Hapishanelerde “Yeni Normal” ve Eski “Alışkanlıklar”

“Geçmişte avukat olarak gelip gittiğim için ben kasabanın görsel imgesine sahibim; yani camileri, marketleri, otoparkları, “otobüs” garajlarını, okulları size anlatabilirim. Ama kasaba sakinlerinin yarısından çoğu hiç görmeden, yıllarca bu dekorun bir parçası olarak burada yaşıyor. Muhtemelen benimkine benzemiyordur imgeleri. Tecridi aşabilen sesler, kokular ve telle filtrelenmiş görüntüler onların kasabası. Camilerin varlığını ezan sesinden, marketleri “kapıya teslim” kantin satışlarından, okulu Pazartesi ve Cuma bayrak törenlerinin cıvıltısından, garajı duruşmalara götürülmek üzere doldurulduğumuz “ring” kamyonetlerinin pis ve dar, kameralı kabininden tanıyorlar. Üniforma ve kelepçeye ise herkes eşit düzeyde teşne.”[1]

Selçuk Kozağaçlı Silivri Kapalı Hapishanesi’nden gönderdiği mektupta böyle yazmıştı “kasaba” olarak tarif ettiği hapishaneleri. Belirttiği gibi kasaba sakini olduğunuzda ziyaretçilerden farklı olarak  kasabanızı uzaktan görme ve tanıma şansınız kısıtlıdır. Çünkü ne komşularla iletişim kurmanız istenir ne de kasabayı tanımanız. Özellikle de siyasi bir mahpus olarak kasabaya yol almışsanız “ayrıcalıklı” olursunuz. Bu yazıda da kasabaya düşen pandeminin getirdiği “yeni normal”den bahsedeceğiz. Burada her ne kadar “yeni” ifadesini kullansak da baştan belirtmek gerekir ki tutuklular ve hükümlüler için hapishanelerde yaşanmakta olan hak ihlalleri yeni veya pandemi dönemine özgü değil. Zira Türkiye’de insan hakları ihlalleri dediğimizde aklımıza ilk olarak hapishaneler gelir. Dolayısıyla pandemi vesilesiyle yerleşik hale gelen uygulamaların yeni olduğunu söylemek doğru olmayabilir. Fakat dönemin özelliği devletin hapishanelerde tecrite varan birçok uygulamayı, sürgün sevkleri önlem adı altında “normal”e dönüştürme çabası. Birazdan daha ayrıntılı bahsedeceğimiz bu uygulamalar tarih boyunca alışık olduğumuz gibi şu an da özellikle siyasi mahpuslara yönelik birer işkence aletine dönmüş durumda.

Konuya ilişkin olarak bugüne varana dek hapishanelerde yaşanan hak ihlallerini raporlaştıran çeşitli çalışmalar oldu. Sansürlenen mektuplar, kısıtlanan görüşmeler, fırsat bulunduysa yapılan ziyaretler bu çalışmalara kaynak oluyor. Yani bulunduğumuz koşullar altında pandemi esnasında mahpuslar hakkında bilgi edinmenin çok zor olduğunu söylemek gerekir. Mahkumların şikayet, suç duyurusu vb. dilekçelerinin kimi zaman ilgili makamlara ulaştırılmaması da önemli bir etken. Biz de bu yazıda hem bugüne dek hazırlanmış çeşitli raporlardan hem de kısıtlı imkanlarla görüşme fırsatı bulduğumuz mahpuslardan edindiğimiz bilgilerden faydalandık.

Sosyal Faaliyetler Askıya Alınmış Durumda

Hapishanelerin yeni normali demiştik. Fiili olarak bir dayatmaya dönen ve hukuki dayanağı olmayan çeşitli uygulamaları Tekirdağ Hapishanesi’nde bulunan devrimci tutsaklar, kamuoyuyla paylaştıkları mektupta şöyle ifade etmişti:

“Pandemi haklarımızın ihlalini meşrulaştırmanın bir gerekçesine dönüştürülerek suistimal edilmektedir.”[2]

Ayrıca yine aynı mektupta belirtildiği ve diğer hapishanelerde de gördüğümüz üzere ülke genelinde kaldırılan önlemler hapishanelerde uygulanmaya devam ediyor. Kurum personellerinin ve tutsakların aşılarının tamamlanmış olmasına rağmen pandeminin başında alınan önlemlerin aynı katılıkla uygulanmaya devam ettiğini görüyoruz. Alınan önlemlerin sağlıklı bir ortam yaratma ve hapishanelerdeki sosyal faaliyetleri önlemler altında devam ettirme amacı gütmesi gerekir. Fakat tersine hapishanelerde –zaten kısıtlı şekilde yapılan-  sosyal faaliyetlerin askıya alındığını görüyoruz. Ortak alanlar kullanıma kapatılmış, açık havaya dahi erişim kısıtlanmış, spora çıkarılan zamanlar azalmış durumda.[3] Belirttiğimiz gibi, pandemi öncesinde de hapishane içerisinde iletişimin ve sosyal faaliyetlerin yeterli düzeyde sağlanmadığını biliyoruz. Aliağa Şakran 4 Nolu T Tipi Hapishanesi’nden görüştüğümüz bir mahkum bu durumu şöyle ifade ediyor:

“Kurslara, atölyelere pandemi öncesinde de çıkarılmıyorduk. 6 yıldır buradayım, hiç çıkmadım. Şu an tamamen durdurulmuş durumda.”

Aynı görüşmede edindiğimiz bilgilere göre Aliağa Şakran 4 Nolu T Tipi Hapishanesi’nde  pandemi öncesi mahkumların bir araya gelebildiği spor turnuvaları şu an yapılmıyor.  Pandeminin başından beri oda değişimleri yapılmadığı için bu vesileyle dahi mahkumlar birbiriyle iletişim kuramıyor. Mahkeme ve hastaneye gidişlerde eskiden yapılmayan ağız içi, dil altı, yüzü duvara dönük üst araması şeklinde aramaların yapıldığı da yeni uygulamalara örnek olarak verildi.

Bayramlarda dahi açık görüşlerin yapılmadığı, atölyelerin, spor faaliyetlerinin, ortak alan kullanımlarının kısıtlandığı, “grup tecriti”, sürgün-sevk gibi uygulamaların olduğu hapishanelerde iletişim hakkının ortadan kaldırıldığını görüyoruz.[4] İletişimin tamamen kesilmesi aynı zamanda işkence yasağına da aykırılık oluşturuyor. Pandemi kapsamında alınan bazı önlemler doğal olarak iletişimin sınırlanmasına yol açsa da alternatif iletişim yollarıyla bunun telafi edilmesi gerekirdi. Fakat Türkiye’de pandeminin başından beri gördüğümüz üzere mahkumların hem dışarıyla, yakınlarıyla hem de hapishane içinde diğer mahkumlarla iletişimi kesilmiş halde ve dışarıdaki gevşeme içeriye yansımıyor. Örneğin, pandemi öncesi on dakikalık telefon görüşmelerinin yirmi dakika yapıldığını fakat aynı zamanda uygulamada görüşmelerin tek numara ile kısıtlandığına rastlıyoruz.[5]

Karantina Değil Tecrit

Hapishanelerdeki karantina anlayışı da sağlığa erişimi güçleştirmekte ve karantina değil tecrit gibi uygulanıyor. Hasta mahpuslar hastane dönüşünde 14 gün boyunca tek kişilik odalarda kalmaktadır. Ağır hasta, tek başına yaşamını idame ettirmekte güçlük çekenlerin hapishanelerdeki karantina koşullarında kalması da hastalara müdahale imkanını zorlaştırıyor.[6]

Revire veya hastaneye gitmek isteyenlerin de zaman kaybettiren belli prosedürlere uyması gerekiyor. Bu durumda karantina koşullarının da etkisiyle mahkumların mecbur kalmadıkça hastaneye başvurmayı tercih etmediği bilgisi veriliyor.[7] Uzun zaman alan prosedür ve karantina koşulları hastaların durumu ağırlaşana kadar sağlığa erişim hakkından mahrum kalmasına neden olmaktadır.

Tek başına kaldığı hücrede plastik sandalye üzerinde hayatını kaybeden Mustafa Kabakçıoğlu’nun fotoğrafı birçoğumuzun hafızasına kazınmıştır. Ne yazık ki bu fotoğraf, Türkiye’de hapishanelerde sağlığa erişimin zorluğu  konusunda temsili bir boyut taşıyor.

Karantina, uygulamada aynı zamanda hücre hapsi boyutuna vardırılarak bir disiplin cezası gibi kullanılıyor. Fiziksel ve ruhsal olarak tahribat yaratan tecrit, sosyal hayata yeniden adapte olmayı da zorlaştırıyor. Özel yaşamın ve değerlerin olmadığı kontrol edilebilir bir mekanizma yaratma amacıyla uygulanan tecrit koşulları, iletişimi ortadan kaldırma, sağlığa erişimi engelleme gibi yukarıda saydığımız ve hapishanelerde sıkça yaşanan bu durumlar işkence yasağına aykırılığın birer örneği. İşkenceye, kötü muameleye, insan onuruna aykırı davranışlara maruz bırakılmama hakkının mutlaklığına rağmen Türkiye’de hapishaneler işkence örnekleriyle anılıyor. İşkence yasağının acil haller, “ulusun hayatını tehdit eden durumlar” gibi istisnalarının bulunmadığını da içinde bulunduğumuz dönemde ayrıca vurgulamak gerekir.

Siyasi Mahpuslara Ayrımcılık

Hapishaneler Türkiye’de insan hakları ihlallerinin çok fazla yaşandığı yerlerdi her zaman. Yine de pandemi dönemi, devletin tüm bu ihlalleri fiili olarak normalleştirme hamlelerini de beraberinde getirdi. Özellikle de siyasi mahpusların uğratıldığı ayrımcılığın da arttığı bir dönem oldu. Alınan önlemlerin salgının yayılmasını engellemekten ziyade bu ayrımcılığı pekiştirme amacı taşıdığını görüyoruz. Yeni İnfaz Yasası’nda siyasi mahpusların kapsam dışı tutulduğu gibi hapishanelerde de karantina önlemleri altında siyasi mahpusların birbiriyle görüşemeyeceği grup tecritleri, iletişim kısıtlamaları, yayın ve mektuplara uygulanan sansürler ve benzeri birçok uygulama bu koşulları “yeni normal” haline getiriyor.

Yazının amacı, pandemi ile hapishanelere getirilmeye çalışılan “yeni normal”i ve bu yeni normali devletin politikaları bağlamında ele almaktı. Bitirirken bu kapsamın biraz dışına çıkalım. Zira geçmişten bu yana hapishaneleri tecriti yıkarak birer üretim alanına dönüştüren devrimcileri anmak yerinde olacaktır. Bu amaçla, bitirirken yine Kozağaçlı’nın cümlelerini ekleyelim:

“Yüz yirmi bin sayfa okuyup, bin sayfa yazdım. Üç bin kilometre koşup, iki bin kilometre de yürümüşüm hesaplarıma göre. Lise son sınıftaki kiloma kavuştum yıllar sonra. Neşemde ve kararlılığımda azalma yok. Hazırım diyebilirim: Kaldığım yerden değil, beş bin kilometre ileriden mücadeleye başlamak için. Kapatıldığım günden değil, bırakıldığım andan beş sene ileriden mücadeleyi sürdürmek için. Bırakacaklar mı? Elbette bir gün, mecburen. Süre ve mesafe arttıkça onların aleyhine işliyor denklem. Kendileri bilirler.”[8]

Fotoğraf: Saygın Serdaroğlu

Dipnotlar

[1] https://tr.euronews.com/2019/08/03/ozel-cezaevinden-mektuplar-yazi-dizisi-6-selcuk-kozagacli

[2] https://umutgazetesi35.org/arsivler/63200

[3] Medya ve Hukuk Çalışmaları Derneği, “COVID-19 Salgınında Cezaevlerinde Alınan Tedbirler” Araştırması Tutuklular İle Yapılan Görüşmeler Raporu, https://www.mlsaturkey.com/wp-content/uploads/2021/07/MLSA-COVID-19-Raporu.pdf

[4] ÇHD İstanbul Şubesi Hapishane Komisyonu, 14.10.2021, Silivri 5 Nolu L Tipi Hapishanesinde 8 Ekim 2021 Tarihinde Yaşanan Sürgün-Sevkler ve Hak İhlallerine İlişkin Açıklama, https://twitter.com/ChdHapishane/status/1448584693947973637

[5] Orçin, M. (2021), Covid-19 Pandemisi Tutuklu ve Hükümlülerin Dış Dünya İle İletişimlerini Nasıl Etkiledi?, https://blog.lexpera.com.tr/author/melike-orcin/

[6] https://www.ihd.org.tr/dunya-hasta-haklari-gunu-hasta-haklari-mahpuslar-icin-de-gecerlidir/

[7] https://tr.euronews.com/2020/10/26/turkiye-de-hasta-mahkumlar-cezaevlerinde-nas-l-muamele-goruyor

[8]  https://tr.euronews.com/2019/08/03/ozel-cezaevinden-mektuplar-yazi-dizisi-6-selcuk-kozagacli