Kadınların Kent Hakkı

Bin yıllardır var olan erkek egemenliği üzerine, kapitalizmin gelişiyle şekillenen patriyarkal kapitalizm, kadınların aile içinde karşılıksız yaşlı, hasta, çocuk bakımı ve ev içi emeğinden erkeklerle ortak biçimde yararlanıyor ve bundan çok ciddi bir kâr elde ediyor.

Bu sistemde en yoksul erkek bile, aile kurumuna girdiği anda; ücretsiz olarak evdeki tüm hizmetini gören, hasta, yaşlı ve çocuk bakımını üstlenen, üzerine tüm öfkesini boşaltmakta hiçbir sakınca görmediği bir kadınla yaşamaya başlıyor. Eve giren maaş çok düşük de olsa kadınların evdeki ücretsiz emeğiyle bir nebze dengeleniyor. Toplumsal yeniden üretim, milyonlarca evde, milyonlarca kadının karşılıksız ev içi emeği ile garanti altına alınmış oluyor.

Böylece kapitalizm için, geleceğin işçileri olan çocukların üretimi, bakımı, yetiştirilmesi ve erkek işçinin ev içi tüm emekten kurtulmuş olarak, hep aynı verimle işe gelmesi garanti altına alınmış oluyor.

Kadınlar, şiddet, cinayet, taciz ve tecavüz tehdidi altında bir hayata mecbur bırakılmaya çalışılıyor. Patriyarkanın kendilerine dayattığı rolleri kabul etmeyen kadınlar, ailelerindeki erkekler tarafından öldürülüyor. Taciz ve tecavüz, kadınların her alanda özgürlüklerinin önünde ciddi bir engel olarak konumlanıyor.

Kadınlar ayrıca kapitalizmin yarattığı insancıllıktan uzak, sömürü ve rekabet dünyasında, şefkat, sevgi ve güler yüz göstermekle yükümlü kılınarak, sistemin “gülen yüzünü” oluşturmak zorunda bırakılıyorlar.

İş yaşamı, yaşamsal olan ev içi işleri ve her türlü bakım emeğini hesaba katmak zorunda kalmadan işçiden hep aynı verimi bekleyerek, uzun mesai saatleri ile ilerleyebiliyor. Ev içi emek kadınlara dayatıldığı için, erkekler iş yaşamında daha kolay ilerleyebiliyor. Kadınlar ise erkeklere göre düzenlenmiş olan iş yaşamına girdiklerinde toplumsal yeniden üretim yüklerinden kaynaklı çifte mesai ile karşı karşıya kalabiliyorlar.

Çalışma yaşamında kadınların ikincil rollerinden yararlanan sermaye, kadınları erkeklerden çok daha ucuza çalıştırarak kat kat fazla sömürüyor. Ayrıca esnek çalışma saatleri, parça başı işçilik gibi özgün ve çok daha büyük sömürü biçimleri kadınlara daha kolay dayatılıyor.

Yaratılan özel-kamusal alan ikiliği ve kadınların özel alana hapsedilmesiyle sadece iş yaşamı değil tüm kamusal alan patriarkal kapitalizme ve sermayeye göre örgütleniyor.

Özellikle yeniden üretimin gerçekleştiği, mikro ölçekten makro ölçeğe kadar olan yereller tamamen erkekler için düzenlenmiş durumda. Kadınların yaşam alanlarını ciddi şekilde kısıtlayan bu durum, onları daha çok evlerine hapsetmiş oluyor.

Kadınların yaşadığı, alışveriş yaptığı, sosyalleşmeye çalıştığı, çocuk büyüttüğü bu yerellerin örgütlenme biçimi, kadınların hayatına çok ciddi kısıtlamalar getiriyor. Bu yüzden, kadınların yerellerindeki politikalara müdahil olmaları kendileri için yaşamsal öneme sahip.

Siyasi partilerde kadın adayların görünmezliği

Yerel seçimler geldi çattı. Mevcut rejim, seçimlerde istediği sonucu alabilmek için rakiplerini baskı uygulayarak, onları çeşitli tehditlerle yıldırmaya çalışan, sürekli olarak gerginliği tırmandıran bir seçim program izledi.

Karşısında muhalefet olarak konumlanan Millet İttifakının söylem ve vaatlerinden ise, inşa edilmeye çalışılan yeni rejime muhalif olsalar da despotik devlet geleneğine, patriyarkal kapitalizme ve bunların yerel politikalarına o kadar da muhalif olmadığını görüyoruz. Yerel seçimlerde egemenler arası bu itiş kakışı kim kazanırsa kazansın halk güçlerinin taleplerini hayata geçirmekten uzak oldukları ise, şimdiye kadarki pratiklerinden açıkça belli oluyor. Halkın taleplerini dillendiren, halkın kendisi olan bir seçenek sunmuyorlar.

Yerellerin sorunlarının konuşulmadığı, halkın büyük kısmının seçimlerin güvenilirliğine inanmadığı bir süreçte, yeni çıkarılan KHK’lar doğrultusunda yerel yönetimlerin bütçelerinin doğrudan Hazine Bakanlığına bağlanması ile de zaten iyice içi boşaltılan bir yerel seçime gidiyoruz. Sürekli bir beka seçimine gittiğimizden bahsedilirken, yerellerin sistematik sorunları, çözüm yöntemleri gibi asıl konuşulması gereken konular gündemde yer almıyor.

Özellikle kadınlar, yerel politikalardan en çok etkilenen grup olmalarına rağmen, yerel seçimlerin görünmeyenleri olmaya itiliyor.

Partilerin belediye başkan adaylarına baktığımız zaman bile cinsiyetler arası uçurumu görebiliyoruz. Tüm partilerin belediye başkan adaylarının, toplam kadın aday oranı yüzde 7. Kadınların görünür olabildiği tek parti ise yüzde 50 kadın adayla HDP. Bu konuda diğer partilere de bakacak olursak;

İktidar partisi olan AKP de 24 kadın aday ile bu oran yüzde 1,25, AKP ile ittifak kurarak iktidar ortağı olan MHP 14 kadın aday göstermiş ve oranı yüzde 1,8. Bu partilere muhalefet olarak konumlanan CHP ve İYİ partiye baktığımızda da durum değişmiyor. CHP deki kadın aday sayısı 44 ve oranı yüzde 4,9 İYİ parti ise, sadece 5 kadın aday göstermiş ve hiçbir büyükşehir adayı kadın değil.

Tabii iş bu partiler için seçim çalışması yürütmeye gelince durum değişiyor. Sokakta sürekli seçim çalışması yapan, kapı kapı dolaşan, bildiriler dağıtan partililere baktığımızda ciddi bir kadın oranıyla karşılaşıyoruz. Yerellerin yönetimini kadınlara bırakmak istemeyen, yerel politikalarında kadınların taleplerini görmezden gelen bu siyasi partiler, seçim çalışmalarında kadınların emeğini sömürmekte hiçbir sakınca görmüyorlar.

Fakat kadınlar taleplerinin bu kadar görünmez olduğu, kadın adayların bu kadar komik rakamlarda kaldığı bir seçimin dolgu malzemesi olmak zorunda değil.

Yapılması gereken, bu seçimlerden nasıl bir sonuç çıkarsa çıksın, kadınların yerel talepleri etrafında, kendi yaşam alanları için mücadele edeceği alanlar oluşturmak olmak.

Yerel yönetimler, kadınların özgün ihtiyaçlarına cevap üretemiyor

Çünkü Kadınlar, yereli erkeklerden çok farklı biçimde, birçok engel ve kısıtlamalar ile deneyimliyorlar. Bu kısıtlamalara bir göz atacak olursak;

Belediyelerin görevi olan fakat ulaşılabilir olarak sunulmayan her hizmet, kadınların karşılıksız ev içi emeğine ekleniyor. Örneğin yerelde belediyelerin sunmadığı kreş hizmeti, yaşlı ve hasta bakımı gibi hizmetler, kadınların ev içi emeğinin katlanarak artmasına, çalışma hayatına katılamamalarına yol açabiliyor.

Ayrıca cinsiyet körü olan yerel politikalar kadınların özgün ihtiyaçlarına cevap üretmekten çok uzak kalıyor. Yereller erkeklerin yaşantısına uygun düşecek şekilde örgütleniyor, kadınların güvenli kamusal alan ihtiyacına cevap üretilmiyor. Işıklandırılmamış her sokak, güvenliğin sağlanmadığı her park, kadınların hava karardıktan sonra kamusal alanda güvende hissetmemesine sebep oluyor. Bu alanlarda tacizle karşılaşabilecek olan kadınlar ya kendi önlemlerini almak zorunda kalıyor ya da kamusal alana çıkışlarını ciddi şekilde kısıtlıyor.

Parkların, nefes alacak alanların yeterince olmaması, belediye otobüslerinin kalabalık olması sokakların, mahallelerin çocuklarla gezmeye elverişli olmaması gibi etmenler, çocuk bakım emeğini üstlenmek zorunda kalan kadınların kamusal alana çıkışını ciddi şekilde engelliyor.

Toplu taşıma araçlarında kadınların sıkça tacize uğraması, hala hiçbir önlem alınmayan, kadınların kamusal alana çıkışını ve ulaşım hakkını engelleyen bir mesele olarak karşımıza çıkıyor. Bazı belediyelerin, önlem olarak sunduğu pembe otobüsler, kadınları kamusal alandan tecrit ediyor, karma toplu taşımaya binmeyi tercih eden kadınları tacize daha açık hale getiriyor

Şehir hastaneleri gibi bizlere müjde olarak sunulan uygulamalar ile hastanelerin merkezlerin dışına çıkarılması, zaten ulaşım konusunda sıkıntılar yaşayan kadınların bu alanlara ulaşmasını zorlaştırıyor. Bu durum sağlık hizmetlerinin sermayeye devredilerek metalaşması ve paralı hale getirilmesiyle de birleşince kadınların sağlık hakkına erişimi daha da zorlaştırılmış oluyor.

Kadın nüfusunun büyük kısmının, kendilerine dayatılan toplumsal cinsiyet rolleri sebebiyle; çalışma yaşamına katılamadığı, katılsa bile eşit işte erkeklerle eşit ücret alamadığı, karşılıksız ev emeğinden arta kalan zamanlarda esnek çalışma saatli veya parça başı işlerde çok düşük ücretlere çalışmak zorunda kaldığı da düşünülünce, muazzam bir kadın yoksulluğu ile karşılaşıyoruz.

Bu durum, yerellerde ücretsiz ve ulaşılabilir sosyalleşme, kültür sanat, ulaşım olanaklarının sağlanmamasının, kadınları doğrudan eve hapseden başka bir sebep olduğunu gözler önüne seriyor. Kasabalardaki muhafazakârlık ve erkek egemen kültürün yanı sıra, tüm farklılıkların bir arada yaşadığı kent kültüründe de yaşanan yozlaşma, artan muhafazakârlık ve erkek egemenliği, kadınların ve LGBT+ bireylerin yaşam alanlarını daraltan, güvensizleştiren başka bir etmen.

Bu meselelerle birlikte, her gün en az 3 kadının öldürüldüğü, her gün onlarca kadının erkek şiddetine, tacize, tecavüze maruz kaldığı 80 milyon nüfuslu Türkiye de sadece 137 tane kadın sığınma evi var. Kadınlar için sığınma evlerinin sayısının bu kadar komik bir rakamda kalması, kadınların yaşadığı en büyük sorumlardan biri.

Kadınlar, nasıl bir kent istiyor?

Biz kadınların tüm bunlara karşı kadın dostu kentlere, bütünlüklü bir bakış açısı içinde, özel alan ve kamusal alanı da kapsayacak bir kent kültürüne ihtiyacımız var.

Bunu da genel bağlamda halkın, özelde de kadınların yaşam alanlarını belirleyip kontrol edebilmesini ön gören kapsamlı bir kent hakkı mücadelesiyle başarabiliriz.

Kadınların kent hakkı için öncelikle;

Yaşam alanlarında ücretsiz ve ulaşılabilir güvenlik, sağlık, eğitim, kültür, ulaşım gibi haklar elde edilmeli.

Yerellerde ücretsiz, kapsamlı, ulaşılabilir sağlık olanakları oluşturulmalı.

Her mahalleye kreş, yaşlı bakım evleri, şiddet gören kadınlar için sığınma evleri, güvenli parklar ve yeşil alanlar, ışıklandırılmış sokaklar, kadınların kendilerini geliştirebilecekleri, kültürel faaliyetlere katılabilecekleri, sosyalleşebilecekleri alanlar, kültür merkezleri, dayanışma evleri kurulmalıdır.

Her yerelde kurulacak istihdam birimleri ile kadınların çalışma yaşamına girebileceği, emeğinin karşılığını alabileceği iş olanaklarına ulaşmaları sağlanmalı.

Tacizden, tecavüzden, şiddetten ve erkek egemenliğinden arındırılmış yerel yaşam için her türlü önlem alınmalı, kentlerde, kasabalarda yeni bir kültür oluşturulmaya çalışılmalı.

Tüm yaşam alanlarında temiz hava, temiz su, temiz toprak ihtiyacı sadece kadınlar için değil tüm canlılar için ciddi bir ihtiyaç ve mutlaka hayata geçirilmeli.

Mahallelerden başlanarak, genel ölçeğe yayılan yerel çalışma meclisleri kurulmalı ve mahalleler, kasabalar, kentler orada yaşayan herkesin katılımıyla yönetilmelidir. Bunun yanında kadınlar da, yaşam alanlarındaki özgün ihtiyaçları için mahallelerden başlayarak genele yayılan kadın meclisleri kurmalıdır. Bu meclislerde yaşam alanlarındaki ihtiyaçlarını kendileri belirlemeli, bunların çözüm yöntemlerini beraberce bulmalı ve hayata geçirilmesi için çalışmalıdır.

Kadınların kent hakkı için kadın mücadelesi

Tüm bunları kimsenin kadınlara bahşetmeyeceğini biliyoruz elbette. Böyle yaşam alanlarını ancak kadınların öz mücadelesi oluşturabilir.

Kadınlar, sokaklarından, mahallelerinden başlayarak her yerde örgütlenmeli, fiili olarak kuracağı kadın meclisleriyle yaşam alanlarındaki problemlerini belirlemeli, çözüm yöntemleri için mücadele etmeli.

Bu meclislerle yerellerinde yaşanan her türlü tacize, tecavüze, şiddete karşı ses çıkarmalı güvenli yaşam hakkını savunmalı.

Yerellerde kurulabilecek dayanışma evleri gibi, kadınların sıkça birbiriyle buluşabileceği alanlar yaratmalı. Böylece, buralarda birbirine dokunan kadınlar; hem sosyalleşebilmeli, hem de birbirinin sorununu, sıkıntısını çözmek için dayanışma ağları kurabilmeli.

Kadınların sahip olduğu hiçbir hak, onlara altın tepsiyle sunulmadı. Kadınlar tüm haklarını ciddi mücadeleler sonucu aldı. Bu hakları kaybetmemek için de sürekli mücadele ediyorlar.

Kadınlar, örgütlenip mücadele edince kazanabileceğini, yıllardır süregelen kadın mücadelesi içinde öğrendi. Kadın dostu kentler, yaşam alanları oluşturmak için de yapılması gereken tam da bu.