Corbyn’den Sonra: İrtica ve Seçimciliğin Sınırları – The Lever Editöryal Grubu

Jeremy Corbyn önderliğindeki İşçi Partisi’nin seçimlerde uğradığı yenilginin nedenleri ve olası sonuçları üzerine bir dizi yazı çevirmeyi uygun bulduk. Bu yazılardan ilk ikisini yayımlamıştık. Yazı dizimizin üçüncüsünde The Lever’ın editörlerinin ortak metnini Max Zirngast ve Hasan Durkal’ın çevirisiyle ilginize sunuyoruz.

12 Aralık genel seçimi İşçi Partisi için yıkıcı bir yenilgiye işaret ediyor. Bu seçim kampanyası 2010 öğrenci hareketi ve müteakip kemer sıkma politikalarına karşı hareketlerle başlayan Britanya solunun yeniden canlanması sürecinin zirvesi olarak görülebilir. Yenilginin ölçeği epey bir inceleme gerektirir. Sadece seçim süreci boyunca İşçi Partisi’nin uyguladığı strateji ve taktiklerine binaen değil, aynı zamanda bizi mevcut duruma getiren tarihsel süreç göz önünde tutularak…

Bu seçim sürecinde dikkat çekici hususlardan bir tanesi, Corbyn projesine karşı, egemen sınıfın rakip fraksiyonlarının birleşmesidir. Avrupa Birliği (AB) ile ilgili pozisyonların temsil ettiği sermayenin iki kanadının birikim hakkındaki tartışması bir anda bitmiştir. Corbyn’in altyapı yatırımına dayalı sınaî stratejisi kati surette reddedildi. Britanyalı egemen sınıfının hem “çıkma” hem de “kalma” [Brexit tartışması kastediliyor, çev. notu] kanadı devletin yamyamlığına ve proleterleşmeye dayalı bir birikim stratejisini tercih ettiler. Sermaye birleşti. Emek bölündü.

13 Aralık sabahında piyasalar büyük bir şölenle açıldı, Sterlin Dolar’a karşı yükseldi, Corbyn tehdidi geçmiş oldu. Boris Johnson’ın yakın zamanda birleşmiş Muhafazakâr Parti, yine yakın zamanda birleşmiş sermaye tarafından desteklenerek, sadece Brexit anlaşmasını değil, aynı zamanda bir dönemin en irticacı siyasi programını uygulamayı planlıyor.

İskoçya’da neredeyse bütün bölgeleri kazanan bir İskoç Ulusal Partisi’ni (SNP) ve İrlanda’nın Kuzeyi’nde ilk defa sandalyelerin çoğunluğunu alan milliyetçileri gördük, bu vesile ile de Birleşik Krallığın bölünmesi hızlandırılmış oldu.

Bozguna uğramış sol şimdi hem İşçi Partisi’nde hem İşçi Partisi dışında strateji ve taktik hakkında bir tartışmayla yüz yüze geldi. Kilit soru: Buradan nereye gidiyoruz? İrticacılar kendi fırsatlarını görüyorlar ve biz de ileriye doğru net bir yol görmeliyiz.

“Mavi” İşçi Partisi’ne Karşı

İşçi Partisi’nin seçim yenilgisinin ardından, partinin Miliband’ın şahsında cisimleşmiş çok daha merkezci kanadından daha fazla oy oranına sahip olmasına rağmen, medyadaki anlatılar boylu boyunca Britanya’da sol siyaset için hiç yer olmadığı tespitiyle kaynıyor. Ve birçok sözde devrimci, komünist meydanı anında burjuvazinin elverişli anlatılarına bırakıyor!

Gerçekten de hareketimizde birçok insan “mavi” İşçi Partisi’ni yaratma retoriğinin arkasında dizilmeye isteklidir. Sosyalizme yönelik bu yaklaşım, “sosyalist” ekonomiyi sürdürüp hiçbir irticacı toplumsal eğilime dokunmak istemiyor. Bu yaklaşım “liberalizmi” ezilenlerin onları ezenlere karşı mücadelesine bağlayıp, İşçi Partisi’nin yenilgisini Londra’da marjinalleşmiş insanların üzerine yıkıyor.

Bu hem bir strateji, hem de bir niyet beyanıdır. Stratejidir, çünkü meydanı irticaya bırakmanın, kitle kuyrukçuluğu yapmanın ve onların en kötü dürtülerine yüz vermenin İşçi Partisi’ni seçim zaferine götüreceğini hayal ediyorlar.

Peki, işçi sınıfının en yoksul kesimlerinde fazlasıyla temsil edilen kim var? Geniş çaplı bir sistem değişikliği en dolaysız şekilde kimin çıkarınadır? Acımasızca hasmane siyaset ve medya ortamında İşçi Partisi’nin bu kadar ileriye gelebilmesini sağlayan taban örgütlenmesinin büyük bir kesimini oluşturan kimdir? Homofobik ve ırkçılar mı, yoksa çoğu bu hortlakların Muhafazakâr Parti’yi püskürtmek adına tavizde bulunup Tony Blair’in desteklenmesi gerektiğini herkese anlattığı zamandan beri radikal siyasete angaje olan marjinalleşmiş insanlar mıydı?

Meydanı irtica güçlerine bırakınca hiçbir zaman hiçbir şey kazanmadık. Hiçbir şey…

Bütün bu yaklaşımlar, bu ülkenin işçi sınıfının yapısındaki derin değişikliklere cevap vermeyi başaramıyor. Birçok “işçi sınıfı” seçmeninin İşçi Partisi’nden uzaklaşması yıllarca işçi sınıfına ve işçi sınıfının aygıtlarına karşı yürütülmüş sınıf mücadelesinin sonucuydu.

Sınıfımız her zamankinden daha bölünmüş, daha çeşitli ve içindeki kimi unsurlar irticaya daha yatkın. Bu parçaların birleşmesi bizim görevimiz, fakat bunu irticacı unsurlara kuyrukçuluk yaparak değil ancak ileri unsurları birleştirerek, ortadakileri geliştirerek ve geride kalanları kazanarak yapabiliriz.

Merkezileşmiş üretim araçlarının yerine apayrı, düşük ücretli, depo, çağrı merkezi, bakım ve esnek ekonomi emeği geldi. Emeğin yeni biçimleri emekçilerin yeni biçimlerini yaratıyor. Ve yeni emekçiler yeni seçmene dönüştürülebilir. Merkezi endüstriyel üretimden ve onun işçi sınıfı örgütlenmesine eşlik eden biçimlerinin bastırılmasından yola çıkarak, 20. yüzyıl işçi hareketinin doğasında olan muhafazakârlık, dayanışma politikasının öldüğü yerde hayatta kalabilir.

Sonuç olarak, sınıfımız her zamankinden daha bölünmüş, daha çeşitli ve içindeki kimi unsurlar irticaya daha yatkın. Bu parçaların birleşmesi bizim görevimiz, fakat bunu irticacı unsurlara kuyrukçuluk yaparak değil ancak ileri unsurları birleştirerek, ortadakileri geliştirerek ve geride kalanları kazanarak yapabiliriz.

Medya tarafından işçi sınıfına yıllar boyunca yönelmiş siyasi irticanın bütün dayanak noktalarıyla sarılmış bir Brexit’in kazanması sürpriz değil ve bütün o kinayelerin aynısı taze solcu İşçi Partisi’ne ve onun lideri Jeremy Corbyn’e saldırmak için de kullanıldı. Bu kinayeleri siyasetimize dâhil ederek yeniden başlamamız mümkün değil.

Önce de dediğimiz gibi, “Faşizm insanların gönülleriyle ilgili bir şey değil, devlet iktidarını ele almak için bir stratejidir… Sormamız gereken şu ki, kimi kelimeler söylendiği zaman, sosyal ya da ekonomik hangi güçler, kurumlar ve projelere saldırılıyor ve en önemlisi hangi sınıf bu gayrete öncülük ediyor ve kimler bundan faydalanıyor.” Bu momenti yaratan irticanın ideolojik sistemi, seneler boyunca, çok çeşitli imkânlarla emperyalist Britanya devleti ve Britanyalı sermayenin kurumlarına destek imal etmek için dikilmiştir. Bunu, İngiliz devleti ve İngiliz sermayesinin amaçlarını ilerletmesine eninde sonunda destek olmaya söz verdiğimiz sürece avantaja çeviremeyiz. Bu belki İşçi Partisi için kabul edilebilir bir seçim stratejisidir (ve hakikaten var olduğu müddetçe çoğunluğuyla öyle idi), fakat emekçilerin ve ezilenlerin gerçek kurtuluşunu arayanların, eski toplumun enkazlarından yeni toplumu inşa etmeye çabalayanların stratejisi asla olamaz. İrticanın ideolojik sistemi bu seçimde olduğu kadar maden işçilerinin grevinden bu yana hiçbir zaman bu kadar hararetle işleve sokulmadı. Buradan tekrardan öğrenmemiz gereken kilit ders de şudur: Sınıf mücadelesindeki bir artış siyasi baskıların artışıyla karşılık görecek.

Kendimize sormamız gereken şu ki, Muhafazakârlar’ın gitgide artan kemer sıkma sağ politikası ve bağnazlığına karşı, kapitalizmin ezici baskılarına karşı kuvvet oluşturma ve mücadele etmekte, şiddetli bir şekilde ekonomik marjinalleşmeye maruz kalan ve evsiz nüfusunda fazlasıyla temsil edilmiş queer insanlardan kimin daha fazla çıkarı var ki? İnsanlık dışı kesintiler nedeniyle ölen binlerce engelli insandan? Baskılanmaları uygun bir siyasi sopaya dönüştürülmüş Yahudilerden? Brexit’in her aşamasında insanlıktan çıkartılmış ve günah keçisine dönüştürülmüş Müslümanlardan? Kendilerine daha fazla saldırıp, onları soymak için devlete izin veren yeni yasalarla karşı karşıya olan Romanlardan? Bu insanların oturup susması gerektiğini söyleyen herkes sizi işlevsizlik siyasetine fırlatıyor. Sınıflı toplum zulmün her ekseniyle kesişiyor ve devrimci olmak sadece kendi bağnazlığını sorgulamaya zorlamayan cephede değil, her cephede mücadele etmek demektir.

Kemer sıkma politikasının ve yükselen proleterleşmenin vahim durumu önümüzdeki Muhafazakâr meclisle daha da derinleşecek, aynı şekilde amacımızı ve sınıfımızı daha da bölmek amacıyla ezilenlere saldırılar artacaktır. Hakikaten, Brexit’in mimarlarının arzuladığı şey de neredeyse budur: Avrupa açıklarında işçi, sosyal ve çevre haklarının talan edildiği, direnişin irticanın rüzgârları tarafından dağıtıldığı bir “vergi sığınağı”.

Egemen sınıf ve medyadaki egemen sınıf sözcüleri müdahalelerini yaptılar. Kendimizinkini nerede ve nasıl yapalım?

Seçimciliğin Sınırları

Biz de dâhil çoğu insan İşçi Partisi’nin yenilgisinde hayal kırıklığına uğradı. “Tüm partiler aynı derecede kötü, çünkü hepsi burjuva” şeklinde bir iddia fazla basite indirgenmiş olurdu. İşçi Partisi’nin uygulamak istediği reformlar toplumumuzdaki birçok savunmasız insana kemer sıkma politikalarının sert baskılarına karşı ciddi bir rahatlama yaratabilirdi.

Birçoğumuzun eğitim ve örgütleme yeteneğinin gelişmesi, uyanık saatlerimizin çoğunu hayatta kalmak için harcadığımız ve toplu taşıma ücretleri yükselir ve tekrar yükselirken, maaşlarımızın aynı kalması sonucu seyahat etmeye gücümüz yetmediği için engelleniyor. Fiziksel ve zihinsel sağlığımız zarar gördüğü gibi uzun [çalışma] saatleri ve artan kiralar bizden çok fazla şey götürüyor. Birçoğumuzun sınıf mücadelesine verecek bir şeylerinin kalması şaşılacak bir durum.

Bu nedenlerden dolayı hiç kimseyi seçim sürecine stratejik olarak katıldığı için mahkûm etmiyoruz. Ancak tüm kuralları belirledikleri ve tüm kartları ellerinde tuttukları bir savaş alanında burjuvazinin, sınıf dayanışmasını yenebilmesi için mühim bir güç olduğu her zamankinden daha açık. Reformun ötesine bakmak ve yukarıda açıklanan zahmetlere karşı koymak için neler yapabileceğimizi sormak zorundayız. Halkın temel ihtiyaçlarını karşılayan, böylece halkın hayatta kalmak için daha az ve inşa etmek için daha fazla zaman harcamaya yardımcı olacak programları hayata geçirebilir miyiz? Üniversitenin ödenebilir olmamasının sınıfımızın gelişmesinin, öğrenmesinin ve serpilmesinin önüne geçmesini önleyecek şekilde, birbirimizi etkin olarak eğitebilir miyiz?

Bu çabalarla, öncekinden daha ileri gitmek zorundayız. Gıda bankaları tek başına sınıf bilinci yaratmaz. Temel ihtiyaçların sağlanması, siyasi müdahale, önderlik ve en önemlisi uygun örgütsel yapı ile birleştirilmediğinde pasif siyasi özneler yaratır. Bu çabaların merkezinde – doğrudan sermaye ve devletle yüzleşecek – kendi adına eyleme geçebilecek yeni, aktif siyasi öznelerin yaratılması olmalıdır.

Eğer kapitalizmin ötesinde bir dünya hayal edebiliyorsanız, kendi kaderimizi kontrol ettiğimiz bir dünya hayal edebiliyorsanız, yukarıdaki soruların cevabı evet olmalıdır. Son birkaç yılda sıkça yapılan seçimler boyunca seçim sürecine yatırılan kaynakların, zamanın ve enerjinin yarısının bile [seçimler] yerine o amaçlara yönelik yapıldığını düşünün. Muhafazakârların bir zaferinin geri döndüremeyeceği şeylere doğru…

Bu, İşçi Partisi’nden kitlesel bir çıkış tartışması değildir. Projemizin başlangıcından bu yana, parlamento dışı örgütlenmeye odaklanarak hem İşçi Partisi içinde hem de dışında çalışma gerekliliğini sürdürdük.

İşçi Partisi içinde büyüyen kitle hareketinin içeriden bölünme ya da 80’lerde görüldüğü gibi partinin sağ kanadının sol kanadına baskı yaparak onu tasfiye etmesi yoluyla parçalanmasına izin verilemez. Seçim binlerin kolektif enerjisini kazandı ve çoğunluğun hayallerini saran bir platform üretti. Ayrıca (birkaç önemli istisna dışında) şunu not etmeliyiz ki, Corbyn’in çevresindeki yeni hareketin enerjisi sırf medyadan ve partinin sağ kanadından, parti kurumlarından gelen saldırılara karşı Corbyn’in liderliğini devam ettirmesi ve büyük sendikaların parti politikası ve iç demokratik yapılar üzerindeki yumuşatıcı etkisiyle uğraşmak için harcandı. Parti içinde elde edilen kazanımların kaybedilmemesinin yanı sıra, bunların sağlamlaştırılması ve geleneksel blokları ve hareketini sadece bölünmüş bir şekilde tutmaya uğraşan “ılımlılaştırıcı” nüfuzlu kişilerin uzaklaştırılması için bir strateji olmalıdır. Şimdi herhangi bir cephede “ılımlılık” adına silah bırakma zamanı değil. Muhafazakâr Parti ılımlılığı attı, sermaye kemer sıkma yıllarında herhangi bir “ılımlılık” gösterilmesine son verilmesi çağrısında bulundu. Henüz yeni birleşmiş olan irtica güçleri, eskisinden daha keskin ve daha açık bir sınıf savaşı yürütmeyi amaçlıyor. Onları aynı şekilde karşılamalıyız.

Şimdi görevimiz, Corbyn hareketine yakıt sağlayan kurtuluş hayallerinin yenilgiye uğramasına izin vermemek. Kendimizi çelikleştirmeli ve bu enerjileri uzun vadeli devrimci kurumlar içerisinde gerçek karşı iktidar inşa etmeye, özgürleştirici politikalar ve mevcut sisteme karşı devrimci bir karşı koyuşa öncülük edebilecek temelleri yeniden inşa etmeye yönlendirmeliyiz.

Yalnız değiliz. Dünyanın dört bir yanında, Şili, Ekvador, Bolivya, Hindistan, Kürdistan, Türkiye ve başka, diğerleri gibi ülkelerde kitleler kapitalist-emperyalist sisteme ve kapsamlı irticaya toplumsal şartları çerçevesinde karşı koyuyor. Burada ortak mücadele yoluyla birliği sağlamak, dünyanın çalışan ve ezilen halklarıyla birlik kurmanın bir parçasıdır. Kurtuluş davası birçok aksilik yaşadı. Büyük Savaş’ın arifesinde, hareketimizin şimdiye kadar bilinen en büyük yenilgilerinden birinde, aynı zamanda 1917’deki tarihi zafere yol açacak olan tarihsel güçlerin açığa çıktığını kimse bilmiyordu. Kaybetmiş olabiliriz, ama asla alt edilmedik ve kazanacak bir dünyamız var.

 

Bu yazı The Lever’den Türkçeye El Yazmaları için Hasan Durkal ve Max Zirngast tarafından çevrildi. (Yazının orijinali için: https://www.thelever.org.uk/blog/2019/12/22/w6po8rb9xayks2y9dfuhp2mbhsgqyb)