Z Kuşağı Tartışmaları: Beni Kategorize Etme!

“Beni kategorize etme, benle oynama

Yaftayı yapıştırıp, bana isim koyma

Karikatürleştirme beni, ilahlaştırma

Tabulaştırma sakın, tapulaştırma

Matematikleştirme beni, çarpma, bölme

Toplama, çıkartma sakın beni hesaplaştırma

Mekanikleştirme beni, otomatikleştirme

Yarıştırma sakın, onla bunla karşılaştırma

Sıkıştırıp tıkıştırma beni, depolaştırma

Duygularım yok oldu, yüreğimi nasırlaştırma

Beni demoralize etme, depolitize etme”

 

Hatırlarsınız, sözlerini Bülent Ortaçgil’in yazdığı, Sezen Aksu’nun sesiyle hafızamıza kazınan  “Beni Kategorize Etme” diye bir şarkı vardı. Yazının başına iliştirdiğimiz kelimeler o şarkıdan… Bu şarkı, literatüre göre Y kuşağına ait bir şarkı.

Malumunuz, gündem Z kuşağı… Evet, şarkı “beni kategorize etme” diyor, ama bugünlerde herkes Z kuşağını orasından burasından çekiştirip, bir kategoriye sokma telaşında… Derdimiz kategorize etmek değil elbet.

Ki, bu kuşağı didikleyenler genelde Boomer kuşağı veya X kuşağı olarak adlandırılan nesle mensup. Y kuşağı bile, ucundan tartışmaya girebilmiş durumda, kaldı ki, Z kuşağı henüz kendisini boylu boyunca masaya yatırmıyor, şimdilik “beni kategorize etme” tepkileriyle yeni bir tartışmanın fitilini ateşlemekle yetiniyor, diyelim.

Literatüre göre, 1997 ve sonrasına doğan, dijital çağın, teknoloji dünyasının içine gözlerini açan bir kuşaktan bahsediyoruz… Herkes farklı kategorize edişlerle tanımlamalara girişse de, bir şekilde herkes, iyi ya da kötü, onlardan çok şey bekliyor…

Çoğu tartışmada olduğu gibi, Z Kuşağını yorumlamada da yeni bir dikatomi(ikilik) ile selamlaşıyoruz. İki farklı uçta konumlanmış değerlendirmeler var karşımızda.

Öyle ki, bir uçtaki yoruma göre, yeni dönemin dijital 68 kuşağı olarak yorumlanan bir yeni kurtarıcı kültü yaratılıyor, diğer uçtaki yoruma göre ise, yok daha neler’ci bir bakışla sorumluluk almaktan kaçan, a-sosyal, a-politik, öfkeleri saman alevi gibi parlayıp sönen bir kuşak tanımlaması yapılıyor…

İlk uçtaki yorumlarda Z kuşağının içerisinde yaşadığımız dünyanın çelişkileriyle önemli bir miktarda belirlendiğini ve bu belirlenimin bir gençlik isyanı olarak zuhur bulduğunu ifade ediyor ve bu kuşağı önümüzdeki dönemde olası bir toplumsal değişimin motor gücü olarak görüyor.

İkinci uç Z kuşağı olarak adlandırılan yaş grubunun apolitik olduğunu iddia ederek bu iddiasını, söz konusu yaş grubunun sandığa gitme eğiliminin düşük olmasına (bir ankete göre yüzde 65 imiş), Turgut Özal, Adnan Menderes gibi isimleri tanımamasına, yalnızca kendi yaşamını ilgilendiren konulara tepkisel düzeyde müdahil olmasına dayandırıyor.

“Z kuşağı bizi kurtarır mı” diye düşünürken akıllara Marx’ın Louis Bonaparte’ın 18 Brumaire’indeki o meşhur vurgusu geliyor:

“İnsanlar kendi tarihlerini kendileri yaparlar, ama kendi seçtikleri koşullar içinde değil, geçmişten devreden verili koşullar içinde” diyordu ya hani Marx… İşte Z kuşağı da, kendi tarihini kendi yapıyor ama verili koşullar çerçevesinde…

Tek tip, homojen, mutlak bir Z kuşağından bahsedebilir miyiz zaten? Bir kere bu, yaşamın, zamanın akışına, doğasına aykırı olacaktır… Koşulları hesaba katmadan, o koşulları bütünlüklü ve ilişkisel olarak ele almadan ne mümkün! İçerisine soluduğumuz sınıflı ve cinsiyetli toplumun tarihsel ve güncel zeminlerinden kopararak, bütünün içinden çekip çıkararak herhangi bir olguyu anlamak, anlamlandırmak ne mümkün! Bu ikiliği aşmak için, diyalektik bakışa ihtiyaç var. İkiliklere sıkışıp kalmak yerine, bu köşeli düşünme ve görme biçimine mesafe koyarak konuya eğilmek gerek. İşte yine, diyalektik metot olmadan düşünemeyeceğimiz bir soru öbeği daha.

Z kuşağı, aynı zamanda “yabancılaşma ve kaygı çağının çocukları” olarak da tanımlıyor. Bu tanımlamaya içkin olarak da bu kuşağa apolitiklik etiketi yakıştırılıyor. Oldukça daraltıcı bir çerçeve değil mi bu, bütün kötü mefhumları tek bir nesle yükleyiver gitsin!  Yabancılaşma sadece Z kuşağının bir özelliği olabilir mi ki zaten?  Kapitalizmin hegemonik bir güce dönüşmesiyle, özellikle de neoliberalizmle birlikte yabancılaşma ve kaygı, toplumun tüm uzuvlarına sirayet edip yerleşik bir hal kazandı. Kapitalizm koşullarında yaşayan tüm kuşaklar da bundan alabildiğine nasibini aldı. Zira kapitalizm soyut, havada asılı bir şey değil, gündelik yaşamımızı belirleyegelen son derece somut bir gerçeklik.

Geçtiğimiz haftalarda, “Z Kuşağı: Küresel Vatandaşlık” adıyla, 20 ülkeden 20 bini aşkın gençle yapılan Varkey Vakfı anketine göre, bu kuşağın en çok öne çıkardığı sorun alanları iklim krizi, mülteci/göçmen sorunu, kadın cinayetleri. Yani günümüz dünyasının en acil, en yakıcı politik sorunları. Z kuşağı mensubu bu gençler kendi gelecekleri hususunda endişeli oldukları kadar gezegenin geleceği hususunda da oldukça endişeliler.

Yine bu ankete göre, düşünce/ifade özgürlüğüne en çok önem veren gençler Türkiye’de, ama aynı zamanda gelecek konusunda en umutsuz olan gençler de Türkiye’de.

Neden midir onca endişe ve umutsuzluk?

Daha geçenlerde, AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan’ın YKS’ye girecek gençlerle dijital alanda canlı yayınlanan video konferans buluşmasının, Z kuşağının “Oy Moy Yok” tepkileriyle damgalanması yönetenler katındakileri epey rahatsız etmiş ve bizzat Erdoğan tarafından, “Twitter, Youtube, Netflix gibi dijital platformların kapatılmasını kapsayan bir sosyal medya yasağı-yasası gündeme getirilmişti.

Siyasi iktidarın hemen her temsilcisini “sosyal medya terörizmi” üst başlığıyla, adeta teyakküz halinde savunma ve saldırı menziline geçiren bu tartışma, iktidarın baş kalemşörlerinden Abdülkadir Selvi’yi de harekete geçirmiş olacak ki, Z kuşağına seslenerek, “dislike atan dislikelanır” demişti. Ancak ülke koşullarında gençler zaten çoktan dislike’lanmış vaziyette.

Bugün resmi rakamlara göre, Türkiye’de istihdam alanında 7 milyon üniversite mezunu var, 8 milyon üniversiteli mezun olmayı bekliyor, milyonlarca atanamayan üniversite mezunu kadro bekliyor. Resmi rakamlara göre işsiz statüsünde sayılmayan 11 milyon genç istidam dışında konumlanıyor, 6 milyon gencin ise ne istihdamda ne de eğitim alanında konumlanabildiği bir tablo var. Giderek işçileşen, geçici ve günübirlik işlerde kendine yer bulabilen genç nüfus aynı zamanda işsizler ordusunun da geniş bir bölümünü kapsıyor, genç işsizliği giderek genişliyor. Eğitimdeki durum ve sınav sistemi de bu tablodan azade değil. Söz konusu yaş aralığındaki gençler kendi ülkesinde yaşamak yerine Avrupa ülkelerine gitmenin hayalini kuruyor, çoğu da ilk fırsatta ülkesini terk etme eğilimini gerçekleştiriyor. İntihar vakalarında son yıllarda bu kuşak mensubu gençlerin ağırlığı giderek artıyor. Dolayısıyla, söz konusu olan Z kuşağı, çoktan dislike’lanıp çemberin dışına atılmış bir kuşak.

O yüzdendir ki, geleceğe umutla değil, tozpembe hayaller gördüren gözlüklerle değil, kara gözlüklerle bakıyorlar.

Bütün bu tablo gösteriyor ki, Z kuşağını apolitik olarak göstermenin hiçbir geçerliliği yok. Olgulara olmuş, bitmiş gözle bakma hastalığı, gözümüzün önünde politize olmaya başlayan, elbette kapitalist dünya tarafından belirlenmiş olmanın verdiği zaafları taşıyan (hangimizde yok ki?) bir kuşağı tekdüze bir şekilde algılıyor.

Z Kuşağı Salt Seçmen mi?

2023 seçimlerinde, seçmen sayısının yüzde yirmisini oluşturan Z kuşağına tabi toplamda 13 milyon genç seçmen var ve bu nüfusun 7,2 milyonu ilk kez oy kullanacak, yeni seçmen statüsünde.

Seçmen davranışlarını analiz eden anket şirketlerine göre, örneğin, Avrasya’nın anketine göre, “AKP şehirde, kentleşmiş seçmenin çocuklarından, yeni kuşaktan oy alamıyor. AKP-MHP iktidarının yaptığı açıklamalara güvenmiyor.” Metropol ve Konda anketlerine göre, “kararsızlar” diye kategorize edilen kitleyi de yine bu genç nüfus oluşturuyor.

Ama yine bu anket şirketlerine göre, siyasi partilerin mevcut politikalarıyla, 2023 seçimlerinde oy kullanacak 13 milyon Z kuşağını kapsaması oldukça güç. Her ne kadar kendi sınırlarına gelip dayanan, giderek anlamını yitiren temsili demokrasi bile işlemiyor, işletilemiyor olsa da, sandık aritmetiği üzerinden bu genç kitlenin oylarını kendi partilerine devşirmeye ihtiyaç duyuyorlar. Çünkü şimdiden belli ki, bu kuşak önümüzdeki dönemi belirleyecek önemli unsurlardan olacak. Dolayısıyla önümüzdeki dönemi garanti altına almak için, sosyal medya yasası gibi hamlelere başvurarak, ön almaya gereksinim duyan bir siyasi iktidar pratiği var. Ancak unuttukları bir husus var ki, Z kuşağı salt seçim aritmetiğine hapsedilebilecek bir seçmen kitlesi değildir.

Z Kuşağı Apolitik mi?

Daha iyi bir dünya, daha ehli bir kapitalizm söylemleriyle büyümüş önceki kuşakların aksine, Z kuşağı kapitalizmin kendilerine hemen hemen hiçbir şey vaat etmediği bir ortamda büyüdüler ve kimliklerini bu statükosuz dönemde şekillendirdiler. Dolayısıyla bu yaş grubunun herhangi bir “değer”e sıkı sıkıya bağlı olmadığı anlaşılıyor.

Gençlik yıllarında yoğun bir eğitim temposunda geçiren bu kuşak, günlerinin büyük bir bölümünü süren dersler, eğitimler, etütler, dershane mesaileri ile geçiriyor. Üstelik yıllara yayılan ve türlü türlü sınav stresleriyle belirlenen bu uzun maraton sonunda gençler, kitlesel işsizlik, düşük ücretli çalışma, yoğun çalışma gibi kapitalist dünyaya ait sendromlarla karşı karşıya kalıyorlar.

Bu yaş grubu için sık sık vurgulanan daha eşitlikçi olduklarına dair nitelik, onların verili sınıflı toplum değerleriyle daha mesafeli yetişmelerini sağlıyor. Cinsiyet eşitsizliğine dayalı, toplumsal baskı normlarının yeniden ve yeniden üretildiği aile “değerleri” onlar için çok fazla bir şey ifade etmiyor. Daha özgür yaşamak onlar için oldukça önemli. Feminizmin kazanımları onlar tarafından daha fazla benimseniyor örneğin. LGBTİ mücadelesinin son yıllarda yükselen ivmesinin de onların cinsel yönelimler konusunda daha hassas olmalarına yol açtığı anlaşılıyor.

Z kuşağı nüfusun büyük bir bölümünün kentlerde büyüdüğü bir ortamda dünyaya geldi. Büyük çoğunluğu kentli. Dolayısıyla kırsal yaşamın yeniden ürettiği dinsellik onlar için fazla belirleyici değil. Daha dünyevi, daha seküler bir yaşam tarzını benimsiyorlar. Bu da dinselliğe dayalı ideolojilere karşı mesafeli olmalarına ya da dini daha dünyevi bir tarzda yaşamalarına neden oluyor. İslam’ı daha reformcu bir şekilde yaşıyorlar.

Elbette kentsel yaşamın güncel sorunları var. Barınma, geçim, kentsel ekolojinin çöküşü gibi sorunlar tarafından zorlanıyorlar. Ayrıca işçi sınıfının geçmişte mücadeleyle elde ettiği kazanımları tek tek elinden alınırken, güvencesizlik ve geleceksizlik tarafından zorlanıyor genç kuşaklar. Anne ve babaları görece biraz daha fazla güvenceye sahi olurken, z kuşağı birçok güvenceden yoksun olarak çalışmak zorunda. Bu da onların sürekli istihdam piyasasının hızlı değişen koşullarına adapte olmak zorunda bırakıyor. Bu sınıfsal öfkenin birikmesi demek oluyor. Z kuşağının isyanının sınıfsal niteliğini bu gerçeklik oluşturuyor.

Bütün bu tablo gösteriyor ki, Z kuşağını apolitik olarak göstermenin hiçbir geçerliliği yok. Olgulara olmuş, bitmiş gözle bakma hastalığı, gözümüzün önünde politize olmaya başlayan, elbette kapitalist dünya tarafından belirlenmiş olmanın verdiği zaafları taşıyan (hangimizde yok ki?) bir kuşağı tekdüze bir şekilde algılıyor. Sandığa gitmeme eğilimi pekâlâ politik bir tepki biçimi olabilir ve Turgut Özal’ı tanımamak politiklik ölçüsü olarak kabul edilmeyebilir. İklim krizine karşı ses çıkarmak, cumhurbaşkanını dislike bombardımanına tutmak, oy moy yok tepkisi, cinsiyet eşitliğini savunmak, gelecek talep etmek son derece politik tepkiler.

Black Lives Matter(BLM) hareketine hem sokakta hem dijital platformlarda verilen destek, iklim krizine karşı bizzat bu kuşağın öncülüğünü yürüttüğü Friday For Future (Gelecek için Cuma) eylemleri, Donald Trump’ın Tusla seçim mitingini K-pop hayranlarının trolleyişi bu kuşağın kendini ifade ediş, tepkisini ortaya koyuş biçimidir.

Daha fazlasını beklemek için önce şu soldaki hegemonya boşluğunu gidermek gerekmez mi? Tüm suç Z kuşağında mı sahi?