Son yıllarda üzerine epeyce tartışma yürütülen sokak hayvanları ile ilgili önemli adımlar atılmak isteniyor. Birkaç yıl içinde toplumsal bir gerilim alanına dönüştürülen “saldırgan, başıboş köpek sorunu” gibi tanımlarla suni olarak beslenen nefret ve korku süreci üzerine karşımızda bir yasa taslağı var.
Tarım ve Orman Bakanlığı, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı ve Adalet Bakanlığı tarafından hazırlanan taslaktan basına verilen/sızdırılan bilgilere göre sokakta yaşayan tüm köpekler yapılacak olan çok sayıda barınakta toplanacak, kısır olmayanlar kısırlaştırılacak. Tahmini bir süre verilerek sahiplenmesi beklenecek ve süre içerisinde sahiplenme gerçekleşemezse öldürülecek. Kısa özet haliyle böyle görünen taslağa karşı toplumdan gelen tepkilerle kısmi değişiklikler yapılacak gibi görünüyor. Bayramın bitmesiyle birlikte meclis gündemine gelmesi beklenen taslağın tam olarak nasıl olacağı veya iptal edilip edilmeyeceğini henüz net olarak bilmiyoruz.
İktidar güçleri meclise getirmeyi planladıkları taslak ile ilgili açıklama yaparken hayvanların yaşamlarını da önemsediklerini söyleseler de 22 yıllık pratikleri sürecin böyle olmayacağını, toplu bir tecrit ve yok etme sürecini planladıklarını veya fiilen sürecin böyle gelişeceğini gösteriyor. Yaşam hakkını görmezden gelen, haksızlık ve hukuksuzluk düzenini güçlendirip büyüten iktidar güçleri nasıl olacak da yaşam hakkını merkeze alan bir pratik sergileyecek?
2004 yılında çıkan 5199 sayılı kanun yerel yönetimlere bir takım görevler verdi. Kısırlaştırma, popülasyon kontrolü, sahipsiz hayvanların tedavi ve aşılama uygulamalarının yapılması ile ilgili sorumluluklar verildi. Ancak aradan geçen 20 yıl yaklaşık 1390 belediyenin en az 1000 tanesinin bu sorumlulukları yerine getirmediğini gösteriyor.
“Saldırgan” Köpek
Isırma vakalarının büyük çoğunluğu şehirlerin çeperlerinde gerçekleşiyor. Yaşam alanından zorla koparılan, kötü koşullarda hayata tutunmaya çalışan hayvanlar, satın alınıp daha sonra kendilerinden sıkılan sahipleri tarafından ormanlık alanlara atılan köpekler. Terk edilerek psikolojik sorunlar yaşayan, açlık, rekabet gibi zorlayıcı süreçlerle sağlığını yitirerek insanla yakınlığı bozulmuş, denge ve davranış kapasitesi bozulmuş hayvanlar. İnsana karşı saldırganlaşma eğilimini destekleyen bu verilere rağmen vakaların çok sınırlı ve münferit olduğunu da mutlaka söyleyelim.
Potansiyel şiddet vakalarının büyük çoğunluğunun, doğru iletişim yöntemlerinin kullanılmaması ile ilgili olduğunu da belirtelim. Yani örneğin köyde yaşıyorsanız bir hayvanla karşılaştığınızda nasıl davranmanız gerektiğini bilmeniz gerekir. Aynı şekilde kedi, köpek, kuş vb. tüm hayvanlar ile karşılaşma anlarında nasıl davranılması gerektiği bilgisinin de toplumsallaşması gerekir. Bu bilgi yüzyıllardır aktarıldığı halde günümüzde yabancılaşmanın artmasıyla birlikte yeniden unutulmaya başladı diyebiliriz.
Yıl boyunca kaç insan köpekler tarafından ısırıldı, bunların kaç tanesi kayıtlı ve kuduz aşısı yapılmış olan hayvanlardı, kuduz müşahede takibi sonrası kaç hayvanda kuduz vakası tespit edildi; tüm bu soruların cevabını Tarım Orman Bakanlığı vermeli. Ancak ortada şeffaf, istatistiki bilgileri içeren veriler yok. Köpeklerle olan dostluk ilişkimiz yüzlerce yıllık bir geçmişe dayanıyor olmasına rağmen yabancılaşma nedeniyle bu ilişki oldukça zayıfladı. Bu yüzden çok sayıda insan köpeklere karşı suni bir korku ve düşmanlık duygusuna kapılabiliyor. Köpeklerin sürekli olarak insanlara saldırdığına dair bilgiler hiçbir bilimsel ve sosyolojik gerçekliğe dayanmadan yalan ve manipülasyon ile beslenerek yaygınlaştırılıyor. Kimler tarafından yönetildiği tam olarak belli olmayan operasyon hesapları tarafından yayılarak bu bilgiler kin, düşmanlık ve korku yaratıyor. Bu da potansiyel ısırma vakalarında insan kaynaklı iletişim hatası faktörünü öne çıkarıyor.
Köpekler için en büyük travmalardan biri doğup büyüdüğü, alıştığı yaşam alanından alınıp başka bir alana zorla götürülmesi. Bu yapılmadığı takdirde köpekler yaşadığı bölgedeki insanlarla pozitif bağlar kurmaya oldukça açık hayvanlardır ve insan türüne karşı bir saldırganlık göstermezler. Aksine başta çocuklar olmak üzere mahalle sakinlerini koruma iç güdüsü dahi geliştirirler. Sürüleşme ve kalabalık köpek grupları oluşmasının önünde doğal engel oluşturur.
Mahalle sakinleri ve esnaflar tarafından bakım emeği gönüllü olarak gerçekleştirilen, soğuk havalarda üşümesin diye yuva yapılan, hasta olduğunda ilgi gösterilen, isim verilerek şahsiyeti ve duyguları kabul edilen bu hayvanlar hangi ara düşmanımız hale gelmiş olabilir?
Yoldaş Türler
Köpekler kent hayvanıdır. Bilindiği üzere şehir yaşamına çok ciddi adaptasyon sağlamışlardır. Aynı şekilde kırsalda köy yaşamında önemli bir yeri vardır. Mama verilecek zaman aralığını ezbere bilen, kırmızı ışıkta bekleyen, mahalle sakinlerini kokusundan tanıyan ve gece karanlığında yanında yürüyerek güvenliğini sağlamaya çalışan hayvanlardan bahsediyoruz. İnsan türünü koruma refleksi oldukça güçlü bir hayvan olduğunu, şiddet görmediği sürece sevgiden yana olduklarını da hatırlatmakta fayda var.
Tecrit, Ölüm ve Şiddetin Toplumsallaşması
Toplumun doğaya ve üzerindeki canlılara yabancılaştığı, hayvanların ve bitkilerin isimlerini unutmaya başladığı bir dönemi yaşıyoruz. Hal böyleyken yanı başımızda duran, duygu ve düşüncelerini yansıtma konusunda oldukça başarılı olan, bizlerle birlikte evrimleşen köpek dostlarımızın hapishanelere kapatılarak tecrit edilme olasılığı ve bir katliam yaşanma ihtimali büyük bir toplumsal travma yaratacaktır.
Tıpkı bizler gibi yaşamak, sosyalleşmek isteyen bu hayvanların ölüme sürüklenmesini isteyenler elbette basit bir köpek düşmanlığı yapmış olmuyorlar. Barışın hakim olduğu, eşitlikçi ve demokratik hakların kazanıldığı bir yaşamın inşasını engellemek istiyorlar. Faşist rejim inşasını hızlandırmak isteyenler için şiddet aracı ve pratikleri oldukça etkili bir silah. Kadınlara, çocuklara, LGBTİ+’lara, ezilen inanç ve kimliklere karşı şiddet pratiğinin yanına hayvanlara yönelik şiddet olgusu da eklenmiş durumda. Bireysel silahlanma, avcılık ve köpek dövüşlerinin teşvik edilmesi, kolaylaştırılması da bütünlüklü bir tabloyu görmemizi sağlıyor. Şiddet ne kadar gündelik hayatın parçası haline gelirse ve normalleşirse iktidarlarının o düzeyde güç kazanacağını düşünüyorlar.
Ne Yapmalı?
Hayvan hakları savunucuları, bilim insanları ve veteriner hekimlerin büyük oranda uzlaştığı ve ortaya koymuş olduğu haliyle, kamusal kaynakların sürdürülebilir kullanımı ve elbette en önemli yanı olan hak temelli bir yaklaşım içeren yol yöntem önerileri mevcut.
Bir kısmını özet olarak yazalım.
- Ülke geneli kapsamlı bir planlama için veteriner işleri genel müdürlüğünün kurulması.
- Binlerce hayvanı bulunduğu alandan uzaklaştıran ve bir araya toplayarak enfeksiyon risklerini artıran mega hayvan “barınağı” projeleri yerine yerel odaklı, daha az maliyetli ve sağlık açısından çok daha verimli bir planlama yapılması.
- Köyleri de kapsayacak ve planlama içerisine katacak şekilde her ilçeye kısırlaştırma ve tedavi imkânı sağlayan veteriner hastanesi ünitelerinin kurulması. Bu üniteleri kabaca sağlık ocaklarına benzetebiliriz.
- Hayvanları değersizleştiren, asgari refah koşullarını dahi sağlayamayan geçici bakım evleri, yani rehabilitasyon merkezlerinin koşullarının iyileştirilmesi. Şehir hastaneleri örneğinde gördüğümüz üzere sağlık hizmetine ulaşımı zorlaştıran değil, kolaylaştıran bir yönteme ihtiyaç var.
- Tüm bu süreç boyunca hayvanlar için harcanacak olan tüm kaynakların, kısırlaştırma ve aşılama gibi istatistiki bilgilerin bölge, şehir ve ilçe düzeyinde şeffaf bir biçimde toplumla paylaşılması.
Hak Temelli Yaklaşım
Toplumun yeniden hayvanlarla nasıl iletişim kuracağını hatırlatmak, hak temelli bir perspektif ile inşa etmek gerekli. Özünde büyük oranda zaten kurulmuş olan, unutturulmak istenen dostluk ve yoldaşlık bağını hatırlatmak, sahtekarlığa ve yalana dayalı düşmanca söylemlerin yanlışlığını ortaya koymak dahi büyük bir yol kat etmeyi sağlayacaktır. Başta çocuklar olmak üzere yetişkinleri de kapsayan bir biçimde doğa ve hayvan sevgisini, yaşam hakkına saygı duyma yetisini yeniden güçlendirmeliyiz.
Bir şeye özen göstermek” veya “bir şeyi dikkatle korumak” anlamına gelen ihtimam kelimesini yeniden hatırlamakta fayda var. Dört Ayaklı Şehir topluluğundan sevgili Mine Yıldırım’ın çokça vurgu olarak kullandığı bu kelime, yoldaş türler olan köpek dostlarımızla kurmamız gereken ilişki biçimini çok iyi özetliyor.
Toplumun hayvanlara karşı sorumluluk hissetmesi gerekiyor. Yerel yönetimler işini yapsın demek ve süreç takibini tamamen kamu kurumlarına bırakmak yeterli değil. Şiddetin değil yaşam hakkının ve sevginin çoğaldığı bir gündelik yaşamı inşa etmenin yolu sorumluluk almaktan, hayvan hakları mücadelesini ve örgütlülüğünü büyütmekten geçiyor.