Faşizmin Kırmızı Çizgilerinde “Normalleşme” Bitti mi?

31 Mart yerel seçim sonuçları siyaseti yeniden dizayn ediyor. AKP’nin ağır yen(il)gisi CHP’nin birinci parti olmasındaki yen-gisi siyasi aktörleri yeni yollara sürüklüyor.

Sekiz yıldır olamayan oldu örneğin. Özgür Özel, Tayyip Erdoğan’la görüştü. Güçsüzleşen yaralı Erdoğan Özel’in siyasette “normalleşme” dediği adımlara “can simidi” gibi sarıldı. Ama o buna “yumuşama” diyor.

Ülke ekonomik batağa sürüklenmişken halkın öfkesini “öteleyip ehlileştirecek” bu adım “Bulunmaz Bursa kumaşı” olabilirdi yeni siyaset doku (ma)larına.

Bahçeli’nin Kırmızı Çizgileri

Çok geçmeden Bahçeli kırmızı çizgilerinin altını kalınca çizdi. Meğer o da “Kutuplaşalım, yumruklaşalım” demiyormuş; ama “milli birliğin, devlet bekasının” önüne getirilen “yumuşamaya, normalleşmeye” karşıymış.

Erdoğan bu çıkışa “kırmızı çizgilerimizden, ilkelerimizden” vazgeçemeyiz diye ortak oldu bile.

Eh! Erdoğan olmak, burjuva sınıf siyasetinin kurdu olmak böyle bir şey vesselam. “Soldaki de sağdaki de bana yazsın; gelmesin devlete zeval. Ben de sıyrılıp çıkayım “bataktan” kurumsallaştırayım faşizmi.” Çoktandır sermayenin çıkarına olan siyasetin yönü bu doğrultuda.

Halkı, yoksulluğu, ezilmişliği mi düşüneceklerdi?

Normalleşme Nereye Kadar?

Onların normalleşme dediği şey, halkı yoksullaştıran Bakan Şimşek’in OVP programını uygulamada taviz vermemeye kadar.

1 Mayıs’ı Taksim’de kutlamayı yasaklamaya, gençleri kadınları, işçileri tutsaklaştırmaya, Kobani Kumpas Davası’yla Kürt siyasetçilere haksız yere onlarca yıl hapis vermeye kadar… Kayyım atayarak Hakkâri’de halkın iradesini gasp etmeye kadar…

Barış elini uzatan Kürt halkına savaşı reva görüp, yaz aylarında “Büyük operasyon” gerçekleştirme politikalarına kadar…

Haziran ayının başında yeni bir basın yasağı anlamı taşıyan “etki ajanlığı” yasasına; yeni eğitim müfredatının kabulüyle, çocukları bir partinin (AKP’nin) programının içeriğiyle, Osmanlıcı, İslamcı, Türkçü zihniyeti oluşturmaya, Kavala ve Gezi tutsaklarının yeniden yargılanması talebine mahkeme heyeti değişse de yeniden reddedilmesine kadar…

Kimin Normali?

Yapılanlara atılan adımlara bakılırsa iktidarın normalinin, işçilerden, Kürtlerden, Alevilerden, kadınlardan yana değil de sermayenin normali olduğu açık.

OVP ile halk daha fazla yoksullaşıyor, sermaye büyüyor, kârlarına kâr ekliyor.

AKP-MHP iktidarı “Büyük” sınır dışı operasyonları politikasında ilerliyor. “Misak-ı Milli sınırımız” diyerek emperyalist amaçlar peşinde koşuyor.  “Kalkınma yolu” projesini hayata geçirmeye çalışarak Türk sermayesinin Kürt, Arap, Ezidi halklarının ekonomik kaynaklarını sömürerek zenginleşme gayretini gösteriyor.

Yargısından ekonomik politikalarına her şey sermaye düzeninin, faşistleşmenin normali olduğu görülüyor. Bu yeterince açık değil mi?

Normalleşme Statükodur

Toplumun temel sorunları çözülmedikçe ister Özel “normalleşme” desin, ister Erdoğan “yumuşama” adımları atsın, bu, esas olarak bir statükoyu sürdürmektir. Köklü değişim olmadıkça da kapitalist düzeni restorasyonlarla konsolide etmektir.

Düzen içi muhalefet şunu bilmeli ki AKP-MHP iktidarı kırmızı çizgilerini çektikçe atılacak her adım restorasyonu geçmeyecek. Sistem sınırlarında atılan “normalleşme” adımları faşistleşmenin “pekiştirme sıfatı” olmasından öteye gidemeyen manevralar olarak kalacaktır.

Yani normalleşme deyince “tüy” gibi “pamuk” gibi hafif şeyler akla gelse de bir kâğıt aklığında politika “suretinde”; faşizmin sert yumrukları patlıyor halkın suratında.

Türkiye Kısa Tarihinde Normalleşme Adımları

2010 yılında “demokratikleşme” adı altında Taksim Meydanı 1 mayısa açıldı. Anayasa referandumundan “evet” çıktı ve AKP güçlendi, saflarını iyice sıklaştırdı. AKP iktidarı; onlarca yıllık işçi mücadelesini demokratik kazanım olarak kabul etmek zorunda kalıp 1 mayısı “Emek, Mücadele ve Dayanışma Günü” adıyla tatil ilan ederken emekçi dostu ve demokrat görünerek “CHP zihniyetini” eleştirdi. Sonrasında yasaklarla, kumpaslarla muhalefet baskılanarak dağıtıldı, “Demokratikleşiyoruz” söyleminin çok geçmeden sert yumruğun üstünde kadife eldiven olduğu anlaşıldı. Değdiği yeri acıtıyor olsa da kanatmıyordu. Çağımızın faşizmi bu olsa gerek.

Artarda antidemokratik, laik yaşama karşı yasalar uygulamalar geldi. Muhafazakâr yaşam kutsallaştırıldı. İçki içmeye yasak koymalarla, pahalılaştırmayla, türlü engeller getirildi. 2012’de MEB yasasıyla eğitim dinselleştirildi. Bekçi ve polis yasalarıyla, “askeri vesayeti kaldıracağız” diyenlerin polis vesayetini adım adım hayata geçirmesine tanık olduk. 2013 Gezi İsyanı tam da bu özgürlük karşıtı polis vesayetli ortamda patlak verdi.

Gezi isyanından ve 7 Haziran 2015 seçim yenilgisinden sonra da “Alevi açılımı, Kürt Açılımı” nın “demokrasi” parıltılı yıldızları pul pul faşizmim kör kuyularına savruldu.

Normalleşme Bitti mi?

Özel’in adına normalleşme dediği, Erdoğan’ın ise yumuşama dediği politik hamleler Bahçeli’nin gösterdiği yüzüğe (Bana Allah Yeter! mesajı yazılı) ve Sinan Ateş cinayetine çarpınca; ortada da demokratik adımlar adına yaşlı 28 Şubat generallerinin hapisten salınmasından başka bir şey kalmadı. Kayyım uygulaması devam etti, Gezi tutsaklarına ve Kürt siyasetçilere ağır cezalar verildi.  Bu faşist kararlılık devam ettirilince akıllara “Normalleşme bitti mi?” sorusu geldi. Muhalefet atılan adımlardan rahatsızlığını belirterek  hep bir ağızdan  iktidarı eleştirdi. Hatta Hakkari’ye kayyum atanınca “Böyle giderse millet seçim ister” tehdidini savurdu. Erdoğan da bu süreçte –çoğunlukla ortağı MHP’yi kızdıracak adımlar atsa da birazda Bahçeli’nin gönlünü kazanmak adına- ağız değiştirip muhalefete yüklendi ve şöyle dedi:

“Türkiye’nin seçimler sebebiyle oluşan gerilimli atmosferi süratle geride bırakıp tüm kapasiteyle geleceğe odaklanması gerektiğine inanıyoruz; ülkeye ve millete hizmet yarışı olan siyasetin farklı partiler arasında süregiden bir yıpratma savaşı olarak algılanmasının mutlaka önüne geçmeliyiz.”

Özel daha yumuşak geçiş yaptı “Ne yaptığımızı biliyoruz; iktidarla müzakere içinde olmamız muhalefet olmadığımız anlamına gelmez” diyerek yaşanan durumu daha rasyonelleştirdi.

Şu bir gerçek ki seçim sonrası ateşli başlayan “normalleşme” süreci “Ateş cinayetine” ve yüzüğe (ontolojik olarak MHP faşizmine) çarpınca soğumuş, gerilemiş görünüyor olabilir; ancak AKP-CHP arasında bakanlar/gölge bakanlar düzeyinde görüşmeler devam ediyor.

Örneğin son olarak Bakan Şimşek’le görüşen CHP’li Yalçın Karatepe: “Değişim iradesi olmadığını gördük” dese de dört saatlik uzun bir görüşmeyle ekonomik krizi birlikte atlatma/atlatamama müzakeresi yaptıkları ortada.

İktidar da düzen muhalefeti CHP de Türkiye’nin çoklu kriz dinamiklerinde bize İki Şehrin Hikâyesi romanındaki (Charles Dickens) hep şu ünlü cümleyi hatırlatacak:

“Zamanların en iyisiydi zamanların en kötüsüydü hem umudun baharıydı hem karamsarlığın kışı; hepimiz ya cennete gidecektik ya da doğruca cehenneme…”

Emekçilerin halkın değil de sermayenin/kapitalist düzenin sınırlarında politikalarda ortaklaştıkça “hem iktidarlı hem muhalefetli cehennemi” yaşayacağımız ortada görünüyor.

 

 

Scroll to Top