Makas Açılıyor, Gerilim Artıyor: Krizden Çıkış Mümkün mü?

Görünen o ki, bu kez halk güçleri sosyalistlerin önünde. Kim bilir belki de şimdiki zamanın bu tarihsel konağında, bu kez halk güçleri sosyalistlere öncülük edecektir. Bu açı farkını kapatmak mümkün. Yeter ki, halkın, toplumsal dinamiklerin ayak izlerini takip etmeyi bilelim.

Nefes nefese yaşanan bir siyasal zeminin üzerinde konumlanıyoruz. Memlekette olağanüstü hal olağanlaşalı zaten epey oldu, olağanüstülük ikliminde tayin edici eşiklere gelip dayandığımız da. Şimdi herkesin bildiği sırların siyasal-toplumsal alana saçıldığı, her şeyin her an mümkün olduğu olasılıkçı bir konaktayız.

“Ha gittiler ha gidecekler” derken, 18 yıldır iktidar koltuğuna yapışıp kalan bir AKP gerçekliğimiz var bugün. “Bu kez gidecekler” denilen tüm o kritik kavşaklarda, tıpkı bugün yaşadıkları sıkışma ve kriz sarmalı gibi, yaşanılan her şey gerçekti. Ama gitmediler… Az buz da değil… 2013 kırılmasından bu yana sekiz seçim geçirdi bu memleket. Ayaklanma da yaşandı darbe de ardı ardına gelen katliamlar da… Gitmediler. Üstelik şimdilerde Ayasoyfa  hamlesi ardına bir ritüele dönüştürülerek siyasi söylemlerin ana odağı haline getirilmeye çalışılan “Cuma namazı çıkışları” ardına verilen demeçlerde, 2023 hedefi 2053 hedefiyle takas edildi. Erdoğan, il başkanlarıyla yaptığı toplantıda, içinde “yeni”nin olmadığı “yeni” bir “Türkiye modeli” olarak söz ettiği 2053 vizyonunu açıkladı. Bu vizyonu, önce AKP teşkilatında bizzat Erdoğan’ın talimatıyla başlatılan “100 bin yeni üye” kampanyasıyla, sonra gençlik ve kadın örgütlerine dayandırılan, kuruluş saiklerine geri dönme ve örgütlenme çağrısıyla pekiştirmeye giriştiler. Lakin, hamaset siyaseti değimiz şey öyle esneyip genişledi ki, Rize Çayeli AKP başkanlığı üyelik kampanyasına yeni bir form getirerek “Üye olun külliyede 1 gün geçirme fırsatını yakalayın” şiarıyla üye olanın başına Beştepe’de gezme ödülü koyuverdi.

İrrasyonel Akıl Devrede 

İktidarın gerçeklikleriyle gerçekte olan arasındaki makas giderek açılırken, devlet, iktidar ve ittifaklar arasındaki çatlaklar da derinleşiyor. Üstelik AKP içeriden kan kaybetmeye tüm hızıyla devam ederken olup bitiyor her şey… Emniyet atamalarından sonra kamuoyu önüne sıçrayan Metiner tartışmasından, Milli Beka Hareketi üzerinden girişilen kavgaya, Müge Anlı’nın yayınında gündem ettiği dosyayla birlikte Anlı üzerinden iktidar içi kliklerin çatışmasına, futbolda yürütülen operasyonel hamlelerden “trol savaşlarına” değin her şey iktidar içindeki fay hatlarını harekete geçirip saflaşmaları yeniden karıyor. Siyasi krizin yeni fay hatlarına yayılmasına da engel olunamıyor. Bugün, Soylu-Albayrak isimleri üzerinden zikredilen çatışmanın yanına her an yenileri eklenerek birikiyor. Velhasıl-ı işler iyi gitmiyor…

Ama şimdilik kamuoyu önündeki hesaplar Cumhurbaşkanlığı seçimleri üzerinden kurulmaya devam ediyor. Ki Erdoğan ismindeki uzlaşı parantezi, kendisini her yerde gösteriyor. Bahçeli 2023 adaylarının Erdoğan olduğunu çoktan açıkladı, Kılıçdaroğlu ise ondan evvel davranıp cumhurbaşkanlığı üzerine gelen ilk soruda Abdullah Gül’ün adını zikrediverdi. Doğu cephesinde değişen hiçbir şey yok misali, düzen içi siyaset cephesinde aşina olanın tekrarı yapılmaya devam ediliyor. Keza artık parlamentoda karikatürleşen genel başkan konuşmalarına indirgenmiş haftalık Salı toplantıları bile işlemiyor, işletilemiyor. Parlamento, iktidarın basit bir onay aracına dönüşmüş, içi tümüyle boşaltılıp işlevsizleştirilerek, iktidar politikaları için kullanışlı hale getirilmiş vaziyette.

Bütünlüklü bir planın parçaları olarak değerlendirilmesi gereken ve birbiri ardına ivedilikle meclisten geçirilen yasa ve uygulamalara, Ekim’de meclisin yeniden açılmasıyla birlikte, barolara müdahalenin çoklu baro uygulamasıyla yasallaştırılmasına paralel olarak, bizzat Bahçeli’nin salık vermesiyle, başta Türk Tabipler Birliği’ne müdahale olmak üzere meslek örgütlerine müdahalenin siyasi iktidarın öncelikli gündemlerinden olduğu anlaşılıyor. Yine, aynı aktörün öncülüğünde yeni seçim yasası da kapıda bekliyor.

Olağanüstü hal öylesine süreklileşti ki, devlet bugün çıplak bir şiddet aygıtına, iktidar temsilcileri de o şiddet aygıtının bizatihi uygulayıcısına dönüştürülmüş durumda. Devlet krizi, hali hazırda yeni dengelerle hareket halindeyken, devlet tüm organları ve yetkileriyle iktidar politikalarına devşirilerek dönüştürülüyor, o arada toplumsal zemin de ona içkin olarak eğilip bükülüyor.

Ülkenin İçişleri Bakanı görevindeki şahıs, tecavüz suçlularını, çocuk katillerini bizzat aklayıp kollayabiliyor, gazetecileri, milletvekillerini, Anayasa Mahkemesi Başkanı’nı hedef gösterip, kamuoyu önünde dilediğince kavga konusu haline getirebiliyor. Pandemiye yakalanan işçiler, fabrikalarda arkalarından kilitlenip çalışma kamplarını fiilileştiren şekilde zorla çalıştırılabiliyor. Adapazarı’nda, Afyon’da, Samsun’da Kürt işçilerine yönelik sistematik ırkçı saldırılar, Van’da köylülerin helikopterden atılması, gündeme geldiği anda normalleştiriliyor, bizzat devlet tarafından serbest bırakılan şiddet ve cezasızlık politikalarıyla faşizmin gündelik yaşamdaki tezahürleri vuku bulu buluyor.

Toplum, çok yönlü saldırı pratikleriyle iyiden iyiye itibarsızlaştırıp, kimliksizleştirilerek teslim alınmak isteniyor. İrrasyonel olanın rasyonel olan yerine ikame edilmesiyle, toplumsal algı bükülerek, “yeni normal” “makbul vatandaş” modeli üzerinden yerleşikleştirilmek isteniyor.

Gitti Gidiyor Siyasetiyle AKP Gider mi? 

Kamuoyu yoklamalarını da içine alacak şekilde, sokağın ve siyasetin nabzı, AKP tabanının iyiden iyiye eridiğini net bir şekilde gösteriyor olsa da,  işler rasyonel seyirde akmıyor. Siyasetin irrasyonel aklı devrede. Evet, AKP eriyor erimesine, ama çökmüyor. Evet, AKP 18 yıllık iktidar pratiğinin belki de en kritik ve zorlu dönemini yaşıyor, birçok kriz dinamiği ile kuşatıldığı hem bir parçalanma hem de çözülme içerisinde. Evet, süreci yönetemiyorlar, krizi yöneterek aşamıyorlar, ama krizi krizle yönetme gayretini sonuna kadar sürdürüyorlar.

AKP bugün düzen içi muhalefet güçlerinin bekleyerek, durarak siyaset yapma stratejinden güç alıyor. Ki, karşısında iktidarı hedef alan bir hegemon güç yok. Bugün CHP’sinden İyi Partisi’ne DEVA’sından Gelecek Partisi’ne restorasyoncu güçlerin uzlaşması AKP’siz AKP düzenine ayarlı, yoksa bu düzene tabiiler, göbekten bağlılar.

Bugün herkes görüyor olmalı, zira deneyimle sabit diyeceğimiz onlarca kritik dönemeç yaşandı, iktidar ne kendi kendine çöker ne de kendi rızasıyla gider. Yahut, ekonomik kriz başta olmak üzere krizlerin ağırlaşmasıyla oluşan siyasal-toplumsal atmosfer, doğrusal evrimci bir bakış açısıyla, otomatik olarak bir isyan dalgasına evrilmez, ki düzen içi güçler de o isyan dalgasını hiç mi hiç istemez. Velhasıl-ı gitti-gidiyor siyasetiyle AKP gitmez.

Halk Güçleri Sosyalistlerin Bir Adım Önünde 

Bugün bir halk isyanının koşulları ve dinamikleri mevcut, ama henüz yaptırım gücü olan bir siyasal güce dönüşmüş durumda değil. Faşist rejim, iktidar henüz istemediği için kurulamamış durumda değil, zira iktidarın elinde faşizmden başka açacak kartı kalmadı. Faşizm, bugün tam da halkın parça parça ve kendiliğinden hareketlerinin açığa çıkardığı sürtünme kuvvetinden ötürü kurulamıyor. Öte taraftan bir siyasal iktidarın kendi geleceğini güvence altına alabilmesi salt yeni bir rejim ilanından geçmiyor, bir başka sürtünme kuvveti yaratan olgu, kültürel hegemonya. 18 yıllık AKP iktidarı kültürel hegemonyasını henüz kurabilmiş durumda değil. “İktidarın sanatçıları” hamlesi nihayete erdirilemedi, çünkü toplumsallaşamadı, hatta elindeki o “sanatçılar” yandaş bir azınlığa dönüştü. Ayasofya hamlesiyle büyük riskleri göze alarak bunu başarmak istedi, 89 yıl sonra ibadete açılan Ayasofya hamlesi de, yine küçük bir azınlığı üstelik kendini marjinalize edebilecek bir azınlığı harekete geçirebildi, hamle toplumsal bir karşılık üretemedi. Velhasıl-ı rejim kurumsallaşamadı.

Bugün, içerisinde olduğumuz bu olasılıklar konağında, her olasılık henüz kapanmamış bir parantezi imliyor. Üstelik, her olasılığın birden fazla açılmış parantezi mevcut.

Peki, o parantez yeni bir seçim takvimiyle mi kapanır? Eh, geçici bir süreliğine, belki.

Düzen içi muhalefet, sanki olağan bir seçim olacakmış gibi her fırsatta sandığa dem vurup ittifaklara, meclis aritmetiğinde oluşacak yeni dengelere odaklanıyor. Erken seçimle yahut güçlendirilmiş parlamenter sistem ile her şey normalleşecek algısını yaymada, dümenin başını tutuyor. Seçimden ve parlamentodan öte bir ufka ve perspektife odaklanmıyor. Böyle olunca da, siyaset yapmanın iktidar politikalarına karşı söylem üretmeye indirgendiği, söylemin de eskinin kodlarını aşamadığı, iktidarın yörüngesinde siyaset yapma biçimine hapsoluyor. Eh, bu da en çok iktidarın işine geliyor. Salt sandığa kanalize olma siyasetini salık veren  akıl, geleceği sermaye ve iktidar güdümünde ipotek ediyor.

Oysa bugün kurucu bir siyaset, pekala mümkün. Yeni bir siyaset yapma biçimine, yeni bir toplumsal sözleşmeye ihtiyacımız var. İçerisine soluduğumuz kaotik zemine denk düşmeyen steril duruştan sıyrılarak, dönemin kendine has koşullarına uygun, hayır demenin protesto etmenin ötesine geçecek aktif, etken, kolektif ve programatik bir müdahaleye ve öncülüğe ihtiyacımız var. Ancak asıl kurtarıcı özne olan halkı ve halk hareketini merkeze alan bir toplumsal muhalefeti örgütlemeye kimse cesaretle öncülük etmiyor. Ezilen bütün kesimlerin müthiş bir öfkesi var, fakat bu öfkeyi örgütleyerek değişimin taşıyıcı gücüne dönüştürecek öncülükten yoksun bir ortam var.

Kurucu bir siyaset ve böylesi bir öncülük ancak ve ancak sosyalist soldan beklenebilir. Fakat sosyalist solumuz ne yazık ki henüz kendine müdahale etme mecalini becerebilmiş durumda değil, üstelik bu olağanüstü karmaşa dönemine en zayıf döneminde yakalanmış durumda. Ötesinde bir de şimdi tarihin akışı, yeni bir tasfiye dalgasını dayatıyor.

2013 Gezi ayaklanmasını bir eşik olarak kabul edersek, o günden bu yana şekillenen kaotik zemindeki tüm yol ayrımlarında halk, her zaman muhalefetin ve dahi sosyalistlerin ilerisinde konumlanarak, üzerine düşeni her defasında bir şekilde kendi ifade ediş biçimleriyle yaptı, yapmaya da devam ediyor.

Görünen o ki, bu kez halk güçleri sosyalistlerin önünde. Kim bilir belki de şimdiki zamanın bu tarihsel konağında, bu kez halk güçleri sosyalistlere öncülük edecektir. Bu açı farkını kapatmak mümkün. Yeter ki, halkın, toplumsal dinamiklerin ayak izlerini takip etmeyi bilelim. O izler bugün işçilerin parçalı direnişlerinde, kadınların giderek kitleselleşen ve Kadınlar Birlikte Güçlü’de somutlaşan ortak pratiğinde, doğa ve yaşam savunucularının ülkenin dört bir yanında zuhur eden haklı isyanlarında imli. Yeter ki, tarihsel varoluş saiklerimizi tekrar hatırlayarak, sorumlu ve kurucu bir pozisyon alışa geçebilelim. Halkçı bir seçenek ancak ve ancak o koşullarda somut bir gerçekliğe ve güce dönüşecektir.

Ülkenin gidişatına asgari bir program ve ilkeler çerçevesinde ortaklaşarak müdahale etmek ve değiştirmek için koşullar hiç olmadığı kadar elverişli. Yeter ki karmaşanın zenginliğinden korkmayalım.

Halk güçlerinin görünmezliğe hapsedilen yaşamsal gündemlerini ve taleplerini görünür kılacak, o talepleri yeni bir toplumsal sözleşme ile güvence altına alacak, gündelik yaşamın siyasetini yapan, toplumsal dinamikleri kendine indirgeyip araçsallaştırmadan onların taleplerini toplumsallaştıracak, yeni bir toplumun kuruluşu için gerekli maddi araçları yaratacak ve kazanarak ilerleyecek ortak bir perspektife ihtiyacımız var. Ama ondan önce karar verip adım atmaya.