Vaadedilen Cehennem, Ölüm ve Tecrit Kampları

 

Hayvanların yaşamının biz insanların insafına kalmış olduğu gerçekliğinden daha korkutucu olan şey şu; faşizan eğilimlerin ve kapitalist amentülerin karakterleri yoğurduğu sadist, nevrotik, manyak toplum ve yönetimlerin elinde oyuncak haline gelmiş olmaları.

Asırlarca nesneleştirildiler, ihmal edildiler, istismar edildiler, beden bütünlüklerine zarar verildi, tecavüze uğradılar, itlafhanelerde, gaz odalarında işkenceyle katledildiler bu canlılar. Kapitalizmin bir milisaniyesindeki mikro üretim sürecinde dahi sömürülen ve katledilen sessiz yığınlar var. Ve bu yığınların en büyük parçası hayvanlar…

*Ha sadist,nevrotik, manyak dediysem keyfi kullanmadım bu sözü patolojize de etmek değil amacım, çünkü zaten mevzu ayan beyan ortada “Kapitalizm ‘hasta’ eder”.

Kafesteki hiçbir canlı doğal davranışlarını gerçekleştiremez. Barınakları çözüm diye savunup “Başıboş İtlerden Kurtuluş Savaşımız” diye makale yazdırılanlar her şeye düşman türcü katliamcı akıllar tarafından sürekli toplatma ve katletme çağrısı yaparak toplumu tetikleme görevlerini yerine getiriyorlar. Hayvanseverleri, özgürlükçüleri şikâyet etmenin ve sokak hayvanlarından da kurtulmanın reçeteleri yazılıyor her platformda. Yükselen faşizm kedi ve köpeklerden öğrencilere, kadınlara, lubunyalara, işçilere kadar herkesi ava çıkmış adeta.

“Sadist Popülizm ve Cehennemin Kapıları”nda konuyu iyi özetlemiş Foti Benlisoy ona da burada yer vermekte fayda var:

“Bu duruma “sadist popülizm” ya da “sadopopülizm” deniyor. Söz konusu olan alt sınıfların gündelik sıkıntılarını bir nebze de olsa telafi edebilecek, yoksulluğu yönetilir kılacak maddi vaatlere dayanan bir “popülizm” değil, esas itibariyle hedef seçilen bir grubun ezilmesine, sindirilmesine doğrudan ya da dolaylı olarak iştirak etmenin yarattığı tatmini ve suçlu zevki (guilty pleasure) hedefleyen bir negatif popülizmdir. Hedeflenen, yabancı ya da öteki addedilen gruplara dönük nefret duygusunun kendini serbestçe ifade edebilmesinin önünün açılmasının getirdiği duygusal tatmindir. Sadist popülizm muktedirlerin hâkimiyetinin aşağı sınıflara yayıldığı, onlara bu hâkimiyetten pay sağlandığı yanılsamasını yaratır, bir güçlenme deneyimi olarak yaşanır.” 

Barınak Gözlemleri (Ümraniye-Beykoz-Adalar)

Beykoz ve Konya barınaklarının pilot bölge olarak örnek gösterildiği yasada da birkaç kez geçen doğal yaşam alanı tanımı yanlıştır. Sokak hayvanlarını doğaya salma kafası veya habitatının orman veya dağ başı olduğunu iddia etmek büyük bir yanılgı. Bu canlılar insanla birlikte evrimleşerek evcilleşip, sosyalize olmuş insana bağımlı bir duruma gelmiştir. Ve insanların bakım emeğine, beslenme desteğine ihtiyaç duyuyorlar.

  • Ümraniye

Ümraniye barınağına giderken yolda da barınak çevresinde de çok fazla köpek görmüştük ve çoğunun durumu içler acısıydı. Hepsi fazlaca korkmuştu. Bakımevine girdiğimizde her yer fazlasıyla kokuyordu. Ama bir gün önce belediye başkanı geldi diye her yeri temizlemişler. Gittiğimizde daha önceki görüntülere göre barınağın temizliği nispeten iyiydi. Köpekler yağmurun altında buz gibi mermerin üstünde titreyerek yatıyorlardı. Birinin kafesine görevli girince hepsi korkudan kaçıyordu. Hepsi hem fiziksel hem psikolojik çok ağır bir durumdaydı. Bunu ağlamalarından, bağırmalarından, ürkek bakışlarından anlayabiliyorduk az çok.

Barınak görevlileri delil karartıyorlar; çoğu zaman Ümraniye barınağında olduğu gibi belediye başkanı veya başka bir yetkili gelip gidince ufak bir temizlik ve toparlama yapıyorlar.

Bu onların klasik taktiğidir: kamuoyunu rahatsız eden birkaç görüntü çıkıp da gündem olunca hemen çocukları davet edip gezdirirler, hayvanları sevdirirler vs. Bunların hepsi onun yan projesidir.

E hani bu hayvanlar çocukları parçalıyordu da o yüzden oraya aldırmıştınız?

  • Beykoz

Beykoz barınağındaki hayvanların öldürüldüğü videolar yayılınca Beykoz barınağına ekolojistler ve hayvan özgürlükçüleriyle gitmiştik. Aslında Beykoz barınağında olduğu gibi amaç diğer belediyelere de ormandan, alan tahsis etmek ve oraları da ranta açmak.

Bu devasa tecrit tesisinin hemen yanında da atış talim yeri vardı. Beykoz Atıcılar Poligonu hemen 2 km yakınında olduğu için hem barınağın çevresindeki köpekler hem barınaktaki hayvanlar bu yüksek seslerden etkileniyorlar.

Hayvanların böyle yerlerde dehşetin daha derin ve daha yoğun bir türünü hissetmeleri olasıdır. Bu, bazı köpeklerde görece daha fazla olabilen ses fobisine de yol açabilir. Ki zaten sokak hayvanlarının çoğunda bunu gözlemliyoruzdur. Kentin hengamesinin ortasında yüzlerce uyarana maruz kalıyorlar. Hayvanların silah, fişek seslerine maruz kalmaları gelecekteki korku tepkilerine neden olur veya bunu daha da artırır. Aslında korku tehlikelere karşı normal bir reaksiyon iken bazı hayvanlarda fobiye dönüşüyor. Barınaklara gittiğimizde o an kısa süreli orada bulunuşumuzdan ötürü sınırlı gözlemleyebileceğimiz bazı tepkilerden ancak o hayvanın korkulu, sıkıntılı, endişeli ve ciddi fobisinin olduğunu anlayabiliyoruz. Bunlar titreme, göz bebeklerinde büyüme, sık soluk alıp verme gibi şeyler.

  • Büyükada

Büyükada’da sahipsiz hayvan barınağındaki veteriner teknikeri barınak görevlisi arkadaş her gün köpekler için ada esnafından artık yemekleri topluyor. Sonra onları ayrıştırıp içlerine ekmek katıp köpekleri besliyor. Tek başına çalışıyor ve üzerindeki yük oldukça fazla. Haftada bir iki defa görevlendirilen veteriner hekim geliyor. Onun dışında hep yalnız başına çalışmak durumunda.

Barınaklarda yalnızca hayvanlar esir edilmiyor, orada çalışan işçiler de yalnızlaştırılarak iş yükü altında eziliyorlar.

Sokak Hayvanlarına Yönelik Hedef Göstermeler ve Hamleler

  1. Sokak hayvanlarına karşı yürütülen linç kampanyası ve egemenlerin yeni hamlelerinin geleceğine dair:

    İktidarın ve ana akım siyasetlerin hayvanlara yönelik hedef göstermeleri, suçlamaları, belli bir türü, köpekleri kriminalize etme girişimleri aslında uzun süredir devam ediyor. Kırsalda ve özellikle kentlerde üzerinden kâr elde edemeyecekleri tüm canlıları sosyal izolasyonla koparıp katletmeye çalışıyorlar. Hayvanları topyekûn gündelik hayattan uzaklaştırmak istiyorlar. Tüm zulüm merkezleri de bunun vücut bulmuş halidir.

Bu uzun vadeli düzmeceler zamanla tekrar ettikçe, kitle kontrolünün bir parçası olan yandaş yayın organlarıyla şişirilip bir beş yapılınca kirli bir propaganda niteliğine büründü. Linç girişimi olarak tarifliyorsak eğer bunu, karşısındaki muhatabı önce hayvanseverler, veganlar, hayvan özgürlükçüleridir. Sonra hayvanlarla sağlıklı, derin duygusal bağlar kurarak ilişkilenen çocuklar, mahalleliler, esnaflar, yaşlılardır. İktidar “kedi köpekçi tayfa” diye etiketlediği hayvan tedavi ve bakımı yapan dernek, STK, ve örgütlere her daim göz dağı veriyor.
Bunun yakın zamanda olan ve pek duyulmayan bir örneği Maçka parkındaki kedilerin zehirletilmesidir. Ve bunun gibi ülkenin dört bir yanında bölgesel toplu zehirlemelerle karşı karşıyayız.
Şayet iktidar ve sermaye grupları bize sopa göstererek hayvanları hali hazırda inşa ettikleri tür-kırım merkezlerinde zaten katlederken bir de üzerine topyekûn bir soykırıma seyirci kalmamızı bekliyorlarsa fena halde yanılıyorlar.
Genel sol için de kritik bir eşik bu: Çünkü sol bunca baskıyla gerileyen, yenildikçe nevrotikleşen haliyle hala ayakta durmaya çalışıyor ve direniyor. Ama göz göre göre bir soykırım daha gerçekleşirse bu topraklarda, herkes sonrasında bencilce kendi sonunu düşünmeye başlayacaktır. Özeleştirinin en ağırı bu olur zannımca. Bu yüzden silkelenip bu denli büyük bir katliama karşı artık bir arada etkin mücadele ve muhalefet etmek mecburiyetindeyiz. Tür ayırt etmeksizin hepimiz yaşamlarımız için yine savaş vermek zorunda bırakıldık maalesef.


Dünyadaki tüm devletlerin hayvanlara yönelik soykırım tarihi ve suç şeceresi kabarık. Bu coğrafyada da kedi köpek karga katliamları yapıldı geçmişte. Halka para karşılığında mahallesindeki sokak canlarını katlettirdiler. Şiddet döngülerinin yayılımı, ve körüklenmesi devlet ve sermaye eliyle oldu hep.

-İçindeki gemleyici gücü yitirmiş vicdan yoksunlarından oluşan bir kan toplumu mu yaratılmak isteniyor?

Mafyanın ve üst düzey güvenlik mekanizmalarının devrede olduğu, sokaklarında tedirginlikle yürüdüğümüz kolluk zapturaptındaki kentlerde kendi can güvenliğimiz yok iken hayvanların bu atmosferde nasıl bir yaşam mücadelesi verdiğini empatik endişe duyarak anlamaya çalışmalıyız.

2. Cumhurbaşkanı Erdoğan başta olmak üzere pek çok devlet yetkilisinin sokak hayvanlarının toplatılacağına dair açıklamaları, valilerin bu yönde genelgeler ve çalışmalar yapabilme ihtimali. Özellikle Erdoğan’ın ve CHP’li yöneticilerin sokak hayvanları konusunda Avrupa’yı örnek göstermesi:

Erdoğan’ın emriyle kurulan komisyon ve tarım ve orman bakanlığı kurulacak katliam merkezlerindeki rantla ve iş olarak gördükleri vahşetin kılıflarını hazırlamakla meşgul olacaklardır. Bunu zaten Konya, Beykoz, Ümraniye barınaklarına gidip gördüğümüz vahim tablodan ve Bilecik, Afyonkarahisar Dinar Belediyesinde açlıktan birbirini yiyen hayvanlardan biliyoruz.
Zaten uzun süredir yaydıkları nefret söylemlerinin halkın bir kısmında daha çok kendi kitlesinde karşılık bulmasıyla şiddet dozunu daha da arttırdı.
Erdoğan’ın veya Mansur Yavaş’ın ne Avrupa’yı ne de başka bir coğrafyayı örnek göstermesi hiçbir anlam ifade etmiyor. Çünkü dünyanın her yerinde hayvan sömürüsü ve istismarlar, katliamlar aynı. Al birini vur ötekine.
Egemenlerin hayvanlara biçtikleri kader de aynı. 4 yanı telle çevrili beton kafeslerdeki acılı bin bir ıstıraplı yaşamlarından her şeyin çalınması noktasında hayvanlar için değişen bir şey yok.
Erdoğan Milas yangınlarında da “Orman yanar da oradaki canlılar yanmaz mı? Hayvanların sahiplerine büyükbaş ise büyükbaş, koyun koyun, beyaz etse beyaz et…” demiş birisi. Hayvanları toptan mal olarak görüp, “her ölüm bir kıyamettir” sözünden habersizce ölen canlıların bedelinin parayla karşılanabileceğini düşünüyor kendisi. Ve para dağıtıyor da.

Avrupa standartları denilen, 2011’de T.C. Avrupa Birliği Bakanlığı’nın da yayınladığı Hayvan Hakları, Hayvanların Korunması ve Refahı adlı metinde hala insancıl yöntemlerin olduğundan insancıl öldürmeden bahsediliyor. İtalya’da 1999’a kadar yakalanılan her hayvan öldürülüyordu. Politikasızlık bir devlet politikası olmuş adeta. Benzer görmezlik ve politikasızlık bu coğrafyada da ancak yeni bir rant doğunca yeni bir politika gelişiyor.

Aynı zamanda Avrupa’nın her toplumsal hadisede örnek gösterilmesi artık bir devlet geleneği olmuş bir yandan halka empoze edilmiş bu uygarlaşma “kafası”. Osmanlı batılılaşma dönemlerinden, T.C. Devleti’nin kuruluşundan bu yana Kemalist modernleşme ideolojisinin bir parçası aslında Batı örnek gösterilerek hareket edişler.
Ve Kemalist modernleşmenin de Ankara Atatürk Orman Çiftliğinde olduğu gibi hayvanları esir edip ilk hayvan hapishanesini kurduğunu 1932 tamiminde sahipsiz tüm hayvanların katledilmesi için genelge çıkardığını biliyoruz. Bugün de CHP’li belediyelere ait hayvanat bahçesi ve barınaklarda durumların çok vahim olduğu apaçık.

Mesela Mansur Yavaş’ın Avrupa standartlarında hayvan bakımevi yaptık diye övündüğü, bir gazetenin 6 bin sokak hayvanına modern konut diye bahsettiği Karataş Geçici Hayvan Bakımevi ve Rehabilitasyon Merkezi’nde ne zaman kısırlaştırma yapılacak? Verilen 3 ayrı ihale sonucu yurttaşların vergileri ranta kurban edildi.

“2020’de kısırlaştırmanın toplam harcamasının 61 katı kadar para müteahhite köpek ölüm kampı yapım işi olarak veriliyor… Böylece bütün köpekleri kısırlaştırıp temel sağlık hizmetleri bile verebilecekken o para bir müteahhidin cebine inşaat olarak gidiyor.” (Sokak Hayvanları Candır)

AKP Ankara İl Başkanının Keçiören’de köpeklerin hamlesi sonucu yaralanan çocukla ilgili Mansur Yavaş’a sataşmasının üzerine o da 2 gün sonra açıklama yapma gereği duydu. Ve 31 Mart Yerel Seçimlerinde yoğun kısırlaştırma yaptıracağına ve Hayvanları Koruma Kanunu’nu uygulayacağına dair sözlerini yemiş yutmuşcasına hayvanları hedef gösterdi. “Butik barınaklarda gönüllüler çalışsın.” dedi. “Hayvanseverler elini taşın altına koysun sahiplensin.” dedi.

Türkiye’de yönetişim sistemindeki tüm üyeler kendi iş bilmezliklerini ve türlü yolsuzluklarla işlevsizleşen her kurumun aciz halini görmeden kendi sorumluluklarını halka yükleme gayreti içerisindeler. Bakanlıklar tarımdan doğal yaşam alanlarına ormanlardan, denizel ekosistemlere veya sokaktaki hayvanlara dair hiçbir elle tutulur çalışma yapmıyor. Bunun yerine belediyelere, yerel yönetimlere yük bindiriyor. Ve yerel yönetimler sosyal devletin yapması gereken ne varsa yapmaya çalışarak daha çok yardım dağıtarak asli görevlerini yerine getiremez vergi borçlarını ödeyemez hale geliyor. Sonra ellerine yüzlerine bulaştırdıkları her iş patlak verdiğinde halka hamaset siyaseti yapıp çeşitli yalanlarla gönüllülere ihtiyaç var hayvanseverlerin elini taşın altına koymasına ihtiyacımız var diye zırlıyorlar. Her türlü ihalelerin bedeli bir halka bir de sokak hayvanlarına kesilmiş oluyor…                               

            

&&&

-Kediler aykırı tabiatlarından dolayı tarih boyunca yerkürenin her yanında iftiralara, katliamlara işkencelere istismarlara maruz kaldılar. Belçika’da kedilerin çatılardan atılıp yakıldığı festivallerden tutalım veba yüzünden soykırıma uğramalarına kara kedilerin daha çok katledilmesine kadar bu böyle süregeldi.

Hatta 15.yy.’da 8. Papa innocentius “Şeytanın en sevdiği hayvan kedidir” diye açıklama yaptı. Elbette bu iddianın eğriliğini absürtlüğünü tartmaya bile lüzum yok ama o dönemde bu açıklamayla hayvanlar iblisleştiriliyor,sokaklarda bir katliam gerçekleşiyordu. Bugün de bela iktidarların emriyle neler olduğunu görüyoruz. Ya bunlara biri daha eklenirse Erdoğan’ın ve yerel yönetimlerin emriyle tüm sokak hayvanları katledilirse!

  1. Sokak hayvanlarına ilişkin neler yapılabilir?

Sokak hayvanları kentli insanların koşturmacalı köle yaşamlarında bir yandan pek fazla yer etmiyor bir yandan da mahalleliler, esnaflar, çocuklar gibi gruplar için büyük yer ediniyor esasında. Çok yoğun bir nüfus için kentteki aksesuar niteliğinde bu canlılar. Onlarla hiçbir teması yok çünkü bu insanların. Sevme, besleme, yaralıysa ihtiyacı varsa tedavi ettirme gibi kolay emekleri bile bu canlılara harcamaya reva görmüyorlar. Dolayısıyla yabancılaştıkları doğa ve hayvanlara dair kitleler hayvan dışlayıcı, türcü propagandalarla sağlıklı düşünmekten uzaklaştırılabilirler.
Biz bunun tam tersini yapıp sokak hayvanlarının dostluklarını, sadece “sevgi arsızı yoldaş türler” olduklarını yeniden toplumsal bellekte bilince çıkarmalıyız. Yerel hayvan koruma gönüllülerinin artması için çabalamalı herhangi bir saldırıya ilk anda karşı koyabilmeliyiz.
Tür eşitlikçi, ufacık canlının hayatına göz dikmeyen, nomos‘lu(ölçülü), özgür bir yaşamı inşa edebiliriz.
“Köpek gibi sevmek” diye bir kalıp var gerek iyi gerek kötü niyetli kullanılsa da özünde bu canlıların ne kadar bizlere tutkun ve en içerden bağlı olduğunu anlatıyor bu söz. Keşke tüm insanlar “köpek gibi sevebilse” de engin bir merhametle, heyecanla, tutkuyla delicesine bir aşkla yaşadığımız yerleri güzelleştirebilsek. Sevdiği insanını görebilmek için zincirlerini koparan köpekler misali biz de kapitalist sömürü ağlarından şefkatle samimi doğal ilişkilerle örgütlenerek kurtulabilsek.

Hayvanlarla aramızdaki iletişim boşluğunu aşmalıyız. Anlaşılmak bir canlının en önemli ihtiyacıdır. Hayvanları anlayabildiğimiz ölçüde daha doğru biçimlerde dayanışmamızı, yoldaşlığımızı sürdüreceğiz. Hayvanlar için çaba sarf eden tüm gönüllülerle, özgürlükçülerle, emekçilerle anlaşmanın ve birleşmenin yol ve yöntemlerini arayıp koordinasyonumuzu geliştireceğiz.

Köpekler yalnızca evcilleştirilmedi sosyalize de edildi. Yani bu hayvanları barınağa veya başka bir alana hapsetmek onun yaşamına kast etmektir.
Birbirini tanımayan insanların birbirine olan düşmanlığını anlayamadığım gibi, hiçbir zaman yakından tanıyamadığımız dünyaları olan bu canlılar üstüne kurduğumuz teorileri verdiğimiz hükümleri de anlayamayacağım. Boşlukta salınıyor onlar üzerindeki her sözümüz. Keşke öğretilen veya uydurulan tüm yolları unutsak da yeniden temasa geçsek; filtresiz, plansız, çıkarımsız…

Hayvanlara bakışımız ve davranışımız sonuna kadar türcü ayrımcı ve ikiyüzlü: Birilerinin kökünü kazımaya ve habitatını yok etmeye kararlı iken öbürünü sevip kucaklıyoruz.
Kediler evcillikle vahşi doğa arasında bir dünyada sıkışmış gibiler.
Küçük kedilerin en iyi arkadaşı olsak da büyük vahşi kedilerin en büyük düşmanıyız. Köpeklere de aynı biçimde bir muamele söz konusu: pet hayvanı sektörü laboratuvarlardan, merdiven altı denilen sayısız üretim yerlerine kadar pek çok biçimde köpek üretiyor. Piyasa yaratılıyor. Ve küçük köpekler kendimizi tıktığımız daracık beton kafeslerdeki dairelerde bizle birlikte yaşamaya mecbur kalıyor. Büyük, tehlikeli olarak etiketlenen sokak köpekleri ise barınaklarda ölüme gönderilmek isteniyor ve yapılıyor da. Dogo argentino, Pitbull, American Bully gibi yaşamı yasaklanan türler de dahil.

Geçmişte veba salgınlarında hayvanların katledildiği gibi birkaç yıl öncede covid salgınında hayvanlar sokakta yalnız başlarına bakımsızlığa açlık ve susuzluğa ölüme terk edildi. İçişleri Bakanlığı “Koronavirüs Tedbirleri Kapsamında 81 İl Valiliğine Sokak Hayvanları Genelgesi” yayınlamıştı. Ama pek çok belediyenin bugün de hâlâ veteriner işleri müdürlüğü yok. Yani hayvanlar için çalışacak kurumları olmayan olanların da işlevsiz olduğu Konya, Bilecik, Kumluca gibi örneklerde gördüğümüz üzere toplu öldürme dışında eylemlerinin olmadığı bir vaziyet var.

Devletin hayvanlar için çalışacak kurumlarının olmaması olanların çalışmayıp, işlevsiz olması demek devletin 21.yy’da kendini ve yapılarını kuramadığı örgütleyemediği bir yapısızlık örgütsüzlük hali demektir. “Yapısızlık, kasıtlı olarak belirli bir biçimde bir yapıya kavuşturulmamış gruplara denk düşer.” 21.yy.’da diğer modern kapitalist devletlerden farklı olarak bu yapısız, örgütsüz,feodal hâl devletsizlik demektir. Ve devletin olmayışıyla sadece rant talan ve yeniden türlerin sömürüsünde oluşuyla biz her toplumsal afet ve kriz anlarında tekrardan yüzleşiyoruz. 6 Şubat depremleri ve çoğu ilde yaşanan sel yıkımı da bunun yakın zamanlı örneğiydi. Kısırlaştırma, genel anestezi altında yapılan, hayvanın sağlıklı olmasının beklendiği, 4-5 günlük post operatif dönemi olan bir süreç, dolayısıyla bir veteriner hekimin bir günde yapacağı kısırlaştırma sayısı normal şartlarda 5’i geçmemeli. (Türkiye Veteriner Hekimleri Birliği) Hal böyle iken Türkiye’de kısırlaştırma seferberliğinin yapılması elbette değerli ama bunun süreç olarak hayvanlar açısından sağlıklı olacağı ve takibinin iyi yapılacağı muallak. Ki zaten pek çok hayvan kısırlaştırma sonrası sıcak bir yuvada kendini toparlayana kadar uzun süre bakımla karşılaşmıyor maalesef. Ayrıca mevcut durumda veteriner ve tekniker sayısı geçici bakımevi kapasitesi bakımından da bu büyük bir yük. Bu yüzden devlet kurumları ve yerel yönetimler toplu katliam planları yerine 5199 sayılı kanunu uygulamalı, barınak değil kısırlaştırma merkezî yapmalı. Geçici bakımevi denilen yerlerin halka gönüllülere karşı saydam olup mümkün olduğunca birlikte çalışmasının önü açılmalı. Yuvarlandırmayla veya hayvanların alındıkları mahallelere veya iyi bakılabilecekleri yeşili bol toprakla teması olan alanlarda yaşamını sürdürmeleri sağlanmalı. Barınaklardaki esaret altındaki hayvanlar böylelikle planlı bir biçimde kurtarılabilir.

 

Dışlama Pratikleri

Kimsesizlerin hayatları hep değersizlikle mi noktalanır?

Annem yemek duasında her soba yakıldığında “Allah bu soğukta, kışta, karda kıyamette dışarıda kalanlara yardım etsin.” derdi…
Sokaktakiler için ne değişti? Veya ne yapıldı ki, bugüne dek sokakların yorgun sakinleri için ne yapıldı da şimdi sokakta kendiniz yarattığınız ama yine kendiniz görmek istemediğiniz bir tabloyu yok etmeye çalışıyorsunuz!
Hem çöp nüfus dediğiniz yıkım- tüketim sisteminizin atılmışlarına kimsesizlere saldırıyor şehirden silmeye çalışıyorsunuz, hem de failliğinizi gizlemeye çalışarak evsizler kimsesizler ve sokak hayvanları için çılgın projeler üretiyor görüntüsü veriyorsunuz.

-Türkiye’deki en büyük güvenlik sorununu sokak hayvanlarıymış gibi göstermeye çalışıyorlar. Mafya devletlerinin sidik yarıştırdığı peş peşe infaz gerçekleştirdiği erkeklik arenası olmuş ülke. Bunları bilinçli bir biçimde gündem değiştirerek görünmezleştirmeye, hedef şaşırtmaya çalışıyorlar.

(-)Paw Guards(Pati Koruyucuları) veya başka mama sektörü merkezli dernek ve oluşumlar sokaktaki trajediyi vicdanlı safdil insanları kullanarak fırsata çevirmeye devam ediyor hâlâ.

(-)İktidarın ve muhalefet belediyelerinin bu sokaklarda hayvanları görmek istememelerinin nedenlerinden biri de turistler ve vatandaşlık sattıkları göç eden burjuvlara steril bir şehir yaratma kafasından ileri geliyor.

(-)İnsanın kendisi ölümün kabullenişini, ciddiyetini kavrayamayıp, ölümsüzlüğü arayışa koyulan edimlerle hayatını harcamış bir varlık iken nasıl başka canlıların ölümleri üzerine bu kadar kolay fetvavari hükümler verebilir?
Rahat ve göreceli olarak daha az acılı ölümler çokça emek verilerek gerçekleşirken başka türlerin ölümlerinin bu kadar robotik mekanik bir biçimde adeta topyekûn imhasını savunmak gaddarlık değil midir?
Hayvanat bahçeleri de hayvanların gündelik hayattan uzaklaştırılmasıyla başlamıştı. Hayvan esaret merkezleri yine aynı yöntemle oluşturuluyor sayıları artırılmaya çalışılıyor. Sokak hayvanları barınakları da böyle.
(+)Osmanlı erken dönemlerinden dağılışına sayısız vakıf ve bağışçılar sokak hayvanları için yemek ve mama dağıtımı yapmıştı. Bu kimi zaman Kocamustafapaşa’da Şeyh Evhad Tekkesi’ndeki gibi tekkelerde camilerde sahipsiz kedilere ciğer verilmesi şeklinde kimi zaman da hayırseverlerin mahalledeki hayvanlara hamilik etmesi şeklinde örgütleniyordu.

Bugün gelinen noktada ise hayırsever, bağışçı, yerel hayvan koruma gönüllüsü gibi kavramlar kapitalist çıkarcı ve sanırsam ultramateryalist insan karakterlerinde vücut bulup pratikte karşılık buldu. Çünkü hayvanlardan bu kadar kopukluğa başka türlü anlam verilemiyor.
İslâm’da da diğer dinlerdekine benzer biçimde insanın üstünlüğü vurgulanarak hayvanların sorumluluğu insana verilmiştir. “Hayvanlar insanların şefkatine ve yardımına muhtaçtırlar.” görüşü yaygındır az da olsa. Ama gelin görün ki İslam’daki sorumluluk bilincinin milyonda biri bugün çoğu kentlide, sitede oturan beyaz yaka, orta sınıf karakterli korkak nüfusta yok. Kapitalizmin kirlettiği ruhları o denli bencilleşmiş ki kendi gözlerinden başka karaltı istemiyorlar onlar da. Barınak görevlilerine en fazla şikayetler buralardan geliyor. Sürekli sitede zehirleme haberlerine yenileri ekleniyor. Sadece gece yatmadan yatmaya kullandıkları yuva dedikleri beton yığınlarının bahçelerinde hayvanlara yer yok maalesef. Orta sınıfı ve küçük burjuvaları keyfi olarak hedef aldığım bir durum yok tabii. Şehirlerde sokak hayvanlarının barınabilecekleri yeşil alan park ve meydanlar o kadar azaldı ve yetmiyor ki özelleştirme furyasının da etkisiyle hayvanlar etrafını çevirdikleri sitelerin bahçelerine sığınıyorlar mecburen. Ama oradan da kovulup öldürülüyorlar.

(+) Osmanlı dönemi büyükşehirlerinde özellikle İstanbul’da hayırseverlerin köpekler yararına para vakfettiği bir gelenek varmış ve başkası adına köpekleri doyuran gönüllülerde her sabah sırtlarında büyük bir sepetle sokakta belirince hayvanlar heyecanla sürü halinde hep birlikte kahvaltı yapmanın keyfini çıkarıyorlarmış.
Bugünse kapı önüne bir kap mama bile tartışma konusu.

Ayrıca zamanla ticarileşen bazı geleneklerde oluşuvermiş, et parçalarını şişlere dizip sokakta satan mancacı esnafı da bunlardan biri. Kedi köpek mancacılarının etrafında onlarca kedi köpek oluyor.

Bu örnekler de bir şekilde sokak hayvanlarının gözetildiğini gösteriyor aslında bize.

(-) Bir yandan sokak hayvanlarının hayvan düşmanı yerel yönetimler, sermayedarlar ve bazı art niyetli katiller tarafından strikninle zehirlenerek katledildiği acı bir tarihi de var maalesef. Bugünkü saldırılar gibi geçmişte de geceleri uykusuz bırakan gürültüleri bahane gösterilerek 1.Ahmed döneminde sürgün edilmişlerdi. Bu acı, vahim, dehşetli yazgıyı artık hayvan özgürlükçülerinin bozması şart. Eğer kendimize vegan ve hayvan özgürlükçüsü diyorsak bu gücü ve örgütlenmeyi sağlamak mecburiyetindeyiz.

(-) “Sokak hayvanları toplatılsın, öldürülsün, ötenazi uygulansın, bunların yeri barınaktır” diyen troll orduları daha acıları sarılmamış, enkazı kaldırılamamış depremzede illere dönüp baksınlar ve orada gece gündüz kurtarma için çalışan köpeklerin emeklerini görsünler. Orada eğitimsiz sokak köpekleri de yalnızlıktan, biçarelikten hem kendini hem başka canlıları kurtarma ümidiyle canlı birilerine ulaşmaya, sesten sese koşmaya çalışıyordu.

(-) Köpek hayvan istif evleri kapatılmalı. Ankara’da ve diğer illerdeki boş arazideki istif alanları kapatılmalı. Cins tür üretimi durdurulmalı ve çiftlik adı verilen özel villalarda ve arazilerinde koleksiyonerliğinin ve ticaretinin yapıldığı bu yerler kapatılmalı, bu kişiler cezalandırılmalı. Ayrıca tür seçimi ve üretimi faşizan eğilimleri daha da arttırmakta. Sadece burjuvanın değil bazı işçi ve orta sınıfın “köpek fantezisi”de absürt biçimde yayılıyor. Kentte köpeklerin ismi ve karakterinden önce sorulan soru cinsi oluyor. Bu da zihniyetin bir göstergesi.

Diğerinin acısını ya da gerilimini kavradığımızda gelişen sempatiyle, emeği buluşturduğumuzda bağlarımız derinleşmeye başlayacak. Ve hayvandan kopukluklar ki dolayısıyla kendiliğimizden de kopukluklar bir biçimde aşılırsa daha saf,organik,samimi bir ilişki içerisine girilebilir bu vesileyle.
Bu ilişki yaratıcı bir yıkım ilişkisi de olabilir. İnsanın kendimerkezci, medeniyetçi kafasını yıkıp, görme biçimini çok biçimli olarak doğaya ve tüm türlere yönelttiği bir vizör ayarı gibi düşünülebilir.

Barınak İşçileri

Smith’in (The Theory Of Moral Sentiments)Ahlâkî Duygular Kuramı’nda değindiği riski atlamamak lazım “Rutin sempatinin serbestçe akışını engelliyor.”
Bu yüzden kapitalist çalışma pratiklerinin doğası işçilerin barınak personellerinin duyarsızlaşma ve mekanikleşmelerini daha anlaşılır kılıyor bazen. İşçilerin iş yükü de onların psikolojisini ve hayvanlarla olan iletişimini olumsuz etkiliyor.

Bir yandan Antalya Kumluca Belediyesindeki eski barınak çalışanının hayvanlara kısırlaştırma veya hiçbir işlem yapılmadığı halde keyfi raporlar hazırlanıldığından, şehir dışına atılmalarından, toplu mezarlara kadar bahsetmesi ve tüm bunların hiç denetlenmiyor oluşu barınakların denetimsiz tecrit, işkence ve soykırım kampı olduğu gerçeğini doğruluyor.

Bunun gibi örnekleri her yerde görüyoruz maalesef: Sakarya’nın Kocaeli ilçesine bağlı barınak içerisinde 2019 yılında bir köpeğin ölüm nedeni şiddetli tecavüzdü. Olayla ilgili Sakarya Barosu Hayvan Hakları Komisyonunun açıklamasında köpeğin yerde baygın yatarak bulunduğuna, belediye başkanının kendini savunduğuna ve hala usulsüz toplama yaptığına yer verilmişti. Kocaeli’nde 2018’de de bir köpek asılarak öldürülmüştü. Kocaeli’nin mafyatik şiddet yanlısı sosyolojik yapısını da göz önünde bulundurduğumuzda köpeklerin tavuk öldürdüğü suçlamaları otopsi raporuyla aksi ispatlanmış olmasına rağmen hedef gösterilmeleri,asılarak işkençeyle öldürülen hayvanlar,besleme yapan gönüllüleri taciz ve tehdit etmeler tüm bunların sadece buz dağının görünen yüzü olduğunu söylemek güç değil.

                                                            &&&

“19.yy.’da Yeniçeri Ocağının kaldırılmasının hemen ardından tasfiyeler her alanda devam etmiş. Bektaşiler, reform karşıtı din adamı entelektüeller, ocak ve tarikatla bağlantılı bağlantısız işçiler, tulumbacılar. Gayrimüslim sarraflar katledilmiş; Katolik Ermeniler ve Halidiler de sürgün edilmişti. Köpeklerin sürülmesi de tesis edilen bu örfi tedhiş idaresinin tasfiye politikasının bir parçasıydı.”(a.g.e. sf.179)

Yani köpeklerin şehirden sürgünü 2. Mahmud’a en kolay gelen reformdu. Bugün de siyaseti bütün olarak tarihselliğiyle ve devlet reflekslerinin değişmezliğiyle okuyacak olursak T.C.’deki kara para aklama, uyuşturucu ticareti, hafif ağır fark etmeksizin büyük silah ticareti yaparak mafyalaşma ve kirli ilişkiler yüzünden gri listeye alındığı yabancı sermayeyi çekemediği bir rasyonelle karşı karşıyayız. Ve bu koşullarda Türkiye’nin Avrupa’yla temasları çarpık bir modernleşme ve ekonomik uçurumu kapatmak için kapital kaynak arayışı odaklı.

Bu politikaların hedefindeki halka, doğaya, tüm hayvanlara topyekûn saldırılarla geri dönüşü ise şöyle oluyor:

1-126 sayılı Olağanüstü Hal (OHAL) Kapsamında Yerleşme ve Yapılaşmaya İlişkin Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi,

1.1-Mera ve ormana yerleşim: Yeni yerleşim yerleri belirlenirken Mera Yasası ile Orman Yasası’nda belirtilen alanlar da kullanılabilecek. Yani tüm yeşil alanlar ranta açılabilecek buralardaki canlı faunası katledilerek yeni esaret merkezlerinde türler esir edilip yeniden sömürü döngüsünde kullanılacak.

2-6306 sayılı kanun rezerv alan yasası:

6306 Sayılı Kanun Kent Faunasına Saldırı-Yaşamın Kuşatılması

Aslında pandemiden depremlere daha birçok kriz süreçlerinde devlet, sermaye(özellikle inşaat oligarşisi) ve mafya çetesi topyekun yaşamlarımıza kast ediyor. Bu saldırı ve yaşamımıza kastın maksadı karlarını maksimize etmenin yanında iktidarlarını sürdürebilmeleri için işlerini uydurma kanunlar ve kararnamelerle hukuki meşruluk zeminine oturtup siyasi metotlarla da meşrulaştırmaya çalışmaktır. Pratikte karşılaştığımız tablo da tüm bunların yansıması olarak zorbalık, kolluk güçleri aparatıyla zorla göç ettirme ormanları katletme, mahalleleri kültürel dokusuyla yok etme oluyor. Son olarak 6306 sayılı kanunla gecekonduları mahalleleri talan etmesinin önünün açılması demek mahalledeki sokak hayvanlarının da katli demek. Depremzede illerdeki örneklerde olduğu gibi.

Sokak hayvanları da mahallelilerle betonlar arasına sıkışık zor ve ağır yaşamlar sürerken bir de yıkımla buradan da atılıp yine yersiz yurtsuz kalacaklar. Yerel hayvan koruma gönüllüleri sayısı da bu rasyonelde azalacak, koordinasyonu zayıflayacak işleri zorlaşacak. Maalesef ki bunların sonucu: Lamekân köpekler, kuşlar, kediler ve tüm kent sakinleri…

6306 Sayılı Kanun, müthiş bir acelecilikle “kentsel dönüşüm” adı altında halkları mülksüzleştirme ve cansızlaştırma projesidir. Bunların mahalleleri, kentteki yeşil alanları da yok ederek soylulaştırma yaparak kentsel yıkımla yaşam hakkını elimizden alma girişimleri olduğunu biliyoruz.

Sokak hayvanlarının marjinalleştirilmesinin anlamsızlığı bir yanda dururken ister insanmerkezci bir dille ikinci halk denilsin ister başıboş denilsin bu canlılar kentlerdeki yaşamımızın eşit paydaşlarıdır, onlar da bu dünyanın merkezindeler. Ve varoluşları, hayatlarını kurma becerileri, özgürlükleri için verdikleri acılı mücadeleleri bu yaşamın ne denli merkezinde yer aldıklarını görmemize yeter. Yaşamları koşulsuz şartsız saygıyı sonuna kadar hak eder.

Köpek Dövüştürmeleri

Hayvanlara Kasıtlı (Aktif) Zulüm ve İhmal (Pasif) Zulüm çok yaygın bu topraklarda. Sokak hayvanı olmanın mücadelesini veren bu canlılar aktif zulme maruz kalıyorlar. Dövüştürülmeye zorlanan zorla eğitilmeye çalışılan köpekler de kasıtlı sistematik aktif zulmün mağduru maalesef. Köpekler pozitif eğitimle genelde eğitilebilen yani istemedikleri bir şeyi öğrenmeyip yapmayan canlılarken onları dövüşe zorlamak davranış bozukluklarına neden olur.

Hayvan istismarının ve sömürüsünün deneylerden tutalım dövüştürmelere, koleksiyon yapmaya kadar türlü biçimlerde boyutları var. Köpek dövüştürmeleri de bunun bir boyutu. Sonra yaşlı, yaralı köpeklerin bir kenara atılması ölümüne terk edilmesi de acı bir gerçek olarak karşımızda duruyor. Dağ başına ıssız yerlere atılan bu köpekler dövüşçü lider alfa karakterlerinden ötürü diğer köpeklerle de kavga ederek üstünlük kurmaya çalışıyor. Ve bu güç ilişkileri bazen başka sürüleri, kedileri başka hayvan veya insanları da tehdit edebiliyor.

Türkiye’de 81 ilde yapılan köpek dövüşleri ligi var. Sitelerinde dövüş maçlarının videosu, fikstürü dahi var. Seleksiyon indeksi tutuyorlar adeta. Kangal koruma dernekleri adı altında caniliklerini legalleştirmeye çalışıyorlar. Genelde köylerde kırsalda yaygın bir durum bu hatta bazı yerlerde gelenek haline gelmiş maalesef. Köylü erkekler ufacık dünyalarında işsizlikten ve erkek-egemen sistemden aldıkları güçle hem hayvana hem çocuklara, kadınlara şiddetini yöneltiyor. Çocuklar da bu erkeklik kültüyle istismar ediliyor. Böylelikle erkeklik inşasının zihinsel, bedensel ve toplumsal aşamaları birer birer gerçekleştiriliyor.

Petshoplar, üretim haneler, istif alanları utanç kaynağıdır. Defalarca doğuma zorlanan, temiz hava almadan, güneş görmeden, toprağa ayağı değmeden esir tutulan dövüş eğitimine zorlanan hayvanlar üzerlerinden para kazanıp sektörü büyütenler hepsi cezalandırılmalıdır. Buna son vermek hayvanları sokağa terk etmenin de önüne geçer, yeni acılı yaşamların ve ölümlerin tekrarının da.

Hindistan’da Hayvanlarla İç İçe Sokak Yaşamı Örneği

“Hint sokak yaşamının bir parçası olan bu özgür yaşayan köpekler, Batı’daki evcil hayvan sahipliği kültürüyle tam bir tezat oluşturuyor. Batı Avrupa ve Kuzey Amerika’daki 19. yüzyıl gazetelerinin sansasyonel makalelerini sinsice takip eden kontrolden çıkmış ve yağmacı köpek imajına meydan okumakla kalmıyorlar, aynı zamanda bizden, sterilize edilmiş şehirlerimizi ve doğayla iç içe bir dünyanın yönetimini sorgulamamızı istiyorlar.” (Bekoff)

“Önemli bir sokak köpeği popülasyonuna sahip bir ülke olarak Hindistan, özgür yaşayan köpeklerin tehlikeli olduğu imajının ötesine geçerek, insanların ve köpeklerin sokak yaşamını iş birliği içinde nasıl paylaştıklarını keşfetmek için iyi bir yer.”

Hindistan’ı sömüren yağmalayan doğasını katleden İngilizler hem insan hem de insan olmayan dışlanmışları ifade etmek için “parya” terimini kullanmıştılar.

Buna köpekler de dahildi. Bugün de Türkiye’deki egemenler ve faşist ayak takımı dahil çeşitli otoriter gruplar terörist terimini ağızlarına pelesenk ettiler. İktidarlarını baki kılmak için herkese terörist etiketi yapıştırarak kriminalize edip amelleri doğrultusunda saldırdılar, taktiksel olarak hayalî düşmanlar yaratmaya devam ettiler. En son köpekleri sokak hayvanlarını da terörist ilan ettiler açık açık. Bu hayvanların ne saldırganlığı ne hastalıkları kaldı laf etmedik.

Köpeklerle olan ilişkilerde köpeklerin çeşitli reflekslerini sağduyulular doğal karşılarken ve doğru iletişim kurarken oryantalist veya başka saplantısı olanlar ise köpeklerin her hareketini saldırganlık olarak telakki edip zenofobik bir vaka gibi göstermeye çalışıyorlar.

Hayvanlardan kopukluğun yabancılaşmanın da getirisiyle gerçek hayvanı tanımıyorlar. Üstüne bu tanımayışlıkla, propagandalarla gerçek hayvanın içerisinde bir şeytan arayışına koyuluyorlar. Özgür birey oldukları hiçbir zaman görülmezken, şimdi bu hayvanları kişiselleştiriyorlar ki yaralanma ve saldırı vakalarında yöneticilerin yerine sorumlu sayılsınlar. Hayvanları özellikle köpekleri iyice şeytanlaştırıyorlar ki yargılamaları suçlamaları kolaylaşsın. Terörize ederek üzerlerinden yürüttükleri her politikaları ve katledilmeleri meşrulaştırılsın…

Hannah Arendt (1970) On Violence (Şiddet Üzerine) adlı kitabında Engels’den yola çıkarak şiddetin iktidar, güç ve kuvvetten farklı olarak daima araçlara muhtaç olduğuna vurgu yapar ve içinde fazladan bir de keyfilik öğesi bulunduğunu savunur. Bu keyfilik öğelerini çeşitli mikro-makro iktidarların saldırılarında görüyoruz. Araçlarını da daha iyi analiz edip artık karşısında mevzilenmemiz şart görünüyor.

Tüm türlerle acilen bir dayanışma içerisine girmeliyiz. Ama emeğimizi de bu kurumlara feda etmeden denetimine ortak olarak, yapıları vegan, hayvan özgürlükçüleriyle birlikte iş yapar pozisyona getirmeye çalışarak. Hatta müşterek olarak…

Büyüyecek mücadelemiz, büyüyecek kavgamız,
işkence görmeyecek
özgürleşecek tüm dostlarımız.
Tüm türlerin tasmalardan, zincirlerden, prangalardan, kafeslerden kurtulduğu eşit, özgür, vegan ekolojik bir toplumu ve dünyayı mücadeleyle yaratacağız.
Bu sömürü ve katliam sistemini hep birlikte yıkacağız!

 

 

Yararlanılan Kaynaklar

İstanbul’un Sokak Köpekleri, Kemalettin Kuzucu, Kapı Yayınları

Hayvanlara Niçin Bakarız, John Berger

Jo Freeman, Yapısızlığın Tiranlığı

https://twitter.com/MarcBekoff/status/1657921258632404992?t=PnbpASHFZosQu_7M-0tMPg&s=19

https://www.muhalif.com.tr/haber/sokak-hayvanlari-candir-191887

https://www.four-paws.org/campaigns-topics/topics/companion-animals/preventcrueltytoanimals/what-cruelty-feels-like-for-animals-themselves

https://www.sakaryabarosu.org.tr/haber/1199/hayvan-haklari-komisyonu-kocaalideki-olaylar-kanimizi-donduruyor.html

https://mavidefter.net/sadist-populizm-ve-cehennemin-kapilari/

  1. T.B. M. M. KARARLARI TAMIM – Resmi Gazete https://resmigazete.gov.tr/arsiv/2123.pdf