Umudu Yarına Hapsetmenin Politikası: Yarının Türkiye’si Deklarasyonundan Halka Ne Çıkar?

Restorasyon projesinin şaşaalı PR’ı, Yarının Türkiye’si lansmanı ile yapıldı.

Türkiye demokrasisinin tarihi hadisesi diye alengirli laflarla makyajlanıp pazarlanan Kemal Kılıçdaroğlu, Meral Akşener, Temel Karamollaoğlu, Ahmet Davutoğlu, Ali Babacan ve Gültekin Uysal’ın ilk kez bir araya geldikleri 12 Şubat’taki altılı masa demokrasi havarilerinin yan yana gelişi misali duyurularak ilk tantana koparılmıştı, malumunuz.

Nihayetinde, CHP, İYİ Parti, Saadet Partisi, Demokrat Parti, Gelecek Partisi ve DEVA’dan oluşan 6 siyasi partinin genel başkanları, uzun zamandır çeşitli açıklamalar, görüşmeler ve yan yana gelişlerle gündemde tutulan Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem Mutabakat Metni’ni 28 Şubat tarihinde Ankara’da Yarının Türkiye’si şiarıyla kamuoyuna açıklayıp imzaladılar.

Aynı gün, 28 Şubat’ın yıl dönümü vesile bilinerek, gündeme katılıp sahaya sürülen eski Başbakan Tansu Çiller, Yeni Şafak Gazetesi’ne verdiği demeçte, Millet İttifakı’nı parlamenter sistemi getirmek istediği için ihanetle suçlayarak “Toplumu en iyi kucaklayacak girişimin bir merkez sağ partisi olduğu”nu ve yeni bir merkez sağ partinin olmazsa olmaz olduğunu söylüyordu.

Tesadüfe bakınız ki, tam da altı partinin deklarasyonunun imzalayacağı gün Çiller yeniden hortlatılıp sahneye çıkarılıyor ve AKP’nin merkez üssü konumundaki basın yayın organına demeçler veriyor ve ülke tarihi boyunca parlamenter sistemdeki koalisyon tabloları yüzünden Türkiye’nin yönetilemediğine işaret ederek, altını çize çize parlamenter sistemin millete umut olamayacağını ifade ediyordu.

Malumunuz, çok yönlü hamle ve yöntemlerle sürece müdahale etmeye çalışan Cumhur İttifakı, epeydir Millet İttifakı’nı tasfiye etme düzleminden, ittifakı presleme düzlemine geçmiş durumda. Öyle ki bizzat Erdoğan  kendince bir Öcalan hesabı yaparak, ittifakın içini dinamitlemek adına, Abdullah Öcalan kartını(!) bile devreye sokmaktan geri durmamıştı, hatırlarsanız.

Şimdi, Çiller’den umdukları medet de benzeri bir yöntemin ürünü gibi görünüyor. İttifaklar üzerinden seyreden fiili seçim atmosferinde, sandık önümüze konulunca seçim aritmetiğinde bu yöntemler nereden ne koparır, rakamlar kimin yüzünü güldürür bilinmez ama; iktidar cenahı, hiç şüphe yok ki, sandıkta galip gelebilmek için evvelinde her yolu denemekten asla ve kat’a imtina etmeyecektir.

Meselemiz ne sandık hesapları ne Çiller’in hortlatılan hayaleti…

Bu yazının sınırları çerçevesinde meselemiz parlamenter sistem ve restorasyon projesinin sınırlarına odaklanmak olacak. Lakin meramımı, Çiller’in parlamenter sistemin umut olamayacağı sözünün doğruluğuna katılan yerden bir ironiyle başlatmak isterim. Çiller haklıydı demek bir sosyaliste her zaman nasip olmaz ne de olsa…

Daha evvel, söz konusu partilerin ilk görüşmelerinin işaretleri kapsamında vaat ettikleri yeni düzenin propagandasının esasını oluşturan ey halkımız seçimleri bekleyin demeçlerinin stratejisini irdelemiş ve güçlendirilmiş parlamenter sistem kimi güçlendirir[1] sorusu etrafında mutabık olunan ana şeyin burjuva düzenin sürmesi ve de devletin bekasının yeniden tesisi olduğunu vurgulamıştım. Söz konusu altılı koalisyon her adımında bu tespiti teyit ederek güçlendiriyor. Kamuoyuna deklare edilen mutabakat metni bunun somutlandığı ana odak konumunda.

Yarının Türkiye’sinde Neler Var 

Öyle ki, Yarının Türkiye’sinde neler var acaba diyerek, davul zurnayla duyurulan mutabakat metnini önünüze alıp baktığınızda, ehven-i şerden öteye gidemeyen, umudu yarına hapsetmenin politikasının yazıya dökülmüş halini görüyoruz yalnızca. Nasıl mı? Açalım.

Evvela, yarın kavramından başlayalım.

Yarın, üzerine çokça düşünülesi ve hatta belki de en azından biz sosyalistler açısından hesaplaşılması gereken de bir kavram… Zira, yarın bizim cenahta neredeyse mitleşmiştir. Çoğu zaman sosyalistlerin ufkunu bile salt gelecek ile çitleyen, iyi niyetli söylemsel bir temenni olarak kullanılagelen bir kavram olarak gelir hep bana…

Muhalefet jargonunda sıkça başvurulan, umut ile özdeşleşen, umutlu yarınları anıştıran ve ama özünde belirsiz bir geleceğe atfedilen yani ötelere itilip ertelenmiş belirsiz bir zamana, muğlâk bir iyilik ve güzelliğe işaret eder. Düşünün bu bizim cenahta bile böyledir, tarihimize dönüp bakınca…. Bizim kavramlarımızı kendine eğip bükerek içeren düzen içi muhalefet için düşünün o zaman şimdi bir de…. Devlet ve sermaye ile göbek bağı olan ve yapacaklarını yaptıklarından bildiğimiz düzen içi muhalefetten bu kavramı işitince, umut tacirliği yapmanın bugünkü kaldıracı olacak bir yarın’dan söz edildiğini anlamak için müneccim olmak gerekmez sanırım…

Öte yandan özenle seçilmiş bir diğer kavram: mutabakat…

Mutabakat, toplumun ihtiyaçlarından doğan toplumsal bir uzlaşıyı tarifler aslında. Ancak söz konusu metin, bir toplumsal mutabakattan ziyade egemen siyasetin liderleri arasındaki bir seçim mutabakatı olma mahiyeti taşıyor.

Bilinçli bir tercihle, toplumsal bir mutabakatmış gibi önümüze getirilen ve ama toplumsal mutabakat dayatması olmaktan öteye gidemeyen ana akım muhalefetin irili ufaklı liderlerinin seçim mutabakatı bu. Zira söz konusu mutabakat metninde, halk yok! Toplumun ihtiyaçları, sorunları, talepleri, özlemleri yok. O yüzden buna bir toplumsal mutabakat demek baştan abes olacaktır.

Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem Mutabakat Metni üzerine daha çok şey yazılacak ve çok şey söylenecek belli ki…

Ancak yapılan değerlendirmelerde öne çıkan kimi tespitlerle aramıza kalın bir mesafe çekmek isteriz. Metin üzerine en çok yazılıp çizilen şeylerden biri deklarasyondaki eksik ve sorunlu kısımlar hususu… Üzerine tek kelam edilmemiş halk gerçekliği mesela.

İşçiler, emekçiler, geçinemeyen milyonlar, kadınlar, gençler, başta Aleviler ve Kürtler olmak üzere halklar ve inançlar… Bu mutabakat metninde yer almıyor. Yok. Neden yok? Eksik mi bırakılmış dersiniz?

Soruyorlar: işçiler bu metinde neden yoklar, kadınların İstanbul Sözleşmesi talebi neden yer almıyor, Alevilerin eşit yurttaşlık talebi, Kürt halkının demokratik çözüm talebi neden yok, neden eksik bırakılmış diye…

Soruyu yanlış sorarsak doğalında cevabı da yanlış olur değil mi?

Neden derseniz, çünkü altılı masanın deklarasyonunda eksik falan yok. İleri gitmek pahasına söyleyelim hatta bu metinde fazlası bile var.

Eksik yok, çünkü parlamenter sistemde dahası yok.

Fazlası var çünkü gerçekte olan bükülerek, -mış gibi yapılıyor.

Sözüm ona halkın kendi kendini yönettiği Türkiye Cumhuriyeti rejiminde, parlamenter sistem derken devlet başkanının siyasetler üssü bir konumda kalarak tarafsız olduğu ve sembolik yetkilere sahip olduğu bir sistemden söz ediliyor. Öyle mi? Hayır. Hiç öyle olmadı. 

Fazlası var. Diyorlar ki, kayyumu kaldıracaklarmış mesela. Mutabakat metni açıklandıktan bir gün sonra bu partilerin parlamentodaki temsilcileri AKP-MHP ittifakı ile birlikte hareket ederek HDP Milletvekili Semra Güzel’in dokunulmazlığını elbirliği ile kaldırmadılar mı? E hani tersini yapacaklardı. Ha pardon ama, bugün değil yarın yapacaklardı değil mi? Peh!

Merkez Bankası’nın bağımsızlığı deniyor, mesela. Merkez Bankası’nın “bağımsızlığı” demek zaten piyasanın denetiminde sermayeye bağlı olacak demek.

TİS, grev hakkı, sendikal örgütlenme bu metinde neden yok diye soruluyor, yine? Çünkü bu altılı koalisyon kendi sınıfına, yani sermaye sınıfına sıkı sıkıya bağlı. O bağlılığı şimdi örgütlü bir koalisyonla güçlendirmeye çalışıyorlar hepsi bu.

İşçi sınıfı zaten, onların bağlı olduğu sınıfın esas düşmanı değil mi? Esas korkuları başta işçiler, emekçiler olmak üzere halkın örgütlü bir mücadeleye geçerek ayaklarına dolanması değil mi? Bunu artık herkes biliyor. Halkın haklı ve meşru öfkesi sokağa taşmasın diye sokağı kriminalize etme gayretlerini ve politik pratiklerini gördük, görüyoruz, görmeye de devam edeceğiz.

Sokak ve halk korkusu ile damgalı kurtarıcı siyaseti başlıkla yazımda, bunu özel olarak uzun uzadıya açmıştım.[2]

Velhasıl-ı önümüze kendilerince bir kurtarıcı manifestosuyla çıktığını zanneden kurtarıcı siyasetinin icracılarının mevcut düzenle, sistemle bir sorunları yok. Dahası, düzeni seçime, sandık içine sıkıştırarak düzeni restore ederek yaşatma gayretindeler.

Hak, hukuk, adalet diyorlar ya hani, hakkı, hukuku adaleti halk için değil, sermaye sınıfının egemenliği ve onun siyasetinin devamı için istiyorlar. Onun iktidarına talipler.  

Sınıflı toplum uzlaşmayla sürsün, sermayenin önündeki engeller temizlensin, özelleştirmeler, rant ve yağma hız kesmeden sürsün, emekçi sınıflar ucuz, esnek ve güvencesiz çalışma koşullarında yedek ordusuyla birlikte düzenin içerisinde ehlileştirilmiş varlıklılarıyla yerini alsın istiyorlar. Bunun adına da güçlendirilmiş parlamenter sistemle onarılmış bağımsız adil yargının tepemizde tabela gibi çakıldığı hukuk devleti diyorlar.

Söz konusu “mutabakat” metni, kendisini Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin karşısında konumlandırarak, çıkışını iktidarın el değiştirmesine dayandıran sistemin sınırları içinde bir restorasyon öneren bir metindir. Dahası değil.

Ve ama en nihayetinde bu ittifaktan bir beklenti içine girilmesinin ve bu beklentinin büyük olmasının bir nedeni de başka bir alternatifin kurulması konusunda halen ayak diretilmesi. O halde, çubuğu köklü bir değişimi getirecek tek ve esas yere yani kendimize bükerek, üçüncü bir ittifakın kurulması ve mutlaka başarılması zorunluluğuna işaret ederek, sınırları seçimle çitlenmeyecek demokratik halkçı bir ortak mücadelede ısrar vurgusuyla bitirelim.

 

 

 

  1. [1] https://elyazmalari.com/2021/10/05/guclendirilmis-parlamenter-sistem-kimi-guclendirir/

 

  1. [2] https://elyazmalari.com/2022/01/17/sokak-ve-halk-korkusu-ile-damgali-kurtarici-siyaseti/