Pontos Neresi, Pontoslular Kim? (4) – Katliam Ve Mübadeleden Geri Kalanlar Ulusal Soykırıma Uğradı – Tolga Güney

Seriye başlarken Helenlerin yaşadığı binlerce yıldan beri “Pontos” olarak adlandırılan bölgenin Sinop’tan başlayarak Rize’ye kadar uzandığını ve bölgede Helenlerin yaşadığını anlatıp, ardından da Pontos Helenlerinin Abdülhamit’in tahta çıkarıldığı 1876’da (1. Meşrutiyet) Hristiyanlara karşı başlatılan soykırım sürecinde yok edilmek istendiğini yazdık. Soykırım sürecinin katliam, mübadele ve asimilasyon sürecinden geçtiğini söyledik, bu süreçlerden katliam ve mübadele ile ilgili yazıları da yazdık.

Yüzyıllardır Osmanlı’nın zulmü ile açlık ve yoksullukla boğuşan Rumlar birçok katliama uğrayıp dili, dini ve kültürü yok edilmek istenmişti. 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren ise bu saldırılar daha da yoğunlaşmış, 20. yüzyılın başlarında ise imha ile karşı karşıya kalmışlardı. Abdülhamit’in 33 yıl süren İstibdat Dönemi ile başlayan İttihat ve Terakki ile devam eden süreçte, Hristiyan nüfusa yönelik ilk tehcir (sürgün) 1911’de Rumlara yönelik gerçekleştirildi. 1916 yılından itibaren ise iki yıl sürecek “Rumların Tehciri” ile bu süreç devam etti. Ayrıca Pontos ve Küçük Asya’da[1] yaşayan 800 bin Rum kayboldu, akıbetleri öğrenilemedi. Pontos’taki kayıpların arasında 25 bine yakın çocuk da vardı. Böylelikle sürgün ve kayıplarla birlikte 1876’dan itibaren toplam 353 bini Pontos Rum’u olan 4,5 milyon Hristiyan katledildi. 

Pontos Soykırımının ikinci etabını ise 1923’te Lozan Antlaşması’na ek olarak yapılan mübadele uyarınca Türkiye ve Yunanistan arasında imzalanan zorunlu göçe tabi tutma izledi. Bu süreçte 1 milyon 250 bin Rum zorunlu göçe tabi tutularak, binlerce yıllık yurtlarından koparıldılar. Bunun yaklaşık 200 bini Pontos bölgesindendi. Bu sürecin de en büyük kaybını kadınlar yaşarken, yüzlerce kadın sürgün yollarında, Yunanistan’da karantina altında intihar etti. Yüzlercesi hastalıklardan hayatlarını kaybettiler.

Geriye Kalanlara Ulusal Soykırım

Soykırımın üçüncü etabı ise geride kalan Pontos Helenlerinin asimile edilmesiydi. Yunan tarihçi Konstantinos Fotiadis, Pontos Rumlarına Yönelik Soykırım kitabında bunu: “Pontos Helenizm’i ailelerin parçalanması ve eşlerin ayrılması gibi başka biyolojik soykırım biçimlerine de maruz kalmıştı. Karadeniz Helenizm’inin kademeli olarak yok edilmesi ve küçülmesiyle sonuçlanacak ölümcül darbeye yol açan da bu soykırımdı. Aynı derecede güçlü darbe Helenizm üzerinde zorla Türkleştirme ve etnik kökenlerine tümden yabancılaştırma yoluyla gerçekleştirilen ulusal soykırımla gelmişti.”[2] diyerek açıklıyor. Böylece bölgede Türkleştirme adına alınan önlemler ile Romeika konuşmanın yasaklanması, Ortodoksluğa dair tüm izlerin silinmesi ile Helenizm hiç olmamış gibi davranıldı. Fotiadis’e göre bu baskı Türkleştirilen Helenlerin “Yunan anıtlarının ve Yunan uygarlığının soğukkanlı yıkıcıları olmalarını”[3] sağladı.

Zaman zaman Pontos kimliğinin aşağılama ve ötekileştirme aracı olarak kullanıldığı bölgede günümüzde Ortodoksluğun meşru olmadığı gerçeği ise sürekli olarak diri tutuldu. Bölgede yıkılan ya da müze olarak kullanılan birçok kiliseden daha “şanslı” olan Sümela Manastırında 11 yıldır yapılan “Meryem Ana’nın Göğe Yükseliş Günü” ayini de sürekli olarak hedef gösterildi. Binlerce yıldır 15 Ağustos’ta yapılan ayin, yaratılan suni “Trabzon’un fethi günü” nedeniyle geçen yıl 23 Ağustos’ta yapıldı. Yine hedef gösterilen Fener Rum Patriği Bartholomeos ayine katılmadı.

Yine Göç

“Müslüman” olan Rumlar, önce Pontos’tan uzaklaştırılarak, konuştukları Romeika’dan ve Helen kültüründen koparıldı. Bunun en önemli aracı ise yine göç oldu. “Müslüman” Rumlar, çeşitli tarihlerde birçok bahane ile yurtlarından sürgün edildi. 1929 yılında Trabzon Çaykara ilçesinde gerçekleşen sel felaketi bahane edilerek buradaki nüfus Trabzon’un Maçka ve Pelitli ilçelerine, Erzincan’ın Tercan, Mercan ve Çayırlı ilçelerine, Bayburt ile Muş illerine gönderildi. Yine 1959’da yaşanan selden 6 yıl sonra 1965’te Pontoslular Hatay’ın Kırıkhan ilçesine, Van’ın Özalp ilçesine gönderilirken 1967’de Bursa’nın Orhangazi ilçesine ve 1973’te Çanakkale-Gökçeada ile 1974’te Kıbrıs İskele kentine zorunlu göçe tabi tutuldu. Yaşanan bu göçlerin iki temel özelliği vardı. Birincisi Türkiye ne zaman Kıbrıs’a ve Kıbrıs Rumlarına yönelik agresif adımlarını (1963, 1974) atsa İstanbul ve Pontos Rumlarını hedef aldı. İkincisi ise Romeika konuşan halk özellikle Kürt ve Alevilerin yaşadığı bölgeler ile Kıbrıs ve İmroz gibi Hristiyan Rumlarının yaşadığı bölgelere gönderilerek, iki halk da aynı anda asimile edilmek istendi. Çünkü katliam ve mübadeleden kurtulan Pontoslular, kendi kimliklerini gizlemek için daha fazla “Türk” olduklarını söylemeye başlamıştı. Yani geride kalanlara Türk olma lütfu bahşedildi ve bu “imtiyazdan” sonuna kadar yararlanmaları için yoğun bir propaganda yürütüldü.

Ekonomisi Elinden Alındı

Bu toplu göçlerin yanı sıra yine Pontos bölgesinden Türkiye’nin çeşitli bölgelerine çok sayıda göçler yaşandı. Osmanlı döneminde iktisadî kapasitesi yüksek olan ve ticaretin merkezlerinden olan Pontos kentleri cumhuriyet ile birlikte bu özelliğini kaybetti. Bunun etkisiyle özellikle 1970’li yıllardan itibaren Pontos kentlerinden hem Avrupa’ya hem de Türkiye’nin büyük kentlerine yoğun bir göç başladı. Başta İstanbul, Bursa ve Kocaeli olmak üzere sanayinin yoğunlaştığı kentlere gelen Pontoslular burada metal, inşaat, döküm gibi en ağır işlerde çalışıp, şehrin kenar mahallelerinde yaşadılar. Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) 2022 verilerine göre de en az genç nüfusa sahip olan kentler Pontos kentleri olurken, bu kentlerde nüfusun yüzde 14’ünden daha azını gençler oluşturuyor. Bu göç aynı zamanda halkı, dili ve kültüründen koparan bir asimilasyon sürecine sürükledi.  

Eko-Kırım da Göçe Zorluyor

Tekçi devlet anlayışının neoliberal politikalar ile birleşmesi sonucu ise Pontos kentlerinde yaşanan eko-kırımlar ise bir başka göç ve asimilasyon dalgası yaratmaya devam ediyor. Geçim kaynağı olan fındık, çay ve tütün gibi ürünler için uygulanan politikalar ile Pontos kentlerinin ilk olarak Hidroelektrik Santrali (HES), son yıllarda ise maden cehennemine çevrilmesi halkı buralarda yaşayamaz hale getirdi. Pontos kentlerinin yaklaşık yüzde 80’ine maden işletme ruhsatı verilirken, Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğü verilerine göre bu oran Gümüşhane’de yüzde 93, Giresun’da yüzde 85, Rize’de yüzde 82, Trabzon’da yüzde 77 ve Ordu’da yüzde 74 oldu. İşletme ruhsatı verilen alanların neredeyse tamamı ise yerleşim yerleri, tarım ve ormanlık alanlardan oluşuyor. Mera ve tarım arazilerinin maden sahaları içinde kalması yüzyıl önce katliam ve mübadele ile göçertilen Pontosluların tekrar sürgüne gönderilmesinden başka anlama gelmiyordu. Geçim kaynaklarını, mera ve yaylarının maden şirketlerine, derelerini HES’lere kaptıran halk, “çareyi” büyük şehirlerde ucuz iş gücü olmakta buldu. Burada kültüründen kopan, dilini konuşmaktan çekinen halk zamanla asimile olmaya mecbur bırakıldı.

En Büyük Rolü Eğitim Kurumları Aldı

Cumhuriyetin en önemli söylemlerinden birisi olan “Muasır medeniyetler seviyesine çıkma” söylemiyle modernleşme atılımları adına eğitimde yapılan değişiklikler ve anadilde eğitimin ortadan kaldırılması ise asimilasyonun başka bir parçası oldu. Osmanlı döneminde bile Trabzon, Gümüşhane, Giresun gibi Pontos kentlerinde Rum okullarında anadilde eğitim verilirken, cumhuriyet bunu ortadan kaldırdı. Kemalist modernleşmenin kurumları olan Köy Enstitüleri, Halkevleri gibi kurumlar ise asimilasyonunun işlevsel araçları oldu. Bütün Türkiye’yi Türkleştirmenin aracı olan bu kurumlar, yurttaşları köylü, Müslüman, Rum, Laz, Hemşinli, Gürcü, Çerkes vb. olmaktan çıkarıp, modern laik Türk’e dönüştürdü. Kendilerine hâlâ Rum, Laz, Gürcü, Hemşinli diyen bu halklar artık yaşanan bir kimlik olmaktan çıkarak, kökene ait unsur ve en ilerici unsurlarda bile “mozaik” olarak gösterildi. En ücra köylere kadar kurulan bu kurumlardaki öğretmenler, öğrencilere gerek “Hemşince, Lazca, Rumca, Gürcüce vb. konuşmayın, diliniz bozulur”, “okulda zorlanırsınız” gibi “tavsiyelerle” gerekse “Bunlar köylü, dağlı dili” gibi aşağılamalarla gerekse de şiddet ve baskı ile bu dillerin konuşmasını yasakladı. Halkların dilleri folklorik unsurlar olarak sunuldu, Türkçe ise modern ve ilerici olarak konumlandırıldı. Dolayısıyla bu kurumlar asimilasyon üzerinde önemli bir etkiye sahip olmuştur. Trabzon’da 1920’li yıllarda yüzde 30 oranında Rumca konuşulurken, bugün kentin sadece 70 köyünde Rumca konuşulur hale geldi. Anadilde eğitimin olmaması ve kalanların metropollere göç etmesi nedeniyle de genç nüfus dilden uzaklaşırken, UNESCO’nun “Tehlike Altındaki Diller Atlası”na göre, Romeika tehlike altındaki diller kategorisine alındı. 

Yerleşim Yerlerinin İsimleri Değiştirildi

“Anadilini unut Türkçe konuş” ile başlayan dil operasyonu “İsmini, sokağını ve apartmanın adını değiştir” ile devam etti. Kimliklerin bastırılması ve zamanla silinmesine yönelik bütünlüklü olarak yürütülen operasyon ile Pontos’taki tüm Helen izleri silindi. O kadar ki 1930’lu yıllarda çarşı, pazarı denetlemesi gereken zabıtaya, vatandaşın sokakta Türkçe konuşmasını denetlemesi ve konuşmayana para cezası kesmesi görevi de verildi.

Yer adlarının silinmesi ile Pontos’un Helen belleği silinmek ve yeni kimlik edinmesi sağlanmak istendi ve 1940’ta İçişleri Bakanlığı’nın hazırladığı 8589 Sayılı Genelge ile isim değiştirmeler başladı. Bu genelgeyle valilikler tarafından dosyalar oluşturuldu ve sistematik olarak yer adları değiştirildi. 1941 yılında yapılan Birinci Türk Coğrafya Kongresi ile Türkiye’nin 7 bölgeye ayrılması kararlaştırıldı ve Pontos, Lazistan coğrafyasına Karadeniz adı verildi. 1949’da 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu ile yer adlarının değiştirilmesi işlemleri yasal bir dayanağa kavuştu. 1957’da ise “Ad Değiştirme İhtisas Kurulu” kuruldu. Bu süreçte Rize’de 105, Trabzon’da 390, Giresun’da 167, Ordu’da 134, Samsun’da 185, Gümüşhane’de 343 ve Tokat’ta 245 köy adı değiştirildi.

Ancak türkülerde, şarkılarda Güneysu halen Potomya olarak adlandırılmaya devam ederken, özellikle Trabzon’da insanlar köylerinin Rumca isimlerini hâlâ kullanıyor.

Rum Ezgilerine Türkçe Sözler Yazıldı

Dil asimilasyonu ve kültürün yok edilmesinin belki de en önemli ayağı müziğin Türkçeleştirilmesi oldu. Bu kapsamda İstanbul Belediye Konservatuarı (bugün İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarı) öğretim üyelerinden bir grup 1926 yılından başlayarak cumhuriyet kadrolarının talimatıyla çeşitli geziler düzenledi. Bu gezilerin dördüncüsü ise Pontos ve Lazistan’a yapıldı. Sinop, Giresun, Trabzon, Rize, Gümüşhane, Bayburt, Rize ve Artvin illerini kapsayan bu gezi sırasında, Pontos şarkıları notalara dökülüp kayıt altına alındı. 1967 yılında ise bu kez TRT tarafından aynı amaçla Pontos ve Lazistan’a gönderilen bir ekip, ezgileri bant kaydı altına aldı.

Buralarda derlenen ve kayıt altına alınan bu ezgilerden bir kısmı sözlerinden koparıldı ve Türkçe sözler yazılarak özünden koparıldı. Yani şarkıları Türkçeye tercüme etmek de değil, tam tersine yeni şarkı sözleri yazıldı ve böylece şarkılar da Türkçeleştirildi (türküleştirildi). Halk, bildiği, tanıdığı bu ezgileri Türkçe sözlerle dinlemek zorunda kalırken, adı da “Türk Halk Müziği” oldu. Örneğin “Derelerin Taşı”, “Karadeniz’in Dalgası”, “Maçka yolları taşlı”, “Trabzon’un yolları”, “Ben seni sevdiğimi dünyalara bildirdim”, “Gemiler Giresun’a” ve “Kalenin Bedenleri” gibi Rumlara ait birçok besteye Türkçe sözler yazıldı ve günümüzde halen söylenmeye devam ediliyor.

Yani Rum müziği, Laz müziği, Hemşin müziği yok oldu; Karadeniz müziği oluşturuldu. Bu bölgelerde birbirinden farklı enstrüman ve tarzlarda yapılan müzik tekleştirildi. Rum müziğinde belirgin olan enstrüman kemençe iken Laz müziğinde tulum göze çarpıyor. Yine kaval ve davul Trabzon, Gümüşhane gibi Rum şarkılarının yanı sıra Laz şarkılarında da öne çıkıyor. Batıya Samsun’a doğru gidildiğinde ise bir başka enstrüman, zurna kullanılıyor. Halk oyunları da birbirlerinden farklıdır üstelik. Sadece Trabzon’da bile ilçeden ilçeye değişen horon teknikleri, Giresun’da karşılama, Gümüşhane’de Urum (Rum) Tiki oyunları tekleştirilmek istendi. Batısından doğusuna tüm illerdeki kültürel ve etnik farklılıklardan kaynaklanan müzik çeşitliliği yok sayılan Pontos’a “Karadeniz” müziği dayatıldı. Bu arada halk oyunları ekiplerinin giysilerinde Türk bayrağı arması takılması zorunlu oldu.

Kiliseler Yıkıldı, Evlere El Konuldu

Pontos’tan Helen izlerini silmenin bir diğer ayağı ise Rumlara ait bütün yapıların ya yıkılması ya da el koyularak farklı amaçlarla kullanılması oldu. Katliam ve mübadele sonrasında “sahipsiz” kalan manastır ve kiliseler yağmalandı, tahrip edildi, yıkıldı. Sümela Manastırı, Aya Yanni Vazelon Manastırı ve Aya Yorgi Manastırı gibi önemli yapılardaki resimli el yazmaları, ikonolar ve diğer kutsal eserler “kayboldu.” Hatta Aya Yorgi Manastırının kapı ve pencereleri bile söküldü.

Trabzon’da Rum Konstantin Kabayanidis’a ait köşk, Atatürk köşkü adı verilerek Mustafa Kemal’in kişisel varlığı ilan edildi. Yine Trabzon’da 1912 yılında Rumlar tarafından yaptırılan Opera binası 1925 yılında Sümer sinemasına çevrildi. 1956 yılında ise at arabalarının geçişini engellediği gerekçesi ile yıkıldı. Giresun Gogora Mahallesindeki Rum konaklarına el konuldu, bir kısmı Türklere verildi bir kısmı da devlet kurumlarına tahsis edildi. Gogora Kilisesi müze oldu, Kaptan Yorgi’nin anıt mezarı ve yanı başındaki saat kulesi yol geçecek denilerek yıkıldı. Sinop’tan Rize’ye kadar yüzlerce kilise yıkıldı, Rum okulları Türkçe isimler verilerek kullanıldı. Aralarında hastanelerin de bulunduğu tarihi binaların birçoğu askerî kışla haline getirildi. Rumlara ait evler, konaklar ve araziler de paylaştırıldı.


[1] Latincede ve Yunancada Anadolu için kullanılan bir tabir. (e.n)

[2] Konstantinos Fotiatis, Pontos Rumlarına Yönelik Soykırım, Belge Yayınları, sf. 541

[3] Konstantinos Fotiatis, Pontos Rumlarına Yönelik Soykırım, Belge Yayınları, sf. 541

Scroll to Top