Yeni Normal Değil Yeni Bir Yaşam İçin: “Önce Kadınlar ve Çocuklar!”

Gözden kaçmaması gereken şey özellikle kentli ve çalışan kadınların salgın döneminde mahrum kaldıkları çoğu hizmet ya da desteğin başka kadınların ucuz emeğine ve güvencesiz işlerine dayandığı gerçeğidir. Neoliberal iktidarlar, sınıfsal konumlarına göre kadınları ya başka kadınlardan ya da kurumlardan hizmet satın almaya ya da geleneksel aile bağları içindeki emekli, işsiz, yaşlı kadınlardan destek bulmaya zorladı.

Felaket filmlerinin giderek tırmanan akışında finale doğru klişe bir sahne olur. Hikâyenin kahramanlarını ya da bazen bütün insanlığı tehdit eden her ne ise ondan kurtuluşun herkese yetmeyecek bir çaresi belirir: Bazen batan geminin filikaları, bazen bozulmamış son uzay gemisi, çökmek üzere olan bir gizli geçit ya da küçük bir parça ekmek. O gerilim anında bilinen yasa işlemeye başlar ya da kalabalıktan birisi yüksek sesle hatırlatır: “Önce kadınlar ve çocuklar!”

Evrensel pozitif ayrımcılık diyebileceğimiz bu kurala kimse itiraz etmez. Son anda kaos yaratan ya da kılık değiştiren bazı “haysiyetsiz” karakterler alaşağı edilir ve dramatik ayrılık anlarının ardından savunmasız kadınlar ve çocuklar hayata, insanlığın geleceğine uğurlanır. Kapitalizmin yarattığı krizlerde ise kural hep tersten işler. Savaşlarda, çatışmalarda, ekonomik çöküş dönemlerinde, kıtlık, susuzluk, zorunlu göç zamanlarında; neoliberal, muhafazakâr despotik iktidarlar elinde önce onlar zarar görür, gözden çıkarılır ya da açık hedef haline gelirler.

Dünyayı korkulu bir felaket filminin setine çeviren koronavirüs salgını küresel çapta geriliyor. Hastalığın etkisi azalmış değil ama çoğu ülke ekonomik gerekçelerle “yeni” olarak adlandırılan eskisinden beter bir düzene dönmeye çalışıyor. Salgının derinleştirdiği ekonomik kriz, 6 ay kadar kısa süre içinde dünya genelinde çok daha fazla yoksulluk ve sefalet yarattı. Uluslararası Çalışma Örgütü’nün Nisan verilerine göre sadece ABD’de 22 milyon olmak üzere dünya genelinde 305 milyon kişi işsiz kaldı. Türkiye’de de 8 milyona yakın insanın işini kaybedeceği hesaplanıyor. Bu rakamlar, ailesiyle ve destek olduğu yakınlarıyla salgın öncesinden çok daha kötü bir hayata sürüklenecek milyonlarca gerçek insana işaret ediyor.

Koronavirüs yaşlılar ve kronik hastalar için yaşamsal risk yaratırken, kriz en fazla kadınları ve çocukları etkiledi. Salgın sürecinde “zorunlu” sınıfına giren, düşük ücretli, güvencesiz işlerin büyük bölümünü kadınlar yapıyor. New York Times’ta yer alan habere göre sağlık hizmetleri, perakende sektörü, sosyal hizmetler, gıda üretimi ve dağıtımı alanlarında kadın çalışan oranları yüzde 80’lere ulaşıyor. Bunların yanında, Uzak Doğu’da krizden en çok etkilenen tekstil gibi işkollarında kadınların sayısı ezici oranda yüksek. Ayrıca, geçici işlerde çalışan göçmen kadınlar gibi görünmez olanlar var. Ev temizliği, hasta ve çocuk bakımı gibi işlerde çalışmak üzere başka ülkelere giden milyonlarca kadının bu süreçte işsiz kaldığı belirtiliyor.

Ekonomi uzmanları, yakın tarihli krizlerde ağırlıklı olarak erkeklerin gelir kaybına uğradıklarını ancak bu salgından en fazla etkilenen kesimin kadınlar olduğunu vurguluyor. Bunun en büyük nedeni, kadınların çalıştığı işlerin krizden en fazla etkilenen sektörler olması… Uzun süreceği belirtilen “sosyal mesafe” önlemleri nedeniyle kendi küçük işletmeleri ile geçinen kadınlar için de gelecek çok parlak değil. Krizin ilk dalgada işsiz ya da gelirsiz bıraktığı kadınlar uzun vadedeki daralma sürecinde de toplumsal ve ekonomik kazanımlarını kaybedecek. Bu sürecin, cinsiyet eşitliği mücadelesinde kadınları en temel çatışma alanlarına dönmek zorunda bırakabileceğini söyleyebiliriz.

Kadınların İşleri Kadınlara

Patriyarkanın kadınlara dayattığı görünmeyen emeğin ayrım gözetmeden her hane için arttığı bir süreçten geçiyoruz. Ev içindekilerin bakımı; temizlik, hijyen işleri, çocukların eğitim ve eğlence ihtiyaçları, alışveriş gibi emek yoğun işlerin yanında kadınlar şimdi bir de “evden çalışmak” zorunda kaldılar. Artan bakım ve ev içi emeği konusunda bu süreçte sesini yükselten çok sayıda insan var, ancak bunun kriz dönemine özel geçici bir hal olduğu izlenimi de yaratılıyor.

Burada gözden kaçmaması gereken şey özellikle kentli ve çalışan kadınların salgın döneminde mahrum kaldıkları çoğu hizmet ya da desteğin başka kadınların ucuz emeğine ve güvencesiz işlerine dayandığı gerçeğidir. Sosyal desteği tırpanlayarak özellikle aile alanındaki tüm yükü kadınların omuzlarına yükleyen neoliberal iktidarlar, sınıfsal konumlarına göre onları ya başka kadınlardan ya da kurumlardan hizmet satın almaya ya da geleneksel aile bağları içindeki emekli, işsiz, yaşlı kadınlardan destek bulmaya zorladı. Kadınlara vazife edilen bu işleri çoğu durumda da karşılıksız olarak yine kadınlar yapıyordu. Bu göz boyayıcı destek ağı kriz döneminde birdenbire çözüldüğünde kadınlar kendilerini, geçmişte kaldığını umdukları geleneksel kostümlerin içinde buldular. Aslında toplumsal cinsiyet kalıpları ve cinsiyetler için yazılan roller hiç değişmemişti. Erkek egemen kapitalist dünyanın zihniyeti ve dayattığı işbölümü birdenbire yeniden görünür oldu. Evlerinde şimdilik para ve sağlık krizi yoksa kendilerini şanslı hisseden kadınlar, tüm gün sayısız topu ellerinde düşürmeden çevirmeye çabalarken çocukları da zapt etmeye uğraşıyor: Aman gürültü yapmayın, babalar yan odada önemli toplantılar yapıyor!

Düzenli işleri olan kadınları ayakta tutan sosyal payandalar tek tek balkabağına dönüşürken, sistemin vaat ettiği eşitliğin sınırları da her alanda yeniden beliriyor: “Birlik ve beraberliğe ihtiyaç duyduğumuz bu günlerde size ayrılan özgürlüğün sonuna geldik hanımlar!” Krizlerde işsiz kalan erkeklerin büyük bölümünün yeniden işgücüne dönmesi uzun yıllar aldı. Kadınların herhangi bir sebeple ara verdikleri çalışma hayatına kaldıkları yerden başlamaları ise neredeyse imkânsız. Geleneksel dayatmalara boyun eğmeden, babaya da kocaya da bağımlı olmadan bir hayat sürmeye çalışan kadınlar bu süreçte sadece işlerini değil zorlukla elde ettikleri özerkliklerini de kaybedebilir. Manzaranın en karanlık yanında ise çok daha fazlası var: öldürülen, ev içinde artan cinsel ve fiziksel şiddet, aile içi istismar ve baskıya maruz kalan ve bu süreçte yardım alamayan kadınlar ile bu felaketin doğrudan ya da dolaylı kurbanı olan çocuklar.

Gelecek kaygısının yükseldiği evlerde biriken yorgunluk ve tahammülsüzlük çocuklara yönelmiş öfke ve bazen şiddet olarak ortaya çıkıyor. Evlerini zaten güvenli bir sığınak değil cehennem gibi tecrübe eden bazı çocuklar, sokağa çıkma yasakları ve okulların kapanması sonucunda karanlık bir odada kilitli bırakıldılar.

Karanlık Odada Kilitli Kalmak

Kendi adlarına konuşma imkânı tanımadığımız çocuklar – ki bunun temel hakları olduğunun ısrarla dile getirilmesi gerekiyor – salgının en görülmeyen kesimi oldular. Onların varlıkları daha çok okullarından uzaklaşmış olmaları ve ebeveynlerinin “verimliliği” konusunda yarattıkları sorunlarla akla geliyor. Sınıfsal farklar, çocukların barınma, beslenme, sağlık gibi temel ihtiyaçlarının karşılanmasının yanında fiziksel, duygusal gelişimlerinin desteklenmesi sürecinde de eşitsizliği artırıyor.

Kentlerde az bir nüfus bahçeli müstakil evlerde barınırken, çocuklu ailelerin büyük bölümü açık alana erişimi olmayan betonarme evlerde sıkışıp kaldı. Uzaktan eğitim uygulamaları hem öğretmenler hem çocuklar için göstermelik bir dayatma halinde sürüyor. Ne internet erişimi ne de bilgisayarı olan ya da ikisinden birine düzenli ulaşamayan milyonlarca çocuk yok sayılıyor.

Zorlaşan ekonomik koşulların, sosyal bağlardan uzak kalmanın ve hastalığın yarattığı anksiyete ve stres ortamında çocuklar en zayıf halka… Yüksek riskli işlerde çalışan ebeveynlerin büyük çoğunluğu zorunlu olarak çocuklarından ayrı yaşıyor. Gelecek kaygısının yükseldiği evlerde biriken yorgunluk ve tahammülsüzlük çocuklara yönelmiş öfke ve bazen şiddet olarak ortaya çıkıyor. Evlerini zaten güvenli bir sığınak değil cehennem gibi tecrübe eden bazı çocuklar, sokağa çıkma yasakları ve okulların kapanması sonucunda karanlık bir odada kilitli bırakıldılar. Doğayı ve insan emeğini metalaştırmakla kalmayıp yeni nesilleri ucuz işgücü ve mülk olarak gören bir düzende, çocuğun gerçek yararını gözetmek nasıl mümkün olabilir ki?

Gündelik yaşamın öğütücü akışının aniden kesintiye uğramasıyla çocuklar için başka bir filmin fragmanı da dolaşıma çıktı. Küresel salgın; uzayan mesailer, sınırlı izinler ve yorucu çalışma şartları nedeniyle çok küçük yaşlarda hatta aylarda bakım verenlerinden ayrılan milyonlarca çocuğu ebeveynlerine kavuşturdu. Birçok evde babalarını görmek için geç saatlere kadar ayakta kalan çocuklar erkenden mışıl mışıl uyumaya başladı. Tüm hane sakinleri bir arada geçirebilecekleri, kendileri için üretebilecekleri ama sistemin onlardan çaldığı zamanın genişliğine şaşırıyor. Yetişkinler, büyümesine eşlik edemedikleri çocuklarıyla bağlarının güçlendiğini dile getiriyor.

Bu deneyimin bize bir kez daha gösterdiği üzere yalnızca kapitalizme karşı verilen mücadelede değil geleceğin dünyasının inşasında da, kadınlar ve çocukların yaşam koşulları en kıymetli turnusol olacak. Öyleyse, o çok bilinen repliği bütün insanlığın kurtuluşu için güçlü bir slogana çevirebiliriz: Evlerin içlerinden, en masumların yüreğinden, sokaklara, işyerlerine ve sınırları silinmiş bir dünyaya doğru genişleyen başka bir hayat için “Önce kadınlar ve çocuklar!”

 

 

Yararlanılan Yazılar:

[1] https://www.nytimes.com/2020/04/18/us/coronavirus-women-essential-workers.html

[2] https://www.theguardian.com/world/2020/may/24/pink-collar-recession-how-the-covid-19-crisis-is-eroding-womens-economic-power

[3] https://www.wsj.com/articles/coronavirus-employment-shock-hits-women-harder-than-men-11589535002

[4] https://www.weforum.org/agenda/2020/05/what-the-covid-19-pandemic-tells-us-about-gender-equality/

[5] https://www.unwomen.org/en/news/stories/2020/4/feature-women-workers-hardest-hit-by-covid-19-in-bangladesh

[6] https://www.dw.com/tr/ara%C5%9Ft%C4%B1rma-karantina-sosyal-e%C5%9Fitsizli%C4%9Fi-peki%C5%9Ftiriyor/a-53222399