Filistin Dengeleri Bozuyor

Dünya geneline şöyle bir geniş yelpazede bakarsak, göreceğimiz şey şudur: “Sürekli savaş” hareket halindedir. Akabinde görünen şey, ilk elden çelik ve silah sanayisinin bu sürekli savaşa göre yeniden organize edildiğidir. Sadece onlar da değil, neredeyse küresel siyasal gelişmelerin hepsi bir kez de bu mercekten bakılarak yeniden örgütleniyor.

ABD ile Çin arasındaki ekonomik ve hegemonya mücadeleleri bir yanıyla en hassas çiplerin üretildiği Tayvan üzerinden kendini gösterir oldu. Ek olarak oto sanayide Çin’in piyasaya girişi ve hemen sonrasında Batı’da ekonomik kalkınma modeli olarak sanayi politikalarına geri dönüşün tartışılmaya başlanması bize gösteriyor ki, ABD büyük arenada artık yalnız değil!

Tahmin etmesi zor değildir, ABD’nin tek başına süper güç olduğu bir dünya ile tek başına süper güç olmadığı bir dünya arasında epey bir fark olur. Nitekim artık durum böyle.

ABD’nin gerek Ukrayna-Rusya savaşında aldığı pozisyon gerekse İsrail’in Filistin’e soykırımı üzerinde aldığı pozisyon istediği gibi gitmiyor. Her iki alandaki savaş onca desteğe rağmen ABD’nin istediği şekli alamadı. ABD’nin güç zaafı görülüyor.

Bütün bunlar Orta Doğu’da stratejik konumlanmaları değiştiriyor. Gerilim yükseliyor, dengeler değişiyor. Savaş, yayılım ve şiddeti açısından kapasitesini daha da arttırma potansiyeli ile yükleniyor.

***

Orta Doğu’da on yıllardır Arap devletleri İsrail ile masa altından iş birliği yapardı. Bundan takriben dört sene önce bu durum başka bir aşamaya evrildi. Abraham Anlaşmaları ile İsrail’in egemenliği tanındı ve tüm diplomatik ilişkilerin kurulabilmesinin önü açılmış oldu. Ekim 2023’ten beri artık durum böyle değil. İsrail meşruiyet kaybediyor, artık onunla kurulan ilişkiler bile sorgulanıyor. Filistin direnişi bu durumu yerle bir etmiş gibi duruyor.

Belirleyici olan bir Filistin halkının direnişi var. En önemlisi budur. Bunun yanında dünya halkları başta AB’nin bütün sert müdahalelerine rağmen ayakta. Vietnam Savaşı sonrası oluşan savaş karşıtı harekete benzer bir savaş karşıtı hareket kendini aylardır diri tutuyor. Bu durum İsrail ile olan bütün ilişkileri sorgulanır hale sokuyor, becerilebilirse İsrail ile ticari ilişkiler bile kestiriliyor.

Çok fazla insan katledildi. Filistin ve Filistinliler öyle bir köşeye sıkıştırılmış ki, İstanbul Zeytinburnu’nun neredeyse yarısı kadar bir alanda 2,3 milyon insan yaşıyor. İnsanların çok büyük bir kısmı ortalama yüz-yüz elli bin kapasiteli çadır kamplarında yaşıyor. Aksa Tufanı öncesinde de her gün beşer onar katlediliyorlardı. Buna karşı isyan ettiler, şimdiki kayıpları da göz önüne almış olmalarından kimsenin şüphesi olmasın. İşin demokrasisi de Filistin halkını bağlar.

***

Son dönemdeki önemli gelişmelere bir bakalım.

İsrail’in Refah’a saldırısı sonrası öne çıkan “Philadelphia Koridoru” üzerinde gerilimler var. Ardından Gazze’de bulunan ve BM’nin sorumluluğundaki Nuseyrat kampının bombalanması birkaç önemli duruma işaret etti. Akabinde 13 Haziran günü Lübnan Hizbullahı’nın önde gelen komutanlarından Talib Sami Abdullah’ın öldürülmesi sonrasında yaşanan gelişmeler var. Son olarak da Hizbullah’ın Kıbrıs’ı İsrail ile iş birliği yaptığı gerekçesiyle yaptığı tehdit gündemde.

Bütün bunlar yaşanırken İsrail içerisinde de Başbakan Netanyahu meşruiyetini kaybediyor. Bakanlar Kurulu’nun görevlerinden alınması gibi iç gerilimler yaşanıyor. Savaş İsrail’in içerisine doğru girdikçe de İsrail halkında “Gazze ile anlaşmaya varılsın” talepleri yükseliyor. Üstelik İsrail devleti içindeki gerilimler ordu düzeyine sıçramış durumda. İsrail içerisinde bir devlet krizi oluşabileceği ihtimali uzak görünmüyor. Başka bir boyutuyla da İsrail’in özel savaş birlikleri, ki savaşın yüklerini büyük oranda çeken onlardır, güçlerini kaybediyorlar. İsrail’in moral gücü kayboluyor. Diğer yandan uluslararası düzeyde bir yandan Filistin’i tanıyan ülke sayısı artıyor diğer yandan İsrail’in işlediği savaş suçları devletler nezdinde uluslararası mahkemelere taşınıyor.

Philadelphia Koridoru, Middle East Eye’de çıkan bir haberde anlatıldığı üzere, 1979’da yapılan Mısır-İsrail barış antlaşması kapsamında oluşturulan bir sınır şeridi. Refah ile Mısır arasında bulunuyor. Koridorun kontrolü Mısır ve Filistin yönetimlerine ait. 2005’te ve 2007’de koridorun kontrolü el değiştirse de en son kontrol yine Filistin ve Mısır yönetimlerine aitti. İsrail, Mısır-Refah sınırını Hamas’ın oradan beslendiği iddiasıyla koridoru ele geçirmek istiyor. Refah’ı bombalaması bu yüzden.

Mısır, İsrail’i Gazzelileri sınırdan geçmeye zorlayabilecek veya iki ülke arasında 1979’da imzalanan anlaşmayı tehdit edebilecek herhangi bir şey yapmaktan kaçınması konusunda uyarıyor. Bir yandan da Kahire’de İsrail’in müzakere heyetleri ile toplantılar yapılıyor. Mısır’ın alacağı tutum önem kazanmış oluyor.

Nuseyrat katliamına gelecek olursak, burada ABD’nin foyasının ortaya çıktığı görülüyor. ABD “Netanyahu ve Hamas’ı üç aşamalı ateşkese ikna etmeye çalışıyoruz” demeçlerini verirken bir yandan da Gazze sahilinde insanlara yardım için kurduğu yüzen iskelelerde asker konuşlandırarak katliama ortak oldu. Bir diğer görünen o ki Hamas’ın gerek Refah’taki orduyu ilerletmemesi gerek Nuseyrat’taki savaş stratejileri gibi durumlar hâlâ bir biçimiyle kendini sürdürdüğünü gösteriyor.  Evet, çok güç kaybettiler ama sinmiş değiller.

İsrail’in Sami Abdullah’ı öldürmesi sonrasında Lübnan Hizbullahı da öncesinden çok daha büyük bir alanı kapsayan hamlesiyle İsrail’in kuzey bölgesine saldırıyor. El yükselttikleri açık ve Gazze ile ateşkese kadar bu cepheyi diri tutacakları demeçlerini veriyorlar. Şimdilik böyle bir durum olası görülmediğine göre bu cephenin diri kalacağı görülüyor. Bu şu anlamı da taşır: Lübnan ve Yemen’de direniş hatları da diri kalacak!

Hizbullah lideri Nasrallah, İsrail Savunma Kuvvetleri’ne ait hava unsurlarının Güney Kıbrıs’ta tutulduğu gerekçesiyle Kıbrıs hükümetini açık saldırı ile tehdit etti. Bu durum Yunanistan ve İngiltere’yi doğrudan bağlar. Bölgede gerilim epey yüksek ve şimdiye kadar görülmedik biçimde restleşmeler yaşanıyor. Kıbrıs, iddiayı yalanlamak ile yetiniyor. Ayrıca Kıbrıslı kaynaklar İsrail tarafında Lübnan’a saldırı için fikir birliğine varılmadığına dikkat çekiyorlar. Savaşın bu çapta yayılmaması için “İran ile doğrudan diyaloğa hazırız” demeçleri de göze çarpıyor.

Kuzey İsrail ve Güney Lübnan cephesinde süren çatışma hali ve Kıbrıs üzerinde yaşanan gelişmelere, her ne kadar sert demeçler ve karşılıklı saldırılar sürse de temkinli yaklaşmak lazım. Lübnan kendi iç gerilimleri kendine yetecek bir ülkedir. İsrail’in tamamına yayılan bir saldırıya ve savaşı başka cephelere sıçratabilecek güce ve kabiliyete ne kadar sahip olduğu meçhuldür.

Sonuç

ABD’nin Asya Pasifiğe doğru yönelimi bakidir. Küresel arenada rakipleri arttıkça politikada stratejik manevralar yapma mecburiyeti baş gösteriyor. Ancak, direniş dengeleri bozuyor ve ABD’yi Orta Doğu’ya çekiyor.

Akan savaş sürecinde meşruiyet, direniş cephesindedir.

ABD bir yanıyla “Hamas ve Netanyahu’yu üç aşamalı ateşkese ikna ediyoruz” açıklamaları yaparken diğer yanıyla savaşa kendisi de girmek zorunda kalıyor. Girmesinin nedenlerini bile açıklarken bunu doğrudan yapamıyor, yalanlamak zorunda kalıyor. Aynı Nuseyrat katliamında yaptığı gibi. Hepimiz biliriz, şöyle Gazze’nin yerle bir olmasını ne kadar ister değil mi? Ama yapamıyor.

Diplomatik alanda durum sanki anlaşmaya doğru giderken, bir anda İsrail katliamlarına devam ediyor. Anlaşma daha öteye sıçrayıveriyor.

Mısır’ın savaşa dâhil olma olasılığı da küçük bir olasılık olarak kendini gösteriyor. En azından bu olasılık tartışılmaya başlandı. Mısır’ın nasıl davranacağı da artık önem teşkil ediyor. Zaten bu işler de böyle başlamaz mı? Mısır’ın savaşa dahil olması büyük bir olaydır. Şimdilik ama göze alınacak gibi durmuyor.

İsrail’in Lübnan’a saldırısına gelince, evet, şimdilere sadece tartışılıyor; ama Lübnan Hizbullahı’nın İsrail’in bu kadar geniş bir alanına saldırısı da küçük bir olasılık iken gerçekleşti. Dolayısıyla, şimdiki tartışma aşamasından her an gerçekleşme aşamasına sıçrayabilir.

Hizbullah’ın Kıbrıs’ı açık saldırı tehditleri de tek başına Kıbrıs’ı bağlamaz. Böyle bir durumun gerçekleşmesi Yunanistan’ı ve Kıbrıs’ta üsleri olan garantör ülke İngiltere’yi de bağlar. Hizbullah’a saldırı Yunanistan ve İngiltere’nin katılımı ile güçlenirse, İran’ın müdahale etme olasılığı ortaya çıkar. Bu olası durum hızla Suriye’yi de kapsar.

Bütün bu gelişmeler savaşın yayılma potansiyelinin güç kazandığını gösteriyor. Bu şimdilik sadece bir olasılık olsa da gerilim yüksek.

Öte yandan, savaş sürdükçe devlet olmayan ama devlet gibi davranan örgütler yayılıp güç kazanıyorlar. Direnişler diri kalıyor.

Scroll to Top