Peki, Ülkenin Yangın Merdiveni Nerede?

Dilara Ermanoğlu, 35-40 gündür revir hemşiresi olarak çalıştığı Bolu Kartalkaya’daki Grand Kartal Oteli’nde çıkan yangın sonucunda hayatını kaybeden 78 kişiden biri. 24 yaşında, mesleği paramedik; atanamadığı için otelde çalışmaya başlamış. Kalp rahatsızlığı olan babasına göz kulak olmak için memleketi Mardin’den gitmiş, cinayet mahalline. Babası Hasan Ermanoğlu, yangın çıkan otele yakın başka bir otelde çalışıyor. Ona göz kulak olmak için gelen Dilara’nın otopsisini beklerken kap krizi geçiriyor.

Sadece bu sosyal cinayetin anatomisine bakarak bile, devletin denetim kurulları ve yetkilerinin piyasaya terk edilişini, parasını ödediği müddetçe gerçek anlamda önlem almadan ve denetimlere tabi tutulmadan kazancını arttıran sermaye sınıfını, çıplak kâr hırsı karşısında insan canının ucuzluğunu apaçık görebiliriz.

Friedrich Engels, İngiltere’de Emekçi Sınıfların Durumu kitabında kapitalizmin sadece bir artı değer soygunu olmadığını, aynı zamanda bir cinayet düzeni olduğunu söyler. Her gün çalışmak zorunda kaldığı, çalışırken emekçilerin hayatını kaybettiği bir cinayet mahalli.

Bu cinayetin anatomisi de Soma, Beşiktaş, Esenyurt, Davut Paşa, Van Bayram Otel, Antakya, Adıyaman, Besni, İliç’te olduğu gibi, bizi şuraya çıkartıyor: Bu sistemde can güvenliği alınan tek şey sermaye birikimidir. Bunun gerçekleşmesi için her şey göze alınır, ölümler de.

Babadan Çocuğa Kölelik Düzeni                            

Geçtiğimiz yüzyılın sınıf mücadeleleri ve devrimci hareketlenmeleriyle sağlanan politik ve toplumsal düzlem, bu yüzyılda emperyalist merkezler tarafından tasfiye ediliyor. Sosyal devletlerin son kırıntıları da temizleniyor.

Savaşlar, çatışmalar, krizler “yukarıda” emperyalist merkezler arasında yaşanırken, esasında “aşağısı” için mülksüzleştirme, proleterleştirme, köleleştirme diye özetleyebileceğimiz yeni bir düzen kurulmaya çalışılıyor.

Ülkedeki ve hatta şimdi hayallerini kurup planlarını da yaptıkları bölgedeki taşeronluğunu üstlenen AKP-MHP iktidarı bu düzeni Mehmet Şimşek programı ile ya da OVP dediğimiz saldırı programıyla tesis etmeye çalışıyor.

Bütün bir coğrafyanın yeniden inşası; köylerin, kasabaların sanayileşmesi; madenin, suyun, toprağın sömürüldüğü; bütün Anadolu’ya yayılan bir proleterleşme hikayesi. Orta Vadeli Program bu. Bu programın işleyebilmesi için nüfusun bütün katmanları ve yaş gruplarıyla işçileştirilmesine ihtiyaç duyuluyor. Aynı zamanda bu işçi yığının çok ucuza çalıştırılmasına. Sadece ücret zammı isteyen işçilerin neden devletin kolluk güçleriyle karşılaştığının cevabı da işte burada.

Türkiye’nin en büyük sermaye gruplarından olan Koç Holding ile Millî Eğitim Bakanlığı’nın iş birliğiyle adımları atılan, daha sonra piyasanın ihtiyacına göre düzenlenen MESEM projesi de bu ihtiyacı karşılamak üzere başlatılıyor.

Babadan çocuğa güvence namına aktarılan kırıntıların dahi yok edildiği, babadan çocuğa uzanan kölelik düzenine varıyoruz. Dilara, bu kölelik düzeni içerisinde çalışırken hayatını kaybetti. Sermayenin maliyetleri düşürmek için yangın tedbirlerini almadığı, her türlü kolaylığı sağlamak için mevzuatların sermaye için değiştirildiği, denetimsizliğe yol veren ilişkiler ağı içerisinde; 3 yılda 5,6 milyon dolar kâr eden otel şirketinin 28 bin dolarlık yangın önleme maliyetlerinden kaçabildiği bir düzende öldürüldü.

İktidarın Şok Doktrini

Siyasi rejimin karakterini bu yönelimlerden bağımsız düşünemeyiz.

2025, her cepheden toplumsal alanı kuşatan iktidarın saldırılarıyla başladı. Gece yarısı açıklanan asgari ücret, tek bir merkezden yönetildiği belli olan “siyasal Alevilik” kavramı ile Alevilerin hedef gösterilmesi, Suriye üzerinden yapılan fetihçi söylemler, belediyelere atanan kayyumlar, sosyalistlerin tutuklanması, baroya yapılan operasyon, Gezi’nin hedef alınması, milyonlarca liranın döndüğü dizi sektörüne çökme operasyonu, basının susturulması, sokak röportajında Cumhurbaşkanı’nı eleştiren kadının tutuklanması… Kuşatmanın süreceğini söylemek için kahin olmaya gerek yok.

Kuşatmanın yarılmaması için kudretli bir görünüme, her kesimin bir parça korkmasına ve ayağını ona göre denk almasına ihtiyaç var. Yıllardır zulmünü eksik etmediği Kürtler, sosyalistler, Alevilerden daha geniş bir kesime bu sopayı göstermeli ki sopanın her an herkesin kafasında patlayabileceği bir korku oluşsun. Oyunculara, aydınlara açılan soruşturmalar, eleştirel soru soran gazetecileri ifadelere çağırmalar, meslek örgütünde yer alan yöneticilerin tutuklanması, gözdağı verilmesi, yayın yasakları bu hedefin adımları. Düzen içi muhalefet de artık namlunun ucunda. Herkes ellerini kaldıracak ve devlete teslim olacak.

Bir yandan bölgede kurulan yeni düzen içerisinde yer alabilmek için başlatılmak zorunda kalınan Kürt hareketi ile görüşme; öte taraftan bunun adını koymadan, barış imkanının kolunu kanadını kırarak bu süreci götürmeye çalışma; iktidarın yapmaya çalıştığı şey bu. Laf safsatası arasında boğulan çözüm söylemi, aynı zamanda son dönemde yoğunlaşan saldırıları gizlemek için de kullanılıyor. Sürecin içerisindeki hamleler belirleyici olacak ama iktidar çözüm söylemini teslim olmaya dönüştürerek kanlı bir sürecin yoklanmasına doğru ilerleyebilir.

Muhalefeti hareket edemeyeceği, felçli, sadece kendi gündemleriyle meşgul olan bir pozisyonda bırakmak; Kürt halkına hiçbir şey vermeden ama kendisinin istediğini aldığı şekilde bu süreci sürdürmek; yerel seçimlerle halkın kendisine verdiği mesajı zor ve baskıyla “başarı hikayelerine” inandırarak değiştirmek; belli ki buradan yürüyecek iktidar.

Naomi Klein, Şok Doktrini kitabında IMF’nin ekonomik reçeteleriyle ekonominin tamamen sömürüye açılması için bir toplumun güç kullanımıyla nasıl paramparça edildiğini inceler. Şili darbesindeki işkenceler ile şok terapisi arasında bir bağ kurar. Topluma işkence etmenin yolunu şöyle formüle eder: “Ekonomiye çığlık attırın.” Toplumun bilincini felç ederek etrafta olup bitenlere toplumsal tepki üretememesini sağlamak.

İktidar hem ekonomiye hem siyasete aynı anda çığlık attırarak; kurulmak istenen emek rejimini ve yerel seçim tablosunu alt üst etmeyi bu stratejiyle gerçekleştireceğini planlıyor.

Şok terapisinin şu ana kadar muhalefette işe yaradığı görülüyor. 78 insanın hayatını kaybettiği olayı siyasetin gündemi haline getirmek istememenin herhalde başka bir açıklaması olamaz, bilinç ile beden arasındaki bağlantı kopmuş.

Şüphesiz ki iktidarın saldırıları arka arkaya gerçekleştirmesi ve şiddetini artırması karşısında etkili bir muhalefet olmayışından güç buluyor.

Bir İhtimal Daha

Devrede olan bir seçeneğin zayıflaması, diğer seçeneğin güç kazanmasıyla sonuçlanır mı? Sermayenin restorasyon seçeneğini temsil eden CHP’nin bu süreçte kendisinden beklenen iktidara yürüme perspektifi şöyle dursun, muhalefet rolünü bile oynayamaması, emekçi halkların iliklerine kadar hissettiği öfkenin açığa çıkartılmasında sosyalistleri öne çıkartır mı? İlk soruyla kastettiğim bu.

Kuşatma her cepheden gerçekleşse de iktidar ve aynı zamanda sermaye düzeni karşıtı nesnelliğin güçlendiği ve hatta iktidar tarafından teslim alınamadığı gizlenemez bir gerçek.

Yargı sopasıyla istenilen tüm kararlar alınıp uygulansa da bu kararların meşruiyetleri yok. Bilinçlerde ve iliklerde biriken öfke, adaletsizlik ve sınıfsal duygunun arayışı bir odakla buluşamadığı için kendini bir tepki olarak açığa çıkartamıyor.

Tek tek bütün bir siyasal egemenliği zorlayan tepkiler açığa çıkartamasalar da bir avuç köylü kadın sermaye düzeninin her yerde karşısına çıkabiliyor; Cumhurbaşkanı’nın yasak ilanını fırlatarak grevlerini gerçekleştirip kazanabiliyor metal işçileri. Günlerce yediği dayaklara rağmen direnişlerini sürdürüp kazanabiliyor Polonez işçileri. Bu örnekler iktidarın rıza kapasitesinin zayıfladığını göstermeye yeter.

Kırmızı Pazartesi’den Çıkmak

Ülke yangın yeri. Yangın merdiveni de var aslında, ama toz dumandan kimse yerini göremiyor.

Siyasal egemenliği zorlamayan ama teslim alınamayan direnişlerin birikebileceği siyasi kanalı inşa etmek, düzen muhalefetinin şimdilerde iyice küçülen gölgesinden kurtaracak adımı atmak, dumanı dağıtmamızı sağlayacak olan. Kaçmak, kurtulmak için değil, tam tersine ayakta kalmak ve insanca yaşayabilmek için.

Etkisiz hale getirilmeye çalışılan emekçi halkın büyüyen ama açığa çıkacak odak bulamayan itirazını, ekmek, barış ve özgürlük talepleri ekseninde seferber edecek bir örgütlü yol yürüyüşünü başlatmaya; toplumun tüm kesimlerini bu cephede taraflaştırmaya ihtiyacımız var.

Sosyalistler olarak buraya adım atmazsak, herkesin bildiği ancak engel olmak için kimsenin bir şey yapmadığı cinayetin öyküsünde bulacağız kendimizi.

Scroll to Top