AKP-MHP iktidarı uzun süreden bu yana, toplumsal sınıflar ve kesimlerde siyasi ve iktisadi olarak rıza üretme kapasitesini ciddi oranda kaybetmiş, hegemonya krizi içerisinde yol almaya çalışıyor. Dolayısıyla siyasi iktidar açısından hem hegemonya krizini aşmak hem de bu yol alışın yaratmış olduğu boşluğu doldurmak için zora baş vurmak kaçınılmaz. Mevcut rejim zoru, kurulmak istenen nihai rejime içerik kazandıran ve ona rengini veren, bir bütün olarak muhalefetin üstünde sallanan sopaya dönüştürmüştür.
19 Mart itibariyle AKP-MHP iktidarının bu yol alışına karşı ciddi bir toplumsal muhalefet yükselmiştir. 19 Mart hareketi rejime kısmi olarak geri adım attırsa da rejimin tam olarak geri adım attığını ya da yenildiğini söylemek güç. Üstelik rejimin kendisi de bu yol alıştan ve nihai hedefinden vazgeçmiş değildir.
Sınıflar mücadelesi tarihine baktığımızda bir yenilginin imkânları, toplumsal muhalefetin ve mücadelesinin yükselmesinde ve süreklilik kazanmasında yatıyor. Böyle bir yükseliş iktidar koalisyonunu açmaza alıp iktidar blokunda bir çatlak yaratabilir ancak.
Ümit Akçay’ın kavramlaştırdığı hâlini baz alırsak “iktidar bloku, siyasi iktidar ile farklı fraksiyonlarıyla burjuvazi ve dar anlamda kurumlar yani bürokrasinden oluşan bir iktidar yapısıdır. İktidar bloku ekonomik, siyasi ve askeri güç yoğunlaşmasının bir tezahürü olarak görülebilir. Bu üç bileşen arasında emir-komuta ilişkisi yoktur. Çeşitli konjonktürlerde iktidar bloku içinde bazı ittifaklar yapılabilir. Hatta iktidar blokunun bazı bileşenlerinin diğerlerine karşı, farklı tabi sınıf ya da toplumsal gruplarla ittifak yapmaları da söz konusu olabilir”.
Bu yaklaşıma göre iktidar blokuna rengini veren, bir başka ifadeyle ekonomi-politik gidişatı şekillendiren, hâkim sermaye fraksiyonu ile siyasi iktidarın çıkarlarının kesişmesidir. Sermayenin yapısal gücü burada şöyle ifade edilebilir: Kapitalizmde üretim ve istihdam büyük ölçüde özel sektör tarafından gerçekleştirildiği için hem devletin buna uygun dönüşümü hedeflenir hem de iktidar bloku içinde sermayenin çıkarları görece önceliklidir.
OVP İktidar Blokunun Programıdır
2023 seçimlerinden hemen sonra Şimşek’in göreve gelmesiyle birlikte büyük sermayenin çıkarlarının öncelendiğini gördük. Yeni oluşan iktidar blokunun üzerinde anlaştığı Orta Vadeli Program (OVP) görece istikrarlı bir ekonomik büyüme modeline tekabül eden bir birikim stratejisine dayanıyordu. Öte yandan program, daha genelde de toplumun geniş kesimlerinden destek alabilecek bir hegemonya projesi olarak kabul edildi.
OVP’nin iddialı hedeflerinin gerçekleşmesi ancak emeğe daha fazla baskı yapılmasıyla, ücretlerin baskılanmasıyla sağlanabilirdi. Diğer yandan enflasyonu düşürmek için iç talebi baskılamak yani ekonomik büyümeyi yavaşlatmak hedeflendi. Programın en önemli stratejisi ise emek rejimin sermaye lehine yeniden düzenlenmesi hedefiydi. Bu program halkın daha da yoksullaşmasına, emeğin daha fazla baskılanmasına, hayat pahalılığın artmasına yol açtı. Programın yarattığı yıkım artık katlanılamaz bir hal aldı.
İşte bu süreç 19 Mart’ta sokağa çıkan milyonların isyanının yakıtını oluşturdu. Programın yaratmış olduğu yıkıma duyulan öfke sokağın ateşini harlamaya yetti.
Halkın yaşamına göz diken uygulamalar, emekçi halkın hayatını kolaylaştıracak herhangi bir çıktı üretememiş ve çökmüştür. Peki, siyasi iktidar bu yıkım programında neden ısrar ediyor?
Programın çalışıp çalışmaması çok mühim değil. İktidar blokunun içerisinde hâkim sermayenin bu programın devamı konusundaki uzlaşısı söz konusu. Öte yandan aynı zamanda kurulacak nihai rejime mesnet olabilmesi açısından halkın ekonomi yoluyla baskılanması amacını da yerine getirdiği için program uygulanmaya devam ediyor.
Bir diğer husus ise programın AKP-MHP koalisyonuna kazandırdığı hareket kabiliyetidir. Siyasi iktidarın iktisadi ve siyasi olarak tıkanmasının olası sonuçları düşünüldüğünde toplumsal muhalefetin iktidarı sıkıştırması, iktidar blokunun bütünlüğünü korumasını zorlaştırıyor. Bu anlamda siyasi iktidarın hareket alanı daralıyor. İktidar, yeniden oyun kurmanın zorluklarıyla karşılaşıyor. O yüzden mevcut program zaman kazanılması açısından da işlev görüyor.
Ancak unutmayalım ki Erdoğan’ın 23 yıllık iktidarı boyunca sahip olduğu en önemli özelliği kendi bekası açısından yeni oluşan koşullara göre yeni ittifaklar ve bu ittifaklara uygun olarak yeni stratejiler belirlemesi, iktidar blokunu yeniden konsolide edebilmesidir. Dolayısıyla Erdoğan, kendi hedefine giderken farklı sermaye fraksiyonlarıyla dönemsel ittifaklar yaparak, yürüyüşüne devam edebilir. Başarılı olup olmayacağını toplumsal mücadelenin seyri ve sürekliliği belirleyecektir.
19 Mart Sonrası Halk Daha da Yoksullaşacak
Kemer sıkma politikalarına rağmen enflasyon kontrol altına alınamıyor. Mehmet Şimşek’in iki yıllık ekonomi yönetiminde yıllık enflasyon yüzde 38 seviyesinde tıkandı, Türk lirası yüzde 83 değer kaybetti. Ek olarak reel ücretler düşmeye devam etti. Maaş zamları sürekli enflasyonun gerisinde kalırken asgari ücretin alım gücü dört ayda 2 bin 600 TL eridi, gelir adaletsizliği derinleşti.
TÜİK verilerine göre, yıllık enflasyon yüzde 37,86 olarak gerçekleşti. Yılın ilk dört ayında gerçekleşen resmi enflasyon oranı yüzde 13,36’ya çıktı. Buna göre Merkez Bankası’nın yıl sonu enflasyon hedefinin yarıdan fazla bölümü sadece 4 ayda aşıldı. Merkez Bankası’nın sürekli enflasyon düzenlemesi yapması, uygulanan programın işlemediğine dair önemli bir göstergedir.
Enflasyon Araştırma Grubu’nun (ENAG) verileri çok daha çarpıcı. ENAG’ın nisan ayı enflasyon verilerine göre tüketici fiyat endeksi aylık yüzde 4,46, yıllık ise yüzde 73,88 olarak gerçekleşti. Kısacası enflasyon kontrol edilemiyor.
19 Mart günü kısa süreliğine de olsa kurun çok sert yükselişine engel olamamaları, dövize olan talebin artmasına, bu döviz talebinin de enflasyonla birlikte fiyat artışlarına neden oldu. Fiyat artışları DİSK-AR verilerine de yansımış durumda. DİSK-AR’a göre TÜFE’deki artış 2003’ten bu yana yaklaşık 26,3 kat yaşanırken, gıda fiyatları aynı dönemde 39,3 kat arttı. Gıda harcamaları, düşük gelirli grupların bütçesinde en geniş yeri kapladığı için bu artış doğrudan geçim sıkıntısı yaratıyor. Yüksek gelir gruplarında gıdaya ayrılan pay daha düşük kalırken, yoksullar temel ihtiyaçlarını bile karşılamakta zorlanıyor.
Faiz Artışının Sonuçları
19 Mart’ın ardından oluşan ekonomik hasarı önlemek adına politika faizinin yükseltilmesinin en önemli etkisi, reel sektör üzerindeki baskının artması olmuştur. Yüksek faiz oranları, krediye erişimi zorlaştırırken, özellikle küçük ve orta ölçekli işletmelerin finansmana ulaşmasını daha da sıkıntılı hale getirecektir.
KOBİ’lerin emek yoğun sektörler olarak istihdamın yüzde 70,5’ini sağladıkları ve kayıt dışı istihdamın en yoğun sektörlerini KOBİ’lerin tuttuğu düşünüldüğünde buradan çıkarılacak en önemli sonuç işsizliğin daha da artması, işini kaybeden işçilerin sokağa atılmasıdır.
Halihazırda işlemeyen ekonomik programın 19 Mart sonrası ekonomik daralmayla birlikte kaçınılmaz olarak ekonomik yıkım getirmesi muhtemeldir. Muhalefet güçlerinin hareketli olduğu bu süreçte ekonomik yıkımın ağırlığı başta işçi sınıfı olmak üzere toplumun tüm kesiminin üzerine kâbus gibi çökecektir.
Her ne kadar CHP, Şimşek yönetimini giderek daha sert eleştirse de partinin stratejisinin halkın öfkesini sandıkla heba edilebilme riski barındırdığını unutmamak gerekir. Bu nedenle, orta ve uzun dönemli bir ekonomik ve siyasi programa dayanan bir mücadele ile bunun söylem, araç ve kurumlarının yaratılması hayati önemde.
Halkın acil ve gündelik sorunlarını dile getirecek alternatif bir iktidar program önerisi sosyalist solun bakiyesinde mevcut. Ancak süreç sosyalistlerin cüretle buraya girdi yapmasına bakıyor.
Türkiye’de kapitalizmin daha yerleşik olduğu metropollerde 1 Mayıs katılımının çok güçlü olması, özelikle gençlerin ve işçilerin önceki yıllara göre daha fazla katılım göstermiş olması önemli. 19 Mart ve 1 Mayıs arasındaki diyalektik bağın kurulmasıyla önümüzdeki sürecin mücadele biçimleri açığa çıkacaktır. İşçi sınıfının önemli bir bölüğünün -Metal işçilerinin- bu süreçte TİS sürecine girecek olmalarıyla ekonomik taleplerin daha yoğun dillendirileceği ve mücadelenin daha da yükseleceği aşikâr.