2021 yılında Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturan İbrahim Reisi’nin helikopter kazası sonucu ölümünün ardından İran, yeni Cumhurbaşkanı’nı seçmek üzere bir seçim maratonuna girmişti. 5 Temmuz günü bu seçim maratonu ikinci tur seçimleriyle sonuçlandı, Mesud Pezeşkiyan yeni Cumhurbaşkanı olarak seçildi.
Seçimlerde ilk tur %39,93 gibi bir oranda katılımla, ikinci tur %49,68 gibi bir oranda katılımla gerçekleşti. İkinci turda seçim %54,7 ile Said Celili’ye karşı Pezeşkiyan’ın zaferiyle sonuçlandı. Burada ilk göze çarpan şey, katılım oranları açısından 1979’dan beri en düşük katılım oranları ile seçimlerin gerçekleşmiş olduğudur. Üstelik sandığa gidip muhafazakâr adaylara oy vermenin dini vecibe olarak görüldüğü hesaba katılırsa mesele çok daha çarpıcı bir hal alıyor.
Pezeşkiyan’ın seçimlere girme denemesi ilk değildi. Reisi’nin Cumhurbaşkanı seçildiği seçimde de adaylığını koymuş, fakat adaylığı konsey tarafından reddedilmişti. Ne hikmettir ki, bu seçimde beş muhafazakâra karşı (ki aralarında öne çıkan adaylar Celili ve Galibaf’tı) tek reformcu olan Pezeşkiyan’ın adaylığı konsey tarafından kabul edildi.
Hemen belirtelim, reformcu aday derken hepimizin anladığı bir reformculuktan söz etmek zor. Müesses Nizam’ı tehdit etmek bir tarafa onu değiştirmekle ilgili yönelimi de olmayan, sistemin işleyişiyle pek derdi olmayan bir reformculuktan söz ediyoruz. Yalnızca bir dizi gündelik yaşamı ilgilendiren durumlarda yumuşama vaat ediliyor. Kıyafet yönetmeliği gibi. 1997 ile 2005 yılları arasındaki reformcu Cumhurbaşkanı Hatemi döneminde görülen de buydu. Ancak, böylesi totaliter toplumlarda en ufak bir geri adımın bile hızla büyüme riski olduğunu vurgulayalım.
Belirtilmesi gereken bir diğer husus, İran’da Cumhurbaşkanı’nın yetkilerinin sınırlı olduğudur. En üst yetkili merci yüce lider Ali Hamaney’dir. İç politikada Anayasayı Koruyucular Konseyi, dış politikada ise Ulusal Güvenlik Yüksek Konseyi ana belirleyendir. Cumhurbaşkanı bu kurumlara uyumla mükelleftir. Esasında, Cumhurbaşkanlığı makamı seçimlerin gerçekleşmesi bağlamında sistemin meşruiyetini üretmek için bir araç olarak iş görür.
Dış Politika
İran’ın siyasi alanındaki önemli isimlerden Reisi, Çin ve Rusya ile kimi ortaklıklar kurmaya yönelmişti. İran’ın dış politikasını şekillendirmede bu önemli bir adımdı. Reisi, Hindistan ile Çabahar Limanı Anlaşması’nda önemli bir pozisyon da almıştı. Bunlar İran’ın küresel izolasyonunun parçalanması için bir dizi hamleler olarak okunabilir.
Bir taraftan Batı ile diyaloğu diri tutmak diğer taraftan BRICS gibi oluşumlara katılarak Rusya ve Çin ile stratejik ortaklıklar kurmak gibi bir dış politika stratejisi Reisi döneminin rotasıydı. Bir yandan ABD ile nükleer müzakereleri sürekli gündemde tutmak bir zorunluluk olarak yürütmek ve yaptırımların kalkmayacağı bilincine rağmen ticari ilişkilerin öyle ya da böyle sürmesini zorlamak, öte yandan Rusya-Çin ekseni ile askeri ve ticari ilişkilerin sürdürecek özel bir diplomasi yürütmek gibi bir rotadan söz ediyoruz.
Bütün bu politika Ulusal Güvenlik Yüksek Konseyi ile birlikte örgütleniyordu. Radikal muhafazakâr Celili’nin bu politikaların devamcısı olması uygun görülmemiş olacak ki, önce beş muhafazakâr adaya karşı bir reformcu aday ile seçim maratonuna girilmiş, ardından reformcu adayın zaferi ile seçim sonuçlandırılmıştır. Seçimde yenilen Celili, bir bacağını Irak-İran savaşında kaybeden ve seçim propagandası olarak “gerekirse diğer bacağımı da yeni bir savaşta kaybederim” gibi demeçleriyle göze çarpan bir isimdir.
Stratejiler
İran’da sistem risk altındadır. Seçim sandık denklemi inandırıcılığını yitirmiş, toplumun her kesiminden kitleler sandıktan umutlu değildir. Sadece reformcuları kapsayan bir kitleden söz etmiyoruz. Ilımlı ve radikal muhafazakârları da kaplayan bir “umutsuzluk” söz konusudur.
Peki, ya Mahsa Amini protestolarında kendi taleplerini bir mücadele programına oturtmuş olan toplumsal dinamikler?
Seçime katılımın o kadar düşük olduğu bir denklemde reformcu adayın adaylığının kabulü bile, reformcu kitlenin ve çeşitli toplumsal dinamiklerin boykotlarının önüne geçmek içindir. Bu süreç Anayasayı Koruyucular Konseyi’nin özel bir “mimarisi” olarak gün yüzüne çıkmaktadır.
Öte yandan, Pezeşkiyan’ın seçim kampanyasına bakılırsa, muhafazakâr seçmeni rahatsız edecek bir çalışma görülmemektedir. Tersinden reformcuları tamamıyla kapsayıcı bir çalışma da görülmemektedir. Ilımlı muhafazakâr seçmenin de oylarının bu biçimde alındığı görülmektedir.
Kendisi Azerbaycanlı olan Pezeşkiyan, etnik azınlıklar tarafından da ilgi odağı oldu. Sisteme entegre olamayan unsurların bu biçimde başta sandığa gitmeleri sonrasında da sisteme içerilmeleri gibi bir strateji izlenildiği anlaşılıyor.
Diğer yandan ise Sünnilerin de Pezeşkiyan üzerinden umutlarının yükseltilmesi amaçlanmış, siyasetten sistemden ve sandıktan uzaklaşan Sünnilerin tekrar sisteme entegre edilmesi gibi bir stratejinin de etkili olduğu görülüyor.
Dış politikada ise işleri daha karmaşık hale getirmeyecek, işleri yokuşa sürmeyerek Nükleer müzakerelerde katı olmayacak, ticari ilişkilerin gerçekleşmesinde ısrarcı olacak, komşular ile ilişkilerde yumuşayacak bir misyon için Pezeşkiyan iyi bir isimdir.
“Yumuşama”
Sonuç olarak, Mahsa Amini protestolarının etki alanı reformculara kadar genişlemiştir.
İran’da toplumun her kesiminde resmi siyasetten, seçimden ve sandıktan kopuş çok aşikardır. Sistem risk altındadır. Riski tehlikesiz hale sokabilmek için reformcu bir isim ile kopuşma eğilimindeki toplumsal kesimlerin sistem içerisine çekilmesini hesaplayan bir seçim mühendisliği söz konusudur.
İç politikadaki “yumuşama”, kimi sosyal politikaların esnetilmesi, fakat esasen sisteme entegre edilemeyen unsurların sisteme entegresi ile sistemin meşruiyet alanının genişletilmesi olarak okunmalıdır.
Dış politikadaki “yumuşama” ise, işleri yokuşa sürmeden hem Batı ekseni ile diyalogları sürdürerek yaptırımların daha da karmaşıklaşmamasını sağlamak, ama aynı zamanda Rusya ile Çin hattıyla ticari ilişkilerin geliştirilmesini sağlayabilecek bir adayın seçilmesi olarak okunmalıdır.