“Sayım yapılacak, kısırlaştırılacak, sahiplendirilecek, hedef sokaklarda başıboş köpek kalmaması. Sahiplenilmeyen köpekler belirlenen süre dolunca uyutulacak (öldürülecek)”
Yazının giriş kısmını oluşturan bu alıntı 15 Aralık günü yapılan bir habere ait. Son birkaç yıl içinde yaratılıp toplum içinde filizlendirilen köpek düşmanlığının geldiği son aşamaya dair önemli bir veri sunuyor. Kaynağı belirsiz ve şüpheli olan çeşitli şiddet yanlısı toplulukların köpürtmesi ile birlikte “başıboş köpek sorunu” ülkenin en önemli sorun alanlarından biri olarak gösterilmek isteniyor.
Kır ve kent sakini diyebileceğimiz, yüzlerce yıldır beraber yaşadığımız köpekler bir anda fantastik canavarlar gibi sunulmaya başlandı. Koruma görevi, işlevi olan, insan türü ile sosyal bağları çok güçlü olan bu hayvanlar nasıl olduysa ciddi bir tehlike olarak tanımlanmaya başlandı.
Kaç Yüz Milyon Köpek Var?
Türkiye’de köpek popülasyonuna dair çok farklı rakamlar veriliyor. Yakın zamanda Tarım Orman Bakanlığının basına sızdırdığı rakam 2,8 milyon olarak belirtiliyor. Sayımın hangi yöntemle yapıldığını bilmiyoruz. Ancak bu yazı yazıldığı sırada Tarım Orman Bakanlığının resmi duyuru kanallarında böyle bir bilgiye rastlayamadık.
CB yardımcısı Cevdet Yılmaz başkanlığında Adalet, Tarım ve Çevre bakanlıkları koordinasyonunda ilerleyen bir süreç ile ilgili aktarılan habere göre birkaç bilgi var. Habere göre iki ana “sorun” kaynağı belirtiliyor. İlk sorun hayvan popülasyonu, ikincisi ise yerel yönetimlerin sorumluluklarını yerine getirmemesi olarak tanımlanıyor. Bu tanımlamalar ile Tarım Orman Bakanlığının süreç ile ilgili sorumluluğu ve eksikliği yerel yönetimlere attığını görüyoruz. “Hayvan popülasyonunda yaşanan değişim” ise dışsal bir aktarım şeklinde yapılıyor. Oysa popülasyon değişiminin çok yönlü nedenleri var. Kısırlaştırma eksikliğine ek olarak en büyük kronik sorun pet hayvanı ticaretinin devam etmesi yani kedi ve köpeklerin alınıp satılabilen canlılar olması. Zoonoz hastalıkların arttığı, veterinerlik hizmetinin bir kamu sağlığı hizmeti olduğunu bildiğimiz bugünlerde Tarım ve Orman Bakanlığının bünyesinde veterinerlik birimi bulunmadığını da hatırlatalım.
Özellikle kedi ve köpekler açısından baktığımızda, hayvan satışının yasaklanmaması, satın alınan hayvanların bir kısmının kent içi veya dışında bulunan ormanlık alanlara terk edilmesi, Tarım Orman Bakanlığı ve yerel yönetimlerin kısırlaştırma/tedavi süreçlerinde yetersiz kalması gibi çok sayıda nedenle popülasyon dengesi kurulması mümkün olmuyor. Hediye olarak alınan, parayla satılan çok sayıda hayvanın kısa süreli heves sonrası ormana veya sokağa atıldığını, bunun da popülasyon dengesini bozduğunu biliyoruz.
Topyekûn Soykırım Tehlikesi
Haberin devamında Avrupa’nın pek çok ülkesindeki uygulama referans alınarak şu bilgiler veriliyor; sokak hayvanları sayım ve kısırlaştırmanın ardından bölgedeki barınaklara yerleştirilip sahiplendirilmek için ilana çıkılacak. Verilen süre sonunda sahiplenilmezse uyutulma (öldürülme) yoluna gidilecek. Hali hazırda 5199 sayılı kanuna aykırı şekilde mevcut barınaklarda çok sayıda hayvanın topluca öldürüldüğü, işkenceye ve sosyal izolasyona maruz kaldığını düşünürsek, açıktan bir toplu öldürme/katliam söyleminin ne kadar tehlikeli olduğunu anlamak mümkün olur.
Süreci bütünlüklü anlamak için yaklaşık iki yıl önce gerçekleşen 5199 sayılı kanunda yapılan değişikliği hatırlamak gerekir. Hayvan hakları savunucuları değişikliğin yapıldığı süreçte hak temelli eşitlikçi bir yasa oluşması için yoğun çaba gösterdi. Ancak iktidar güçleri kendi bildiğini okuyarak hayvanları korumaktan uzak olan oldukça kısıtlı değişiklikler yaptı. Bugün üzerine tartışılan köpek popülasyonu ile ilgili çözüm getirecek önerilere kulak tıkandı.
O tarihten bugüne baktığımızda; kent veya kırsal alanda yaşayan “sahibi” bulunmayan köpekler geçtiğimiz yıllara göre çok daha fazla hedef gösterilmeye başlandı. Kullanım amacı şiddeti ve düşmanlığı besleyen “başıboş” köpek kavramını merkeze alan çeşitli operasyon toplulukları, hesapları koordine edildi. Potansiyel kuduz vakaları veya saldırganlık belirtileri gibi konular başta olmak üzere, çok yönlü manipülasyon ve yalan bilgi sosyal medya kanalıyla yaygınlaştırıldı.
Süreci koordine edenlerin çoğunluğu kimliğini gizleyerek sahte hesaplar aracılığıyla hayvan hakları savunucularını tehdit ediyor. Elbette bu düşmanca tavrın gündelik hayata yansıması kedi, köpek veya başkaca çeşitli hayvanları besleyen, tedavi/kısırlaştırma gibi süreçler ile gönüllü olarak ilgilenen insanlara açık şiddet olarak yansıyor. Bir tarafta aynı kamusal alanı paylaştığı hayvanların aç kalmaması ve yaşam refahı için çaba gösterenler diğer tarafta ise niyetleri kötü olduğu açıkça belli olan saldırgan ve düşmanca bir tavır. Hayvanlara uygulanan şiddetin cezasızlık ile ödüllendirilmesi de bu saldırganlığı büyütüyor.
Öyle bir manipülasyon süreci yaşanıyor ki köpeklerin tehlikeli bir canlı türü olduğuna dair fantastik inanış, yanlış bilgi hızlıca yayılıyor. Ardından toplu katliam çağrıları, köpeklerin tamamının tutsak edilmesi gibi çürümüş düşmanlık örneklerini görüyoruz. Oysa bu topraklarda köpekler ile kurulan sosyal ilişki derin bir dostluk ve sevgi ilişkisini içinde barındırır.
Hayırsız ada vakasından sonra yaşanan süreç önemli bir örnek oluşturur. Çok sayıda köpeğin acı çekerek ölmesi toplumun vicdanını yaralamış, tekrar böyle bir katliamın olması engellenmiştir. Ayrıca yaşanan katliamın verdiği vicdani rahatsızlık nedeniyle adanın ismi “hayırsız” ilan edilmiştir.
Köpekler Saldırgan mı?
Popülasyon kontrolünün sağlanamaması, açlık ve şiddete maruz kalma gibi çok sayıda nedenle insan türüne veya diğer canlılara karşı saldırgan köpek varlığının kimi yerlerde görülüyor olması köpeklerin suçu değil. Çoğunlukla insanlardan köpeklere doğru yönelen bir şiddet durumu yaşanıyor olsa da kimi zaman köpekler veya başkaca birçok hayvan da insanlara şiddet uygulayabilir. Duygu sahibi bu canlıların farklı durumlar içerisinde değişken davranışlar sergiliyor olması gayet doğal.
Tersinden düşünelim, köpekler ve kediler kendisini sevdirmek veya insan türüne şirin görünmek zorunda değil. İnsan türüne/toplumuna göre daha ağırlıklı iç güdüsel yaşayan ancak insanlarla olan iletişimde sosyal ilişki kabiliyetini geliştirmiş hayvanlar oldukları için kimi zaman beklentilerimiz değişebiliyor.
Hayvan psikolojisi alanında çalışan veteriner hekimlerin de belirttiği üzere; insan köpeğin rakibi ya da düşmanı değil dostudur. Ancak çeşitli nedenlerle insanlar tarafından korkutulur, zarar görür veya canı yakılırsa kafasındaki “dost insan” imajı değişkenlik gösterebilir. Sonuç olarak bu saldırganlığın sorumlusu insandır.
İktidar güçleri toplumsal çürümeyi büyüterek güç alanını genişletmek isterken şiddetin toplumsallaşmasını yaygınlaştırmak istiyor. Ezilen kimlik ve inançlara yönelik gelişen düşmanca söylem ve fiziki saldırılar bu yüzden hayvanlara karşı da yöneltilmiş durumda. Toplum kör şiddetin içerisinde ne kadar çok boğulur ve yozlaşırsa egemenler açısından yoksul emekçileri, ezilenleri baskı altında tutmak o kadar kolay olur.
“Başıboş” Olmak
1964 yılında çekilmiş olan Avare filminde Sadri Alışık kaldırım kenarında oturup sokakta yaşayan bir köpekle dertleşmeye başlar; “İnsanlar parası olmayanı adam yerine koymuyorlar. Benim senden farkım ne. Senin de paran yok benim de. İkimiz de serseriyiz. Ne demek serseri, başıboş, aklına eseni yapan, istediği yere giden, kimseye bağlanmayan demek. Sen de ben de serseriyiz.” 50 yıl önce söylenmiş bu söz hala geçerliliğini korumuyor mu?
Özgür olmak isteyen, sistemin dayattığı ilişki biçimlerini reddedenler serseri, çapulcu, başıboş vb. kavramlar ile hedef gösterilmiyor mu?
Kapitalist, despotik dayatmalar bireyi her an kuşatmak tüm yaşamını belirlemek ister. Bu sistem içerisinde ne insan türüne ne de insan olmayan hayvanlara özgür olmak, başıboş gezmek, aklına eseni yapmak serbest değildir. Her an her saat kuşatılmışlık içinde, özgürlükten uzak yaşamaya mahkum kılınırız. Bu kuşatmayı paramparça etmenin yolu ise insan türü için savunduğumuz temel hakların tümünü hayvanlar içinde savunmaktan geçiyor.
Köpekler kırsalda ve kent yaşamında ciddi adaptasyon kabiliyetine sahip zeki hayvanlar. Ortak kamusal mekanları kullandığımız, sosyal ilişkilerimizin tarihsel olarak güçlü olduğu bu hayvanların bakım ve refahını sağlamakla, onlara yoldaşlık etmekle yükümlüyüz.
Köpeklerin yaşamını doğrudan belirleyecek olan yerel yönetimlerin yetki ve görevlerinin yeniden belirleneceği taslak çalışmanın 31 Mart yerel seçimlerinden önce mevzuatta değişiklik yapılarak uygulanmaya başlanması bekleniyor. Elbette hayvan hakları savunucuları buna karşı aktif bir mücadele içerisinde. Topyekûn bir soykırım ve zulüm sürecine karşı yaşam hakkını savunan insanlar katliama geçit vermeyecektir.