Emek Hareketini Yeniden Etkin Kılmalıyız

Yaşamlarını sürdürmek için sürekli bir mücadele içinde olan işçilerin yakıcı ekonomik taleplerini, bu talepleri yok sayıp yağmalamak isteyen rejime karşı bir kalkan olarak kullanmak gerekiyor. Bugün emekçi sınıflar açısından en temel hakları savunmak ve geri kazanmak için bile dişe diş, militan bir mücadele verilmeli.

Dünyada kapitalizmin içinde bulunduğu kriz aynı zamanda onun kendi sınırlarının sonuna dayandığı ve kendisinin de her anlamı ile tıkandığı bir döneme işaret ediyor.

Kapitalist sistem 20. yüzyıl başlarında yaşadığı bu krizleri dünya savaşları ve faşizm uygulamaları ile savuşturmaya çalışmıştı. Günümüzde sürekli çalan bir savaş bandosu yanında faşizmin çeşitli tezahürlerinin denenip hayata geçirilmeye çalışıldığı bir “siyasal gericilik” trendinin içerisindeyiz. Sermayenin sürekli büyümeye olan açlık ve zorunluluğu yine kendisini emek ve doğanın sürekli yağmalanmasını içeren politikaları derinleştirmesini gerektiriyor. Bunu sürdürebilmek için ihtiyaç duyduğu rıza ya da böl parçala yönet politikaları için ırkçılık, dinbazlık, mezhepçilik, cinsiyet ayrımcılığı, nefret politikalarına ihtiyaç duyuyor.

Tarihsel dönem ve dönüşüm 

İçinde bulunduğumuz bu tarihsel dönem, faşizmin 20. yüzyıl deneyimlerinden hem kapsam hem de içerik olarak daha da yıkıcı bir hamleyi inşa ettiğine dair birçok emareyi gözler önüne seriyor. İşte dünya çapında kapitalist sistemin evrildiği bu yönelimlerden azade olmayan Türkiye devleti de kendi tarihselliği, koşulları ve sermaye sınıfının ihtiyaçlarına göre kendini bir süredir dönüştürmeye çalışıyor.

Bu dönüşüm hayalleri ve kendi iç krizleri içinde önündeki en büyük engel emekçi halkın direnişleri olan Türkiye devleti, bu direnişlerin ortaya çıkmadan sönümlenmesi için oldukça ciddi bir gayret içinde.

İktidar bloku içindeki güçler de, mevcut dönüşümü “biz daha sorunsuz yaparız” diyen restorasyon güçleri de olası halk direnişlerini bastırmak ya da sönümlendirmek için oldukça “sorumlu” davranmakta.

Sol-sosyalist ve halkçı güçlerin bu iki odağın karşısındaki seçeneği oluşturma girişimleri oldukça anlamlı olsa da bu seçeneği gerçekçi kılmanın ve aslında faşist kurumsallaşmayı durdurabilmenin esas yolu öncelikle sermaye sınıfı politikalarına karşı emekçi sınıfların rejime sırt çevirmesini örgütlemek.

İşçi sınıfının tüm yeni oluşum ve pozisyonları ile yeniden bir sınıf olarak örgütlenebilmesini gerektiren bu yönelim ise basit temenniler ile olabilecek bir şey değil.

Yeni bir süreç inşa edilmeli 

Sosyalistlerin sınıf mücadelesi yaratabilme gibi bir görevine “işçilere gitme”, “işçi çalışması yapma” gibi kompartmanlaşmış anlık çözümler ile ulaşamadığını geçmiş deneyimlerden biliyoruz.

Demokratik haklar veya sosyalist harekete dönük baskılar başlığında bir araya geliş arayışları sınıf hareketini geliştirme başlığında pek de gündem olmuyor. Zaten oldukça az sayıda politik çevrenin “işçi çalışması” girişimleri hep bir “özel hayat” mahremiyeti içinde, rekabetçi kültürün en kötü pratikleri ile dolduruluyor.

Oysaki tam da tek bir emekçinin bile dışında kalmayacağı, emek pazarının güvencesiz ortamında gerçek güvencenin olacağı ve kendini kendi kimliği ile tanımlayıp tanıtacağı birlikteliklere açlığımız ne kadar da büyük.

Geleneksel sendikal yapılar içinde yer kapma, konum alma, en azından uzmanlar ya da yöneticiler ile yakın temasta olma gibi işçi sınıfına bir şey kazandırmayan küçük esnaf “strateji” ve girişimleri terk edilmek durumunda.

Burjuva hukuku içinde kazanılmış haklar dediğimiz başlıklar için bile açıktan militan bir mücadeleye girişmeden o hakları alamıyoruz. İşçi sınıfı mücadelesi ekonomik ve demokratik hakları konusunda bir ilerleme, yeni kazanımlar elde edemediği sürece eldeki kazanımlar da gerileyip yitiriliyor.

Yaşamlarını sürdürmek için sürekli bir mücadele içinde olan işçilerin yakıcı ekonomik taleplerini, bu talepleri yok sayıp yağmalamak isteyen rejime karşı bir kalkan olarak kullanmak gerekiyor. Bugün emekçi sınıflar açısından en temel hakları savunmak ve geri kazanmak için bile dişe diş, militan bir mücadele verilmeli. İşçi sınıfının tüm bileşenleri ile hakları, güvenceleri ve gelecekleri için ortak talepler üzerinde, ortak mücadelelerin yürütülmesi ihtiyacı ise sosyalist güçlerin sorumluluğunda bulunuyor.

Emek hareketinin tarihinde benzer örneklerle dolu bu mücadele hattını artık yeniden etkin kılmak durumundayız. Tek tek işyerlerinde yaşanan hak gasplarından, genel sendikal, ekonomik saldırılara kadar tüm işçilerin çıkarını kollayan ve işçilerle birlikte öğrenip karar veren bir süreci inşa etmek durumundayız.