Temsil krizi tartışmaları dönem dönem alevleniyor. Siyaset biliminde başta olmak üzere akademik literatürde üzerine epey kafa yorulan bir kavram. Zaman zaman özensiz ve rastgele kullanılsa da günümüz siyasal evreninde görmezden gelinecek bir kavram değil.
Aslında doğrudan demokrasi genellikle ütopya olarak niteleniyor ve doğrudan karar alma süreçlerine katılım ütopik olarak mahkûm ediliyor. Oysa dünyanın birçok bölgesinde bir neoliberal kriz silsilesi var ve buna bağlı olarak temsili sistemlerin kendisi bir yana parti programlarının kendileri de tartışma konusu. Kapitalist birikim söz konusu olduğunda birbirlerinin kopyası olan yalnızca siyasal spektrumda durdukları yer farklı olan onlarca parti siyasal alanı işgal ediyor.
Yıllardır uygulanagelen neoliberal siyasalar önemli toplumsal sonuçlar yarattı. Peş peşe doğan nesiller neoliberal dünyadan başka bir dünya görmediler. İçinde nefes alıp verdikleri bu dünyada eşitsizlikler git gide büyüdü. Mülkiyet giderek daha da daralan bir azınlığın elinde birikirken bu utanç verici uçurumların derinleşmesi için her yerde hükümetler sadece mülk sahiplerinin kârlarının icra edilmesi için düzenleme yapan teknokratlara indirgendiler.
İşte bu noktada siyasal alanla toplumsal alan arasında bir kopukluk oluşuyor. Milyonları kapsayan güvencesizlik ile siyasal mekanizmalardan koparak yabancılaşma bir araya gelince düzenin hegemonya projesi arıza vermeye başlıyor.
Egemen sınıfların siyasal araçları bir çeşit temsil kriziyle baş etmek zorunda kalıyorlar. Elbette konu sandığa gitmek olunca ülkemiz açısından sandığın hegemonyası devam ediyor. Ama bu, siyasal hareketlerin değil sandığın hegemonyasının bir sonucu. Yani birer seçmen olarak kitleler oy veriyorlar ama oy verdikleri partilerin programlarıyla kendi gündelik çıkarları arasında ciddi bir açı farkı olduğunun da az çok farkındalar.
Bilhassa gençler söz konusu temsil krizinin odağındalar. Şimdi 19 Mart’a imzasını atan gençlik hareketinin gündemine gelmiş bulunmaktayız. Söz konusu temsil krizi iki tarafı keskin bıçak gibi bir etkiye sahip. İki tarafı keskin bıçak, arayış halinde ve karma bir bilinç düzeyini temsil ediyor. Bir yandan neoliberal hegemonya krizinin yükselttiği faşizmin ideolojik evreninden taşınan tınılar diğer tarafta düzene yönelik öfkenin devrimci ifadelerle dile getirilmesi. 19 Mart isyanı bu anlamda neoliberal temsil krizinin saf örneklerinden bir tanesini oluşturuyor.
Olmuş bitmiş bir durumdan ziyade şu anda içerisinde bulunduğumuz siyasal iklimi belirleyen en önemli olgulardan bir tanesi bu. İki ucu keskin bıçak metaforu rasgele seçilmedi. Günümüz neofaşizmi de tıpkı 20.yy faşizmi gibi mülksüzleşen/proleterleşen ve/veya bu tehdidi yaşayan insanlar için yeni bir düzen umudu pazarlıyor: Mültecilerin sınır dışı edildikleri, Kürtlerin başlarının ezildiği ya da emperyalizmin defedildiği bir dünya… Komploculuğun yanı sıra retorik düzeyde bir antikapitalizm ya da antiemperyalizm, Türkçü feminizm gibi bir çeşit feminizm, yani ezilenlerin kurtuluş hareketlerinin bağlamından kopartılmış kötü ama ikna edici bir kopyası sinsice taraftar topluyor.
Bıçağın diğer keskin tarafı şu ki, öfke de yoksulluk da, ezilme de gerçek ve otantik kurtuluş hareketlerinin hızla kitleselleşebilecekleri, neoliberal temsil krizine karşı ezilenlerin gerçek çıkarlarını temsil edebilecekleri olanaklar mevcut.
Bu ikili durum yüzünden 19 Mart’a bakanlar görmek istediklerini gördüler. Evet, faşizan slogan ve söylemler de sahadaydı. Ama arayışta devrimci söylem ve eylemler de sahada. 19 Mart bitmedi. Bu yeni isyan dalgası yakın dönem siyasi hareketlerin tümünü etkileyebilecek bir içeriğe sahipti. İktidarın baskı ve zorbalığı ya da ana muhalefeti etkisizleştirme politikaları kısa erimli sonuçlar yaratabilir. Ama uzun erimli bakıldığında neoliberal dünyanın temsil krizi bir hayalet gibi gezmeye devam edecek.
Ezilenlerin siyasal temsillerinin yalnızca temsil düzeyinde değil de onları özneleştirerek özgürleştirme pratiklerine sokacak tarzda olmalı. Bu da başka bir yazının konusu olsa da şu değinmeyi yapmadan geçmek olmaz. Kitleler kendi çıkarları/ihtiyaçları için mücadele ederek özneleşebilirler. Başka bir tarzda değil. Kitleler kendi ihtiyaçlarını dillendirirken bunu verili koşullarda gündelik bilinçle yaparlar. Bu koşulların ve gündelik bilincin ötesine işaret edecek bir siyasal strateji bugün en önemli eksiklik.
Yeni Yaşam gazetesinden alınmıştır.