Ekolojik Yıkımı Görmezden Gelemeyiz Artık

Ekolojik yıkımın etkilerinin dünyayı sarstığı ve ekoloji mücadelesinin katlanarak yol aldığı zamanlardan geçiyoruz. Kapitalizmde üretim ve ihtiyaçlar arasındaki bağlar koparak hayali ihtiyaçlara bağımlı tüketim modeli ile karşı karşıyayız. Örneğin doğanın bir yılda ürettiği kaynakları altı ayda tüketiyoruz.[1]

Doğanın kendini yenilemesine fırsat verilmiyor ve doğanın ritmi bozuldukça bozuluyor. Sermaye güçleri doğayı karşılıksız zenginlik, doğal kaynakları kullanmayı krizden çıkış yolu olarak görürken, doğayı karlarını artırmak ve büyümek için kullanıyor.

Doğaya yapılan her müdahalenin uzun ya da kısa vadede etkilerini görebiliyoruz. Fosil yakıt tüketimi, ormansızlaştırma, betonlaşma, endüstriyel hayvancılık vb. ısıyı tutan gazların birikimi ile sera etkisine ve küresel iklim değişikliğine neden olurken, iklim değişimi de buzulların erimesi ile coğrafi değişimlere, bazı yerlerde kuraklığa, bazı yerlerde sellere, bağlaşık olarak bu felaketler de toplumlarda göçlere, değişen çevre koşulları türlerin yok oluşu ve biyoçeşitliliğin azalmasına, bazı türlerin evrimleşmesine, yeni yeni hastalıkların türemesine sebep oluyor. Bu liste daha çok uzayabilir. Kısacası doğa, canlılar, toplumlar birbiri ile etkileşim halindedir. Covid-19 pandemisini tam da bu minvalde değerlendirmek gerek.

Pandemi ve Ekoloji İlişkisi

Ekosistemlerin canlı ve cansız etmenleri arasında bir uyum ve etkileşim vardır. Ekosistemin cansız etmenlerindeki değişim canlı etmenlerin birbiri arasındaki dengesini etkiliyor. Ekosistemlerdeki istikrasızlığa sebep olan müdahaleler ekolojik yıkıma doğru giden yolun taşlarını döşüyor ve beraberinde “sürprizler” getiriyor. Bu beklenen sürprizlerden biri de Covid-19 oldu. Gerçi bilim insanları için pek de sürpriz sayılmazdı bu gelişme, salgınlar çağına girildiğini çoktan haber veriyorlardı zira.

“Ekolojik krizin hem nesnesi hem de öznesi olan “doğa”, insan bedeni olarak bilinen ekosistemi de içerir. Bu seviyede, kötü beslenme, işsizlik, toplumsal yabancılaşma, kimyasal atıklar tarafından sistemli olarak zehirlenme, radyoaktif tortuların sinsi etkileri ve hatta iklim değişiminin kendisi, bütün bunlar enfeksiyonların ortaya çıkma ve aynı zamanda hem ölümcül hem de yaygın hale gelme ihtimalini arttırır.”[2] Bu alıntı salgının kapitalizm ve ekolojik kriz ilişkisinin özeti.

Birbiri ile ilgisizmiş gibi görülen durumlar aslında birbirinin tetikleyicisi olabiliyor. Ormanların yok edilmesi bir yandan orman canlıların habitatını[3] yok ediyor, bu canlılar ya yok oluyor ya göç etmek zorunda kalıyor. Diğer yandan vejetasyonu[4] etkilediği için karbon tutan bitki örtüsünün azalması nedeniyle karbon salınımının artışına ve iklim değişikliğine sebep oluyor. İklim değişikliği de habitatların değişimine, derken birbirini etkileyip takip eden süreçler alıp başını gidiyor.

İnsan haricindeki canlıların yaşam alanlarına müdahale sadece ormansızlaştırma ile mi oluyor? Tabi ki hayır. Örnekleri arttırmak ne yazık ki hiç zor değil. Maden arama faaliyetleri, kentleşme, doğal alanların arasından geçen otoban yollar, kıyı şehirlerinde dolgu yapılan denizler, avlanma…

Kendi dengesini kurmuş kısmen izole yerlere yapılan “açılım” (ya da sermaye yatırımları demek daha doğru olur) karşılaşma ihtimalimiz olmayan canlılarla karşılaşma olasılığını arttırıyor. Yaban hayatında patojen(hastalık oluşturan)  olmayan bir canlı, insanlar için tehlikeli olabiliyor. Diğer yandan, girilip dağıtılan yaban hayatı bir kısım canlıların göç etmesini zorunlu kılıyor, bu göçler farklı yerlere, farklı hastalıkların taşınmasına sebep oluyor. Ekosistemlerde değişen çevre koşullarına bağlı olarak bazı türlerin hızla artması besin ağına zarar verebiliyor.  Bu durumun somut örneği olarak çekirge istilaları verilebilir.

Yapılan bunca müdahaleye doğa gereken cevabı verse de doğanın bu çıkışlarına genellikle tepkisiz kalınıyor.  Ama Covid-19 salgını gibi durumlar istenmese de gündeme oturuyor. Ekolojik yıkım etkileri evrim yasası ile birleşir ise “normalde” görmezden gelinenler gözlerimizi kör eder hale gelebilir. Yani rüzgâr eken fırtına biçiyor. Ama asıl mesele, bu rüzgârı kapitalistlerin ekmesi fırtınayı ise tüm gezegenin çekmesi.

Gündemimizdeki Fırtına Covid-19

Virüsler, sadece canlı bir hücrenin içerisinde canlılık özelliği gösterebilen biyolojik varlıklardır. Mutasyona kolay uğrayabilen bu zorunlu hücre içi parazitler, hızlı bir şekilde form ve konak değiştirebiliyorlar. Dolayısı yla yaban hayatına yapılan müdahaleler, oradaki canlılarla temas, virüsün kolay konak değiştirmesi özelliği ile farklı hastalıklara sebep olabiliyor.

Çin’in Wuhan kentinde çıkan ve yayılan Covid-19 ve buna sebep olan SARS-Cov-2 virüsü koronavirüs ailesinden. Ancak virüsün hangi canlıdan bulaştığına dair henüz cevaplanmamış sorular var. SARS-Cov-2 virüsünün kökenine dair yapılan genom analizleri bir yarasadan izole edilen RaTG13 virüsü ve diğeri pangolin virüsüne daha yakın iki farklı virüsün rekombinasyonunun bir sonucu olduğunu gösteriyor.[5] Evrim yasası bize göz kırpıyor.

Dünya Sağlık Örgütü’nün 11 Mart’ta pandemi ilanıyla birlikte ve ne tesadüf ki Türkiye’de de ilk vakanın ortaya çıkmasıyla ateş bize de sıçramıştı. Artık bizim de gündemimizde Covid-19 fırtınası vardı. Bilimsel, güvenilir bilgilere ulaşmada sorun yaşadığımız ilk zamanlarda toplumda iki görüş belirginleşmişti: rehavete kapılanlar ve panik olanlar.

Salgın başladığından beri birçok komplo teorisi duyduk. Virüsün laboratuvar ürünü olduğundan, biyolojik silah olarak üretildiğine yahut aslında virüsün olmadığı ve gündem değiştirmek için ortaya atıldığına dair görüşler paylaşıldı.

Ekolojik yıkımın etkilerine ve evrimin gücüne gözlerini kapatanların yaptığı bu tarz yorumlara bilimsel çalışmalar cevap üretti. Evrimsel ve genetik analizler bu virüsün doğal yollarla evrimleştiğini gösteriyor.[6]

Hastalıkların Bulaşma Yolu Kapitalizm

Covid-19 salgını dünyada daha önce görülen salgınlar içinde ölüm sayısı üzerinden ilk 10’a giren bir salgın. Resmi rakamlara göre, 5 Aralık itibariyle dünyadaki ölüm sayısı 1,5 milyonu aşmış durumda. Virüs yayılmaya devam ediyor. Türkiye’de ölüm sayısı 14.500 ü aşmış durumda. Tabii bu rakamların gerçekliği ile ilgili soru işaretlerini de eklemeden geçmeyelim.

Damlacık yolu ile bulaşan bu virüsün Çin’den çıkıp farklı ülkelere yayılmasındaki etken Çin iş gücünün çoğunluğunun ucuz emek gücüne dayanmasıdır. Hava yolu trafiğinin yoğunluğu da ülkeler ve şehirlerarası yayılmasında bir diğer etken.

Kalabalık ortamları seven virüsün kentlerde daha hızlı yayıldığını söyleyebiliriz. Hastalık yayılmasında kentleşmenin önemli bir yerde durduğunu özellikle vurgulamak gerek. Kentlerdeki nüfusun yoğunluğu, yeşil alanın azlığı, toprak alanın azlığı, beton yığınlarının fazlalığı sağlığı etkiliyor, madde döngülerinin akışını bozuyor.

“Kapitalist üretim, nüfusu, büyük merkezlerde toplayarak, kent nüfusuna gittikçe artan bir ağırlık kazandırırken, bir yandan toplumun tarihsel devindirici gücünü yoğunlaştırdığı gibi, öte yandan da insan ve toprak arasındaki madde dolaşımını bozar, yani insanın yiyecek ve giyecek olarak tükettiği öğelerin toprağa tekrar dönüşünü engelleyerek toprağın verimliliğinin sürekli olması için gerekli koşulları bozmuş olur.”[7]

İnsanları ücretli işçi, doğayı sermaye birikim alanı olarak gören kapitalist üretimin en gelişkin olduğu ülkelerden birinde ABD’de salgının bu kadar büyük boyutlara varması manidar. Bu durum neoliberal sağlık sisteminin de çöktüğünün kanıtı.

Ekosistemlerin canlı ve cansız etmenleri arasında bir uyum ve etkileşim vardır. Ekosistemin cansız etmenlerindeki değişim canlı etmenlerin birbiri arasındaki dengesini etkiliyor. Ekosistemlerdeki istikrasızlığa sebep olan müdahaleler ekolojik yıkıma doğru giden yolun taşlarını döşüyor ve beraberinde “sürprizler” getiriyor. Bu beklenen sürprizlerden biri de Covid-19 oldu. Gerçi bilim insanları için pek de sürpriz sayılmazdı bu gelişme, salgınlar çağına girildiğini çoktan haber veriyorlardı zira.

İktidarın Salgınla İmtihanı

Salgının ülkemize gelmesi ile birlikte okulların kapatılması gibi doğru adımlar atılsa da çok eksik davranılarak salgın yönetimi başarısızlığa uğratılmıştır. Ekonomik krizin ayyuka çıktığı bir dönemde gelen salgın, iktidarı şaşkına çevirirken; aynı iktidar salgını kendi konumunu sağlamlaştırma, faşizmi kurumsallaştırma hamlelerine dönüştürmekten geri kalmıyor. Sermaye çarklarının durmaması için elinden gelenin fazlasını yapan iktidar, işçilerin sağlıksız koşullarda çalışmasına göz yumuyor. Herkese  “evde kal” çağrıları yaparken evde kalamayanlar (işçiler, sokakta çalışan çocuklar, mülteciler…)  için hiçbir adım atmıyor. Doğayı sermayeye peşkeş çeken, doğa talanını hızlandıran işlere imza atıyor. Salgın dönemini başta kadınlar olmak üzere toplumsal dinamikleri baskı altında tutmak için kullanıyor. Özellikle salgınların savaş döneminde arttığını bile bile Azerbaycan’a asker gönderme tezkeresini kabul ettiriyor.

Virüs bulaşma hızı, kaç kişiyi enfekte ettiği, kaç kişinin öldüğü bilgilerinin şeffaf bir şekilde paylaşılmaması sürekli belirsizlik hali yaratıyor. Salgın süreci bitmemişken “normelleşme” adı altında yaratılan rehavet, gerekli önlemler alınmadan başlayan yüz yüze eğitim salgının farklı boyutlara taşıyor.

Geçmişte yaşanan salgınlar, birçok ülkede pandemi planları geliştirilmesini sağladı. Bu planların amacı salgın hastalık durumuna hazırlıklı olmaktı. Türkiye’nin de pandemi planı var.[8]

Türkiye’nin Zoonotik Hastalıklar Eylem planı(2019-2023)[9] incelediğimizde planın uygulanmadığını net anlayabiliriz. Gerçi planı okumaya gerek yok salgının yönetilememesinden planın uygulanmadığını deneyimliyoruz zaten.

Eylem planında gelecekte daha fazla zoonozların (hayvandan insana bulaşan hastalıklar) görüleceğinin bilimde yaygın kanı olmasından dolayı hazırlıklı olmak gerektiği vurgulanmış. Ki Covid-19 pandemisinin de bir zoonoz olduğu düşünülürse planda öngörülenlerin çoktan yapılması gerekirdi.

Plandan bir cümleyi olduğu gibi aktarıyorum. “Zoonotik hastalıkların önlenmesi ve kontrolü ancak ‘Tek Sağlık’[10] yaklaşımı çerçevesinde ilgili kurumların güç birliği yaparak koordineli olarak çalışması ile başarılabilir. Kurumlar arası etkili bir koordinasyon mekanizmasının oluşturulması mevcut zoonozların önlenmesinde, gelecek tehditlerin tahmin edilmesinde ve önlem stratejilerinin geliştirilmesinde son derece önemlidir.” (syf 13)

Kurumlar arası etkili organizasyon mu? Şahsen ben görmedim, duymadım. Bilim Kurulu var. Erdoğan’a göre her şeyden sorumlu olan, gözlemimize ve deneyimlerimize göre “tavsiye” veren ve nihayetinde son kararı Cumhurbaşkanına bırakan bir kurul. Bırakın işbirliği içinde olmayı, salgını durdurmak için canla başla çalışan, öneriler sunan TTB’nin (Türk Tabipler Birliği) kapatılması taleplerine şahit olduk.

Planda zoonotik hastalıkların kontrolü ve önlenmesine yönelik 4 genel hedef belirlenmiş.

1: Toplumu zoonotik hastalıklar ve önlenmesi konusunda bilinçlendirmek.

2: Zoonotik hastalıklar ile ilgili risk analizi yapmak ve tehditleri belirlemek.

3: Ülke çapında zoonotik hastalıklar tanı laboratuarlarını geliştirmek ve etkinliğini sağlamak.

4: İzleme, değerlendirme, koordinasyon ve planlama yapmak.

Vaka verilerinin bile doğru dürüst paylaşılmadığı, paylaşanlara ise soruşturma açıldığı( bakınız Prof. Dr. Kayıhan Pala ) bir ülkenin planı bu.

Testlerin yapılmadığı, hastanelerin yeterli olmadığı, laboratuarda çalışanların kıyafetsiz kaldığı, belirsizliklerin hüküm sürdüğü bir ülkenin planı bu. Bir kez daha anlıyoruz ki çoğu yasa, sözleşme ya da plan gibi bu da kâğıt üstünde kalmış. İktidar bu planı uygulamak yerine halka sorumluluk yükleyerek pandemiyle mücadeleyi halkın sırtına yüklüyor. Salgının bu kadar yayılmasının tek sebebinin halkın dışarı çıkması, maske takmaması gibi gösteriyor. Halkta güven yaratmayı bırakın halkta kutuplaştırmalara sebep oluyor, yaşlılar, mülteciler ve çocuklar ayrımcılık ve damgalama politikalarına maruz bırakılıyor. Yeterli bilimsel bilgi paylaşılmaması, aşılara, ilaçlara dair farklı bilgilerin halk arasında dolaşmasına sebebiyet veriyor. Aşı, ilaç ve tedavilere karşı güvensizlik had safhaya çıkıyor.  Aşı karşıtlığı üzerinden de bir kutuplaşma oluşuyor.

Salgın eşitsizlikleri daha da görünür kılarak, kapitalizmin artık miadının dolduğunun somut bir göstergesi konumunda. Sermaye güçlerinin her dönemde olduğu gibi salgın döneminde de büyüme ve kar istekleri doğrultusunda hareket ettikleri ise, tüm çıplaklığı ile görülüyor.

Öte yandan, geçmişteki salgınların bazılarının imparatorlukların yıkılmasında itici güç olduğu tahmin ediliyor.[11] Covid-19 salgınının da kapitalizmin yıkılışını hızlandıracağının ihtimalinin olduğunu söylemek gerek.

Sermaye güçlerine doğadan deyimlerle seslenelim. Arı kovanına çomak sokarsanız fırtınalar kopar, tehlikeli sularda yüzmek zorunda kalırsınız. Toplumsal dinamikler önünüze engel koymaya devam edecek. Tabii bu başkaldırılar buzdağının görünen kısmı. Ekolojik yıkıma onay vermeyenler ise buzdağının kendisi.

 

Dipnotlar:

[1] Gençlerle Baş Başa İklim Krizi Fikret Başkaya

[2] Doğanın Düşmanı Joel Kovel syf .34

[3] Habitat: Bir canlının doğal olarak yaşayıp ürediği yer.

[4] Vejetasyon, coğrafi bir bölgedeki bitkilerin oluşumu ve yayılımıdır.

[5] https://bilimfili.com/koronavirus-kokeni-genom-analizleri-iki-virusun-birlesmis-olabilecegini-gosteriyor

[6] https://evrimagaci.org/covid19-koronavirus-salgini-insan-yapimi-degil-ve-dogal-yollarla-evrimlesti-8381

[7] Kapital 1, syf.516

[8] https://www.ttb.org.tr/kutuphane/covid19-rapor_6/covid19-rapor_6_Part80.pdf

[9] https://hsgm.saglik.gov.tr/depo/birimler/zoonotik-vektorel-hastaliklar-db/daire-baskanligi/eylem_plani/Zoonotik_Hastaliklar_Eylem_Pani.pdf

[10] Tek Sağlık; ortaya çıkan bulaşıcı hastalıklara odaklanan, insan, hayvan ve çevre ilişkileri bağlamında toplum sağlığına hizmet eden bir yaklaşım olmasının yanı sıra, zoonotik hastalıklara yönelik multidisipliner veya disiplinler arası yaklaşımları destekleyen bir kavram.

[11] https://evrimagaci.org/tarihteki-kuresel-salginlar-koronavirus-ilk-degil-son-da-olmayacak-8397