Yemen’in Aden Körfezi, Kızıldeniz ve Babülmendep’te 2023 Kasım ayından bu yana gerçekleştirdiği saldırıların deniz ticaretine olan etkilerini küresel sermayenin dolaşım krizinin jeopolitiği olarak düşünülebilir.[1] Ancak bu krize yol açan sebepler incelendiğinde karşımıza Filistin ve Yemen halklarının tarihsel dayanışma geleneği karşımıza çıkıyor. Yemen’deki Husi hareketi, bölgede İsrail bağlantılı gemilere saldırarak ve İsrail’e roketler atarak tüm dünyanın ilgisini çekti. Yemen halkı arasında Filistinlilere yönelik güçlü, tarihsel olarak köklü destek nedeniyle harekete geçme zorunluluğu hissettiler.
19 Kasım 2023’te, Husiler olarak bilinen Yemen’in Ensarullah hareketinden askerler, zengin bir İsraillinin ortaklığının bulunması nedeniyle Kızıldeniz’de seyreden bir yük gemisini ele geçirdiler. Olaydan birkaç gün önce, Yemen Silahlı Kuvvetleri sözcüsü Tuğgeneral Yahya Sare’e Twitter’da Husiler’in İsrail bağlantısı olan gemileri hedef alacağını duyurmuştu. Husiler, saatler içinde birkaç helikopter ve hızlı botlarından birini kullanarak M/V Galaxy Leader’ı ele geçirdi ve onu Kızıldeniz kıyısındaki Hudeyde yakınlarındaki bir limana çekti. Böylece iklim krizi kaynaklı Panama kanal sorunundan sonra küresel dolaşımda gerçekleşecek uzun soluklu yeni bir krizin ilk fitili ateşlenmiş oldu.
Ekim ayında Gazze’ye yönelik soykırımcı İsrail saldırısının başlamasından bu yana Husiler, Filistinlilere desteklerini açıkça dile getirdiler ve İsrail’e doğru bir dizi füze ve insansız hava aracı fırlattılar. Bu tür saldırıların askeri etkisi önemsizdi, çünkü bu mermiler Kızıldeniz’deki ABD Donanması veya İsrail’in kendi savunma sistemleri tarafından engellendi. Ancak, birçok denizcilik devi şirketin artık Kızıldeniz rotasından kaçınmasını sağlamayı başardılar. Bu tür saldırıların politik ve halkla ilişkiler etkisi hem içeride hem de uluslararası alanda çok daha büyüktür.
Politik Bir Ayraç Olarak Filistin Meselesi
Yemen’deki siyasi grupların İsrail-Filistin savaşına verdiği tepki, tarih boyunca olduğu gibi bugün de genel siyasi konumlarını yansıtıyor. Filistin’e ilişkin konumlanmalar, Arap ve Müslüman dünyasında, ilerici veya gerici hizalanmanın etkili bir politik ayracı niteliği taşıyor. Tüm süreç boyunca istikrarlı ve sabit kalan bir unsur, Yemen halkının Filistin ve Filistinlilere verdiği güçlü destektir. İnsanlar, Filistinlilerin maruz kaldığı adaletsizlik ve dünya siyasetine hâkim olan güçlü devletlerin sergilediği çifte standartlar karşısında öfkeli. Mevcut kriz sırasında, ülke genelinde Filistinlileri desteklemek için büyük gösteriler düzenlendi. Husiler tarafından düzenlenen çoğu popüler etkinliğin aksine, Filistin için halkın seferberliği gerçektir. Başka yerlerde, gösteriler daha spontane oldu ve kontroldeki siyasi grupların sınırlı katılımı oldu. Uluslararası olarak tanınan Yemen hükümeti Filistinlilere sempati duyduğunu belirtirken İsrail’e yönelik etkili hiçbir adım atmadı.
1947’de, o zamanki İngiliz kolonisi Aden’de, İngiliz yönetimine karşı ilk kamu gösterilerinden biri, Filistin’deki İngiliz yanlısı Siyonist politikalara karşı üç günlük bir grev şeklinde gerçekleşti. Ertesi yıl, Yemen Mütevekkili Krallığı, Birleşmiş Milletler’in (BM) ilk üyelerinden biri oldu. Heyeti, Filistin’in bölünmesine yönelik oylama geçtiğinde temsilcileri BM Genel Kurulu salonundan fırtına gibi çıkan beş Arap ülkesine katıldı. 1967 Arap-İsrail savaşı ve Mısır’ın yenilgisi, Kuzey Yemen Arap Cumhuriyeti’ndeki (YAC) durum üzerinde doğrudan bir etkiye sahipti. Cemal Abdünnasır’ın Mısır’ı, Eylül 1962’de Krallığı deviren Sana’daki cumhuriyetçileri desteklemiş ve rehberlik etmişti. Mısır hükümeti, yeni cumhuriyetçi rejimi güçlendirmek için derhal hem sivil yöneticilerini hem de askeri güçlerini gönderdi. Fakat kral devrimden sağ kurtulup taraftarlarıyla birlikte dağlara çekilince, yetmiş bin Mısır askerinin cumhuriyetçi tarafta yer aldığı bir iç savaş patlak verdi. Mısır’ın 1967’de İsrail’e yenilmesi, Suudi Arabistan’ın Mısır askerinin çekilmesini zorladığı Hartum Anlaşması’na yol açtı. Bu, Yemenli gruplar arasındaki iç savaşın 1970’te bir uzlaşmayla sona ermesini sağladı. Buna karşılık Aden, Altı Gün Savaşı’ndaki aşağılayıcı yenilgiden sonra Haziran 1967’de yabancı sömürgeci güçlere karşı ilk askeri başarının gerçekleştiği yer oldu. O sırada, Ulusal Kurtuluş Cephesi (UKC), Aden’i İngiliz sömürgeciliğinden kurtarmak için savaşıyordu. Şehrin bir kısmını İngiliz güçlerinden aldı ve o bölgeyi iki hafta boyunca elinde tutarak Arap dünyasına bir zafer kazandırdı ve bölgedeki yaygın umutsuzluğa karşı koymaya başardı. Bu, Arap Yarımadası’nda sosyalizmin yükselişini öngören milliyetçi ve sömürge karşıtı bir başarıydı. Bu başarıya rağmen, 1967 yenilgisi, bölgedeki milliyetçi cumhuriyetçi hareketler ve daha sonra İslamcı hareketlerin yükselişi için etkili bir başlangıca neden oldu.
Altı Gün Savaşı Sonrası Gelişmeler
1967 yılının ilerleyen zamanlarında, UKC Britanya’dan bağımsızlığını ilan etti ve Soğuk Savaş sırasında Arap dünyasındaki tek Marksist-Leninist devlet olan Yemen Halk Demokratik Cumhuriyeti’ni (YHDC) kurdu. Haziran savaşının bir sonucu olarak Süveyş Kanalı’nın kapatılması, ekonomisini finanse etmek için Aden limanından elde edilen önemli gelire güvenen yeni devlet üzerinde feci bir etki yarattı. YHDC, 27 yıllık varlığı boyunca, özellikle sol görüşlü Filistin örgütlerine özel bir yer vererek, Filistin hareketlerini her zaman destekledi. UKC’nin kendisi, 1952’de Beyrut’ta Filistin liderliğinde kurulan Milliyetçi Arap Hareketi’nin (MAH), George Habaş’ın Filistin Halk Kurtuluş Cephesi (FHKC) ve Nayif Havatme’nin Filistin Demokratik Halk Kurtuluş Cephesi (FDHKC) ile birlikte bir devamıydı. Üç hareket de o on yıl boyunca saf milliyetçilikten sosyalizme geçen MAH kesimleriyle aynı çizgideydi. Filistin Kurtuluş Örgütü’nü (FKÖ), Fetih’in egemen olduğu Filistin hareketlerinin bir çatı örgütü olan Arap Birliği’nin tanımasından sonra, FKÖ de Aden’de ayrı bir temsilcilik kurdu. Nayif Havatme ve George Habaş Aden’i sık sık ziyaret ederken, FKÖ lideri Yaser Arafat oraya ilk kez 1977’de gitti. Hem Havatme hem de Habaş, 1978’den itibaren UKC’nin yerini alan Yemen Sosyalist Partisi’nin rakip grupları arasında arabuluculuk yaptı. YHDC, sınırlı imkânları dahilinde Filistin’e pratik destek verdi. 1971’de FHKC’nin Babülmendep’te bir İsrail gemisine saldırmasına izin verdi. İki yıl sonra, Ekim savaşında Mısır’a yardım etmek için Babülmendep’i İsrail gemilerine kapattı.
YHDC’nin komşusu YAC da Filistin meselesinde sistematik olarak destekleyici bir konumdaydı. Ancak YAC’nin siyasi duruşu YHDC’den daha çok Batı’ya yakın olduğundan, asıl faydalanan FKÖ oldu. 1978’den itibaren YAC’ye liderlik eden Ali Abdullah Salih rejimi, Arap Birliği ve BM’deki Filistin kararlarını resmen destekledi. Ancak, dış politikadaki temel kaygıları başka yerdeydi. 1979 Mısır-İsrail barış anlaşması sırasında Filistin’e verdiği desteğe rağmen, Salih “komünist” YHDC’ye karşı mücadelesinde ABD’nin silah teslimatlarını kabul etti. Bu silahlar, ABD kongresinin onayına gerek kalmadan Suudi Arabistan üzerinden YAC’ye gönderildi. 1982’de İsrail’in Lübnan’ı işgali, YAC ve YHDC liderlerinin aralarındaki gerginliğin yüksek olduğu bir zamanda birlikte hareket etmeleri için bir fırsat hâline geldi. Salih ve YHDC lideri Ali Nasır Muhammed, Ağustos ayında Suudi Arabistan ve Suriye’yi ziyaret etti ve ardından diğer Arap başkentlerine bakanlardan oluşan ekipler gönderdi. Ayrıca Arafat’a Filistinli savaşçıları kabul etme isteklerini bildirdiler. Bu savaşçılar, FKÖ ve askeri güçlerinin Beyrut’tan çıkarılmasının ardından Ağustos 1982’de Yemen’in her iki bölgesine gelmeye başladılar. Her başkentte askeri kamplar kurdular. Her iki devlet de Yemenlilerle tam ve eşit haklar verilen sivil Filistinlilere ev sahipliği yaptı.
Yemen’in Birleşmesi ve İç Savaş
1990’da Yemen’in birleşmesinden sonra Salih rejimi, Arafat’ın ölümü ve Filistin Yönetimi lideri Mahmud Abbas’ın içerideki artan güvenilirlik eksikliğine rağmen Filistin devletini tanımaya ve desteklemeye ve Ramallah’taki Filistin Yönetimi ile iş birliği yapmaya devam etti. Salih, özellikle 2000 yılında Şarm el-Şeyh’te düzenlenen Arap zirvesinde, Arap rejimlerinin Filistinlilere destek vermemesinden yakınan bir dizi açıklama yaptı. Yemen’in Hamas, FKÖ ve Lübnan Hizbullahı’na aynı anda resmi destek vermesi, hükümetin siyasal konumundaki belirsizlikleri yansıtıyordu. Tüm gruplardan Filistinli liderler, Arafat ve Abbas 2006’da ve Hamas lideri Halid Meşal 2008’de Yemen’in başkenti Sana’yı sık sık ziyaret etti. 2015’ten itibaren Yemen’de iç savaşın patlak vermesi ve çatışmada yabancı devletlerin rolüyle durum değişti. Uluslararası Tanınmış Yemen Hükümeti’nin (UTYH) Suudi ve Emirlikler destekli fraksiyonları Ramallah’ta bulunan Filistin Yönetimine destek vermeye devam ederken, Husiler daha radikal Filistin hareketlerine desteklerini giderek daha fazla dile getiriyorlar. Husiler’in İsrail ve ABD karşıtı politikaları hareketin ana sloganında açıkça görülüyor. İsrail’in Gazze’deki soykırımı, Husilerin yönettikleri halk arasında güvenilirliklerini korumak için görmezden gelemeyecekleri bir durumdur. Ayrıca Husiler’in silahlı kuvvetlerini geliştirmek ve yeni asker alımlarını hızlandırmak için İsrail-Filistin savaşı meşru bir zemin yaratıyor. Husi füzelerinin İsrail’e ulaşma olasılığı şimdilik düşük görünüyor ve Husiler’in siyasal pozisyonunun Filistin’e yönelik bugünkü ana etkisi hareketin kendi itibarını doğrudan etkiliyor. Yemen’de ve daha geniş Arap ve Müslüman dünyasında, sıradan insanlar Husi hareketinin İsrail’e karşı harekete geçen tek hareket olduğunu fark ediyor. Husi hareketi isyancı bir grup gibi görülse de, pratikte bir devlet gibi hareket ediyor, başkenti ve resmi bakanlıkları kontrol ediyor ve ülke nüfusunun üçte ikisini yönetiyor. Yemen’de, Husiler’e karşı çıkanlar bile, UTYH’nin duruma verdiği zayıf tepkilerin aksine, Filistinlilere aktif olarak destek verdiklerini belirtiyorlar.
Kızıldeniz’deki İsrail bağlantılı gemilere karşı devam eden füze ve insansız hava araçlarıyla saldırılar Husiler’i dünya gündeminde tutuyor. Bu durum ABD ve diğer İsrail yanlısı güçler için büyük bir rahatsızlık kaynağı. Askerî açıdan önemsiz olsa da Husi saldırıları hedef alınma riski altında olan gemilere sahip şirketlerin rotalarını Kızıldeniz’den uzaklaştırmak zorunda bıraktı ve bu küresel sermayeyi güçlerine ciddi bir zarara uğrattı. ABD’nin bu olaylardaki utancı büyük. Bir yandan Biden yönetiminin ilk günlerinden beri aldığı kararlar doğrultusunda Washington, Yemen’deki savaşı sona erdirmeye kararlı ve bu hedefe ulaşmak için, şu anda Suudi Arabistan ile Husiler arasındaki görüşmelerin bir anlaşmaya varması için zorluyor. Öte yandan, Kızıldeniz’deki Husi saldırılarına doğrudan yanıt vermedeki başarısızlıkları, Biden yönetiminin İsrail’e olan sınırsız desteği düşünüldüğünde ABD için ciddi anlamda sıkıntı verici bir duruma yol açıyor.
Tel Aviv Saldırısı
Husiler’e ait bir insansız hava aracı, Tel Aviv’in merkezinde, ABD Büyükelçiliğine yaklaşık 100 metre uzaklıkta bulunan bir binayı vurdu. Saldırıda bir kişi öldü, 10 kişi yaralandı. Husiler’in İsrail’de ilk kez ölümcül bir saldırı gerçekleştirmesi ve insansız hava araçlarının yaklaşık 2000 km mesafe kat etmesi dikkat çekti. İsrail ordusu, insansız hava aracının, daha fazla yakıt alabilmek için patlayıcı yükünün azaltılması yoluyla menzilinin artırılması amacıyla değiştirilmiş İran yapımı Samad-3’ün bir çeşidi olduğuna dair açıklama yaptı. Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’ne yönelik daha önce Husi saldırılarında da kullanıldığı düşünülen İHA’nın doğrudan uçuş yapmadığı, İsrail askeri değerlendirmelerine göre Mısır üzerinden geçerek Akdeniz yönünden alçak irtifada Tel Aviv’e uçtuğu belirtiliyor. Bu aynı zamanda Husiler’in Akdeniz’de gerçekleştirdiği ilk belgelenmiş başarılı saldırı oldu.
Husiler, Tel Aviv’i vuran insansız hava aracına “Yafa” adını verdiler. Filistin’in ticari merkezi olan Yafa şehri, 1948’de İsrail paramiliterleri tarafından işgal edildi ve o zamandan beri Tel Aviv şehri tarafından yutuldu. Yemen Silahlı Kuvvetleri sözcüsü Tuğgeneral Yahya Sare’e, saldırıyı duyurduğu açıklamasında Tel Aviv’i Filistin ismi olan Yafa olarak adlandırdı ve burayı “işgal edilmiş” topraklar ve “güvenli olmayan bölge” olarak ilan etti. İsrail ordusu, Tel Aviv saldırısına yanıt olarak, stratejik Yemen limanı Hudeyde’yi bombalamak için savaş uçaklarını gönderdi. Saldırıda en az altı kişi öldü, düzinelerce kişi yaralandı. Limandaki akaryakıt depolarını da vuran İsrail saldırısında bölgede büyük yangın çıktı. İsrail ordusu limana yaptığı saldırıyı savunarak, bunun Husiler’e yapılan İran silah sevkiyatlarını bir süre etkileyeceğini söyledi. Gruba füze ve insansız hava aracı gönderdiğini reddeden Tahran, saldırıyı kınayarak, bunun bölgedeki çatışmayı genişletme riski taşıdığını söyledi.
Hudeyde aynı zamanda Yemen halkının Yemen’de on yıldır devam eden savaşın yol açtığı açlık krizini önlemek için ihtiyaç duyduğu insani yardımın büyük bir kısmının ulaştırıldığı liman konumunda. BM Genel Sekreteri Antonio Guterres, İsrail saldırısının yardım sevkiyatlarını etkileyip etkilemeyeceğini söylemedi ancak itidal çağrısında bulundu ve sivillere zarar verebilecek ve sivil altyapıya zarar verebilecek saldırılardan kaçınılması gerektiğini söyledi.
Sonuç
Yemen ve Filistin halklarının tarihsel dayanışma kültürü ve bağları düşünüldüğünde Yemen’e yönelik saldırılar Husiler’i caydırmayacaktır. Bu bağlamda İsrail’in, Husiler’e karşı mücadele etmek için bölgedeki ülkeleri harekete geçirmesi zor görünüyor. Zira bazıları, özellikle Mısır, Husiler’in Kızıldeniz’deki uluslararası ticaret yoluna yönelik saldırılarından İsrail’den daha fazla etkilenmiş durumda. Arap ülkeleri İran’ın veya vekillerinin tepkisinden çekiniyor ve ateş hattından uzak durup riskleri dengelemek istiyor olabilir. Yemen halkının Filistin ile olan tarihi dayanışması göz önüne alındığında İsrail saldırılarının Filistin’e destek olan duruşunu asla etkilemeyecektir. Bilakis bu, Gazze’deki soykırımı durdurma kararlılıklarını artıracaktır.
Milliyetçi söylemler sadece emperyalist eğilimleri gölgede bırakmaya yarıyor. Halkların barış içinde bir arada yaşamasının ve emperyalist paylaşım savaşlarının son bulmasının yegâne yolu sosyalist devrimden geçiyor. Orta Doğu’da başta Filistin olmak üzere tüm ezilen ulusların huzur ve refah içinde bir arada yaşaması ancak proleter iktidarların kurulması ile mümkündür. Marx, başka bir halkı ezen hiçbir halk özgür olamayacaktır derken ne kadar haklı olduğunu bugünkü İsrail’in ve benzeri ülkelerin tamamında görebiliriz.
Dipnot:
[1] İlk yazı için bkz: https://elyazmalari.com/2024/07/14/yemenin-kuresel-deniz-ticaretine-etkileri/