Dr. Zeki Gül: “Sağlık Ödev Değil Haktır”

El Yazmaları’nın notu: Covid-19 küresel salgının başından bu yana sağlık emekçilerinin sergilediği olağanüstü çabaya şahit olmaktayız. Bununla birlikte iktidarın salgına yönelik tedbirlerinin yetersiz olduğunu, sağlık emekçilerinin ise sağlıksız koşullarda çalıştıklarını görmekte, neoliberalizmin neden olduğu sağlık sisteminin ise giderek çökmekte olduğuna tanık olmaktayız. TTB üyesi Dr. Zeki Gül ile, Covid-19 küresel salgınını, sağlık emekçilerinin çalışma koşullarını, alternatif bir sağlık sistemini konuştuk. Yapmış olduğumuz röportajı siz sevgili okuyucularımızın ilgisine sunuyoruz.

Günlerdir, küresel çapta bir salgın halini alan Covid-19’u konuşuyoruz. Dünya halklarının hayatını tehdit eden bu salgının nasıl yayıldığı, belirtilerinin neler olduğu, dünya halklarının bu salgından nasıl korunacağı üzerine çeşitli açıklamalar yapılıyor. Ancak bu konuda yoğun bir bilgi kirliliği de söz konusu. Siz karşı karşıya olduğumuz bu küresel salgını nasıl değerlendiriyorsunuz, neleri öne çıkarıyorsunuz?

Sağlıklı olmayı virüs kapıp kapmamak ikileminde ele almamalıyız. Sağlığımızı ve iyilik halimizi etkileyen pek çok etmen var. Bunlar sağlığın sosyal belirleyicileri dediğimiz ekonomik, çevresel, sosyal koşullarımızın yansımaları.

Günümüzde sağlıklı yaşam, bize bıkıp usanmadan sürekli hatırlatılan ahlaki bir talep halini aldı, ideolojiye dönüştürüldü. Diğer bir deyişle “sağlık, yaşamımızın her alanına sızmış” durumda. Tam da bu ahvalde koronavirüse bağlı Covid-19 salgını dünya genelinde pandemiye döndü.

Fiziksel, ruhsal, toplumsal ve siyasal iyilik halimizi gerek yerelde gerek dünya ölçeğinde etkileyen pek çok şeyi aynı anda yaşadığımız günlerden geçiyoruz.

Çehov “sahnede bir silah varsa muhakkak patlar” diyordu ya hani, şimdi tüm dünya bir sahne ve herkes sıkış tepiş aynı sahnede, tek bir seyirci yok ve silah yerini, Covid-19 virüsüne bıraktı. Ülkemizde ya da dünyada yaşanan pek çok olay bizi ve sağlığımızı aynı anda etkiliyor. Hayatın rutin akışında geniş kitleler için ‘akademik bir söylem’ olarak algılanan “sağlığın salt bedensel ve ruhsal iyilik hali olmayıp, aynı zamanda sosyal ve siyasal iyilik hali” tanımı artık yaşamın içinde güçlü bir talebe evrilmek üzere.

Hastalığın yayılım hızı, vaka sayısı ve bu salgın sonucu ölen insan sayısı her akşam Sağlık Bakanı tarafından açıklanıyor. Ancak ölen hasta sayısının e-devlete girilen sayıyla eşleşmediği ortaya çıkmış durumda. Yaygın şekilde test yapılmaması ise zaten hastalığın yayılım hızı ve vaka sayısı ile ilgili sağlıklı bilgi edinmenin önünde büyük engel teşkil ediyor. Bu kapsamda şeffaf ve doğru bilgi paylaşımı talebi ana taleplerden biri. Süreçle ilgili şeffaf bilgi paylaşımı neden önemli? Şeffaf bilgi akışı için ne/neler yapılabilir?

Günümüzde, giderek  risk toplumuna dönüşüyoruz. Risk toplumlarında şeffaflık önemlidir. Her yakıcı gündem doğası gereği korku üretip yaygınlaştırır. Korku içindeki toplum, riskin kendisini ortadan kaldıramadığında riskli algıladığı kişileri, grupları ve davranışları mahkum edebilir.

Misal mülteciler, korona virüsü için riskli grupta yer alan yaşlılar gibi. Bu sorunu nasıl aşabiliriz? derseniz olmazsa olmazı kamunun şeffaflığı, doğru haber akışı ve toplumsal dayanışmadır. 

Birlikte tanık oluyoruz: Her gün envai çeşit yanlış bilgi dolaşıma giriyor ve insanların kafalarının karışmasına, paniğe kapılmalarına yol açıyor. Basın yayın organlarının rolü bu bağlamda çok kritik. Toplumda panik oluşturacak gerçek dışı haberlere yer vermemeleri sorumlulukları.

Panik insanların bir diğerini “tehlikeli” görmelerine, kendilerine “tehdit” olarak algılamalarına yol açabilir. Paniğe kapılan insanlar bencilleşebilirler. Marketlerdeki tüm makarnaları, tüm kolonyaları almaya çabalamak gibi diğerlerini hesaba katmayan davranışlarla karşılaşabiliriz. Halbuki böylesi zamanlar en çok dayanışmaya ihtiyacımız olduğu zamanlar. Sükunetle gerekli önlemleri alarak, hekimlere ve sağlık çalışanlarına güven duyarak, kendimizi korumaya çalıştığımız kadar başkalarını korumaya da özen göstererek bu dönemi atlatabiliriz.

 

“Kalabalık yerlerden uzak durun” diyoruz, ama demesi kolay: Kim bir otobüste 100 kişi ile tıka basa dolu olduğu bir yolculukla işine gidiyor?

“Sık sık ellerinizi yıkayın” diyoruz: İş ortamlarında temiz bir tuvalet, kağıt havlu, sıvı sabun var mı? Ya da kimin iş ortamında fotoselli çöp kovaları ve çeşmeler var?

 “Salgın var, aman ha, vitaminden zengin beslenin, dengeli beslenin” diyoruz. Ama hangi ücretle alınacak bu gıdalar? Bizi yoksul kılanlar nasıl da arsızca sıralıyor ödevlerimizi! 

 

Koronavirüs salgınına karşı önlem olarak evde kal çağrısı yapılıyor, ancak milyonlarca işçi; ev kirası, faturalar, temel yaşamsal ihtiyaçlar için çalışmak zorunda. Ki üretimin durmaması söylemiyle de çalışmaya zorlanıyorlar. Bu koşullarda virüsün yayılımını durdurmak mümkün mü? Sizce bu salgınla etkin mücadele için ne gibi önlemler alınması gerekiyor?

Ron Pulser ve David Loy: “Farkındalık, toplumsal sorunların sorumluluğunu bireye yüklemenin bir yolu.” der. Bir salgın bağlamında farkındalık var ve bireylere sorumluluk yüklenmekte. Sağlığın bir hak mı yoksa ödev mi olduğunu sorgulatacak bir dönemden geçiyoruz. 

Bireyler arasında koruyucu önlemlere uyma koşulları bağlamında ciddi bir eşitsizlik var.

“Kalabalık yerlerden uzak durun” diyoruz, ama demesi kolay: Kim bir otobüste 100 kişi ile tıka basa dolu olduğu bir yolculukla işine gidiyor?

“Sık sık ellerinizi yıkayın” diyoruz: İş ortamlarında temiz bir tuvalet, kağıt havlu, sıvı sabun var mı? Ya da kimin iş ortamında fotoselli çöp kovaları ve çeşmeler var?

“Salgın var, aman ha, vitaminden zengin beslenin, dengeli beslenin” diyoruz. Ama hangi ücretle alınacak bu gıdalar? Bizi yoksul kılanlar nasıl da arsızca sıralıyor ödevlerimizi!

“Ateş, nefes darlığınız olursa hemen bir sağlık kurumuna başvurun” diyoruz. GSS primini ödeyemeyen on milyon insanımız ne yapacak? Hadi şimdi geçici olarak tedavi olanağı sağlandı, ya yarın, önümüzdeki yıl?

Güvencesiz çalışanlar, işsizler, mülteciler için bu önerilere uymak mümkün mü?

Hasılı, sağlık ödev değil haktır. Sağlıklı kalabilmek bireysel ve dönemsel önlemlerle sağlanamaz.

Bu ölümcül salgında alınmış önlemlere baktığımızda kimi ülkelerde okulların kapatıldığını,  kimi işyerlerinin faaliyetlerine ara verdiğini, spor müsabakalarının seyircisiz oynadığını görüyoruz. Elbette bunlar yapılması gerekenler. Ama bir o kadarda bireylere düşen sorumluluklar anlatılmakta. Sağlıklı beslenmek iyi beslenmek, el ve yaşam alanlarımızın temizliğine her zamankinden fazla özen göstermek gibi. Bir şeylerde geç kalınmış değil mi? Salgın geçince bu önerilerin bir anlamı kalmıyor mu?

Önlemler bahsine gelince, bunun yanıtı hafta içinde TTB’nin KESK, DİSK ve TMMOB ile birlikte hazırlayıp diğer kurum ve bireylerin imzasına açtıkları yedi maddelik uyarı metninde mevcut. Hatırlanacağı üzere hükümetten acil talepler şöyleydi:

1. Temel, zorunlu ve acil mal ve hizmet üreten işler dışında bütün işlerde salgın süresince çalışmanın acilen durdurulması,

2. Salgın süresince işten çıkarmalar yasaklanmalı, küçük esnaf desteklenmesi, çalışanlara ücretli izin verilmesi ve işsizler için ise koşulsuz işsizlik maaşı ödenmesi,

3. Tüketici, konut ve taşıt kredileri ile kredi kartı borçları ve elektrik, su, doğalgaz ve iletişim faturaları salgın riski boyunca faiz işletilmeden ertelenmesi,

4. Bu süreçte özel sağlık kuruluşları kamu kontrolüne geçirilmeli, yurttaşların sağlık hizmetlerine erişimi istisnasız ve ön koşulsuz bütünüyle parasız olması,

5. Salgınla mücadelede koordinasyonda katı bir disiplin uygulanması, bilimsel yaklaşım ve bilgi paylaşımında açık ve şeffaf olunması. Güven kriteri haline gelen Covid-19 Testleri konusunda bilimsel-yaygın-hakkaniyetli ve sonuçların hızla açıklandığı bir işleyiş hakim kılınması,

6. Salgın dönemlerinde dezavantajlı kesimler olarak kabul edilen; hiçbir geliri ve birikimi olmayan yoksullar, göçmenler ve tutuklu/hükümlüler için yaşamlarını ve sağlıklarını koruyacak fiili ve yasal düzenlemeler hayata geçirilmesi.”

Sağlık çalışanlarına alkışlı destek sizce yeterli mi? Sağlık çalışanlarının korona virüs salgınıyla mücadele ederken bu hastalığa yakalanma ve de virüsü evlerine taşıma ihtimalleri çok yüksek. Bu bağlamda sağlık çalışanlarının korona virüsten korunabilmesi için ne gibi önlemler alınıyor? Sizce bu önlemler yeterli mi? Salgınla mücadele sırasında sağlık çalışanlarının haklarını ve sağlığını korumak için neler yapılmalı?

Bizim ülkemizde “iş cinayetlerinin” bu kadar sık görülmesinin “esbabı mucizesini” Corona günleri bir kez daha hatırlattı.

Gün olup bir hastasına günlük on bin lirayı geçen tedavi planlayan hekimlerin günlerce salgına uyumlu maskesi olamadı. Yüz siperliği “yardımsever” girişimcilerin çabasına kaldı.

Hastaneler dahil bütün sağlık kuruluşlarında iş sağlığı ve güvenliği uzmanları, işyeri hekimleri kağıt üzerinde var, fiiliyatta yok. Bir sağlıkçının muayene mesafesi maksimum dinleme cihazı ( stetoskop ) uzunluğu kadardır. Bu mesafeden akciğer ve boğaz muayenesinde, sağlıkçının yüzüne hasta nefesi ve onunla ulaşan virüs bolca ulaşmaz mı? Yüz maskesi asetat fiyatına: Maliyeti olsun olsun 10-15 lira. İş güvenliğinin sağlandığı koşullarda salgın dönemlerinde sağlıkçıların enfeksiyon kapması “meslek hastalığı, iş kazası” olarak ele alınabilir. Ama mevcut koşullarda bir tek sağlıkçının dahi Covid-19 ile ölümü açık ve net bir iş cinayetidir.

Başta hekimler, sağlık ve belediye çalışanları olmak üzere, tüm zorunlu işlerde koruyucu ekipman başta olmak üzere bütün eksikliklerin giderilmesi, herhangi bir aksama yaşanmayacağına dair güven verilmesi ve bu işlerde çalışan herkesin düzenli olarak testten geçirilmesi gerekiyor.

Kapitalizmin yapısal krizinden çıkış için dayatılan neoliberal politikalar kapsamında, zaten yetersiz olan sosyal güvenlik oldukça zayıflatıldı, hastanelerin teknik yetersizlikleri arttı, sağlık çalışanlarının çalışma koşulları daha da zorlaştırıldı, sağlık hizmeti paralı hale getirildi. Peki nitelikli ve ücretsiz sağlık hizmetine en çok ihtiyaç duyulduğu salgın günlerinde, oluşturulan bu sağlık sistemi nasıl işliyor? Hastanelerin mevcut teknik donanımı ve sağlık personeli sayısı bu salgınla mücadelede ne kadar yeterli olacak? Bunun için alınması gereken önlemler neler?

Sağlığın metalaştırıldığı, piyasanın insafına terk edildiği bu neoliberal iklimde, sağlık ekip hizmeti olmaktan çıkartıldı. Sorun sayıda değil tekrar ekip olabilmekte. Misal, bir ekip hizmeti olan sağlık ocakları kapatılıp yerine aile hekimliği getirilmişti. Ve her bir aile hekimine yaklaşık 3000 civarında nüfus bağlanmıştı.

Son pandemi ile birlikte sistemin çöktüğünü görüyoruz. Aile hekimlikleri, adeta kapalı. En basitinden hızlı tanı kitleri  birkaç gün öncesine kadar üniversite hastanelerinde bile yoktu/yasaktı.

Diyelim ki; aile hekimine kayıtlı kanser hastaları var. Yani, bu salgında en riskli grup. Şimdi aile hekimi ve hemşireliği bunları arayıp tek tek sorabiliyor mu? Ya da halini hatırını sorup yakınmaları varsa bizzat evinde hızlı tanı kiti kullanabiliyor mu? Yanıt net, hayır.

Oysa hatırlarsak sağlık ocağı varken evlerde gebe, bebek izlemi yapılıp aşıları tamamlanırdı.

Yine, neoliberal tercihler sağlığı hak olmaktan çıkartıp ödeve indirgedi. Pandemilerde en büyük tehdit bu olsa gerek. Salgın hastalıklarda “bireyin ödevini yapmaması” dönüp sağlığı ödeve indirgeyen sistemi vurur. Sosyal güvenlik kurumları yaygın hastalık yükümün ekonomik yükünü üstlenmekte zorlanır. Hep birlikte yeniden farkına vardık: hastalık bireysel bir sorun değildir. İçimizden birisinin hastalığı bir diğerini öldürebilir.

Alternatif bir sağlık sistemi mümkün mü? Nasıl?

Virüslerin vatanı, pasaportu, nüfus cüzdanı yok. Tanklar üzerinden geçince de ölmüyorlar, kurşun yağdırınca da. Yani, silahlanmaya ayrılan kaynaklar işe yaramıyor.

Nicedir dünyada ve ülkede sokak başı güvenlik kamerası, adım başı güvenlik tedbirleri, hastaneden cezaevine avuç içi tarama, metrolarda retina göz taraması; hasılı günümüzün ‘büyük biraderlerinin’ trilyonluk güvenlikçi yatırımları Covid-19 için teknoloji çöplüğü, işe yaramıyor. Güvenliğin ilk şartı sağlıklı kalabilmektir. O teknolojiyle ne de çok “solunum cihazı ve yoğun bakım yatağı” almak mümkün olabilirdi oysa.

Misal, İtalya 3-5 askeri uçak yerine aynı bütçe ile çokça solunum cihazı alsaydı bu kadar çok ölüm yaşanmayacaktı. Ve Türkiye: Milyar dolarlar ödeyeceği “hava savunma sistemleri” için Rusya ile ABD arasında sarkaca dönen ama sağlıkçılara Corona virüsten koruyucu ekipman sağlamaktan aciz bir siyasal iklim…

Virüsler, bakteriler bir insanın suratına öksürmez, yere tükürmez, balgamını ortalığa saçmaz. Onlar da diğer canlılar gibi çoğalmak, yaşamak, benzerleri ile yan yana olmak ister. İnsanı düşman bellediği için durup dururken öldürmez. İnsan soyunun bencilliği ve kapitalizmdir ölümcül virüslerin dünyada hızla çoğalmasını sağlayan, bizi hasta eden. Bir hekim olarak son salgında bile yüzüme, masama ağzını kapatmadan öksüren o kadar çok “eğitimli insan” vardı ki! Biz onlara dayanışmanın, toplumsallaşmanın uzağında yeni neoliberal bireyler olarak da bakabiliriz.

Virüslerin “dini” yoktur. Boşuna değil farklı ülkelerde salgına yol açan odakların sinagog, kilise, cami veya Umre ziyaretinde boy vermesi. Dünyanın en iyi kliniklerinde dahi hastane kökenli enfeksiyon yayılımının %10 olduğu biliniyorken, cümle hastanelerde yüksek kapasiteli mescidleri onlar açmadı. Akademik özgürlüğü virüsler, bakteriler yok etmedi. Oysa akademik özgürlük olsa en azından bir tane de olsa  “hastane mescitleri ve hastane enfeksiyonu” bağlamında bilimsel makale okumuş olurduk bu ülkede.

Alternatif bir sağlık sistemi bu koşullarda ertelenemez bir ihtiyaç.

Ekolojik bir toplum inşası, doğru bir toplumsallık, kaynakların toplumun ihtiyacına göre eşit paylaşımı, müspet barış iklimine haiz bir demokrasi  olmadan sağlıklı bir gelecekten söz edemeyiz. İlk kez ölmüyoruz: “Savaş, zorunlu göç, esnek çalışma, güvencesizlik, işsizlik, ekonomik kriz virüsten önce de tüm dünyaya bulaşmıştı ve bizleri öldürüyordu.”

Sağlığı hak olmaktan çıkartıp ödev kılan mikroplar değil. Peki bizi hasta eden ne? Virüsler mi, bakteriler mi: Hiçbirisi. Bu salgındaki ölümler cinayet olsaydı, koronavirüs için manşetler “kiralık katil” olurdu elbet. Ya gerçek fail? Asıl mesele bunu görebilmekte: Kapitalizm öldürüyor, misal Küba yaşatıyor…