Yazarlık serüveni ya da
yazı serüveni belirsizliklerle doludur.
Bazıları hep yolda kalır,
bazıları yolda kalır,
bazıları yol açar.
(Ahmet Güneş)
İzmir TÖP Kültür Sanat Meclisi olarak düzenlediğimiz Zamanımız ve Biz Söyleşileri’nin bu yıl son buluşmasında yazmak üzerine konuştuk. ‘‘Yürürken Yazmak’’ başlıklı forum-söyleşide partimiz ve alan çalışmalarımız eksenindeki yazma ve yazamama deneyimlerimizi, devrimci mücadelemizin yazmak ile zorunlu ilişkisi ışığında tartışmaya çalıştık. Tartıştıklarımızı kolektif bir şekilde kaleme alıp tüm yoldaşlarımıza aktarmak ve böylece partinin gündeminde belirgin hâle getirmek istedik.
Bu söyleşide iki soruya cevap aradık:
- Toplumsal özgürleşme mücadelemiz ile yazı yazma faaliyetimizin ilişkisi nedir ve hangi durumdadır?
- Nasıl yazıyoruz/yazamıyoruz?
Yazanın İşi Yürümektir
‘‘Yürürken Yazmak’’ başlığıyla, devrimci mücadelenin büyütülmesi ve devrim yolunun açılmasının bir metaforu olan yürümek fiiliyle, yürümekle birlikte ele aldığımız, hatta bazen yürümeye öncülük etmesini bile umduğumuz yazmak fiili yan yana gelmiş oldu. Sonuçta da yazmak eylemini kendinden menkul bir faaliyet olarak değil -o hâli de değerlidir elbette- mücadelenin içerisindeki gücü ve önemiyle ortaya koymaya çalıştık. Özetle, yaparken yazmak ve diyalektik çevrimi olarak yazarken yapmak üzerine düşündük, söyleştik.
YÜRÜMEK İÇİN YAZMAK
“Gövdemden bir ateş geçti de
ben ona kapılıp yazdım.”
Latife Tekin
Yazmanın huzursuzluğu
Yazmak bazı ön zihinsel, bedensel, duygusal filtrelerden geçer. Yazmak için okumak, düşünmek, duygulanmak gerekir. Tabii bunların yanı sıra en derinde de yazmak için bir derde ihtiyacımız var. Belki bunu kıymık olarak tarif edebiliriz. O kıymık hayati bir risk yaratmaz ama hep bir rahatsızlık verir. O kıymığı çıkarana kadar beden de zihin de rahatlamaz. İşte yazmak da böyle rahatsızlıktan kaynaklanır. Yazmak hayatla yaşanan gerilimin, hayatın bu şekilde (adaletsiz, şiddet dolu, ezen-ezilen ilişkisi üzerinde yükselen) yaşanıyor olmasından kaynaklanan gerilimin dışa vurumudur. Yazmakla, yazıyla bir bütünleşme yaşarız bu yüzden. Yazdığımız şeye dönüşürüz, yazdığımız şey de bize. Bu yüzden hepimizin farklı, kendine özgü yazma ritüelleri vardır: Gece herkes uykusuna çekildiğinde, yahut sabah erkenden zihnin güne yeni açıldığı bir zamanda yazmak gibi günün farklı vakitlerinde yazmayı tercih etmek oldukça doğaldır. İnsanın kendi yazma biçimini, verimli olduğu vakti, ortamı, yeri, içinde bulunduğu hâli (duygu durumunu) anlaması, yazmanın dışarıya olduğu kadar içeriye yapılan bir yolculuk olduğunu da anlatıyor bize. Yani yazan kişinin kendi yazma düzlemini bulması ve oluşturması gerekiyor.
Yazının gücünü çok küçüklükten itibaren seziyoruz ama bunun üzerine çalışmayı öğrenmek kolay olmuyor. Yazı ile ilişkimiz yakınlaştıkça yazmak üzerine çalışmak gerektiğini fark ediyoruz ve ancak denemeler yaparak hangi tür metinler çıkarmaya yatkın olduğumuzu anlıyoruz. Yani yazdıkça yazıyoruz ve yazmaya devam ediyoruz.
Yazmak üzerine çalışmaya başladığımızda okuyucular hakkında, okuyucuların özellikleri hakkında da düşünmeye başlıyoruz. Bu metnin okuyucuları kimler ve düşüncelerimi onlarla hangi kelimeler, cümleler aracılığıyla en etkili şekilde buluşturabilirim, diye kafa yormaya başlıyoruz. Yazdıklarımızı okuyan kişilerle zihinsel, duygusal bir yoldaşlık kurmamız gerektiğini anlıyoruz. Bunun yanı sıra yazan kişinin cümleleri yan yana getirip okura sunması yazara/yazıcıya bazı sorumluluklar da yüklüyor: En az bir özgün şey söylemek, karmaşık, uzun cümlelerden medet ummamak ve elbette kendimizi anlatabileceğimiz en iyi yolları bulmak.
Kendi dilini bulmak
Yazmak büyük bir yönüyle taklit etmekle başlar. Okuduğumuz metinleri, duyduğumuz sözleri, klasikleri, fikir üreticilerinin, şairlerin yazdıklarını hepimiz taklit ederiz; zaten onlar da başta başkalarını taklit etmişlerdir -elbette burada intihalden/fikir hırsızlığından söz etmiyoruz-. Kalemimiz işlerlik kazandıkça kalemimizin yönü belli olur; kendi dilimizi seçeriz, yaratırız, buluruz.
Yazıyı damıtmak
‘‘Yazabilmek için yazmak gerekliliği’’nin yanı sıra yazıya geri dönmek, yazıyı damıtmak; bir yârenin, yoldaşın düzenlemesine açmak yazının olgunlaşması, pişmesi açısından önem taşır. Fikirlerin netleşmesi kolektifliğe ihtiyaç duyar. Örneğin bu yazının pişmesi için gerekli olan zihinsel süreci hazırlamak için birkaç yoldaş birbirimizi motive ettik. Yazarların yazma serüvenini anlattıkları videolardan, yazılardan, podcastlerden, yoldaşlarla yaptığımız beyin fırtınalarından beslendik. Ortak bir doküman üzerinde çalıştık günlerce gitti geldi yazı. Kimimiz yazı için, nasıl olacak, kaygısı yaşadı, terledi, karnında hafif sancılar duydu. Kaygıları ve coşkuları kontrol altında tutarak rahat hissettiği bir zaman yazmaya başladı. Kimimiz de yürümeleri esnasında spontan ses kayıtları yaptı. O kayıtları dinleyerek bir seferde yazıp yakınındekilerle paylaştı ve eleştirilerle düzeltmeler yaptı.
YAZMAK İÇİN YÜRÜMEK
Yazmak fiili, insanlığın son birkaç bin yılına eşlik ediyor ve başta tarihsel bir aktarım aracı işleviyle karşımıza çıkıyor. Ama daha da önemlisi geçmişin tarih hâline getirilmesi yani bugünden düne doğru bir anlamlandırma yaparak geleceği kurma mücadelesinin bir parçası hâline gelmesidir. Yazmak da bu tarihin oluşturulması ve yarına ulaşmasını sağlamak için güçlü yolların başında geliyor.
Buradan hareketle yazmanın toplumsal özgürleşme mücadelesi ile önemli bir ilişkisi olduğunu söyleyebiliriz. Zaten pratikte de bunun karşılığını görüyoruz ve yaşıyoruz. Bugün hatırımızda kalan devrimcilerin pek çoğunu -eylemlerinin yanı sıra- aynı zamanda yazdıklarıyla hatırlıyoruz.
Metinlerin Savaşı
Egemenler tarih boyunca yazıları ve yazanları yok etmeye, görünmez kılmaya, tahrif etmeye, değiştirmeye, bağlamını değiştirmeye dair elinden ne geliyorsa yaptılar. İskenderiye Kütüphanesi’nin yakılması, Hitler Almanya’sında kitlesel kitap yakım törenleri…Çocuk kitaplarının neşriyat sebebiyle budanması, alternatif içeriklerin çocuklarla, gençlerle buluşmasının önüne çekilen sermaye ve devlet engelleri. Kitapların, gazetelerin yasaklanması, gazetecilerin, yazarların tutuklanması… Ya da daha da yakın dönemde rastladığımız şekliyle sosyal medya hesaplarının kapatılması. Bu yasakların sebebi egemenlerin kendi sınıf çıkarlarını içeren durumların evrensel ve değiştirilemez olduğuna bizi inandırma çabasıdır. Bu sınıf savaşı bir yandan metinlerin de savaşıdır hâlen.
Eğer tarihsel bilgi bugüne ulaşırsa insan dünün bugünden farklı olduğunu, yani böyle gelmediğini görecek ve muhtemelen böyle de gitmeyebileceği bilgisine varabilecektir. Onun için geçmiş denilen şey tarih hâline gelebilirse ve geleceği kuracak öznenin kılavuzlarından biri olabilirse işte o zaman diyebiliriz ki: “Geçmiş gelecektir”.
Yazının İşlevi
Yazının bir işlevi kronolojik eksende ulaştırma ise bir diğeri de coğrafyalar ekseninde ulaştırmadır. Şiirlerin dilden dile dolaşması, teorik metinlerin devrimci fikirleri ülkeden ülkeye taşıması, tiyatro oyunlarının çevrilerek farklı diller konuşan halkla buluşması…
Yakın zamanda partimiz bünyesinde gerçekleştirilen Marksist Pedagoji Okuma Grubu vesilesiyle tekrar gündemimize giren alternatif okullara dair pek çok metni bu coğrafyalar eksenindeki aktarım sayesinde edindik. Mesela Barbiana Okulu, coğrafyalar üstü bir esinle öğrencilerinin mektupları sayesinde bizlere ulaşmış oldu. Venezuela’daki El Sistema Müzik Okulu, Yunanistan’daki anarşist okullar, Makarenko’nun sosyalist eğitimin temellerini attığı Gorki Komünü deneyimleri… Pek çoğu metinler aracılığıyla bugüne ulaşmış tecrübeler.
Yazının bir başka işlevi, hakkında yazılan konu ve içeriği yaygınlaştırırken yazıyı oluşturan fikirleri tartıştırma, yeni tartışmalara vesile olma, gündemleştirme ve belki de en önemlisi var olan bir tartışmayı devrimci bir zeminde yeniden incelemedir. Ayrıca yazı, yazan kişinin fikirlerinin ve duygularının berraklaşmasını da sağlar.
NELER YAZIYORUZ?
Her ne kadar pek çok şeyde sözlü bir iletişimi tercih etsek de iyi bir yazılı tartışma ya da aktarım çok daha kalıcı ve odaklı imkanlar yaratıyor. Yine eleştiri yazıları ve polemiklerin de önemi yadsınamaz. Bunlar sayesinde konulara dair güçlü tartışmalar ortaya konabiliyor.
Bir başka önemli yazma biçimi de mektup yazmak. Özellikle de hapishanedeki tutsak yoldaşlarla mektuplaşma. Hapishanede okumak ve yazmak oldukça güçlü bir direnme biçimi olarak işlev görür. Ayrıca tutsaklara moral ve umut verir, zihinlerde tecriti kırar. Hele de tutuklama dalgasının bu kadar yoğunlaştığı bu dönemde mektup yazmanın önemi biraz daha öne çıkıyor.
Tiyatro metinleri de toplumsal mücadelede önemli bir yer kaplıyor. Düşünsenize, 1 Mayıs Marşı gibi önemli bir marş bir tiyatro oyunu sayesinde ortaya çıktı. Yine AST’ın, Ortaoyuncular’ın, Duvara Karşı Tiyatro, Yenikapı Tiyatrosu, Ankara Birlik Tiyatrosu gibi çok sayıda ekip yeni oyunlar yazarak ya da yazılmasına ön ayak olarak bu alanı geliştiriyor.
Bir başka yazma alanı olan şarkı sözleri de toplumun hafızasında yer eden önemli metinler. Uzun uzun anlatılabilecek bir durumu bir nakaratla kitlelerin diline dolayabiliyor şarkılar. Yüzbinlerce insan müzikle iç içe geçmiş sözleri aynı anda birbirine uyarak söylüyor.
Şiirlerin yazıldıkça mücadeleye imgesel ve duygusal anlamda genişlik kazandırıyorlar. Dizeler yoldaşlığımıza duygusal bir köprü oluyor.
Sesleniş metinleri, bildiriler, SM metinleri, web sitesine gündem yazılarının yazılması, fanzinlerin, dergilerin yazılarının yazılması…
Mevcut düzeni değiştirmek ve yenisini kurmak isteyenler her zaman yazma eylemiyle iç içe olacak.
PARTİNİN KALEMİ NE DURUMDA?
Partimiz ve Parti’nin paradigması etrafında konumlanan alan faaliyetleri de hâlihazırda yazmak eylemi ile iç içe. El yazmaları web sitesi için köşe yazıları, Feminerva dergisi için feminist yazılar yazılıyor. Özgürlükçü Gençlik web sitesi ve Serüven Kültür’ün çıkardığı fanzin yazma da faaliyetlerimiz arasında. Zamanımız ve Biz Söyleşileri’nin öne çıkan bölümleri kolektif bir şekilde kaleme alınıyor. Sosyal medya ekibi metinler yazıyor. Halkı bilgilendirmek, çağrı yapmak için bildiriler yazılıyor, eylemlerde topluluğa seslenmek ve etki bırakmak için ajitasyon metinleri yazılıyor. Tanıtım broşürleri yazılıyor. Üye eğitim programları yazılıyor. Alanların faaliyet raporları yazılıyor. Toplantıların notları yazılıyor. Üyelere bilgilendirmeler yazılıyor. Günlükler yazılıyor. Şarkılar, film senaryoları yazılıyor. Röportaj metinleri yazılıyor.
Epeyce yazı yazıyoruz, epeyce de yazamıyoruz. Nasıl yazılıyor, nasıl yazılamıyor? Buyrun forum bölümünden kalanlara…
FORUMDAN AKLIMIZA DOLANANLAR
”Başlamadan önceki an, en zor andır.”
S.King
Doktor Hikmet Kıvılcımlı’nın devrimci yolunu sırtlayarak ilerlemeye çalışan bir topluluk olarak Kıvılcımlı’nın yazmaya dair yoğun çabalarını devrimciliğinin ve mücadelesinin önemli bir parçası olarak gördüğünü biliyoruz. “Düşünce ve davranış birbirinden ayrılamaz.” cümlesinin altını hem sözleriyle hem eylemiyle çizen Kıvılcımlı’daki yazma eylemi şu kavramla öne çıkar: Devrimci bir görev olarak yazmak.
100’ün üzerinde kitap ve broşür kaleme alan Kıvılcımlı’nın iki çuval elyazması 1970 darbesini atlatarak ülke dışına çıkarılabildi. Bu yazmalar birer tarihi eser değil, devrimci mücadelede dünden bugüne uzanan köprünün ayaklarıdır. Tam da bu bakışın bir gerekliliği olarak Kıvılcımlı, toplumu ve tarihsel olayları bir kadavra gibi incelemek yerine canlı bir tarih olarak yazmaya çalışmıştır. Bu canlı yazma üzerine hepimiz düşünmek zorundayız.
Kıvılcımlı’dan mutlaka feyz alınması gereken bir başka şey elde kalem kağıt ile dolaşmak. Yani görülen şeyleri sürekli yazmak, not almak ve elbette bu notlara tekrar tekrar geri dönmek. Yazı yoluyla zihni zinde tutmak.
Toplumsal belleğimizdeki başka devrimcilere baktığımızda da en yoğun zamanlarında dahi kalemlerinin işlediğini görüyoruz. Yürürken ya da koşarken her daim yazmanın en önemli örneklerinden biri Lenin’dir. En çok da mücadelenin yoğunlaştığı zamanlarda yazmıştır. Yine Che Guevara, Mao, Mahir Çayan… Onların da savaş ortamında, içinde bulundukları zamanın içerisinde yazdıkları bugüne ulaşmış ve bugünün mücadelesini beslemektedir. Mücadeleyi, bugünü ve yazmayı birleştiren bir kavram: Zamanın içinden geçerken yazmak. Hele de bunu elinden sözü alınanların gerçekliğini aktarmak için yapmak…
Koşarak yaşadığımız bugünün dünyasında yazamamanın sebepleri çok ama ilk elden konuştuklarımız: yazma ortamı kuramamak, ön hazırlık eksikliği, yazıyı büyüsel/erişilemez kabul etmek, okumamak ya da sürekli benzer okumalar yapmak, yazdığımızla tekrar karşılaşmaktan korkmak, yazıyı aşırı sahiplenmek…
Ortam kurmak, yazmak için gerekli ortamın ve kafa rahatlığının oluşturulmasına işaret ediyor. Tiyatrocu Ferhan Şensoy şöyle söylüyor: “Yazmaya çalıştığım her kitap için ayrı bir masam var, ev masa doldu.” Benzer bir bakışla Latife Tekin’in yazma düzlemine girmek dediği şeyi belki de bu ortam kurmak fiiliyle okumak işimize yarayabilir. Serüven Kültür’deki yazı atölyesinin fanzin deneyimi bu konuda iyi bir örnek. Yazı atölyesinde bir araya gelmek katılan herkeste yazma şevkini yukarılara taşıdı. Yani bir konu daha: Yazmak isteyenlerin bir araya gelip birbirinde yazma şevki, motivasyonu ve düzeni oluşturması.
Yazıya ön hazırlık yapmak, çoğu zaman yazmayı oldukça kolay ve berrak hale getiriyor. Düşünülen fikir, referanslar, imgeler ve nesnelere dair ne kadar derinleşilirse ve konunun etraf okumaları ne kadar genişletilirse yazıda o kadar kolay bir akış yakalanıyor. Böyle olunca spontanlığın gücünü de kağıda dökme şansı buluyoruz. Yani ne yazacağını bilerek kalemi eline almak işleri kolaylaştırıyor. Buna ek olarak yazılacak şeyin sonraki basamaklarını bilmek ve yazıdaki iddianın doğruluğunun yanı sıra “gerçekliği”, yere sağlam basarlığı da yazıyı yazmayı kolaylaştırıyor.
Bireyciliğin öne çıkarıldığı mevcut egemen sistemde, sanat ve edebiyat alanlarında üreten kişilerin dehalaştırılması ile paralel olarak, üreten kişinin ilhamı da salt metafizik hâle getiriliyor. İlham dediğimiz zaten hâlihazırda izleri olan bir duygunun, düşüncenin, benzetmenin, bağlantının karşılaştığımız herhangi bir şeyde vuku bulmasıdır. Özcesi ilham perileri bize gelmez, biz ilham perilerine doğru yürürüz. Bunu yapmak da şu üç fiilin harmanlanmasından geçer: okumak, gözlemek, yazmak.
Yazdıkça dilimiz, diğer dillerden belli düzeyde ayrışır. Bu ayrışma çok değerlidir. Böylece birbirimizin aynısı olmak yerine aynası oluruz. Yazmanın içindeki çoğulculuğu, üslup çeşitliliğini beslemeli yani ‘‘aynı sokağa farklı pencerelerden bakmalı’’yız… Aynı kökten çıkıp aynı ufka bakan kalemlerin dilsel ayrışmalarını, diğer bir deyişle mücadelemizin dilsel, üslupsal genişliğini oluşturmak için kütüphanelerimizin de gözden geçirilmesi gerekiyor. Elbette devrimci mücadelenin temel yayınlarını okumak hâlen en temel ihtiyaç ve görev. Bunun yanında okunacak kaynakların her düzeyde çeşitlendirilmesi de bir o kadar önemli.
Yazı yazan kişilerde, yazıdan hızlıca kurtulma eğilimine rastlarız sık sık. Yazdıklarıyla karşılaşmanın, enine boyuna hesaplaşmanın korkusudur bu ve bu korkuyla hesaplaşmak önemlidir. Yazıya dair en sert eleştiriler de dahil dönüşleri almak, bu aşamada yazıyı aşırı sahiplenmemek, dokunulmaz görmemek gerekiyor. Bu aynı zamanda kolektif yazma biçimi için de gereken bakış açılarından birisi. Yazıyı dönüşler yardımıyla geliştirmek gerekir.
Hiçbir yazı mükemmel olamaz, her yazı üzerine çalıştıkça iyileştirilebilir. Tabii ki bu iyileştirme ihtimallerinin sonsuzluğunun bizi yazıları sonlandıramamaya götürmesine karşı da ayık olmalıyız.
Yürüyen bir yazı yazmak için önümüzde engeller var. Bir de o engelleri aşabileceğimizde bize güç veren kavramlar. İşte o kavramları açığa çıkarmaya çalıştığımız bu söyleşiden bizde kalanlar bunlar. Umarız ki yaptığımız söyleşi ve söyleşiden hareketle yazdığımız yazı, yazmak eylemine dair bir tomurcuk oluşturur.
* Bu yazı TÖP İzmir Kültür-Sanat Meclisi tarafından kolektif şekilde kaleme alınmıştır.