Faşizmin Önlenebilir Yükselişi

Faşistlerin “bir gece ansızın gelebilme” huyları olsa da, bir rejim olarak faşizm kendisini inşa ede ede gelir.

Ayasofya’nın cami statüsüne dönüştürülerek ibadete açılması faşist koalisyonun en önemli hamlelerinden biri oldu. Ayasofya’daki Cuma namazına 350 bin kişi katıldığını iddia eden siyasal iktidar, bu hamle sayesinde oylarını bir süreliğine arttırmış olsa da ekonomi ve sağlık politikalarının iflas etmesi nedeniyle oylarının düşüşüne engel olamamakta. 

Faşist koalisyonun oylarının düşüyor olması, zayıf düştüğü veya faşizmi kurumsallaştıramayacağı anlamına gelmiyor.

Faşist koalisyon elinde sanki bir kitapçık veya reçete varmış, orada faşist rejimin kurumsallaşabilmesi için olması gerekenler liste halinde yazılmış ve de eksik kalan hususları tamamlamaya çalışıyormuşçasına ahtapot misali saldırıyor. Bu stratejiyi “gidiyorlar”, “kaybettikleri için saldırıyorlar” şeklinde okumak son derece talihsiz.

Faşizmin Ayak Sesleri

Siyasal iktidar faşist rejimi inşa etmek ve faşizmi kurumsallaştırmak istiyor; bu konuda son derece kararlı ve elindeki bütün kozları oynuyor, o yüzden de bulabildiği her boşluktan saldırıyor. 2007 yılının başından beri bu stratejinin tamtamları çalıyor ve ayak sesleri artık daha bariz duyulur oldu.

Faşist koalisyonun sağ popülist siyasal stratejiyi benimsediği ve bu doğrultuda söylem ürettiği ortada. Faşist oldukları ve faşizmi arzuladıklarına dair şüphe yok. Peki, faşizme meyletmeleri veya kurumsallaştırmaya çalışmaları rejimin faşist olduğu tespitini yapmamız için yeterli mi? Faşizmi çok istiyor olmaları bunu başardıkları veya başaracakları, buna kapasitelerinin yeteceği veyahut karşılarında dikelen direnişin kazanmayacağı anlamına gelmez.

Boğaziçi Üniversitesi’ne yönelik saldırı ve kayyım atanmasını, binlerce polisin savaşa gidercesine kampüse girmesini, çatılarda keskin nişancıların konuşlanmasından Alaattin Çakıcı’nın kayyım Melih Bulu’ya “istifa etmeyin” telkininde bulunduğu mektubuna kadar, hukuk ve iletişim fakültesi açılması kararından yüzlerce öğrencinin işkence ile gözaltına alınması, tutuklanması veya elektronik kelepçe ile evlerine tutsak edilmesine kadar hepsi faşist koalisyonun bu kapsamda ele alınması gereken hamleleri olarak okunmalı.

Yeni Anayasa Hikâyesi

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin korunacağı ve Anayasa’nın ilk dört maddesinin aynen yer alacağı daha yolun başında iken kırmızı çizgiler olarak dayatılan “yeniden kuruluş anayasası”nın bir reform veya restorasyon hamlesi değil de faşizmin inşa sürecinin koalisyon açısından hayati bir aşaması olduğunu görmemiz gerekiyor. Kalemşör Selvi’nin itiraf niteliğindeki beyanı da bu görüşümüzü haklı çıkarmakta: “Ama bir süredir kitleleri heyecanlandıracak yeni bir hikaye yazamıyordu. Yeni anayasa ve reformlarla birlikte buna kavuştu.[1]

İçeride Savaş Konsepti

Boğaziçi Üniversitesi’ne yönelik saldırı ve kayyım atanmasını, binlerce polisin savaşa gidercesine kampüse girmesini, çatılarda keskin nişancıların konuşlanmasından Alaattin Çakıcı’nın kayyım Melih Bulu’ya “istifa etmeyin” telkininde bulunduğu mektubuna kadar, hukuk ve iletişim fakültesi açılması kararından yüzlerce öğrencinin işkence ile gözaltına alınması, tutuklanması veya elektronik kelepçe ile evlerine tutsak edilmesine kadar hepsi faşist koalisyonun bu kapsamda ele alınması gereken hamleleri olarak okunmalı.

Kitabına uygun davranan faşist koalisyon bu saatten sonra geri adım atamaz. Salt bu yüzden Melih Bulu’nun utanmasını, istifa etmesini beklemek manasız. Bulu, savaşlarda öne sürülen “mayın askeri” gibi yolu açması ve gelecek hamleleri göstermesi için salınmış bir figüran, günlerdir süren direnişte ise etkisiz elemandır. O, hayatının hiçbir alanına dair kendi başına karar alamaz. Elbette, bu tespit Bulu’nun masum ve suçsuz olduğunu göstermez, vebali büyüktür.

İllerde valilerin, ilçelerde de kaymakamların güya pandemiyi gerekçe göstererek gösteri ve yürüyüş yasağı kararları alması, kolluk kuvvetlerinin eylemcilere sokak ortasında alenen işkence yaparak gözaltına alması, savcıların keyfi tutuklama ve adli kontrol talepleri ile sulh ceza hâkimlerinin salt toplantı gösteri yürüyüşüne katıldığı gerekçesiyle insanları tutuklaması veya ev hapsi kararı vermesi, tüm bu saydığımız mekanizmalardakilerin iktidar koalisyonunun memuru olarak hareket ediyor olmaları faşizmin kurumsallaşması açısından belirleyici noktalardan biri olduğunu not etmiş olalım.

Faşist koalisyon gayet rahat bir şekilde kongreler, açılışlar ve halkla buluşma toplantıları yapabilirken, toplumsal muhalefet veya restorasyon güçlerinin her türlü buluşması Umumi Hıfzıssıhha Kanunu gerekçe gösterilerek yasaklanabiliyor, baroların yasal zorunluluğu olan genel kurullarını yapması dahi engelleniyor.

Çok yönlü saldırı ve inşa faaliyetine devam eden koalisyon bir yandan da restorasyon güçlerini bölmek için türlü yollar deniyor, dizayn etmeye ve üçüncü bir ittifak zemini yaratarak parçalamaya çalışıyor. Erdoğan’ın bizzat sahaya inmesini, sıklaşan ziyaretleri bu stratejinin bir parçası olarak okumak gerekiyor.

Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) kapatılacağı tartışmasının sürekli ısıtılarak servis edilmesi konusunda da siyasal iktidar aynı saiklerle hareket ediyor.

Sağ muhalefete yönelik silahlı ve sopalı saldırıların artması üzerine, Ülkü Ocakları’nın bu olaylarla bağlantısı herkesin malumu iken, Bolu İl Jandarma Alay Komutanı Albay Ömer Ersever’in Bolu Ülkü Ocakları’nı ziyaret etmesi tesadüf olmadığı gibi Ersever’in bireysel inisiyatifinde gelişmemiştir.

Yalova’da Alevi yurttaşlara ait evlerin işaretlenmesini de üç beş kendini bilmezin işi olarak görmemek gerekiyor. Bu topraklarda yaşayan Alevilerin toplumsal travması vardır, kırmızı çarpının katliam habercisi olduğu bilinir ve bu hamlenin de planın gayet inceden düşünülmüş bir parçası olduğunu göz ardı etmeden görmemiz elzem.

Resmi Gazete’de yayımlanan bir yönetmelik değişikliği ile MİT ve polisin, “milli güvenlik, kamu düzeni ve kamu güvenliğini ciddi şekilde tehdit eden terör, toplumsal olaylar ve şiddet hareketlerinin meydana gelmesi durumunda” Türk Silahlı Kuvvetleri’ne ait silah ve teçhizatı kullanabilecek olması, faşist koalisyonun elindeki reçetede “yapılacaklar listesi”nde tik attığı ve kurumsallaşma aşamasında karşılacaklarını öngördükleri direnişe karşı önemli bir hazırlık aslında.

Dışarıda Savaş Konsepti

Faşist koalisyon ülke içinde çok yönlü hamle ve saldırılarını hayata geçirirken, bir yandan da yine kitabına uygun olarak, kitlesini de motive edecek bir şekilde, ülke dışında sürekli savaş konseptini devam ettirmekte, mevcut sınırlarını genişletmeye çabalamakta. Siyasal iktidar Libya’dan tutalım, Azerbaycan-Ermenistan savaşında aktif rol alarak asker göndermeye kadar, Afrin’den tutalım da Güney Kürdistan’da Barzani ile ortaklaşa giriştiği Kandil’e yönelik büyük operasyonlara kadar kendi içinde tutarlı davranmaya devam ediyor.

Bu şekilde, yaratmış olduğu ikilik ortamında; millet olarak hitap ettiği kendi kitle ve tabanına işaret ettiği “asr-ı saadet” yılları ve Osmanlı’ya dönüşü müjdeleyen faşist koalisyon milletin ihtiyaçlarına cevap üretemeyen Cumhuriyet’in yıkılacağını ve o “eski ihtişamlı günlere” dönüleceğinin sinyalini vermiş oluyor.

Henüz Yenilmedik

Bu yazının iki önermesi var aslında. İlki, faşist koalisyonun faşizmi inşa etme konusunda askeri ve ekonomik olanaklardan yoksun olduğu yönünde. İşbu koalisyon, devlet içindeki farklı klik ve fraksiyonların ittifakı olduğu için de aralarındaki gerilim ve savaşım faşizmin kurumsallaşmasına engel teşkil edebiliyor.

Diğeri ise faşist koalisyonun, devletin bütün imkânları ile yok etmeye çalıştığı, tutuklama, kaçırma, gözaltına alma, işkence, ev hapsi, tehdit, sansür ve daha nice baskı yöntemi ile sindirmeye çalıştığı toplumsal muhalefetin sokakları terk etmediği, halk dinamiklerinin farklı zeminlerde direnmeye devam ettiği gerçeğidir.

Bir yaklaşıma ihtiyacımız olduğu aşikâr; her kızdığımıza faşist diyoruz. Bol kepçeden ve hunharca tükettiğimiz faşizm tespitlerimiz ile her gördüğümüz otoriter veya totaliter veyahut da baskıcı hareketlere faşizm yaftasını yapıştırıveriyoruz. Bu konuyu bir başka yazıda irdelemeye çalışacağız.

Faşist koalisyon bir yandan askıya almış olduğu mevcut hukuk ile ele geçiremediği ve fethedemediği küçük burjuvazinin kalelerini işgal ederek kitle tabanı sağlamaya çalışırken, diğer yandan da sürekli olarak bir düşman gösterdiği kendi kitlesini de konsolide ederek diri tutmuş oluyor.

Reçetede Eksik Kalan Hususlar

Siyasal iktidarın elinde olduğunu varsaydığımız reçete ile hamlelerini okumaya çalışalım.

Günümüzde işçi sınıfı katmanlara bölünmüş ve paramparça, bazı istisnalar hariç sendikaların ve işçi örgütlenmelerinin durumu ortada, faşizmin kurumsallaştırılması için en zorlu parkur aşılmış durumda. Tarihsel ve kurucu özne olması gereken işçi sınıfı henüz bir devrim tehlikesi arz etmediği gibi, hâlihazırda bir sınıf olarak değil popülist stratejinin hitap ettiği ‘millet’ olarak ‘elit’ düşmanlara karşı örgütlü ve karşı-devrimin saflarında yerini almış vaziyette.

İşsizlik oranlarının artması ve işsizler ordusunun açlar ordusuna dönüşmesi sonucu lümpen proletaryanın kabaran öfke ile ayaklanmalara katılacağı fikrini savunanların, bu kalabalıkların faşizmin hazır kıt’aları olarak paramiliterlere dönüşme ihtimalinin de çok yüksek olduğunu görmesi gerekir.

2019 sonu itibariyle Türkiye ekonomisinin yüzde 99,8’inin KOBİ ve bunların yüzde 92,5’isinin mikro ölçekli olduğunu[2] göz önünde bulundurduğumuzda, pandemiyle birlikte bunların önemli bir kısmının iflas ettiği, borçlarını ödeyemediği veya kepengini bir daha asla açamayacağını öne sürecek olursak, devasa bir proleterleşme ile karşılaşacağımızı da görmüş oluruz. Peki, bu arkadaşlar kendilerini mülksüzleştiren sisteme karşı bir devrim mücadelesinin neferlerine mi dönüşecek yoksa faşist hareketin toplumsal bileşiminin ve daha da önemlisi seçmen kitlesinin merkezini mi oluşturacak diye bakmamız gerekiyor.

Faşizmin bir küçük burjuva hareketi olduğu yönündeki analizden hareketle, faşist partilerin kitle tabanının küçük burjuva yoğunluklu olduğunu öne süren epey yorumcu var. Türkiye açısından baktığımızda; küçük burjuvazinin faşizmin saflarına geçmesi ve faşist rejimin inşa edilebilmesi için barolar, mimar ve mühendis odaları ile Türk Tabipleri Birliği (TTB) zapt edilmesi gereken önemli kaleler olarak faşist koalisyonun iştahını kabartmakta.

TTB pandemide sağlık çalışanlarının hayati rolünden kaynaklı faşist koalisyonun hışmından şimdilik kurtulmuş durumda. Başka bir ifade ile, TTB’ye yönelik dağıtma, ele geçirme, kriminalize etme operasyonu pandemi nedeniyle geçici olarak ertelendi.

Mimar ve mühendis odaları ise gerek solun araçsallaştırma ve dükkâncılık gibi marazlarından kaynaklı gerekse de dışsal sebeplerden şubeler bazında kaybedilmeye yüz tutmuştu.

Çoklu Baro Yasası ile asıl amaçlanan salt savunma makamına saldırmak ve yandaş barolar inşa etmek değil, seçimlerle asla ele geçirilemeyen barolara sahip olmaktı aslında. Siyasal iktidarın çapsızlığı bu noktada da hiç beklemediği bir avukat direnişi ile karşılaşınca pandemiyi gerekçe göstererek baroların genel kurulları ertelendi. Çünkü özellikle İstanbul’da 2 No’lu baro iki bin üyeye dahi ulaşamamıştı. Evdeki hesap çarşıya bir türlü uymuyordu.

Hukuk fakültelerinden mezun olan ve muhalif kimliği ile bilinen genç stajyerlerin avukatlık ruhsatının gaspından tutalım da “terörle irtibat ve iltisaklı olduğu tespit edilen” avukatların ruhsatının iptali için yasa tasarısı hazırlığına bile girişildi. Kamuda KHK eliyle yapılan ‘temizlik’ avukatlara bir türlü yapılamadığı için bildikleri tüm yolları denemeye devam ediyorlar. Son olarak da; Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın LGBTİ+ bireyleri hedef alan açıklamasına tepki gösteren Ankara ve Diyarbakır Barosu yöneticileri ile ölüm orucunda yaşamını yitiren Avukat Ebru Timtik’in posterinin asılması nedeniyle İstanbul Barosu yöneticileri hakkında soruşturma başlatıldı.

Bütün bu özetlenenleri toparlayacak olursak, faşist koalisyon bir yandan askıya almış olduğu mevcut hukuk ile ele geçiremediği ve fethedemediği küçük burjuvazinin kalelerini işgal ederek kitle tabanı sağlamaya çalışırken, diğer yandan da sürekli olarak bir düşman gösterdiği kendi kitlesini de konsolide ederek diri tutmuş oluyor.

Dönem Her Şeye Gebe

Sonuç olarak; anılan güçlerden hangisinin kazanacağının her an değişebileceği, galebe çalanın rengine göre yaşayacağımız bir yakın gelecek ile karşı karşıyayız. Başka bir ifade ile türlü olasılıklar içerisinden ele alacak olursak:

  1. Faşizm henüz kaybetmiş değil ve hamlelerini yapmaya devam ettiği için kazanabilir ve faşizme direnenler artık farklı stratejileri tartışıyor olur. Toplumsal muhalefetin toparlanıp kendine gelmesi için epey süre gerektirir.
  2. Restorasyon güçlerinin önü açılabilir, devlet içindeki klik savaşları keskinleşebilir, sermaye sahipleri faşizmin sınıfsal menfaatleri açısından uzun vadede zararlı olabileceği öngörüsü ile restorasyonculara açık veya örtülü destek sunabilir. Bu durumda da, faşizmi görüp sıtmaya razı olan işçiler ve emekçi halk açısından, halkçı seçeneği kendisine içererek deyim yerindeyse bir “devrim” olmuşçasına rahatlama geleceği için üçüncü seçenek olan bizlerin söyledikleri epey bir süre karşılık bulamayabilir.
  3. Her zaman dile getirmeye çalıştığımız gibi, seçeneksiz değiliz ve dönem her şeye gebe. Bu altı boş bir umut değil. İşçiler ve emekçi halk bir şekilde sokakları terk etmiyor. Hakları gasp edilen ve kendisine köle koşulları dayatılan işçilerden, en temel hakları için direnen gençlere kadar, doğasının talan edilmesine karşı çıkan köylülerden, devletin politikaları ile gittikçe artan katliama uğrayan kadınlara kadar, memleketin her yerinde değişik direniş odakları faşizmin kurumsallaşmasına müsaade etmiyor, aslında bir var oluş savaşımı veriyor.

[1] https://www.hurriyet.com.tr/amp/yazarlar/abdulkadir-selvi/yeniden-kurulus-anayasasi-41737612

[2] https://www.gazeteduvar.com.tr/kredi-kisildi-siddet-yolu-acildi-makale-1510768