“Orta Sınıf” İçin Tercih Zamanı 

Kapitalizmin krizinin derinleşmesi ve bunun sermaye yanlısı kişilerce kabullenilmesiyle birlikte sınıfsallığa dair tartışmalar tekrar gündeme geldi. Tartışmalar her ne kadar “sınıfsal mücadele” ve “işçi sınıfının devrimciliği” gibi konuları kapsamasa da sınıfsallığın yadsınamayacak bir toplumsal gerçeklik olduğunu ortaya koydu. Fakat sınıfsallığın toplumsal bir gerçeklik olması dolayımıyla siyasal bir nitelik taşıması gerçekliği ise sermaye yanlılarıyla birlikte kimi sosyalistler tarafından da göz ardı edilmekte, önemsenmemekte ya da siyasal öznellik sınıfsallığa değil kimlikselliğe atfedilmekte. Atıfta bulunulan kimlikselliğin bir kısmı günümüzde çeşitli şekillerde tarif edilen ve türlü türlü marifet biçilen “orta sınıfa” tekabül etmekte. 

Orta Sınıf? 

Orta sınıf hakkındaki kuramsal tartışmalar başlı başına bir literatür oluşturmakla birlikte, bu kavram için birtakım temel belirlemeler de bulunmaktadır. Öncelikle orta sınıf kavramının üretim ilişkilerinde bulunulan konumu değil, pazar ilişkilerinde bulunulan konumu nitelendirdiğini görmekteyiz. Bu nitelendirme, her ne kadar içinde “sınıf” kelimesini barındırsa da daha çok Weberci bir bakış açısıyla üretilmiştir. Çünkü Marksizm’de sınıf kavramının pazarda alınan pay ile değil de üretim ilişkilerinde bulunan konumdan doğru tanımlanması nedeniyle orta sınıf kavramı, Marksizm açısından “uygun” bir kavram olmamakla birlikte “çatışmasız” sınıf ilişkilerini barındıran Weberci bakış açısı için oldukça “uygundur”.  

Nitekim orta sınıf kavramının daha çok ön plana çıktığı tarihselliğe baktığımızda da sınıf “çatışmalarının” törpülenerek istisnai bir durum haline getirilmeye çalışıldığı bir döneme “rast geldiğini” görürüz. İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı sonrasında başta Avrupa olmak üzere dünyayı saran sosyalizm “tehlikesine” karşı Keynesyen politikalarla oluşturulan refah devleti aracılığıyla orta sınıf öne çıkarılmış ve böylece burjuvazi ile proletarya arasındaki savaşımda proletaryaya sınıfsız bir toplum yerine sınıf atlamak için mücadele etmesi telkin edilmiştir. Bu mücadele telkini kısa bir süre sonra “uzlaşma” ve “denge” telkinine dönüşmüştür. 

Fakat bu “denge” hali, önce 1970’li yıllardaki ekonomik kriz ve bu krizin sonucunda ortaya atılan “There is noalternative”(TINA) düsturuyla başlayan neoliberal uygulamalar ve ardından Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği(SSCB)’nin yıkılmasıyla başka bir boyuta taşındı. Bu “yeni” boyutta orta sınıfın, proletaryanın devrim yapmasını engelleyecek bir ara sınıf/tampon olma gibi “siyasal” görevi “azalıyor” ve “kültürel” alanda daha baskın olarak “tüketim toplumunun” öncüsü ve yön vericisi olma görevi daha çok öne çıkıyordu. Bu noktada “tüketim toplumunun”, sadece tüketme güdüsüyle hareket eden bir toplumsallığı değil yaşama dair her şeyin metalaştırıldığı bir kapitalist dünyadaki toplumsallığı tanımladığını belirtmemiz gerekiyor. 

Kültürel, Sembolik ve Maddi Dünya  

Orta sınıfın kültürel alandaki rolünün önemli etkilerini toplumsal yaşamın algılanmasında görürüz. Bourdieu, bireylerin “adlandırma mücadelesi” içinde olduklarını ve bunun için de sosyal tanıma olasılıklarını yükseğe çeken etiketleri ya da unvanları seçtiğini belirtir. Bu bağlamda bireyler için itibarlarını arttırmak hayati önemdedir ve bunun için de yaptıkları işin algılanma biçimini şekillendirmeye çalışırlar. Bireyler “habitusları” aracılığıyla pratiklere girişirler; kültürel ve sembolik boyutlarda mücadele ederler.  

Günümüzde ise kültürel ve sembolik dünyaları oluşturmada ana akım diziler, filmler, müziklerle birlikte satın alınan “üyelikler” de önemli rol oynuyor.  

Genelde kentli orta sınıf bireylerin sosyal yaşamının ele alındığı bu kültürel ve sembolik öğeler, başka “sınıftan” bireyler için de anlam taşıyor. Özellikle işçi sınıfından kaçmak isteyen bireylerin bu alanlara yönelerek “habitusa” dahil olma çabası içinde olduğu görülüyor.

Fakat günümüzde bu çerçeve giderek zayıflıyor, “orta sınıf” ile işçi sınıfının kültürel ve sembolik dünyalarıyla birlikte “sınıfsal” konumları da giderek ortaklaşıyor. 

Ortaklaşmayı sağlamada kapitalizmin derinleşen krizinin payı büyük. Kapitalizmin kriziyle birlikte orta sınıfın, elindeki “refahı” korumak için yoğun çalışması, aralarındaki rekabetin kızışması ve bütün bunların sonucunda refahın yine de eskisi gibi olmaması orta sınıfın güveninin sarsılmasına ve çürümesine yol açıyor. Kapitalizmin yarattığı çürüme, orta sınıfın işçileştiği bilincine varmasını ve sınıfsal mücadeleye yönelmesini etkiliyor. Olin Wright’in deyimiyle “çelişik sınıf konumlarına” sahip olan orta sınıfın “zihnindeki” çelişki derinleşirken “maddi yaşamdaki” çelişkisi daha da somutlaşıyor. Kendisine atfedilen “yönetici” konumuna sahip olduğu intibasına kapılan ve kültürel olarak da kendisini böyle adlandırma çabası içinde olan “orta sınıf”, neoliberalizmle birlikte aslında kapitaliste tabi ücretli emekçi olduğu gerçeğiyle her geçen gün daha çok yüzleşiyor.

Ayrıca doktorluk, mühendislik, avukatlık, öğretmenlik gibi belli bir bilgiyi “üretebilen” mesleklerde ücretli emekçiliğin artması ve bu bilginin sermaye tarafından sömürülmesiyle artı-değer yaratılması da orta sınıfın aslında günümüzde işçi sınıfının yeni bir bölüğünü tanımladığını açıkça gösteriyor. Böylece orta sınıf, Weberci anlayışın öne sürdüğü gibi işçi sınıfıyla farklı değil aynı çıkarlara sahip olduğu, “sömürüldüğü” ve dolayısıyla işçi sınıfının bir parçası olduğu gerçekliğiyle karşılaşıyor. Maddi yaşamın bu gerçekliği, sermayenin kültürel ve sembolik dünyaya yönelik yaptığı hamlelerle ve orta sınıfa atfetmeyi sürdürdüğü “adlandırmalarla” geçici olarak erteleniyor, çünkü ekonomik kriz derinleştikçe sömürünün yoğunlaşması sonucunda orta sınıf işçi sınıfının bir parçası olduğu gerçekliğiyle daha sert bir şekilde tekrar ve tekrar karşılaşıyor.

İki “Siyasal” Tavır 

Buna karşılık orta sınıfta iki “siyasal” tavır ortaya çıkıyor. Birincisi sınıftan kaçarak tüketimi farklılaştırma çabası, “alternatif yaşam biçimleri” veya “başka bir mekân” arayışı ve bunların pazarlanması olarak kendisini gösteriyor. İkincisi ise güvenli ortam ihtiyacı ve “rahatlığın” istikrarı adına devletin göreve çağrılması, toplumsal uzlaşıyı sağlama, sınıfsal gerilimlerde ılımlılığın devreye sokulmasında kendisini gösteriyor. Nitekim son günlerde belediye işçilerinin hak talepleri ve grevlerine gösterilen tutumlarda bu ikincisinin ağır bastığına şahit olduk. 

“Orta sınıfın” gösterdiği bu iki siyasal tavırda öncelikli olarak kimi sosyalistlerin de etkisinin olduğunu belirtmemiz gerekiyor. SSCB’nin yıkılmasından sonra işçi sınıfına “küserek” orta sınıfa siyasal ve kültürel ayrıcalık yükleyen kimi “sosyalistler”, post-Marksist düşüncelerin de etkisiyle “orta sınıfın” yeni görevine önemli destek sundu. Desteğin orta sınıftan aldığı takdir bu sosyalistlerin sınıftan daha da uzaklaşmasını etkiledi.

Bununla birlikte kapitalizmin dünya çapında daha önce ulaşamadığı büyüklüğe ulaşması ve sermaye-emek ilişkisinin yaygınlaşması, işçilerin aktif tepkilerini yaratmaya devam etti. Bu aktif tepkiler işçi sınıfının bir sınıf olarak devrimci özne ve siyasal bir dinamik olmanın yanı sıra değiştirici ve dönüştürücü niteliğini de beslemeyi sürdürdü. Böylece bu tarihsellikte ve bu tarihselliğin sosyal çeşitliliklerinde işçi sınıfı kendisinin bilincini de geliştirmiş durumda. Sınıfın farklı katmanları arasındaki içsel ve ilişkisel mücadelelerle birlikte gelişen sınıf bilinci yeni dönemdeki biçimiyle siyasallaşarak kendisi için sınıf olma arayışını sürdürüyor.

İşte bu noktada kapitalizmin ufkunu aşan, sınıfın bu yeni biçimini merkeze alan sosyalist hareketin tarihsel önemi ortaya çıkıyor. Böyle bir sosyalist hareket “orta sınıfta” oluşan ikili siyasal tavrın aşılmasına ve işçi sınıfıyla organik bir birlikteliğin kurulmasını sağlayabilir. Bu birliktelik “orta sınıfın” (sözü esas sahiplerine iade edecek olursak) şımarıklığının çürütücülüğünü ve yanılsamasını ortadan kaldırarak işçilerin yeni bir “habitus” yaratmasının önünü açabilir. Sınıfsal mücadelenin içinde yaratılan bu “habitus” ile sınıfsal mücadelenin sürekliliği, kendinde sınıf olan “orta sınıfın” kendisi için sınıfa dönüşerek “proletarya” olduğunun bilincine varmasını sağlayabilir. İşçi sınıfının, ülkenin dört bir yanındaki direnişlerine yönelik kimi “orta sınıf” şımarıklıkları da sınıfdaşlarının giderek bu bilince vararak mücadeleye katılmasına yönelik umutsuz bir çırpınışın göstergesi. Fakat korkunun ecele bir faydası yok.

Kapitalizmin güneşi ufukta batıyor ve yeni bir dünyanın doğum sancıları çekilirken “orta sınıfın” işçi kalmayı tercih etmekten başka şansı yok. 

Kaynakça

Bahçe Serdal, “Orta Sınıf Miti ve Mühendisin Nemesisi”, Praksis, no.32, 2013, s. 145 – 163.

Öğütle Vefa Saygın ve Güney Çeğin, “E.O Wright’ın Mikro Kavramları ile Pierre Bourdieunün Kavramsal Repertuarı Arasındaki Sentezin Empirik Analizde Yaratacağı İmkanlar”, Terkipler: Tarihe, Topluma ve Siyasete Dair Yazılar, Güney Çeğin, Denizli: Kafka Kitap Kafe Yayınları, 2017.

Öngen Tülin, Prometheus’un Sönmeyen Ateşi: Günümüzde İşçi Sınıfı, İstanbul: Yordam Kitap, 2014.