Bir Enkazın Gölgesinde: 6 Şubat’a Dair

Bir kamyon daha geçti önümden. Her geçişte, içimde bir şeylerin yerinden söküldüğünü hissediyorum. Yükün ne olduğunu göremesem de bilirim ne taşıdığını.  Antakya halkının düşleri, anıları, emekleri var orada. Belki ailecek yemek yenilen  eski bir masa ya da mutlu zamanlarda çekilmiş duvara asılan bir fotoğraf…Hepsi ama hepsi bir yaşamın kalıntıları. Kaç kamyona sığar bir hayat? Sahi kaç kamyon yetebilir bir kentin hafızasını taşımaya?…

O sabah, uyandığımda her şeyin yerle bir olduğunu gördüm. Yer sallandığında yalnızca duvarlar değil, yaşamlar ve yaşanmışlıklar da  çöküp gitti. Kendimizi güvende hissettiğimizi sandığımız alanların bize mezar olacağını nereden bilebilirdik ki. Binalar sağlam değildi, tıpkı bizi yönetenlerin vicdanları gibi. Her taşın altından bir ihmalkârlık çıkıyordu, bir açgözlülük, bir göz yummuşluk…

O yıkıntıların arasında dolanırken, ellerimle enkazı kaldırmaya çalışırken fark ettim: Bu sadece bir doğal afet değildi. Bu, insan eliyle büyütülmüş bir felaketti. Deyim yerindeyse afetin katliama dönüştürülmesiydi. İnsan hayatını kâr hesabına kurban edenlerin bize bıraktığı mirastı bu. O gün yalnızca canlarımızı değil, inancımızı da kaybettik. Ama bir şey vardı, hâlâ orada, hâlâ dipdiri: Dayanışma.

Birbirimizi tanımadan, isimlerimizi dahi bilmeden sırt sırta verdik. Bir enkazın altından kurtarılan bir can için sarılan insanların o anki bakışlarını asla unutamam. Orada, o an, yalnızca enkazdan birilerini değil, aynı zamanda bir halkın birbirine duyduğu güveni de kurtarıyorduk. O taşların altından sadece insanlar çıkmıyordu; insanlığın kendisi yeniden doğuyordu.

Yıldönümüne Bir Adım Kala

Yıldönümüne bir adım kala, 6 Şubat’ın yaraları hâlâ taze. Zaman bir yılı daha geride bırakırken, yerle bir olmuş şehirlerin ve yok olmuş hayatların üzerinden iki yıl geçti. Ama o gün, yalnızca bir felaketin değil, aynı zamanda bir halkın yeniden doğuşunun, dayanışma ve direncin simgesine dönüştüğü gündü. Bugün, bu yazının her satırında, kaybettiklerimizin hatırası ve yeniden kurma irademiz birleşiyor. Zaman ilerledikçe, bir halkın sesinin yıkıntıların arasından nasıl yükseldiğini, yıkılan duvarların arasındaki sevdanın, sevgiden tuğlalarla nasıl yeniden inşa edildiğini, edileceğini daha iyi göreceğiz.

Ama dayanışma sadece bir başlangıç olmalı. Yaraları sarmak yetmez. Hep birlikte yeniden inşa etmeli, geçmişin hatalarını bir daha tekrarlamamak için daha güçlü bağlar kurmalıyız. Çünkü bu enkazın asıl ağırlığı, yıllardır alınmayan önlemler ve göz ardı edilen uyarılar. Bu, yalnızca taş ve topraktan oluşmuş bir yıkıntı değil; bir düzenin çöküşü.

Şimdi düşünüyorum: Bu acıyı yaşayan herkes, içinde aynı soruyu taşıyor. “Neden?” Bu, yanıtını bildiğimiz ama yüksek sesle sormaktan korktuğumuz bir soru. Çünkü yanıt, bizi kendi sorumluluklarımızla yüzleştiriyor. Dayanışmayı geçici bir teselli olmaktan çıkarıp, bir dönüşümün gücü haline getirmek zorundayız.

Bugün hâlâ yıkıntıların arasındayız. Hâlâ eksiklerimizle, kayıplarımızla baş başayız. Ama bu yıkıntılar arasında birbirimize uzattığımız elleri, bir çocuğun kurtarılmış bir oyuncakla yüzündeki gülümsemeyi gördükçe anlıyorum: Her şeye rağmen umudumuz var. Ve o umut, yalnızca birbirimize kenetlenerek, hayatlarımızı yeniden inşa ederek gerçek olabilir.

Zeytinliklerden Dönüşen Direniş

Şehir, şimdi farklı bir hâl almakta. Bir zamanlar baharat kokularıyla sarılmış Uzun Çarşı’da artık o tanıdık kokular yok. Çarşıda yürürken burnumuza gelen o tarif edilmez baharat kokuları, yerine betonun soğukluğunu bırakıyor. Nergis çiçekleri, artık eskisi kadar neşeli açmıyor. Hüzünle, ama azimle toprağı sararak, hayata tutunuyor. Zeytinliklerin yerini yeni projeler, yeni düzenlemeler alıyor. Bir zamanlar köylülerle, köy kültürüyle iç içe geçen bu topraklar şimdi, mülksüzleştirilmek ve ranta açılmak isteniyor.

Devlet, bölgede rezerv alanları ilan ediyor ve insanların mülkleri ellerinden alınıyor. Mülksüzleştirilen bu topraklar, geleceğin inşası için değil, sadece kâr amacıyla yeniden şekillendiriliyor. Ama bu toprakların gerçek sahipleri, bu direnişi yalnızca topraklarını değil, aynı zamanda geçmişlerini de savunarak sürdürüyorlar. Çünkü toprakla, kültürle iç içe geçmiş bir halkın iradesi, kolayca kırılmayacak kadar güçlüdür.

Yeniden Kurulacak Şehir

Ve bu halk, yıkıntılarla dolu bir şehri yeniden kurmak için adım attığında, yalnızca binaları değil, insan ruhunu da inşa ediyor. Yıkılmayan sadece taşlar değil, insanların birbirlerine kenetlenen elleri, umudu, direnişi ve sevgisidir. Şehir yeniden doğacak; ama bu doğuş, geçmişin, mülkün, paranın ve iktidarın ötesinde bir şehre dair umut barındıracak. Bu şehri yalnızca kendimiz için değil, tüm dünya için, herkesin bir arada yaşadığı bir yer olarak hayal edeceğiz.

Bir gün o kamyonlar yalnızca taş ve toprak taşıyacak. O gün geldiğinde, bu topraklarda yalnızca yıkıntıların değil, geçmişte bize dayatılan düzenin de tarih olduğunu söyleyeceğiz. Çünkü her kaybın ardından yükselen bir halk, en güçlü temel olacaktır.

Molozların arasında kaybolan sesler, bir gün yeniden yankılanacaksa, bunu sadece duymakla kalmayıp, hayata geçirecek eller de olmalı. Uzat elini…

Scroll to Top