El Yazmaları’nın notu: Kobani Kumpas Davası’nda yargılanıp hüküm giyen yazar ve çevirmen Alp Altınörs ile mektup aracılığıyla bir röportaj gerçekleştirdik. Suriye’deki gelişmelerin yanı sıra devletin Abdullah Öcalan ile başlattığı yeni görüşme sürecine dair yorumlarını sorduğumuz röportajı okurlarımızın ilgisine sunuyoruz.
1. Ülke tarihinin en büyük kumpas davalarından birisinde yargılandınız ve hüküm giydiniz. Sizin de içerisinde bulunduğunuz HDP’liler yüzlerce yıllık cezalara çarptırıldılar. Üstelik yalnızca Kobani Kumpas Davası’nda değil Kürt siyasal hareketi içerisinde siyaset yapan binlerce kişi yıllardır ardı arkası kesilmeyen yargılamalar sonucunda tutuklu ve hükümlü. Böyle bir ortamda gelen yeni süreç tartışmaları ve yumuşama mesajları bu tabloyla bir tezat oluşturmuyor mu?
Belirsizlik, ham hayal yayma, baskı ve zulümden en ufak geri adım atmaksızın “çözümden” bahsetme, Kürt sorununun varlığını dahi inkâr edip “barıştan” söz etme gibi bariz sırıtan çelişkiler, 1 Ekim’den bu yana yaşadığımız özgün sürecin belli başlı özellikleridir. Tepedeki çok dar bir çekirdek (Bahçeli, Erdoğan, Kalın, Fidan, Şenkal Atasagun gibi) dışında kimsenin bir şey bilmediği bu süreçle ilgili yorum yapmak da zor. Ama en azından mevzunun (Mehmet Uçum’un tabiriyle) “İç Kürt” sorunu ile değil, “Dış Kürt” sorunu ile ilgili olduğunu herhalde net biçimde saptayabiliriz. (Ki aslında Kürt ulusal sorunu ayrılmaz bir bütün oluşturmaktadır.)
İki yıl kadar önce, İran bölgede Amerikan karşıtı bir silahlı kampanya yürütürken, Suriye’de ve Irak’ta kalmayı ABD için giderek daha maliyetli hale getiriyordu. Irak’ta, Suriye’de ABD üsleri vuruluyordu. Bu kampanyanın, Trump’ın olası başkanlığında ABD’yi Suriye’den çekilmeye itebileceğine dair jeopolitik beklenti, Ankara’da hâkimdi. Anlaşılan o ki, İran molla rejimi, içeride zayıflayan halk desteğini Orta Doğu’da “Devrim Muhafızları” aracılığıyla yürüttüğü faaliyetler ile geri kazanmaya çalışıyordu. Hamas’ın 7 Ekim saldırılarını da bu bağlama oturtabiliriz. Muhtemelen bu saldırılar askeri desteğini ve ilhamını İran’dan alıyordu. Ne var ki, Hamas’ın taktik hataları sonucunda, özellikle de gençlerin eğlendiği bir konserin silahlı militanlarca basılması gibi savaş suçu kapsamına girebilecek yönleriyle 7 Ekim, Filistin ulusal davasını güçlendirmek yerine onu tarihinde hiç olmadığı denli tecrit etti. Tüm emperyalizmi (Rusya ve Çin dâhil) İsrail’in arkasında birleştirdi. İsrail Siyonizm’i ise elde ettiği bu psikolojik üstünlüğü kullanarak önce Filistin halkını vahşice ezdi; sonra ise bölge jeopolitiğine yöneldi. İsrail’e yönelik en ciddi tehdit olan Lübnan Hizbullah’ına ağır bir darbe vurdu. Hamas lideri Haniye’yi Tahran’da nokta atışı vurarak İran’a çifte darbe indirdi. Belki de İran devlet başkanı Reisi’nin ölümü de kaza değildi?
Rusya’nın Ukrayna’da İran’ın da 7 Ekim sonrasında yıpranması, Suriye’de Baas rejiminin dayanaklarını da önemli oranda zayıflatmıştı. Bu yeni durum İsrail’in çıkarına olarak, bir NATO operasyonu ile Halep’in ve ardından Şam’ın HTŞ cihatçılarına teslimini getirdi. Bu bize Musul’un 2014’te IŞİD’e teslimini anımsatmaktadır. Yeni NATO Genel Sekreteri’nin Türkiye ziyaretinde planlanan bu hamle ile Suriye rejimi el değiştirdi. Bu gelişmenin yaşanacağına dair ön bilgilere Bahçeli’nin sahip olduğu anlaşılmaktadır. Bu yeni durumda Suriye Kürtlerinin kontrol altında tutulması, yeni “sürecin” çıkış noktasını oluşturmaktadır. Zira 1 Ekim 2024 itibariyle Ankara’da artık jeopolitik beklentiler yön değiştirmişti. Trump’ın olası başkanlığının ABD’yi Suriye’den çıkarmayacağı, tersine, İsrail’in güvenliği önceliğinin ABD’yi Orta Doğu’ya daha fazla müdahil kılacağı netleşmişti.
Devlet Bahçeli eliyle başlatılan sürecin dış mahreçli olması onun sınırlı, kırılgan ve tutarsız niteliğinin bir yönünü aydınlatmaktadır. Diğer yönü ise Erdoğan’ın iktidarda kalma ve iktidarını süresiz kılma arayışıdır. Erdoğan bu süreçten oy ve güç kazanarak çıkmak istiyor, yeni bir 7 Haziran (2015) istemiyor. Bu da onun DEM Parti üzerindeki baskıyı, tutuklamalar ve kayyımlarla sürdürmesini açıklıyor. Kobani Kumpas Davası da tam bu bağlama oturuyor. HDP’nin 7 Haziran seçimleri dönemindeki eş başkanları ve MYK’si uydurma suçlamalarla içeride tutuluyor.
2.Yeni bir süreç tartışmalarının Devlet Bahçeli tarafından açılması ve Abdullah Öcalan’ın TBMM’de konuşma yapması gerektiğinin ifade edilmesinin arkasında ne yatıyor? Devlet ne yapmak istiyor?
Burjuvazi Kürt sorununu çözmek isterse, biz Marksist-Leninistler buna “hayır” demeyiz. Ama modern Türkiye’nin tüm tarihi, Türk burjuvazisinin Kürt ulusal sorununun başlıca faili olduğunu ve bu sorunu çözmekte tam yeteneksizliğini sergiliyor.
Süreç konusunda çok erken kestirimlerde bulunmak da doğru olmayacaktır. Zira İmralı faktörü devreye dahi girmemiştir. (Mektup yazıldığında DEM Parti heyeti ile Abdullah Öcalan arasındaki görüşme henüz gerçekleştirilmemişti, ed. notu)
Dış mahreçli bir süreç olarak nitelememizden ötürü, Suriye’deki yeni durumun şekillenmesi, güç dengelerinin oturması da belirleyici önemdedir. Gelişmelerin ne yöne evrileceğini hep birlikte göreceğiz. Ancak, Suriye’deki yeni durum ile ilgili olarak daha şimdiden şu saptamaları yapabiliriz;
Suriye’de AKP Genel Başkanının iddia ettiği üzere bir “halk devrimi” yaşanmamıştır; olsa olsa bu bir karşı devrimdir. Baas rejimi çürümüş bir ağaç gibi devrilmiştir- ne var ki yeni gelenler gideni de aratacaktır. Tekfirci ideolojiyle yoğrulmuş Golani ve ekibinin Suriye’de kapsayıcı, demokratik, insan haklarına dayanan, laik bir rejim kurabileceğine kim inanır? IŞİD’in Suriye emirliğini yapmış Golani’nin sakalını seyreltip kravat takması neyi değiştirir? Tekfircinin sözde demokratlığı, iktidara sağlamca yerleşene kadardır. Kadınlara yönelik örtünme, eve kapanma, eğitimden- istihdamdan dışlanma baskıları çok geçmeden başlayacaktır. Dürziler, Aleviler, Kürtler bu yeni rejimin baskılarından nasibini alacaktır. Ancak şu aşamada ne ABD ne de İsrail Golani’ye güvenebilir. O bir müddet vesayet altında hareket edecektir. Tabii ki takiye yapacaktır. Zira Dürzilere yönelik bir katliama girişirse İsrail’den, Alevilere yönelirse BM Güvenlik Konseyi’nden (Rusya-ABD ortaklığı ile) tepki görebilir.
Suriye’de bu yeni dönemde Kürtlerin, Dürzilerin ve Alevilerin konumunun çok kritik önemde olduğunu belirtmeliyiz. Yine kadının toplumsal konumunu, ülkede medeni hukuk mu yoksa şeriat hukuku mu uygulanacağını (laikliğin yok edilip edilmeyeceğini) gözlemleyeceğiz.
3.Emek ve Özgürlük İttifakı’nın durumu hakkında ne söylemek istersiniz? İttifak bugün koşullarında ihtiyaç mıdır?
Türkiye’de “Demokratik Cumhuriyet” talebini merkezine alan bir Demokrasi İttifakı’nın kurulması, işçi sınıfı ve ezilen halkların başlıca gündemidir. Ne var ki Emek ve Özgürlük İttifakı (EÖİ) gerek seçim ittifakı olarak doğması gerekse yerellerde mücadeleci güçleri birleştirecek meclisler kurmaması nedeniyle bu ihtiyaca yanıt olamamıştır. Emek ve Özgürlük İttifakı’nın bir seçim ittifakı protokolüne dönüştürülmesi ise, bileşenlerin arasında siyasi rekabeti körükleyen büyük bir hata olmuştur. 14 Mayıs 2023 seçimlerinden bu yana ise bu ittifak sanki buharlaşmıştır. Resmen feshedilmese de fiilen ortada yoktur.
Oysa Demokrasi ittifakı ihtiyacı halen güncel ve yakıcıdır. Bir yanda saray ve MİT merkezli oligarşik cumhuriyeti savunan AKP-MHP iktidarı, diğer yanda MGK merkezli yarı-askerî cumhuriyeti savunan CHP vardır. Hatta CHP, genel merkezinde emekli general ve amirallerden oluşturduğu Ulusal Güvenlik Politikaları Kurulu üzerinden, daha bugünden, siyasetin kritik meselelerinde alacağı tavırları generallere bırakmıştır. Bu kurul, bir nevi “gölge MGK”dır.
Egemen sınıfların iki kanadının karşısına Demokratik Cumhuriyet programı ile çıkmak gereklidir. Bu bağlamda, Halkların Demokratik Kongresi ve Emek ve Özgürlük İttifakı’nın ortak çağrısı ile Demokrasi Kongresi’nin toplanması yeni bir başlangıç noktası olabilir, HDK ile EÖİ’nin tüm bileşenlerinin ve demokrasi için mücadele veren kitlelerin yerel meclislerde bir araya gelerek birleşik bir siyaseti örmesi ise yeni bir siyaset kültürünü mayalayacak, ön yargıları kırarak büyük bir enerjiyi açığa çıkaracaktır.
Üretenlerin yönettiği, herkesin yerel meclisler üzerinden siyasete katıldığı, eksiksiz yerel öz yönetime dayanan, kadın-erkek tam eşitliğini gerçekleştiren, laik bir Demokratik Cumhuriyetin kazanılması, Demokrasi İttifakı’nın başlıca ortak mücadele zeminini oluşturabilir. Böyle bir ortak zeminde kitlesel düzlemde kaynaşma sağlanmadan tepeden, parlamenter temsilde sağlanacak ortaklaşmanın birleşik mücadele için ilerletici olamayacağını 2023 deneyimi bize anlatmaktadır.
Bu noktada, parlamentonun pratik siyasal gücünün yok edilmiş olması da çok önemli bir unsurdur. Başkancı Rejim’in karşısında gerçek sistem alternatifi, yerel halk meclislerinden Büyük Millet Meclisi’ne uzanan bir Meclisler Sistemi’dir. Bu sistemle, politikanın tüm sorunları üzerinde, doğrudan halk karar vermelidir. Demokrasi ittifakı da böyle bir yeni sistem tahayyülü ile, yerel meclislere dayanmalıdır.