Ekolojik Kriz, Salgın ve Yıkım: Gelecek Uzakta Değil

Şimdiki zamana ait bir paradoksu değil, kapitalizmin yarattığı krizlerin sonuçlarını yaşıyoruz. Dünyanın biyolojik dengesi telafisi mümkün olmayacak derecede derinden sarsıldı, o sarsıntının yarattığı çatlaklar da yepyeni alt-üst oluşlara gebe. Geleceğin izlerini taşıyan bu virüs, yeni ve daha büyük krizlerin habercisi.

Kafka’nın başyapıtı Dönüşüm’de Gregor Samsa’nın bir gün sabah dev bir böceğe dönüşmüş olarak uyanması gibi, aniden bir distopik gezegenin içine mi çekiliverdik? Ya da Aldous Huxley’in “Cesur Yeni Dünya”sındaki o meşhur ifadeyle “dünya, belki de başka bir gezegenin cehennemi”miydi? Ya da belki de “kehaneti” Fukuyama üflemişti de, tam olarak onun dediği gibi olmasa da tarihin sonu mu gelmişti gerçekten?

Nereden geldiğini bilmediğimiz bir öngörülmezlik sisi içinde, çok bilinmeyenli bir denklemin adı mıydı Covid-19? Münferit bir vakayı, tesadüfi bir anı mı yaşıyorduk? Her şey birdenbire mi oluvermişti gerçekten? “Virüs ve karantina” ile çitlenen yaşamlarımızda halimiz, ahvalimiz neye benziyordu? Yaşamlarımızı çitleyen gerçekten virüs müydü peki? Kapitalizm bu işin neresindeydi?

Sahi, neden bir küresel koronavirüs kriziyle karşı karşıyayız? Bu krizin kökenleri nerede? Gerçeküstü bir gerçeklikte miydi işin aslı yoksa on yıllardır yürütülen kapitalizmin “neo” politikalarının olağan akışında mı yatıyordu o gerçek?

Georg Lukacs, “Kafka ve Dönüşüm” üzerine bir denemesinde Theodor Adorno’dan şu alıntıyı yapıyor: “Bu dünyanın, insanı irkilten yanı korkunçluğu değil, olağan görünüşüdür.”

Lukacs’a atıfla, gerçeklik prizmasını kırılmaya uğratarak olağan-mış ya da gerçeküstü-imiş gibi gösterilen o şeyin gözlerinin içine bakarak, olağan ile olağanüstü olanın ikiliği üzerine yeniden düşünmeye ihtiyacımız var şimdilerde. Üstelik düşünmenin tam vakti öyle değil mi?

Geleceğin Şimdideki Görüntüsü: Coronavirüs

Kendinden menkul, beklenmedik, münferit bir durumu yaşamadığımız açık. Gelmekte olan kendisini defalarca farklı biçimlerde gösterdi, göstermeye de devam ediyor. Bugün işte o gelmekte olanın yeni biçimini bir virüs olarak yaşıyoruz. Ama bunun gelecek olan daha büyük krizlerin yalnızca küçük bir görünme biçimi olduğunu da biliyoruz. Müneccim ya da gelecek bilimci olduğumuz için değil, elbette.

Küresel salgınların muhtemel olduğu bilgisi, uzun zamandır dünyanın gündemindeydi. SARS virüsünün biraz değişmiş bir türevi olarak bir koronavirüs salgının yaşanması ihtimali de uzun yıllardır bilim insanlarının işaret ettiği hususlardandı. Ancak kapitalizmin doğası ve hakimiyetinin bir sonucu olarak kâr oranlarının riske girmemesi adına “görmezden gelme” bir yönetim metodu olarak yeğlendi. Ve şimdi Covid-19 krizinin tam ortasındayız. Kapitalizmin tahrihsel tahribatının şimdiki zamanda yarattığı sonuçları yaşıyoruz. Ve kuşkusuz, şimdiki zamanda yaşadıklarımız, gelecek zamanda yaşanacakların küçük bir görüntüsü. Kaldı ki, gelecek zaman öyle çok uzaklarda bir yerlerde de değil.

Neoliberal Rejimin Makbul İnsanı

Yaklaşık on bin yıldan bu yana, özellikle de tarıma geçiş ile birlikte gezegenin doğasını şekillendiriyor insan. Kapitalizmin kurumsallaşma adımları atıldığı andan itibaren, kâr merkezli sermaye politikaları ve insanın kendisi merkezli gezegen üzerinde artan hakimiyeti, doğayı, toprağı, havayı, suyu, kentleri ve yaşamları baştan aşağı yeniden kurguladı. Ticaretle birlikte geliştirilen yollar, köprüler, araçlar, fabrikalar, makineler, kenti ve doğayı kapitalizmin tabiatına göre değiştirip dönüştürürken, insan da “kapitalizmin yeni insanı” olarak yeniden inşa edildi.

1970’lerde girilen kapitalizmin uzun dalga krizinden çıkış için baş role yerleştirilen neoliberalizm ve politikalarıyla bu inşa, kendi zirvelerini yaşayarak ilerledi. 80’li yılların başından itibaren, dünya kapitalizminin hakim sistemi olan neoliberalizm salt ekonomik değil, siyasal, toplumsal ve bireysel boyutları olan bir zemine oturtuldu. Neoliberal rejimin temelleri işte tam da bu eksenler üzerinden atıldı.

Örgütlü emek ve sendikaların tasfiye politikaları sürdürülürken, ardışık hamlelerle özelleştirme projeleri hayata geçirildi, kamu ve sosyal güvenlik politikaları geri çekildi, serbest ticaret ve rekabet salık verilirken, piyasalar tümüyle kuralsızlaştırıldı. Kuralsızlık, neoliberal rejimin amentüsü oldu. Sermaye merkezileşti ve toplumsallaştı. Sermayenin sürekli büyüme odaklı hareketi hız kazanarak, adeta akışkanlaştı. Finans kapital, ekonomik, siyasal, toplumsal, psikolojik, kültürel, ekolojik olana yerleşikleştikçe, küresel düzlemde daha geniş alanlar kaplamaya ve ana güç haline gelmeye başladı.

Öyle ki, neoliberalizm bir ideoloji olmaktan ziyade herkesin yaşamına çeşitli endüstrilerle giren ve o yaşamı doğrudan belirleyen bir yaşam biçimi haline getirildi. Neoliberalizmin çıkarları güdümünde yeni bir toplumsallık ve öznellik yaratıldı. Thatcher’ın ünlü ifadesinde dile döktüğü “toplum diye bir şey yoktur, birey olarak erkekler ve kadınlar vardır” sözlerinden hareketle, neoliberalizm “bireyin kendi rızası” rolüne bürünerek yaşamlarımızı belirleyegeldi. İşte neoliberalizmin makbul insanı tam da böyle inşa edildi.

Ötesinde, yeni bir toplumsallık ve öznellik yaratılırken, toplumun ve bireyin arzuları, hayalleri, tahayyülü de o yaratıma uygun biçimde yıkıma uğrayarak, velhasıl-ı emeklerimiz ve bedenlerimiz gibi zihinlerimiz de işgal edilerek yeniden ve yeniden organize edildi. Teknoloji çağı ile birlikte, bu inşa yeni görünme biçimlerine evrildi. Doğayı pasif bir maddi temel olarak baz alan insan merkezli düşünme ve davranma biçimi bu makbul öznenin hareket yasası olageldi. Kendiliğinden bir doğallık içinde olan insanın doğayla olan ilişkisine örgütlü bir müdahale ile ket vurularak, insan doğanın bir uzvu, parçası olmaktan koparılıp yabancılaşarak, doğanın egemeni olduğunu sanmaya başladı. Sermayenin hareketi ve yasalarıyla uyumlu hale getirildi insan denilen varlık.

Bu makbul özne birdenbire neoliberal çağda ortaya çıkmadı elbette, kökleri aydınlanma düşüncesine, aydınlanmanın burjuva sınıfın kontrolü altına girdiği döneme dek uzanır, Bacon, Descartes, Hobbes, Locke hepsi bu merkezci düşünceyle bezeli.

“Yeşil Kapitalizm” Gezegeni Kurtarır mı?

Ve şimdi, tarihte eşi benzeri görülmemiş selleri, “yüzyılın fırtınaları”nı, gezegenin kalbi olan yağmur ormanları yangınlarını, hava kirliliğinden kaynaklı sokağa çıkma yasaklarını, genetiği değiştirilmiş organizmaları, sera gazı emisyonlarının yarattığı doğa krizini, göllerin, kanalların denizlerin kuruyuşunu, plastik havuzuna dönüşen okyanusları, gıda ve su krizini, iklim kaymasını konuştuğumuz, doğanın ve canlı türlerinin yok oluşlarının sadece “seyircisi” değil aynı zamanda ve öncelikle “faili” olduğumuz bir momentumu yaşarken, adeta bir çarpan etkisiyle küresel konjonktüre oturdu salgın.

Halihazırda kapitalizmin sürdürülemezliğini, neoliberalizmin buhranını konuştuğumuz, kapitalizmin ideologlarının, kalemşörlerinin bile kapitalizmin sürdürülebilirliği için, sistem içi reform çağrılarında bulunduğu, “yeşil düzen” “yeşil ekonomi” “yeşil kapitalizm” programlarının egemen güçlerin masalarında yer aldığı bir siyasal iklimin içindeyken üstelik…

Şimdilerde, pandemi etrafında birçok tartışma yeni bir boyut kazanırken, görünmez kılınan dünyanın başat gündemleri, özellikle iklim krizi ve ekolojik sistem, yaşamsal yeni bir mana kazanıyor. Doğanın kendini yeniden üretme kapasitesi, pandemi günlerinde bir kez daha kendisini hatırlatıyor.

Ekonomik krizler ve salgınlar, şimdiye dek karbon salınımlarını azaltabilen nadir vakalardan olarak bilinir. Öyle ki, insan ayak izinin gezegendeki ağırlığının bu denli hafiflemesiyle birlikte, yeni bir manzara açığa çıkmaya başladı.

Covid-19 küresel salgının ekosistemde yol açtığı değişiklikler ilk kez uzaydan görünür hale geldi. Dünyanın en büyük karbon üreticisi olan Çin’de emisyonlar yaklaşık yüzde yirmi civarında azalmış durumda. Fabrika bacaları üzerinden gökyüzüne salınan kahverengi kirlilik kuşaklarının seyrelmeye başladığı gözleniyor. Çin Devlet Piyasa ve Denetleme İdaresi, Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı ve Ulusal Ormancılık İdaresi ortak bir açıklamayla,  ülke genelinde virüs salgını dönemi kapanana kadar, yabani hayvanlara yönelik ticari faaliyetlerin yasaklandığını deklare etti. Uzak Doğu ülkelerinde canlı hayvan pazarlarının “şimdilik” durdurulduğu, dünya çapında bir endüstri ve turizm sektörü halini alan avcılığın içerisinde bulunduğumuz kısmi ve geçici inziva dönemiyle birlikte durmasa bile azalması söz konusu.

2008 yapısal krizinden bu yana küresel emisyonların ilk kez düşüşe geçeceği beklentileri, belgeleri ile açıklandı geçtiğimiz günlerde. 2020 yılının sadece ilk üç ayında, azalan hava ve kara trafiği oranları, hayvan katliamları oranlarıyla birlikte açıklandı, ki kara trafiğinde otomobillerin ve kamyonların öldürdüğü hayvan sayısında daha şimdiden önemli oranlarda düşüş söz konusu.

Çin’den başlayarak dünyanın hemen her yerinde hava kirliliğindeki gözle görülür iyileşme hava kalitesi oranlarını artırdı. Venedik’in kanalları temizlenmeye balıklar ve kuğular yeniden su kanallarına dönüş yapmaya başladı. Columbia Üniversitesi araştırmacılarının açıkladığı belgelere göre, karbon-monoksit seviyeleri geçen yılın takvimine göre yarısı oranında. Japonya’nın sera gazı emisyonları 2018-2019 finansal yılında %3.9 oranında düşerek rekor kırmış durumda. Filler, domuzlar, kedigiller doğal ortamlarında tekrar görünmeye, nesli tükendiği düşünülen türler, insanların işgal ettiği yaşam alanlarında kendilerini göstermeye başladı. Bodrum’da Akdeniz foklarının geri dönüşünü, Washinghton’ın göbeğinde geyiklerin otladığını, Golden Gate Köprüsü’nde çakalların, Britanya’da tavus kuşlarının gezindiğini gördük. Hayvanat bahçesine kapatılan ve yirmi yıldır doğal çiftleşme gerçekleştiremeyen pandalar yıllar sonra ilk kez çiftleşmeye başladı.

Bu haberler ardı sıra akmaya başladıkça, doğa ile insan sağlığı arasındaki diyalektik ilişkiyi de hafızayı geri çağırarak yeniden bilimsel boyutlarıyla hatırlamaya başladık. Zira, insanın doğanın tahribatıyla olduğu kadar, doğanın yeniden üretimi ile de arasında birbiriyle iç içe geçmiş bir bağ var. Karantina koşullarında hava kirliliğinin azalmasıyla birlikte, insan sağlığı üzerinde olumlu etkiler gözlenerek astım ve nefes sorunu yaşayan hastalarda iyileşmeler olduğu gibi örneğin. Ve daha nice örneği bağlaşık olarak ardı ardına sıralayabiliriz.

Sermaye ve kapitalizmin ayak izlerinin kısmi geri çekilişiyle doğa nefes almaya başladı, doğa nefes aldıkça insanların ve gezegenin de nefesi uzamaya başlıyor bu aşikar. Ancak doğa aynı zamanda alarm veriyor, çan seslerinin ritmi hızlanıyor ve ağırlığı artıyor. Kulaklarımızı rutinin akışı ve keşmekeşi içinde kolektif olarak tıkayarak, kulağımızın hemen yanı başında çalan seslere duyarsızlaşarak duymaz olduğumuz o alarm sesine, küresel salgın koşullarını yaşadığımız şimdilerde zorunlu olarak kulak vermeye başladık.

Peki şimdi ne olacak? Kapitalizme yeşil bir boya sürerek bu gidişatı durdurabilir miyiz? Kimilerinin yaptığı gibi komplo teorileriyle bezenen ya da salgından ders çıkarıp, iyimser umutlarla daha adil, daha temiz, daha yeşil sistem içi düzenlemelerle bu gidiş durdurulabilir mi? Koca bir yarığın üzerine bant yapıştırarak felakete sürüklenişimizi önleyebilir miyiz gerçekten?

John Bellamy Foster Marksist Ekoloji kitabında bu sorulara şöyle yanıt veriyor:

“Kapitalizmin doğurduğu ekolojik ve toplumsal problemleri tam olarak algılayanlar vardır ancak bu kişiler kapitalizmin dönüştürülebileceğini ve dönüştürülmesi gerektiğini savunurlar. Benjamin Barber’e göre: “Kapitalizmin ruhu için mücadele, ülkenin ekonomik gövdesi ile yurttaş ruhu arasındaki mücadeledir: kapitalizmi heveslerimizi ve isteklerimizi dönüştürmekten ve imal etmekten ziyade, doğamıza ve ihtiyaçlarımıza hizmet edecek uygun bir şekle sokma mücadelesi. Kapitalizmi kurtarmak, onu ruhla uyumlu hale getirmek demektir; yurttaş ruhlarımızı tanımlayan sağduyu çoğulculuk ve kamusal işlerle. Bir ruh devrimi.” William Greider “Kapitalizmin Ruhu: Ahlaklı Bir Ekonominin Yolunu Açmak” adlı bir kitap yazmıştır. Bunun dışında “yeşil kapitalizm” ve “doğal kapitalizm” potansiyelini savunan Paul Hawken, Amory Lovins ve L. Hunter Lovis’e ait kitaplar da vardır. Burada bize sonsuza dek zenginleşeceğimiz, ekonomiyi büyütebileceğimiz ve tüketimi artırabileceğimiz mesajı verilmektedir; aynı zamanda gezegeni de kurtarabileceğimiz! Bu ne mümkündür? Küçük bir sorunumuz var; kârları maksimize etmek gibi tek bir hedefi olan bir sistemin ruhu yoktur, bir ruha sahip olamaz, asla yeşil olamaz ve doğası gereği hevesleri ve istekleri dönüştürmeli ve imal etmelidir.”

Yine Foster’ın sözleriyle “artık düşünmeye değer ne varsa ekolojik olmak zorunda.” Zira gelecek iyimser temenniler, sitem içi umutlu reformlarla değil, siyasal düzlemde ekolojik yeni bir toplumsallık ve öznellik inşasında alınacak radikal kararlarla şekillenecek.

Şimdiki zamana ait bir paradoksu değil, kapitalizmin yarattığı krizlerin sonuçlarını yaşıyoruz. Dünyanın biyolojik dengesi telafisi mümkün olmayacak derecede derinden sarsıldı, o sarsıntının yarattığı çatlaklar da yepyeni alt-üst oluşlara gebe. Geleceğin izlerini taşıyan bu virüs, yeni ve daha büyük krizlerin habercisi.

Karşı karşıya olduğumuz küresel salgın önümüzdeki birkaç hafta içinde ortadan kaybolmayacak, ama elbette yaşadığımız bu süreç geçecek ancak eski normaline ya da anomalisine değil. Bu yaşadıklarımız iklim krizini de içine alan ekolojik bir kriz. Ekolojik kriz, gelecekteki uzak bir ihtimal değil. Gelecek uzakta da değil.