Türcü Aklın Enkazında Depremzede Hayvanlar

Giriş bölümünde rapor minvalinde deprem bölgelerindeki hayvanların genel durumlarına dair bilgilere değinerek başlayacağım:

Hayvanların hepsi hem fiziksel hem psikolojik olarak çok ağır hastaydı. Bunu ağlamalarından, bağırmalarından, ürkek bakışlarından anlayabiliyorduk.
Herkesin haberdar olup yetişemediği veya gitmeye korktuğu tüm yerlerde toplu ıstıraplar yaşanıyordu. Bugüne dek yalnızca köpek ve kedi toplama araçlarını seyyar mezarlık olarak bilirdim ama artık bölgedeki tüm kamyonlar tüm türler için aynıydı.

10 ilde yaşanan bu depremle birlikte hayvanların çoğu öncelikli olarak enkaz nedeniyle, enfeksiyon ve fiziksel yaralanmalarla can verdi.

Depremden sonraki günlerde, alanlarda veterinerlere sorduğumuzda aldığımız yanıtlara göre büyük bir yoğunluk vardı gerçekten. Günde 300 hayvana baktıklarını söyleyenler oldu. Her gün deprem illerinden güvenli bölgelere nakil araçları çıkıyordu. Bu nakil araçlarının gittikleri bölgede karşılanması, bu canlıların tedavisi veteriner kontrolü ve yuvarlandırması gibi işlemler el birliğiyle vegan hayvan özgürlüğü örgütleri aracılığıyla çeşitli online gruplardan organize ediliyordu.

***
Tanıştığım gönüllülerin bazılarının tırnakları parmak uçları simsiyah olmuş, ellerinin kolunun her yeri pençe yaralarıyla dolmuştu.
Bu süreçte kayıp ilanları çoktu bir yandan da hayvan kurtarma ekipleri sayesinde gerçekleşen buluşturma hikayeleri de yaşanıyordu. Ve gerçekten bu hayvanları insan dostlarıyla buluşturma hikâyeleri umutlandırıyordu pek çok gönüllüyü.
Bölgedeki hayvanların kurtarılması yalnızca hayvanların bölgeden taşınması veya veterinerlerle müdahale edildikten sonra yeniden yuvarlandırılmasından ibaret değildi.

Antakya’dan, Maraş’tan, Antep’ten ve diğer illerden göç eden nüfus sonrasında insansızlaşan şehirlerde hayvanlar için mama ve su dağıtımına devam etmekte. Özellikle gönüllülerin çok az sayıda olup yetişemediği bölgelerde hayati öneme sahip. Kopan elektrik kablolarının da tehlike saçtığı hayalet şehirlerde dayanışmayı tüm türler için sürdürmek mücadelenin devamlılığı ve süreci örmek açısından çok değerli.

Bölgedeki hayvanların taşınması konusunda birkaç önemli husus var:
1) Sokaktaki canlılar yeni yerlere adapte olabilecekler mi?
2) Az hasarlı bölgelerde sokağa düzenli mama dağıtımının yapıldığı yerlerde hayvanlar zaten birçok travma yaşamışken tekrar sosyal ortamından koparak başka bir yere taşımak hayvanlar için ne kadar yararlı? Veya onlar için atacağımız her adım sonrası yeni bir travma yaşamış olacaklar mı ?
Bunun gibi birkaç sorunu derinlemesine düşünüp hayvanlar için en doğru olanı yapmalıyız.

***
Gaziantep’teki veteriner ziyaretlerimizden aldığımız bilgilendirmelere göre enkazdan veya deprem sonrası yaralanmayla gelen hayvanlardan çok deprem sonrası travmaya bağlı psikolojik nedenlerle yemek yemeyen post travmatik stres bozukluğu yaşayan hayvanların yoğunlukta olduğunu öğrendik.
Maraş ve Pazarcık bölgesine gidişimizle ve köy gezilerimizle yaşadığımız örneklerden yola çıkarak bölge halkının hayvanlarla birlikte yaşamaya yönelik bilgilendirilmesi ve psikolojik destek sunulmasının gerekli olduğunu gördük. Hem hayvanların hem insanların psikolojik rehabilitasyona ve morale ihtiyacı öncelikli şu anda.
Mama dağıtımı yaparken hayvanların yarası var mı diye kontrol ederken birkaç depremzede ‘benim küçük çocuğum hayvanların mamasını yiyor buraya mama koymayın hayvanları getirmeyin buraya, korkuyoruz’ gibi söylemlerde bulundular.
Bunların hepsi bu kaosta ezilenin ezilene düşmanlık gösterip hedef kılarak uzaklaştıracak kadar yalnızlaştırma siyasetine maruz kaldığını devletin gerçekten hiçbir kurumuyla ortalıkta olmayışından dolayı yalnız kaldıklarını ve korku psikolojisine girildiğini gösteriyor.
Bu noktada psikolojik desteğin de sahada barınma ve beslenme kadar acil ihtiyaç olduğunun işaretleri.

“Evcilleştirilme tarihinin bir getirisi olarak köpekler, insan arkadaşlarının hareketlerini okuma konusunda inanılmaz bir ‘pratiğe’ sahipler.” Ve bölgedeki insanların onlara nasıl davrandıkları, bu sosyal canlılar için çok önemli bu nedenle.
Bölgedeki hayvanlara türcü ayrımcı gözden uzaklaşıp bakacak olursak kedi köpek dışındaki hayvanların da büyük acılar çektiğini ve psikolojik sorunlar yaşadığını bazılarının yas tuttuğunu görürüz.

Bunun somut örneklerini gezdiğimiz köylerden örnekleyeyim:

Pazarcık bölgesindeki Damlataş ve diğer bazı köy ve ilçelerde, Gaziantep’te Oğuzeli’nde, İslahiye’de inek, eşek, koyun, tavuk, ördek gibi pek çok canlı öldü. Veya yaralıysa daha fazla acı çekmesin diye veyahut da “telef olmasın” diye öldürüldü. Hatta Et ve Süt Kurumu zor durumda olan köylülerin baktıkları hayvanlarını satın alarak güya kurtarıp depremzedelere dağıtıyordu.

Hatay’da Antakya’ ya bağlı Kisecik köyüne gittiğimizde tavukların depremden bu yana yumurtlamadıklarını söylediler köylüler. Armutlu’da Tosbik ve Fındık adlı iki kaplumbağa depremden sonraki 3 gün boyunca yemek yemek istememişler. Ve hiçbir şey yememişler.
Gittiğimiz bir köyde de enkazdan üç tavuk kurtarabilmişler ve tüyleri dökülmüş yaralanmışlardı.
Bu hayvanların stres altında olduklarını ve ortamlarını yaşam alanlarını yitirdiklerini ve garipsediklerini, güvende olmadıklarını gösteriyor.
Deprem illerinde ovalarda büyükbaş ve küçükbaş hayvancılık yapılıyor ve yem, ekipman yokken zor durumdaydılar gerçekten. Her ne kadar o canlılar üzerinden bir çıkar ilişkisine girmiş olsalarda bu o canlıları kurtarmak için emek sarf etmeyeceğimiz anlamına gelmez. Bölgeden görüntülerle yem üreticileriyle görüşmelerle çokça çaba sarf etti hayvan özgürlükçüleri.
Hatay’da Defne bölgesinde çok fazla kanarya besleyen bakan insanlar varmış, kafeste tutsak yaşam süren bu canlılar bir de üzerine yem olmadığından açlık çektiler öldüler. Dayanışmayla gelen yemler günü kurtaracak şekilde insanlara ve baktıkları kuşlara dağıtılabiliyordu.

Yem, box, veteriner ekipmanları gibi her alanda stok sorunu başta olmak üzere eksiklikler ve kalitesiz gıdalarla, eşyalarla yetersizliklerle boğuşuyorduk.

                                                                    Maraş/Pazarcık

                                                                                  Gaziantep

                                                     Hatay/Subaşı’nda enkazdan kurtarılan horozlar…

                                                     Tüyleri dökülmüş derileri açılmış…

                                                                  Pazarcık/Damlataş köyü

Ahırları yıkılan köylülerin hayvanlarının yeme ve barınmaya ihtiyaçları var.

Bu süreçte devletin tüm aygıtlarıyla körüklediği kaos ve yıkımla birlikte, insan türünün biricikliğini onurlandırma görevini de AFAD “Önceliğimiz insan” lafıyla yerine getirmiş oldu. Galeria sitesinde yaşananlar gibi pek çok olayda gördüğümüz üzere hayvanlar ya en son düşünülen ya da bilinçli bir ayrımcı düşmanlıkla ölüme terk edilen canlılar oluyorlar.

Burada devletin her zamanki rant odaklı ikircikli ölüm politikasını görüyoruz, bir yandan çiplettirme zorunluluğu getiriyor, cezai yaptırım uyguluyor, bir yandan da hayvanlar ölürken seyirci kalıyor. “Önceliğimiz insan” diyor. Hayvanseverler tarafından yürütülen her kurtarma eylemine engel oluyor.

AFAD’a dair bir not daha düşecek olursak:Malatya’da AFAD’ın canlı tespit edemediği enkazda Çin’den gelen arama-kurtarma ekibi kalp atışını tespit eden cihazlarla enkaz altında kalan petshop’taki onlarca hayvanı kurtarmıştı. Bunları da hesap sormak adına unutmamak gerekir diye düşünüyorum.

Bunca acı deneyim ve yas sürecine bile giremeden bize yaşatılanlar, saldırılar bize çokça şey öğretmiş oldu: Hayvanlarla birlikte yaşam, hayvanların bakımı ve beslenmesi toplumsal yaşamın yeniden düzenlenmesini gerektiriyor. Ve bu yeniden düzenlenme tüm türlerin yaşam hakkını, eşitliğini gözeterek inşa edilmelidir. İşkence tür ayrımı olmaksızın suçtur ve bu şiddet fetişizminin önüne geçilmelidir. Tüm canlılar için işkencesiz özgür bir yaşamı doğa ve hayvan özgürlüğü mücadelemizle yaratmalıyız. Kentlerimiz, binalarımız yıkılırken hayvanları da o beton mezarlıklara hapsetmemeliyiz. Kafeslerinde ölümü beklediler adeta kuşlar. İnsan hakları ihlal ve suçlarının sonuçlarına hayvanları da ortak etmemeliyiz.

17.yüzyılda Deney Akademisi ve Londra Kraliyet Cemiyet’inde fareleri ve bitkileri deney tüplerine, barometrelerin hava boşluğuna ya da cam fanusuna, koyan deneyciler, Bacon’un tarzına uygun bir şekilde doğayı rahatsız ediyor ve onu doğal durumun-dan çıkmaya zorluyorlardı. Depremle birlikte yaşadığımız tüm alanlarımızda hayvanları hapsettiğimiz için hayvanat bahçelerinden, barınaklara, pet-shoplardan evlerimizdeki kulübelerden kafeslere kadar her yerde de biz bu canlıları doğal durumundan çıkmaya zorladığımızı fark etmeliyiz.

Bu canlılar sistemin kar hırsı ve psikolojik tatmin aracı arayışı yüzünden, hapsoldukları yerlerde can verdiler. Geride kalanlarsa hala işkence görerek yaşamaya çalışıyorlar. Asbest, cıva, radon, silika, kurşun gibi zehirli kanserojen atıkların zararları konuşulurken kimse hayvanlara olan etkisini hesaplayacak veya bunun için bir şeyler yapacak durumda değil. Bu canlılar hayalet şehirlerde dolaşırken bunca zehirli gaza ve tozlara maruz kalıyorlar. Bölgeye gittiğimizde Hatay Çekmece Mahallesinde hiçkimse kalmamışken birkaç köpek yalnız başına korkuyla bitik bir halde koşturuyordu.

Ezcümle hayvanların beden bütünlüğü ve yaşam hakkı aleyhine hiçbir politika yürütülemez. İzin vermemeliyiz.

Antropolog Barbara J.King’in “Hayvanlar Nasıl Yas Tutar?” eserinden alıntılayacak olursak hayvanların yas sürecine dair şunları aktarmak yerinde olur:

“Hayvanların yas duygusunun, ölüm mefhumunun bilişsel olarak öğrenilmesine bağlı olmadığını vurgulamak isterim”

“Benim yas tanımım düşünme değil; hissetme becerisine bağlı.Yas duygusu oluşuyor çünkü iki hayvan birbirine bağlanıyor, birbirlerine özen gösteriyor ve hatta belki de seviyor. Bir kalbin güvende olması için bir başkasının varlığı hava kadar gerekli.”

Hayvansal politika bir oluş politikasıdır, bu bir noktada insanın oluşunun politikasıdır da hatta. Bu nedenle insanların hayvanlarla olan tutumu bu yıkımlardan sonra daha bir önemli olacaktır diye düşünüyorum. Tüm bunlara karşı bizler bir yandan hayvanlarla birlikte yeni bir toplumsal düzenin inşasına giderek onların yas süreçlerine saygı duymalı, yaşam alanlarını çoğaltmalı, rehabilite etmeli ve özgürleştirmeliyiz de.

                                                                                     Edwin

Travmalar ve psikolojik olarak da artçı şoklar yaşayan çocuklarla köpekleri buluşturup köpüşler nasıl okşanır nasıl sevilir atölyesi yaptık. Uzak kaldıkça değil birbirimize dokundukça yan yana dayanıştıkça iyileşeceğiz.

126. Kararname- Yeni Talan Yasaları

Demokrat Parti döneminde İslami hassasiyetlerden yararlanılarak müftülüklere hayvanlara kötü muameleden vazgeçip korunmasına dair yazılar yollanarak vaizlerden bu konuda halka vaaz vermeleri istenmişti.

Devlet aklı geçmişte hayvanlar konusunda din otoritesini kullanarak vaazlar verdirip iktidarını hayvanların çeşitli biçimlerde istismarı üzerinden kurgularken bugün bunu modern otoritelerle bilimle ve yandaş medyasıyla yapıyor.

Veteriner hekimleriyle, kitlelerinin kanaat önderleriyle sürekli propaganda ve maruz bırakma stratejisiyle düşmanlık politikalarını devreye sokarak yapıyor. Bugün egemenler 126. kararnameyle hem ormanları, meraları tüm doğal alanları imara ve ranta açıyor hem buralara kentten sosyal alandan çeşitli etiketlerle koparıp kriminalize ettiği köpekleri ve diğer canlıları doldurarak eko-kırım ve tür-kırımı operasyonu gerçekleştiriyor.

1910’daki Hayırsız Ada ve Sivriada sürgünlerinden bugüne yapılan ve yapılacak olan ormanlardaki bakımevi ve rehabilitasyon merkezi adlı köpek soykırım merkezleri de yine aynı katliam işlevi içindir.

Mileyha Kuş Cenneti Hatay’daki moloz ve çöp döküm alanı haline getirilmiş durumda. Sosyal medyadan ve bölgedeki yerlilerden gelen tepkiler üzerine bu seferde molozları toprağı kazıp gömmüş üzerini betonla kapatmışlardı. Ama son gidişimizde köylülerle konuştuğumuza göre bölgeye artık daha az kamyon geliyormuş.

Mileyha’da yaşayan köylülerin koyunlarının bu çöp ve moloz döküm alanından yayılan zehirli atıklar ve kokular yüzünden yaşamları tehlikede.

Hatay’ın Samandağ ilçesindeki Mileyha Kuş Cenneti Arap Yarımadası’ndan Hindistan’a kadar pek çok farklı yerden gelen kuş türüne ev sahipliği yapan önemli göç yolları rotasında yer alan bir biyoçeşitlilik cennetiydi. Burada yaşayan pek çok kurbağa, kuş, kelebek, sürüngen, böcek ve mantar türü son bulma tehlikesiyle karşı karşıya. 231 bitki türü ve 282 kuş türü saptanmıştı bu bölgede…

Enkaz kaldırma işlemleri sırasında molozların dökülmesi, tozların karışması, çeşitli atıkların nehire boşaltılması sonucu Asi Nehri’nin rengi böyle bulanıklaşmış olabilir.

Gaziantep İslahiye’de asbest riskini dikkate almadan, hiçbir tedbir almadan çoğunlukla maskesiz bir şekilde enkazı sulamadan çalışma yapıyor ekipler. Kamu sağlığı hiçe sayılmış durumda. Asbest liflerinden yalnızca bir parçasının solunmasıyla ciğere yapışarak yıllar sonra kanser yapma riski var.

                                                             ****
Hayvanların meta olarak sömürüsünün sürdürüldüğü günümüzde, egemenlerin yazısız bir temellük hakkına sahipmiş gibi fütursuzca her alanda hayvanları istismar ettiğini görüyoruz. Ve temlik sözleşmesini egemenler; devlet ve sermaye ile aralarında imzalıyorlar daha doğrusu rantiyeyi paylaşıyor, aralarında hesaplaşıyorlar. Hayvanlar üzerinden kârlarını maksimize edip siyasi propagandayla kitlelerine oynarlarken şirketler de reklam yaparak kazançlarının yanında imaj cilalaması yapıyorlar.

Bu hayvan sömürüsü yolunda atılan adımları; halklar nezdinde bakım emeğinin vergi ve angaryaları olarak, hayvanlar nezdinde etik sorunlarla beraber gelen beden dokunulmazlığı ve biyopolitik bağlamda ihlaller olarak ve devlet zemininde de kendi içerisindeki krizlerini hayvansever solcu diyerek etiketlediği kitleye hıncını ve  nefretini kusarak, borç bataklığındaki tıkanıklığını doğa ve hayvan sömürüsüyle kısa süreli açma rahatlatma girişimleri ve sermaye birikim hamlesi olarak değerlendirebiliriz.

Hayvanlar hiç kimsenin mülkü değildir. Hayvanlar yaşamın değerleridir.

Kendi kendimizi diğer hayvanlardan ayrı tutma imgemizden; dil, düşünce, kültür ve yaratıcılığın yegane sahibi olduğumuz yanıltıcı varsayımından ve saymakla bitiremeyeceğimiz her gün yenisi eklenen çeşitli kurgulardan oluşturduğumuz türsel kimliğimizle gelen müzmin kibrimizden kurtulmadığımız sürece, hayvanları ve doğayı anlayabileceğimizi ve her canlının yaşamına saygılı bir biçimde ortak yaşamı kurabileceğimizi sanmıyorum.

Kedilere itaatkâr değil diye nankör diyen insanların, zor şartlarda yaşam mücadelesi veren köpekleri de hedef göstererek “başıboş saldırgan it” ve “köpek terörü” demesi şaşırtmıyor. Toplumsal öfke ve nefretin iktidar ve ana akım siyasetler eliyle daha da harlandırıldığı bu dönemde yaşanılan ve yaşanması muhtemel tür kırımlarına, eko-kırıma, katliamlara ve muktedirlerin neden göstermeksizin saldırılarına karşı halkın ufacık bir canlının yaşam umudunu paylaşarak direnmesi ve hayvan özgürlüğünden yana tutum sergilemesi gerekiyor.
Eko-faşist iktidar ve siyasetlerin en fazla sömürüp katlettikleri doğa ve hayvanlardır. İnsan merkezci hatta sermaye(burjuva)merkezci bu sistemde o kadar yoğun baskı ve saldırılara maruz bırakılıyoruz ki düşünmemizi isteyecekleri son şey başka canlıların yaşamı ve özgürlüğü olacaktır. Ama biz eşitlikçi özgürlükçü sömürü karşıtı bir öğretinin hem özneleri hem teorisyenleri hem de emekçileri olarak doğa ve hayvan özgürlüğünün öncelikli değerini görebilen ve savunamadığımız takdirde de bedellerini iyi okuyabilen bir yerden canhıraş savunmak mecburiyetindeyiz.
Yapacağımız şey: Sıra bize gelene kadar susup beklemek değildir.
Yapacağımız şey yukarıdakilerin zulmünü bitireceğimiz o güne kadar bütün ezilenlerle beraber direnip mücadelemizi örgütlü ve daha güçlü bir biçimde sürdürmektir.
Bunca canlı yaşamını, Akbelen’den İkizdere’ye Cudi’ye Goderne’ye, Semsür’e, Dilok’a Ergene Havzasına, Fırat, Asi ve Yeşilırmak nehirlerine kadar tüm habitatları içerisinde kendi sonumuzu da görerek savunmalı ve özgürleştirmeliyiz.
Doğayı manipüle etme tekniği olarak ilerlemeci nosyona, tür ayrımcı hiyerarşik bakışa ve tüm canlıların sömürüsünü tasdik eden doğa anlayışına, karşı durmak zorundayız.
Raymond Ruyer’in “mutlak üstten seyir” kavramıyla açıklayacak olursak hayvanlar sempatinin ve acımanın mutlak üstten seyrinin bilincindedirler. Hayvanlarla olan ilişkilerimizi onları pasif ve edilgen görerek bize muhtaç durumundaki “acizler”olarak değil birlikte yaşamdan paylarımızı aldığımız birer dost, yoldaş olarak görmeliyiz.

                                                                                   Hatay/Defne

                                                                             Gaziantep/İslahiye

                                              İŞ MAKİNALARI SUSSUN! HAYVANLAR RAHAT UYUSUN!

 

                                             Hayvan örgütleri tarafından kurtarılan canlardan biri…

 

                                                            Maraşta beslediğimiz yavrulardan biri…

Kaynakça

Obuz, Ömer. (2022) Osmanlı’dan Erken Cumhuriyet’e Hayvan Katliamları ve Himaye, Kediler, Köpekler, Kargalar, İletişim Yayınları

King, J. Barbara. (2019) Hayvanlar Nasıl Yas Tutar?, çev. Arslan Rengin, Raskolnikov Yayınları