Ukrayna’da Ateşkes: Yeni Bir Kore mi Olacak?

2022 yılında başlayan ve üç yılı aşkın bir süredir devam eden Rusya – Ukrayna savaşında, çatışmalar hâlâ yoğun şekilde devam ediyor. Savaşın gidişatındaki belirsizlik, tarafların sahada kesin bir üstünlük kuramaması ve diplomatik çözüm yollarının tıkanmış olması, çözüm arayışlarını farklı yönlere çekiyor. Bu noktada tarihsel benzetmeler devreye giriyor: Sıklıkla dile getirilen önerilerden biri, çatışmanın 1950’lerde Kore Yarımadası’nda olduğu gibi mevcut cephe hattı üzerinden dondurulması, yani bir tür “Kore senaryosu” uygulanması.

Bu yaklaşım, savaşın mutlak bir galibi olmaksızın durdurulabileceği fikrine dayanıyor. Kore Savaşı’nın ardından 1953’te sağlanan ateşkes gibi, Ukrayna’daki savaşın da belirli bir hatta dondurulması, en azından sivillerin korunmasını ve altyapının yeniden inşasını mümkün kılabilir. Ancak bu modelin tarihsel bağlamda nasıl sonuçlar doğurduğu ve günümüz jeopolitik gerçeklerine ne ölçüde uyarlandığı konusu, derinlemesine bir değerlendirmeyi zorunlu kılıyor.

Ukrayna için böyle bir senaryonun ne anlama gelebileceği, yalnızca savaşın askerî boyutunu değil, aynı zamanda diplomatik, toplumsal ve jeopolitik etkilerini de sorgulamayı gerektiriyor. Bu yazı, tam da bu noktada, “Kore senaryosunun” ne olduğunu, nasıl işlediğini ve Ukrayna özelinde uygulanabilir olup olmadığını tartışmayı amaçlıyor.

Tarihten Bir Model: Kore Savaşı ve Kalıcı Olmayan Ateşkes

1950 yılında başlayan Kore Savaşı, Soğuk Savaş’ın sıcak çatışmaya dönüştüğü ilk büyük örneklerden biriydi. Güney Kore’yi destekleyen ABD ve müttefikleri ile Kuzey Kore’nin arkasında yer alan Sovyetler Birliği ve Çin, Kore Yarımadası’nı küresel rekabetin simgesi haline getirdi. Savaş, yoğun çatışmalara, milyonlarca sivil ve askerin hayatını kaybetmesine neden oldu. 1953’te imzalanan Panmunjom Ateşkes Anlaşması’yla silahlar sustu ama barış sağlanamadı. Ateşkesle kurulan Askerden Arındırılmış Bölge (DMZ), aslında kalıcı bir sınır değil, fiili bir cephe hattıydı. O tarihten bu yana taraflar teknik olarak hâlâ savaş halinde.

Bu süreç, uluslararası toplumun bir çatışmayı çözmeden dondurduğunda, o çatışmanın sadece şekil değiştirerek varlığını sürdürdüğünü gösterdi. Barış süreci olmadığında, diplomasi işlemediğinde ve taraflar birbirini meşru görmediğinde, ateşkes sadece bir “bekleme hâli” yaratıyor. Bugün Kuzey Kore’nin nükleer silahlara sahip olması ve Güney Kore ile olan sürekli gerginlikler, bu dondurulmuş çatışmanın ne kadar kırılgan ve tehlikeli olabileceğini ortaya koyuyor.

Bu örnek, Ukrayna savaşı için önerilen “Kore senaryosunun” ne anlama gelebileceğini anlamak açısından kritik bir model sunuyor: Çatışmalar durabilir, ancak savaş gerçekten bitmiş olmaz. Bu hem siyasî hem de insanî açıdan ciddi sonuçlar doğurabilecek bir çıkmaz olabilir.

Ukrayna İçin Aynı Yol Mümkün mü?

Ukrayna’daki savaşın mevcut cephe hattında dondurulması fikri, yani fiilî durumun geçici bir ateşkesle sabitlenmesi, bazı çevrelerce “gerçekçi bir çözüm” olarak öne sürülüyor. Bu öneri, savaşın taraflarından biri olan Rusya’nın kontrol ettiği bölgeleri elinde tutmasına, Ukrayna’nın ise daha fazla yıkımı önlemesine olanak tanıyacağı düşüncesine dayanıyor. Ancak bu yaklaşım, Ukrayna’nın çıkarları, savaş algısı ve siyasî iradesiyle doğrudan çelişiyor.

Ukrayna yönetimi, 1991’de uluslararası hukuk çerçevesinde tanınan sınırlarını temel alan toprak bütünlüğünden vazgeçmeye kesin olarak karşı. Kırım’ın ilhakı ve Donbas’taki ayrılıkçı oluşumlar, Ukrayna egemenleri için kalıcı travmalara neden olmuş durumda. Bu yüzden, cephe hattının kalıcılaştırılması Kiev açısından bir tür yenilgi veya boyun eğme olarak algılanabilir.

Öte yandan Rusya da elinde tuttuğu bölgeleri, özellikle ilhak ettiği Luhansk, Donetsk, Zaporijya ve Herson bölgelerini “vazgeçilmez kazanımlar” olarak tanımlıyor. Kremlin, bu bölgeler üzerinden hem iç kamuoyuna zafer anlatısını sürdürüyor hem de Batı’ya karşı nüfuz alanı oluşturmayı hedefliyor. Bu nedenle Rusya da ateşkes karşılığında bu topraklardan çekilmeye yanaşmıyor.

Ayrıca teknik olarak böyle bir senaryonun işlerliğe kavuşması için yalnızca tarafların mutabakatı yetmez; bu yapının uluslararası aktörlerce tanınması, hukuki statü kazanması ve gözetim mekanizmalarının oluşturulması gerekir. Kore örneğinde olduğu gibi bir sınır çizmek, büyük diplomatik altyapı ve uzun süreli denge politikaları gerektirir. Ukrayna ve Rusya arasında hâlihazırda böyle bir müzakere zemini bulunmadığı gibi, taraflar birbirlerini meşru aktör olarak tanımakta da zorlanıyor.

Kore örneğinde, bir ülkenin farklı ideolojik kamplara yakınlaşan iki iktidarının mücadelesi sonucu meydana gelmiş iki ülke söz konusuydu. Burada ise iki kapitalist devletin savaşı ve emperyalist rekabetteki küresel güçlerin Ukrayna sathında pazarlıkları ile karşı karşıyayız.

Tüm bu unsurlar bir araya geldiğinde, Ukrayna için Kore benzeri bir senaryonun yalnızca askerî değil, aynı zamanda siyasal ve toplumsal açıdan da çok katmanlı riskler içerdiği açıkça görülüyor.

Dondurulmuş Bir Çatışmanın Riskleri

Batılı pek çok siyasetçi ve uzman savaşın gidişatını tartışırken tarafların mutlak zafere ulaşamamasından dolayı oluşan bu pat durumunu değerlendirerek Ukrayna için Kore senaryosunun üzerinde duruyor. Bonn üniversitesinden Rus tarihçi Aleksey Uvarov da bu senaryoyu değerlendirirken dondurulmuş çatışma ifadesinin Kore savaşı ve o dönemin şartlarında gelişen bu modelin özelinde ortaya çıktığını ifade ediyor.

“Dondurulmuş çatışma” terimi, askerî operasyonların sona erdiği fakat barışın sağlanmadığı, düşmanlıkların yalnızca geçici olarak bastırıldığı durumları tanımlar. Bu tip çatışmalarda silahlar susmuş olabilir, ancak temel sorunlar çözülmeden yer altında birikmeye devam eder. Ukrayna örneğinde, olası bir ateşkesle savaşın “durması”, sorunun çözülmesi anlamına gelmeyebilir. Bu durumun taşıdığı riskler çok yönlüdür.

Ateşkes anlaşmaları çoğu zaman nihai bir barış anlaşmasının yerini tutmaz. Bu durum, savaş sonrası düzenin meşruluğunu ve sürdürülebilirliğini zayıflatır. Ukrayna ile Rusya arasında imzalanacak muhtemel bir ateşkes, eğer tarafların sınır, toprak bütünlüğü ve egemenlik gibi konularda ortak bir anlayışa dayanmıyorsa, gelecekte yeni çatışmaların zemini haline gelebilir. Kırım ve Donbas gibi bölgelerin statüsüne dair muğlaklık hem iç hem de uluslararası hukuk açısından kronik bir istikrarsızlık yaratır. Zaten emperyalist paylaşım için çıkan bu savaşta değil ateşkes bir barış antlaşması imzalanıp taraflar anlaşsa bile bu esasen gelecekte çıkacak yeni bir savaşın ateşkesinden başka bir şey olamaz. Ancak örgütlü toplumsal muhalefetin her iki ülkede de kendi iktidarlarını sarsarak bu savaşta kalıcı bir barışı getirebilir. Bunun bilincinde oldukları için Zelenskiy olağanüstü hâl uygulamasını sürekli olarak üç ay uzatıyor ve Putin de muhalif her kesimi yargı sopası ile cezalandırıyor.

Kore örneğinde olduğu gibi, dondurulmuş çatışmalar taraflar arasında yoğun bir silahlanma yarışına neden olur. Ukrayna ve Rusya arasındaki ateşkes, sınır boyunca büyük çaplı askeri yığınaklar, insansız hava araçları ve modern silah sistemleriyle desteklenen bir “soğuk cepheye” dönüşebilir. Bu durum, her şeyin tekrar başa saracağı yeni paylaşım krizlerine gebe bırakabilir.

Donmuş çatışmalar aynı zamanda bölgesel ve küresel dengeler üzerinde domino etkisi yaratabilir. Aslında 8 Aralık 2024 sürecinde Rusya’nın yoğun Ukrayna politikalarından kaynaklı kaybettiği Suriye bu domino etkisine iyi bir örnek. Öte yandan Rusya’nın Ukrayna’da fiilen elinde tuttuğu toprakları bırakmaması, benzer emsal teşkil eden başka krizlerde de “fiilî durum yaratma” taktiklerini cesaretlendirebilir. Çin’in Tayvan üzerindeki politikaları ya da Sırbistan’ın Kosova üzerindeki iddiaları gibi farklı dosyalar, bu örnek üzerinden yeniden şekillenebilir. Bu da küresel rekabette pastadan kendi payını almak için çabalayan emperyalist ve alt emperyalist güçler için bir fırsat kapısı olabilir. Hakeza Türkiye’nin Orta Doğu’daki planlarını İsrail ve ABD direktifleriyle şekillendirmesi gibi, bunu daha öteye taşıyacak adımlar atmasına neden olabilir. Buna tabii ki Türkiye’nin iç siyasal dinamiklerinin de etki edeceğini unutmamak lazım.

Ateşkes sonrası dahi dondurulmuş çatışma bölgelerinde sivillerin güvenliği sürekli tehdit altında olur. Mayınlı araziler, milis grupların varlığı, ekonomik izolasyon ve hukuk boşlukları, özellikle çatışma hattına yakın bölgelerde yaşayan insanlar için hayatı sürdürülemez kılar. Kore’de bu durum kuşaklar boyunca travmalar üretmiştir. Eğer böyle bir yola gidilirse, benzer bir sürecin Ukrayna’da da yaşanması kuvvetle muhtemeldir.

Dondurulmuş çatışmalar, savaş yorgunu toplumlarda adalet ve hesap sorma taleplerinin karşılanmadığı bir ortam yaratır. Bu da halkta öfke birikimine ve hükümetler üzerinde popülist baskılara yol açar. Ukrayna’da savaşın ağır bedelini ödeyen milyonlarca insan, toprak kaybını ya da barış adına yapılan tavizleri kabul etmeyebilir. Bu durum, toplumsal kutuplaşmayı derinleştirir ve siyasi radikalleşmeye zemin hazırlar. Burada sol bir çıkış Rusya’da belki güç kazanmakta bebek adımları atacak olsa da Ukrayna’da ciddi bir güce erişebilir. Ancak mevcut şartları düşününce yine de çok fazla iyimser yaklaşmamak gerekir bunlar sadece ihtimaller.

Modelin Sınıfsallığı ve Halklara Faturası

Soğuk Savaş’ın ikiye böldüğü Kore Yarımadası’nda Güney Kore, 1980’lerden itibaren Batı dünyasında “başarılı kalkınma modeli” olarak sunulmaya başlandı. Bu söylemde Güney Kore, yoksulluktan teknoloji devine dönüşmüş, otoriter rejimden demokrasiye geçmiş, ihracata dayalı büyümeyle refahını artırmış bir “model ülke”ydi. Ancak bu parlatılmış anlatı, gerçekliğin yalnızca bir yüzünü yansıtıyordu.

Ancak bu modelin temel dayanakları işçi sınıfı açısından farklı bir duruma işaret ediyordu. ABD destekli otoriter rejimler (Park Chung-hee ve Chun Doo-hwan dönemleri), işçi haklarını bastırarak büyük sermayeye alan açtı. Devlet güdümlü sanayileşme, birkaç büyük holdingin (Chaebol: Hyundai, Samsung, LG vs.) lehine sermaye birikimi sağladı. IMF, Dünya Bankası ve ABD etkili politikalar, 1987 sonrası dönemde neoliberal dönüşümü derinleştirdi.[1]

Sonuçta, ekonomik büyüme sağlandı; fakat bunun bedelini düşük ücretli, uzun saatler çalışan, sendikasız ve güvencesiz işçi sınıfı ödedi. Bu dönemde yaygınlaşan toplumsal protestolar ve büyük grev dalgaları, modelin ne kadar kırılgan olduğunu da gösterdi.

Bugün Ukrayna, Batı’da benzer şekilde “direnişin modeli”, “demokrasinin ön cephesi” gibi söylemlerle kutsanıyor. Bu söylem, ülkeyi sembolik olarak onurlandırıyor; fakat aynı zamanda onu bir yeniden inşa ve yatırım laboratuvarına dönüştürme niyeti taşıyor. Tıpkı Güney Kore gibi, Ukrayna da savaş sonrası “pazarlaştırılmış barış” süreciyle karşı karşıya kalabilir.

Bu süreçte beklenen dinamikler Kore’dekinden çok farklı olmayacaktır. IMF ve Dünya Bankası’nın kredi koşulları, Ukrayna’nın emek piyasası, kamu varlıkları ve sosyal devlet yapısını dönüştürmeye zorlayabilir. Yeniden inşa süreci, altyapı ve konut yatırımlarında Batılı şirketlerin tekelleşmesine açık bir alan haline gelebilir. Toplum, savaş sonrası yoksulluk ve borç krizleriyle baş başa bırakılabilir. Bu ihtimallerin dışında somut olarak bildiğimiz ABD’nin nadir metal anlaşması da yakında imzalanmayı bekliyor. Bu da yine Ukrayna halkının diplomasi masasında Ukrayna’daki iktidar güçlerinin egemenliği için sömürülmesinden başka bir şey değil.

Bu anlamda “model ülke” inşası, gerçek bir demokratikleşme ve adil yeniden yapılanma yerine; dış finansmana bağımlı, kırılgan, eşitsiz bir yeniden yapılanma sürecine dönüşme riski taşır. Tüm bu sürecin en çok etkileyeceği kesim yine emekçiler, yoksullar ve savaşın yükünü taşıyan kesimler olacak. Güney Kore’de “model ülke” söylemi altında büyüyen eşitsizlikler, toplumsal patlamalara yol açmıştı. Ukrayna’da da eğer toplumsal yeniden yapılanma katılımcı ve adil bir zeminde gerçekleşmezse (ki gerçekleşmez), barış sonrası yeni çatışma biçimleri doğabilir: bu kez cephede değil, meydanlarda.

Uluslararası Etkileşim: Yeni Bir Jeopolitik Fay Hattı

Çokça dile getirildiği üzere Ukrayna savaşı, yalnızca iki ülke arasında yaşanan bir çatışma olmanın çok ötesine geçerek, dünya siyasetinde derin ve kalıcı etkiler yaratacak yeni bir jeopolitik fay hattını şekillendirdi. Bu yeni denge, özellikle Batı ile Rusya arasındaki ilişki biçimini, uluslararası ittifakların pozisyonlarını ve küresel güvenlik mimarisini doğrudan etkiliyor.

ABD ve Avrupa Birliği, Ukrayna’ya sağladıkları askerî ve ekonomik destekle yalnızca Rusya’yı caydırmaya çalışmadı; aynı zamanda NATO’nun doğu sınırlarını güçlendirme stratejisini de yeniden şekillendirdi. Bu süreçte İsveç ve Finlandiya gibi tarafsız kalan ülkeler dahi NATO’ya katılma kararı alarak tarihi kırılmalara imza attı. NATO’nun doğuya genişlemesi, Rusya açısından “kuşatma” algısını derinleştirerek daha agresif bir dış politika üretmesine neden oldu. Bu karşılıklı gerilim, Avrupa’nın güvenlik mimarisinde on yıllar sürebilecek bir gerginliğin habercisi. Öyle ki Trump’ın da ABD’de göreve gelmesiyle birlikte AB’nin savunma konusunda kendisine güvenmemesini telkin ederek şimdiden Avrupa’da bir silahlanma furyasının da başlamasına neden oldu.

Rusya’nın uluslararası izolasyonuna rağmen Çin’in Moskova ile ekonomik ve stratejik ilişkilerini sürdürmesi, jeopolitik eksen kaymasının en önemli göstergelerinden biri haline geldi. Çin, Batı’nın yaptırımlarına doğrudan katılmadığı gibi, “alternatif bir düzen” söylemiyle Rusya’ya dolaylı bir destek sundu. Aynı şekilde Hindistan, Brezilya, Güney Afrika gibi ülkelerin tarafsız ya da pragmatik duruşları, geleneksel Batı-Doğu ayrımının ötesinde yeni bir “çok kutuplu” dünya tahayyülünü ortaya çıkardı.

Ancak altını çizmekte fayda var, günümüzde SSCB’nin çözülmeden önce var olan kapitalist ve sosyalist kampın bulunduğu iki kutuplu bir dünyada değiliz. Küresel kapitalist sistem içinde bir kutuplaşma söz konusu. İdeolojik farklılıklar olmaması sebebiyle buraya iki kutuplu ya da çok kutuplu tanımlamaları yapmak doğru olmayacaktır. Öte yandan Çin’in başını çektiği uzak doğudaki eski sosyalist blok üyesi ülkeleri, bugün sosyalist olmasalar bile küresel kapitalist sistemde ayrı bir uç olarak ele almak gerekir. Esasen aynı kapitalist dünyanın içinde, tüm aktörler kendi payına düşeni almak ve onu paylaşmak için rekabet hâlindeler. Kore örneğinin ardındaki temel neden soğuk savaş dönemindeki iki farklı ideolojik kampın çekişmesi yani iki kutuplu dünya düzeni geliyordu. Bunun sonucunda orada uygulanan model kendi içinde bir istikrar sağladı ve hâlen bir pamuk ipliğine bağlı olsa bile çatışmasız bir biçimde sürüyor. İlâveten nükleer silahlar gibi kitle imha silahlarının caydırıcı bir tehdit olarak bulunması güçlü olanın dahi zararlı çıkacağı bir savaşı doğurabileceğinden Kore özelinde büyük çaplı bir savaş uzun süredir yaşanmıyor. Günümüze dönersek artık aynı kapitalist sistem içindeki uçların rekabetinin bir yansımasını görüyoruz. Dolayısıyla Ukrayna’da gerçekleşmesi muhtemel bir ateşkesin sınır hattında uzun vadede dondurulamadığı her fırsatta yeni ihlallerle savaşın tekrardan patlak verebileceği bir ortamı yaratabilir. Kore örneğindeki şartlar bugünün konjonktüründe var olmadığından, istikrarlı bir ateşkes mümkün görünmüyor.  

Savaş ve olası bir ateşkesin uzun süreli hâle gelmesi, küresel enerji dengelerini de etkiledi. Avrupa’nın Rusya gazına olan bağımlılığını azaltma çabası, enerji tedarik zincirlerini değiştirdi. Bu da hem enerji fiyatlarının küresel ölçekte dalgalanmasına hem de enerji merkezli yeni diplomatik ilişkilerin doğmasına neden oldu. Örneğin Katar, Azerbaycan, Norveç gibi ülkeler daha önemli tedarikçiler haline gelirken, enerji artık yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda stratejik bir silah olarak da kullanılmaya başlandı.

Rusya’nın Ukrayna topraklarını ilhak etmesi ve her iki tarafın da sivillere yönelik saldırıları, uluslararası hukukun ve Birleşmiş Milletler sisteminin etkinliğini ciddi biçimde sorgulattı. Ukrayna için Kore tarzı bir senaryo uygulanması, bu hukukî aşınmayı daha da derinleştirebilir. Çünkü böyle bir düzenleme, işgal yoluyla kazanılan toprakların fiilen meşrulaştırılması anlamına gelebilir. Bu da uluslararası ilişkilerde “güçlü olan haklıdır” anlayışını normalleştirerek, benzer işgalleri teşvik edebilir. ABD’nin son dönemde Rusya’ya daha yakın bir dış politika izlemesinin temelinde de geçmişte yaptıkları gibi bugün de işgaller ve ilhaklar gerçekleştirerek uluslararası bir meşruiyet kazanmak istemeleri yatıyor olabilir. Zira Grönland, Kanada, Panama ve Meksika’ya yönelik agresif söylemler, Çin ile girdiği ekonomik harp bunların habercisi olarak önümüzde duruyor.

Sonuç: Geçici Çözüm mü, Kalıcı Tuzak mı?

Ukrayna için önerilen “Kore senaryosu”, ilk bakışta savaşı durdurmanın pragmatik bir yolu gibi görünebilir. Cephe hattında silahların susması, can kayıplarının sona ermesi ve altyapının yeniden inşasına başlanması, özellikle savaş yorgunu toplumlar için cazip bir ihtimaldir. Ancak bu modelin kısa vadeli faydaları, uzun vadeli siyasî, toplumsal ve stratejik sonuçlarını gölgede bırakmamalıdır.

Üstelik böyle bir çözüm, taraflar arasında kalıcı bir güvensizlik inşa eder. Ukrayna için bu durum, her an yeniden başlayabilecek bir savaş tehdidiyle yaşamak anlamına gelirken; Rusya açısından, daha ileri adımlar atabilmek için stratejik bir bekleyiş fırsatı yaratabilir. Bu da kalıcı bir barıştan ziyade, düşmanlığın biçim değiştirerek sürdüğü bir dönem başlatır.

Bu bağlamda “Kore modeli”, Ukrayna için geçici bir çözüm gibi sunulsa da; aslında derin bir jeopolitik tuzağı içinde barındırıyor olabilir. Barış ancak tarafların birbirini tanıdığı, adaletin sağlandığı ve egemenlik haklarının açık biçimde korunduğu koşullarda mümkündür. Aksi takdirde, sağlanan her “ateşkes”, bir sonraki savaşın önsözüne dönüşebilir.


[1] Neoliberal dönüşümün Güney Kore’ye dayatılması 1980’li yıllarda IMF ve ABD etkisiyle hız kazanmış, sanayide esnekleşme, güvencesizleşme ve “örgütlenemez işçi” tipolojisi yaratılmıştı. Bu durum Türkiye gibi ülkeler için de “örnek model” olarak sunulmuştu. Bkz. Volkan Yaraşır (2021). Ters Dalga, Güney Kore İşçi Hareketi: Estetik Militanlık s. 274-275.

Scroll to Top