevdeki işçilerin henüz kahvaltı bile yapmadıklarıydı. Nasıl yani? Koskoca DİSK Genel-İş Sendikası greve çıkan işçilere poğaça bile alamamış mıydı! Safdillikle sorduğumuz “Sendikanın grev fonu yok mu?” sorusunun cevabını tahmin etmişsinizdir.

Grev Fonu Olmayan Bir Grev

Peki, binlerce üyesinden aidat alan ve işçi parası yemeyi alışkanlık haline getirmiş DİSK Genel-İş Sendikası’nın yöneticileri nasıl olur da grev fonu ayırmazdı?

Grev sürecinde Kadıköy Belediyesi işyeri temsilcileri ile görüşme yapan TİS Daire Başkanı Çetin Çalışkan’a grev fonu sorulduğunda; sendikanın tüzüğünde grev fonu olmadığı cevabını vermiş, temsilcilerin tüzükte grev fonunun olduğunu hatırlatması üzerine kasada para olmadığını söylemek zorunda kalmıştı.

DİSK Genel-İş Sendikası 1 No’lu Şube Kadıköy, Kartal ve Ataşehir Belediyesi’nde örgütlü. 7000 üyesinin 2300’ü Kadıköy Belediyesi işçisi. En düşük yevmiyesi 322 TL olan kadrolu 300 işçinin tam yevmiye, kalanları ise yevmiyesinin üçte birini sendikaya aidat olarak veriyor. Kaba bir hesapla ayda ortalama 300 bin TL aidat topladığınız işçiler üretimden ve hizmetten gelen gücünü kullandığında, grevin ayakta kalabilmesi için harcanması gereken grev fonu yok deniyor.

Bakınız, sadece şube düzeyinde yaptığımız bu hesabı genel merkez düzeyine uyarlamaya kalkarsak rantın büyüklüğünü, koltuklar için verilen kavganın sebebini, işçilerin neden satıldığını, grev fonu bulunmayan boş sendika kasasını daha iyi kavrayacağız. Siyasal iktidarın, işçilerden kesilen işsizlik fonunu işçilerden başka her yere aktarmasına ne kadar da benziyor değil mi? Keşke tek benzerlik bu olsa idi!

Dayanışma Candır

Kadıköy’ün sokaklarından çöp toplayan dış temizlik işçilerinden güvenlik işçilerine kadar, buz gibi havada gayet “şımarık” bir şekilde yapmaya çalıştığı fonsuz grevinin imdadına dayanışma yetişiverdi.

Tüm engellemelere rağmen evsiz veya ekonomik durumu olmayan halka yemek dağıtan Kadıköy Dayanışma Ağı ilk akşam grevdeki işçilere yemek getirdi. Ertesi gün Pir Sultan Abdal Derneği yemek gönderdi. Kadıköy Kooperatifi Çarşamba akşamı için çok anlamlı bir  dayanışma çağrısı yapmıştı ancak Nuh Köklü Anması ile çakıştığı için ertelemek zorunda kaldı.

Grevdeki işçilere karşı yürütülen kara propagandaya rağmen “Kadıköy Halkıyız, İşçilerin Yanındayız” diyerek dayanışmaya gelen Kadıköylüler ise işçilerin coşkusu ile karşılık buldu.

Grevin ikinci gününün akşamı ise Kadıköy’de yaşayanlar #KadıköyHalkıyızİşçininYanındayız tagi ile grevdeki işçileri sahiplenerek ertesi gün için çağrı yaptı. Perşembe akşamı saat 18.00’da Kadıköy Halkı olarak grevdeki işçilerin yanında olmak için toplu bir gidiş organize ediliyordu. Bu çağrı evdeki tüm hesapları bozmuştu ve emniyet derhal alarma geçmişti. Genel-İş Sendikası Genel Merkez Yöneticileri de o gece işçileri satmak için hareket halindeydi.

Grev Kırıcı İBB

Grev boyunca Kadıköy’de çöpler birikmeye başladı. Sonuçta işçilerin grevi silah olarak kullanabilmesi için o çöplerin görünür olması, işçilerin yaşamsal öneminin görünür olması ve bundan rahatsız olan halkın da yerel yönetime basınç uygulaması gerekiyordu. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı ekipler ise yasal gerekçelere sığınarak ana arterler diye başladığı çöp toplama işini ara sokaklarda da yapmaya çalışınca grev gözcüleri tarafından bu grev kırıcılık engellendi.

Gece boyunca grevi kırmak için köşe kapmaca oynayan grev gözcüleri polisler tarafından gözaltına alındı ve polislerin telefonda görüştükleri kişiye “başkanım” diye hitap ettikleri işçiler tarafından duyuldu. Ne oldu mu dersiniz? Grev gözcüsü işçilere sokağa çıkma yasağını ihlal ettikleri gerekçesiyle para cezası verildi.

Yine bu süreçte, Belediye yönetimi tarafından çöpleri toplatması talimatı alan Zabıta Amiri grev kırıcılığı kabul etmediği için açığa alındı. İşçiler ve dayanışma için gelen herkes bu onurlu duruşa bizzat tanıklık etmiş oldu.

Grevin Satışı

Perşembe sabahı yani grevin üçüncü gününde genel merkezin belediye ile bir olup grevdeki işçilerin iradesini yok sayarak gece yarısı, yangından mal kaçırırcasına TİS’i imzaladığı haberi yayıldı. Aslında henüz imzalanmamıştı, zeminin hazırlanması gerekiyordu.

Şube yönetimi kendilerine rağmen Genel Merkez’in işçileri sattığını beyan ediyordu. Genel Başkan Remzi Çalışkan bu kokuşmuş sarı sendikacılığın en önemli figürlerinden biri olsa da, bu tiyatroda tek başına değildi. Çalışkan açısından işçilerin rızası olmadan ve aleyhine TİS imzalamak herhangi bir etik sorun teşkil etmiyordu. Yıllardır dönen çarkların en önemli dişlilerinden biri açısından işçilerin menfaati en son düşünülecek husustu.

Sendika şube yönetiminin o kadar da masum olduğunu düşünmüyoruz. Şube Başkanı ve yöneticileri iradelerinin çiğnendiğini, TİS’i yırtıp atacaklarını en yüksek perdeden söylese de; sürekli olarak işçileri korkutacak mesajları vererek ortamı ajite ediyordu. Yasal grevin bittiği, grevin artık yasadışı greve dönüştüğü, polisin joplarla gelebileceği, gözaltı yapabileceği, alanda işçi olmayanların provokasyon yapabileceği ve barındırılmaması gerektiği gibi vurgular aslında “grevimiz burada bitti” açıklamasının zemini için yapılıyordu. Ne yapsındı şube yönetimi? 12 Eylül Yasaları ellerini bağlıyordu ama “iki elleri yakalarında” olacaktı.

Sonuca Doğru

Bu saatten sonra ne yapılabilirdi? Öncü işçiler ve işyeri temsilcileri çıkıp “elbirliği ile bizleri sattınız!” diyerek inisiyatif alsaydı, öfkesi kabaran ve kararlı bir duruş sergileyen işçileri kapsayabilirdi. Ancak onları bekleyen salt işten atılma ihtimali değil, gözaltı ve tutuklanmaya kadar bile gidebilirdi. Bu süreci doğru okumak gerekirse; böylesi bir ihtimalde saatler 16.00’ı gösteriyor ve iki saat sonra kalabalık bir kitle “Kadıköy Halkıyız, İşçilerin Yanındayız” diyerek dayanışmaya gelecekti. Bu durumda grevin seyri değişecek, mesele ücret sendikacılığını ve yevmiye tartışmalarını aşarak yerini daha da politikleşen bir direniş, fiili-meşru greve bırakacaktı. Tıpkı Boğaziçi Direnişi gibi, oradaki öncü işçileri epey aşacak bir süreçten bahsediyoruz.

İşçilerin ücretleri sonuçta ne oldu dersiniz? 106,66 TL ve %8 zam oranı ile 115,19 TL yevmiye yani 3455,70 TL net maaş ile anlaşma sağlandı, Belediye Başkanı yol, yemek ücreti ne varsa giydirerek alenen yalan beyanla kamuoyunu bilgilendirirken, şube de işçilerin öfkesini yöneltemeyeceği soyut bir Genel Merkeze suçu atarak sıyrılmanın telaşında idi.

Grevden Çıkan Dersler

  1. İşçilerin kararlı duruşunun önemi bir kez daha görülmüş oldu. Baştan aşağıya kokuşmuş bir yapıya dönen Genel-İş Sendikası’na, yalan beyanla kamuoyunu manipüle eden Belediye yönetimine, kendilerine “şımarık” diyen CHP kadrolarına, karda kışta, pandemi koşullarında çöpünü toplayan işçiye 5000 TL ücreti bile çok görenlere, başka hiçbir işçi eyleminde göremediğimiz siyasal iktidar güdümündeki medyanın grev alanında cirit atmasına rağmen işçiler iyi bir deneyim sergilediler.  Kolay değil öyle belediyeye arkanı dönerek “Başkan baksana, kaç kişiyiz saysana!” diye slogan atmak. İşçiler önlerindeki maçlara bakıyor.
  2. Yazılanlar ve konuşulanlara bakıldığında; mevzu işçi düşmanlığı olunca nasıl da aynılaştıklarını bir kez daha göstermiş oldular. Özellikle Gezi Direnişi sonrasında “AKP karşıtlığı” üzerinden oluşan yan yana gelişlere odaklandığımızda; 7 Haziran seçimlerinden Referanduma “Hayır” kampanyalarına, 23 Haziran seçimlerinden müstakbel Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde büyükşehir belediyesi başkanlarından birinin ortak aday olması ihtimaline kadar, gözardı edilen bir gerçek prematüre bir şekilde gözler önüne serildi. Mesele işçi hakları ve mücadelesi olduğunda yok aslında birbirlerinden farkları. İşçi düşmanlığı ortak payda.
  3. Sarı sendikacılık açısından ise DİSK’e bağlı Genel-İş Sendikası çok özel bir yere oturuyor. Genel İş Sendikası hem DİSK içerisindeki en çok üyeye sahip sendika hem de en büyük rantın döndüğü yer. Bu açıdan kokuşmuşluğun vücut bulduğu yapılanma olarak, öyle şube yönetimi alınarak, oradan da genel merkeze yürünerek değiştirilebilecek bir mekanizmadan bahsetmiyoruz. Ne işçi önderlerini alıp öğütmüş, şu anda sert bir şekilde eleştirdiğimiz sarı sendikacılara çevirmiş, on binlerce lira aylık geliri olan bir örgütlenme bu şekilde değiştirilemez. İşçi sınıfının mücadelesinin yarın ne doğuracağı belli olmaz, ancak şu anda bağımsız sendikaların süreci yürütebilecekleri bir pozisyonları yok. Dolayısıyla elimizde hâlihazırda örgütlenmiş bir sendika var. Bu sendikanın uzlaşmacı tutumunun ortadan kalkması işçilerin iradi eylemleriyle mümkün olacaktır. O iradi eylemi mümkün kılacak olan ise taban örgütlenmesidir. Doğrudan işçi demokrasisini tesis etmenin yolu budur.  Tüm kararların bizzat işçiler tarafından alınacağı; bürokratik, sınıf çıkarlarına yabancı, uzlaşmacı tüm eğilimlerin işçiler tarafından mahkûm edileceği bir politikayı mümkün kılan taban örgütlenmesi ve işyeri komiteleri işçiler için hayati önem arz ediyor.

İşçi sınıfı kendi karar mekanizmalarını üretmek zorunda. Salt işyeri temsilciliği ve sendika üyeliği ile vardığımız nokta ortada. Çok yakında şube yönetimi istifa edebilir veya sendika olağanüstü kongreye gidebilir ve işçilerin gündemi değişebilir. Öncü işçilerin bir an evvel harekete geçerek işyeri komiteleri olarak örgütlenmesi ve işçi meclislerini inşa etmesi halinde; kimse işçilerin iradesini hiçe sayarak bir sözleşme imzalayamaz, herhangi biri işçilerin bu haklı mücadelesini karalamalaya kalktığında ise işçi meclisinin kendi medya kanalları doğru ve içeriden bilgileri yayarak meşruiyet sorununu da çözmüş olur. İşçi meclisini hiçe sayan yöneticiler, karşılarında tek tek işçileri değil yekvücut olmuş bir sınıfı görürler.

Sınıf savaşımının ve tarihinin bize öğrettiği bir şey var ki; işçi sınıfı mücadelesi mutlaka kendi aracını, örgütlenme modelini yaratacak.